Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, I, 189; Baltacı, Osmanlı Medreseleri, 125; Öz, İstanbul Camileri, I, 98; Barkan-Ayverdi, Tahrir Defteri, 397; Kütükoğlu, İstanbul Medreseleri, 293, 312; Kü-tükoğlu, Darü'lHilafe, 162.
İ. AYDIN YÜKSEL
LYKOS DERESİ
bak. BAYRAMPAŞA DERESİ
MAARİFÎ TEKKESİ
232
233
MAC FARLANE, CHARLES
MAARİFÎ TEKKESİ
Kartal İlçesi'nde, Çavuşoğlu Mahallesi' nde, Ankara Caddesi üzerinde yer almaktadır.
Rıfaîliğint» Maarifi kolunu kuran Şeyh Seyyid Mehmed Maarifi (ö. 1824) tarafından tesis edilmiştir. Günümüzde kısmen mevcut olan tekkenin 1234/1818'de inşa ettirildiğine dair bazı kayıtlar bulunduğu gibi tevhidhane binasının mimari özellikleri de bu tarihlere ait olduğunu destekler niteliktedir. Diğer taraftan Şeyh Mehmed Maarifî'nin 1785 civarında Mısır'dan istanbul'a geldiği ve tekkesini kurduğu rivayet edilmektedir. Birçok tarikat yapısının tarihçesinde görüldüğü gibi, burada da şeyh efendinin, başlangıçta yaşadığı evi tekke gibi kullandığı, daha sonra aynı yere tam teşekküllü bir tarikat tesisi inşa ettirdiği tahmin edilebilir. Nitekim 1808'de tahta geçen II. Mahmud' un (hd 1808-1839) Şeyh Mehmed Maarifî'ye ve tekkesine yakınlık gösterdiği, zaman zaman yardımlarda bulunduğu bilinmektedir.
Rıfaîliğin piri Seyyid Ahmed Rıfaî'nin neslinden geldiği rivayet edilen ve "Fethü'l-Maarif" lakabı ile tanınan Şeyh Mehmed Maarifî'nin bazı tasavvufi şiirleri tespit edilmektedir. Yapmış olduğu içtihatlarla Rıfaîliğin Maarifi kolunu kurmuş, hayatının sonuna kadar bu yeni kolun âsitanesi ve pir makamı olan tekkesinde irşat faaliyetinde bulunmuş ve tekkenin türbesine gömülmüştür. Rıfaîlik ile Bektaşîliğin karışımından meydana çıktığı iddia edilen Ma-arifî kolunun kökeni ve niteliği yeterince araştırılmamıştır. Esasen istanbul'da pek yaygın olmayan, Kartal'daki âsitane dışında Kasımpaşa'daki iki zaviyede faaliyet gösteren Maarifi kolunun, Vak'a-i Hayriye' den (1826) sonra tarikatları lağvedilen, tekkeleri kapatılan ya da yıktırılan ve sıkı bir takibata maruz kalan Bektaşîlerden bir kısmının Rıfaî kisvesine bürünmesi sonucunda ortaya çıktığı bile ileri sürülmüştür. Ancak tekkenin Vak'a-i Hayriye'den önce tesis edilmiş olması bu iddiayı geçersiz kılmaktadır. Aslında bütün Rıfaîlerde mevcut olan, ehl-i beyte ve On iki Imam'a bağlılığın Maarifî kolunda muhtemelen daha da ileri düzeye vardırılmış olması, bu kolun mensupları ile Bektaşîlik arasında belirli
bir yakınlığı doğurmuş ve bu tür iddiaların ortaya atılmasına sebep teşkil etmiş olabilir. Tevhidhanenin tasarımında on iki sayısının kullanılmış olması da bu ihtimali güçlendirmektedir.
Şeyh Mehmed Maarifî'den sonra tekkenin meşihatı oğlu Şeyh Seyyid Ali Sabit Efendi'ye (ö. 1863) intikal etmiştir. Sabit Efendi'nin Kasımpaşa'da, günümüzde Kulaksız Mahallesi'ne katılmış bulunan ibadullah Mahallesi'nin sınırları içinde, Kartal'daki âsitaneye bağlı bir Maarifî zaviyesi tesis ettiği ve bu zaviyenin postuna oğlu Şeyh Seyyid Mehmed Efendi'yi (ö. 1892) oturttuğu anlaşılmaktadır. "Maarifî-i Sânî" olarak anılan Şeyh Mehmed Efendi babasının vefatı üzerine Kartal'daki âsitanenin meşihatını üstlenmiş, Kasımpaşa'daki zaviyenin meşihatını da oğlu Şeyh Seyyid Hüseyin Tâhâ Efendi'ye bırakmıştır. Kartal'daki âsitanenin son şeyhi ise Maarifî-i Sâ-nî'nin diğer oğlu olan Şeyh Seyyid Hasan Tâsîn Efendi'dir (ö. 1927). Sonuçta Maarifî-liğin bir aile tarikatı şeklinde örgütlendiği anlaşılmakta, Kartal'daki ve Kasımpaşa'daki tekkeler arasında devamlı bir geliş gidişin söz konusu olduğu, Kasımpaşa'daki zaviye şeyhinin, yaz aylarında, kardeşinin postnişin bulunduğu Kartal'daki âsitanenin harem dairesine taşındığı, ancak pazartesi günleri ayine başkanlık etmek amacıyla Kasımpaşa'daki tekkesine gittiği tespit edilmektedir.
Kasımpaşa'daki diğer Maarifî zaviyesi ise Şeyh Mehmet Maarifî'nin halifelerinden Şeyh Ali Kuzu (ö. 1815) tarafından Çürüklük semtinde tesis edilmiştir.
Kuruluşunda mimari programının geniş tutulduğu ve tevhidhane, türbe, harem, selamlık, derviş hücreleri, mutfak vb bölümlerden oluştuğu bilinen Maarifî Tekke-si'nin binaları 1894 depreminde hasar görmüş, bu tarihten hemen sonra onarım geçirmiştir. Tekkelerin kapatılmasından (1925) sonra, son şeyhin ailesi tarafından mesken olarak kullanılmaya devam eden harem dairesi dışında kalan bölümler kaderine terk edilerek harap olmaya yüz tutmuş, 1940'tan sonra tevhidhane ve türbeden başka diğer bölümler tarihe karışmıştır. Baninin torunlarından olan Mehmed Maarifî Yalvaçtorunları 1964 civarında tevhidhane ile türbeyi tamir ettirmiş, çevre sakinlerinin yardımları ile 1976'da tekrar onarılan tevhidhane bu tarihten itibaren cami olarak kullanılmaya başlamış, son olarak da 1980'de türbe onarım geçirmiş, ayrıca tevhidhaneye son cemaat yeri, minare ve şadırvan eklenmiştir.
Eski istanbul'un uzak banliyölerinden Kartal'ın güney sınırında, Kartal-Pendik yolu üzerinde, meskûn alanların uzağında inşa edilen ve yakın zamana kadar çevresi bostanlarla kaplı olan Maarifî Tekkesi günümüzde oldukça yoğun bir yerleşme bölgesi ile kuşatılmış bulunmaktadır. Tekkenin yerinde, daha önce, Orhan Gazi döneminin savaşçı dervişlerinden, bu semte adını vermiş olan Kartal Baba'nın makamının bulunduğu rivayet edilir. Tevhidhane arsanın batısında, Ankara Caddesi üzerinde yer almakta, bunun kuzeyinde türbe
ile küçük hazire bulunmakta, ortadan kalkmış olan diğer bölümlerin ise konumları tespit edilememektedir.
Dikdörtgen bir alanı (10,30x8,80 m) kaplayan, iki katlı tevhidhanenin duvarları moloz taş ve tuğla ile örülmüş, üzeri kırma çatı ile örtülmüştür. Aslında alaturka kiremitlerle kaplı olduğu tahmin edilebilen çatı günümüzde çinko levhalarla kaplanmıştır. Yapı, aynı zamanda ardiye olarak kullanılan bir bodrumun üzerine oturur. Tevhidhanenin planı, duvarların sınırladığı dikdörtgenin içine yerleştirilmiş 6,30 m çapında bir daireden meydana gelmektedir. Ayinlere tahsis edilmiş olan bu yuvarlak planlı kesim, mihrap cümle kapısı ekseni üzerine ve mihraba teğet olarak yerleştirilmiştir. Çatı altında gizlenen, bağdadi sıvalı bir kubbe, iki kat yüksekliğinde bu bölümü taçlandırmakta, dikdörtgen ile dairenin arasında kalan ve ayin mekânını üç yönden (batı, doğu, kuzey) kuşatan iki katlı mahfillerin sınırında, eşit aralıklarla on ikişer adet ahşap sütun sıralanmaktadır. Her iki katta da ikisi mihrap duvarına gömülmüş bulunan bu sütunlar daire kesitli olup Dor nizamında başlıklarla donatılmıştır. Erkeklere mahsus zemin kat mahfilinin sınırında, sütunların arasında yer alan korkuluklar ile kadınlara ayrılan fevkani mahfilde, aynı şekilde sütunların arasına yerleştirilen kafesler ortadan kalkmıştır. Zemin katta, kuzey duvarının ekseninde sepet kulpu biçiminde bir kemere sahip olan giriş, güney duvarının ekseninde yuvarlak kemerli ve yarım daire planlı mihrap yer alır. Bu katta güney ve kuzey duvarlarında ikişer, batı ve doğu duvarlarında üçer, üst katta ise her duvarda ikişer pencere açılmış, bütün bu açıklıklar sepet kulpu biçiminde kemerlerle taçlandırılmışım Kadınlara ait fevkani mahfilin, doğu cephesine açılan bağımsız bir girişi bulunmaktadır.
Dış görünümü ile tek katlı bir meskeni andıran türbe kagir duvarlı ve çatılı, basit bir yapıdır. Dikdörtgen planlı (7,60x 6 m) esas türbe mekânının kuzeyinde yine dikdörtgen planlı (2,75x1,60 m) bir giriş bölümü yer alır. Küçük bir mihrapla donatılmış ve sepet kulpu biçiminde kemerleri olan toplam sekiz adet pencere ile aydınlatılmış bulunan türbede tekkenin dört postnişini, ayrıca ikinci postnişin Şeyh A. Sabit Efendi'nin eşi Enise Hanım (ö. 1834), kızı Şerife Hadiye Hanım ve oğlu Şeyh Seyyid Ahmed-i Sayyâd (ö. 1856) gömülüdür. Türbenin hemen yanındaki küçük hazirede tekkenin bazı mensuplarına ait kabirler vardır.
Tekkenin, ortadan kalkmış olan bölümlerinin, konumları gibi mimari özellikleri de tespit edilememekte, ancak padişahlardan, tekkenin zengin mensuplarından ve Evkaf Nezareti'nden gelen yardımlar sayesinde mutfağın bir imaret ölçeğinde faaliyet gösterdiği, şeyh dairesinin, büyük taş merdivenli geniş kapısı üzerinde "Âsitane-i Maarifiyye" yazılı bir kitabenin bulunduğu bilinmektedir.
Ampir üslubunun(->) özelliklerini yansıtan tevhidhane ve türbe binalarında her-
hangi bir süslemeye rastlanmaz. Maarifî Tekkesi'nin mimari açıdan en ilginç yönü tevhidhanede ayin alanının yuvarlak planlı olarak tasarlanması ve on iki adet sütunla kuşatılmasıdır. On îki îmam'a bağlanan aynı sembolik düzenleme Rıfaî tarikatının on iki terkli (dilimli) tacında görüldüğü gibi, Bektaşîliğe ilişkin hemen her türlü tarikat eşyasında, ayrıca Merdivenköy'deki Şahkulu Sultan Tekkesi'nde(->) meydane-vinin tasarımında da karşımıza çıkar.
Bibi. Vassaf, Sefine, V, 270; N. Tarkan, Kartal'da Kurulmuş Bir Tarikat: Ma'rifiye, İst., 1964.
M. BAHA TANMAN
MAC FARLANE, CHARLES
(l 799, İskoçya - 1858, ?) ingiliz gezgin.
1816-1827 arasında italya'da yaşadıktan sonra 1827-1828'de ilk istanbul yolculuğunu yaptı ve gözlemlerini ertesi yıl Londra'da yayımlanan Constantinople in 1828 kitabında topladı. 1847-1848'de yapmış olduğu ikinci Türkiye yolculuğunun gözlemleri ise Turkey and his destiny adıyla iki cilt halinde 1850'de Londra'da basılmıştır.
Mayıs 1827'de italya'dan yola çıkan Mac Farlane izmir'e gelir ve yörede l yıl kadar kalarak Çeşme Yarımadası'nı, Sakız'ı, Bergama, Soma, Manisa ve çevrelerini gezer. 21 Mayıs 1828'de ise denizyoluyla istanbul'a ulaşır. Osmanlı-Rus Savaşı'nın kızıştığı bir dönemde yapılan bu yolculuğun gözlemleri daha çok politik mahiyettedir. Kentte önemle anlatılan binalar bile kışlalardır. Yazar, II. Mahmud'un bugünkü haline getirmiş olduğu Selimiye ve inşaatı henüz bitmiş olan Davud Paşa kışlalarından söz eder. Ayrıca Dolmabahçe sırtlarında süvari bölükleri için yeni bir kışla yapılmıştır. Aksine III. Selim tarafından Levent Çiftliği'nde yapılmış olan kışlalar harabe halindedirler. Padişahın cuma namazını Eyüp'te ve Kurban Bayramı kabulünü Topkapı Sarayı önünde seyreden Mac Farlane, ekimde İstanbul'dan ayrılır. Bu ara yazın bir kısmını Büyükada'da bir Rum ailesinden kiraladığı evde geçirir. Bu münasebetle Isa Tepesi (Hristos) ve Ayios Nikolaos (Aya Nikola) manastırlarından ve Adalıların Macar adını verdikleri deniz kıyısındaki gezinti yerinden söz eder.
Memleketinde tarihçi ve yazar olarak ün kazanan Mac Farlane 20 yıl sonra, yanma 16 yaşındaki oğlunu da alarak ikinci bir istanbul yolculuğuna çıkar. Bu yolculuğun gözlemleri çok daha ayrıntılı ve ilginç olmalarına rağmen aynı zamanda da son derece olumsuzdur. Yazara göre son 20 yıl içinde hemen her şey kötüye girmiştir. Türklerin Tanzimat reformlarını yürütebileceklerine inanmayan Mac Farlane, Ermeni ve Rumların bu konuda katkıda bulunacaklarından da şüphe eder. Diğer yabancıların etkisinden de kuşkulandığı gibi çoğu zaman kendi vatandaşlarını da esirgemez. Örneğin 1831'de yanan ingiltere Elçiliği binasını yeniden inşa etmek için kraliyetin korular ve ormanlar müdürlüğü istanbul'a, memleketinde
adı sanı bilinmeyen Smith adında bir mimar göndermişti (aslında W. J. Smith, İngiliz Parlamentosu mimarı William Bary'nin çizmiş olduğu planlar üzerine inşaatı yürütmek için gönderilmişti). Oysa 7 yıldan beri, binanın inşaatı bitmediği gibi maliyeti giderek yükselmekte ve bunun yanı başında Smith başka inşaatlarda çalışmaktadır. Beyoğlu'nda ahşap tiyatronun yerine yenisini yapmakta (1847'de yanan Naum Tiyatrosu), büyük mezarlığın yanında tıbbiye okulunu (Gümüşsüyü Hastanesi) inşa etmekte, padişah, paşalar ve Ermeni bankerleri için birçok binalar planlamaktadır.
Mac Farlane, genellikle Osmanlı gözlemlerinde II. Dünya Savaşı ertesine kadar görülecek bir yorumun ilk temsilcilerinden biridir. Ona göre Osmanlılar zi-raatlerini geliştirmeli sanayi kurma fantezilerine girmemelidirler. Ermeni bankerlerinin, özellikle Dadyan Ailesi'nin(->) girişimi ile kurulan fabrikalar, Hereke ipek ve Halı Fabrikası, Bakırköy Baruthanesi ve Zeytinburnu'ndaki dökümhane, gemi tezgâhları ve dokuma tezgâhları, ki bunlar için ilginç ve ayrıntılı bilgiler verir, Mac Farlane'e göre Osmanlı maliyesini dolandırmak için uydurulmuş girişimlerdir.
20 Temmuz 1847'de Plymouth'dan yola çıkıp 7 Ağustos'ta istanbul'a varan Mac Farlane'e göre İstanbul 20 yıl öncesi kadar pis, hattâ sokaklar eskisinden beter bir haldedir ve kaldırımlar yapılmamıştır. Batı kolonisi ve Levantenlerin en önemli gezinti yeri olan Tepebaşı (Petits Champs), 20 yıl öncesi gibi zemini düzeltilmemiş, çukurlarla dolu ve toz toprak içindedir. Tek yemlik gezinti yerini mezarlıktan ayıracak biçimde bir demir parmaklığın yapılmasıdır. Fakat her zamanki gibi, kahve, dondurma ve limonata dükkânları kalabalıktır ve bir orkestra valsler, polkalar ve Ros-sini ile Bellini'nin operalarından parçalar çalmaktadır.
Mac Farlane'in karşılaştığı en önemli yenilik Haliç köprüleridir. Ağır taş köprüler yerine hafif, ahşap, yüzen ve açılabilir köprüler yapılmasını olumlu karşılar ve Galata Köprüsü'nün bir Rum tersane kalfası tarafından yapılmış olduğunu yazar. Paralı olan ve ücretin az olmasına rağmen kalabalıktan dolayı önemli bir gelir sağlayan köprülerden dolaylı iki sahil arasında gidiş geliş çoğalmış, özellikle yabancılar istanbul yakasına daha sık ve kolay gider olmuşlardır. Eskiden bir yabancının suriçine gitmesi için resmi makamlardan izin alması gerekirken şimdi Avrupalı hanımlar bile tek başlarına Kapalıçarşı'ya alışverişe gitmektedir. Böylece Türk halkı yabancılara alışmış ve çok daha hoşgörülü olmuştur. Bununla birlikte bu durum daha çok Kapalıçarşı'nın ve büyük camilerin dolaylarında geçerlidir ve kentin içerilerine doğru ilerlemeye cesaret edenler halkın tepkileriyle karşılaşabilirler. Yazara göre kentin iç mahalleleri yangınlardan harap bir hale gelmiş ve çoğu zaman terk edilmiş bir durumdadır. Mahalle aralarını ve yangın yerlerini bahçe ve bostanlar kaplamış, kent birbirinden
CONSTANTİNOPLE
IX 1Q!2Ö
A KESIDESCE OF SIXT»EN MOSTH3
'JCÜEKISH CAHTAt AND PHOVINCES:
THE HFSWILCU O» THK tfrfÛHiy CKttHK.
Jî CHABLES MAC FAfiLANE, F-SQ. SECOKD EDl'ttöK.
AN APPENDIJC, TO THK AUTUMN O y 18S9,
^N' TVVÛ FOLUMKS. VOT, 1.
I.O^DON:
SAUSEERS AN» OTÎ.EV, CONUI'IT STREET, l »5».
Mac Farlane'in Constantinople in 1828 adlı kitabının kapağı.
Nuri Akbayar koleksiyonu
ayrılmış 6-7 köy haline gelmiştir. Yangınlar bir Rum ya da Ermeni mahallesinde olduğu zaman yanan evler hızla yeniden yapılmaktadır, ancak merkezin dışındaki Müslüman mahallelerinde inşaat emareleri pek görülmez. Mac Farlane'in izlenimi suriçi istanbul nüfusunun azaldığı ve bu azalmanın özellikle Müslüman nüfusta meydana geldiğidir.
istanbul yakasının tenhalaşmasına karşılık Galata ve Beyoğlu yakası giderek kalabalıklaşmakta ve o ölçüde güvenliksiz olmaktadır, 20 yıl öncesine nazaran kentte güvenlik çok azalmıştır ve Mac Farlane'in bunun nedeninin majestelerinin Maltah ve iyon adalı uyruklarının olduğunu kabullenmek istememesine bağlar ve bunların da bu duruma katkıda bulunduklarını itiraf etmek zorunluluğunda olduğunu belirtir.
Yazarın 20 yıl önce yaşamış olduğu Bü-yükada da çok değişmiştir. Buraya buharlı gemi ile ulaşma olanağı birçok Rum ve Ermeni ailenin yazlığa gitmelerine neden olmuştur. Köyün arka taraflarında Galata bankerleri tarafından birçok bahçeli ev inşa edilmiş, Macar adı verilen gezinti yeri bile yer yer binalarla işgal edilmiştir. Buharlı gemiler Ayastefanos Köyü'ne de (Yeşilköy) işlemektedir ve orası da sayfiye yeri olmuştur.
Amerikan Elçisi Mr. Carr ve Abdülme-cid, Örnek Çiftliği müdürü, Güney Caro-linalı Mr. Davis burada oturmaktadır. Ka-valalı Mehmed Ali Paşa'nın Mısır'daki pamuk üretimi girişimlerinden esinlenen Osmanlı hükümeti, böyle bir çiftlik kurmaya ve ABD'nin güney eyaletlerinden uzman getirmeye karar venniştir. Ancak Ermeni bankerlerin parasıyla kurulacak olan bu çiftliğin başarısızlığını, kitabının iki ayrı yerinde Mac Farlane uzun uzun anlatmaktadır.
MACAR BURNU
234
235
MAÇKA PALAS
Eski bir kartpostalda macuncu (sol) ve günümüzde sayılan çok azalmış olan macun
satıcılarından biri.
Nuri Akbayar koleksiyonu (sol), Ahmet Kuzik, 1994
7 EylüFde istanbul'dan ayrılan Mac Far-lane Batı ve İç Anadolu'da, özellikle Kütahya ve Bursa yörelerinde bir gezintiye çıkar ve 23 Aralık'ta başkente döner. İkametinin bu ikinci yansında askeri okullardan söz eder. Harbiye'deki askeri okulun kütüphanesini gezer ve orada bulunan kitapların çoğunlukla Fransızca olmalarından yakınır. 29 Şubat'ta Ambarlı Köyü yakınlarında Reşid Paşa Çiftliği'ni, 10 Nisan'da Polonezköy'ü gezer, 15 Nisan'da ise İzmit ve Hereke fabrikasına bir gezinti yapar. Mayısta ise Edirne ve Meric'in doğusundaki Trakya'yı gezer. 17 Haziran'da Beyoğlu' nda büyük bir yangına tanık olduktan sonra 10 Temmuz 1848'de kentten ayrılır.
STEFANOS YERASİMOS
MACAR BURNU
bak. ARGİRONİON
MACAR ECZAHANESİ
Adolphe Matcovich (Matkoviç) tarafından 1860'larda Sultan Beyazıt Caddesi'nde açılmıştır. Aynı aileden Jean Matcovich (1806-1879) eczaneyi aynı isim ile Beyoğ-lu'na (Pera Caddesi no. 55) taşımıştır. A-dolphe Matcovich ise 1891'de Beyoğlu' nda (Pera Caddesi no. 465) "Avusturya-Macaristan Eczahanesi" (Pharmacie Aust-ro-Hongroise) adını verdiği bir eczane açmıştır.
Adolphe Matcovich Cemiyet-i Eczacı-yan ve Âsitane-i Âliye'nin (Societe de Pharmacie de Constantinople) kurucularından olup uzun süre ikinci başkanlığını yapmıştır. Aynı zamanda Cemiyet-i Tıbbiye-i Mülkiye'de, eczacı üye olarak görev almıştır. Adolphe Matcovich'in 1900'de vefatı üzerine eczane, Almanya'da kimya öğrenimi yapmış ve kimya doktoru unvanını almış olan, oğlu Dr. Adolphe Jean Mat-covich'e geçmiştir.
Cumhuriyet döneminin başlangıcında eczanenin adı "Avusturya Eczahanesi" olarak değiştirilmiş ve eczacı Necib Ced tarafından satın alınmıştır. Necib Ced aslen Suriye uyruklu ve Katolik olup ilk eczanesini "Kanun-ı Esasi Eczahanesi" ismiyle Aksaray'da açmıştır. Sahibi olduğu "Avusturya Eczahanesi" 1928'de, eczanelerin tahdidini öngören yasa uyarınca kapatılmıştır. Necib Ced, eczaneyi ve kadrosunu muhafaza etmiş ve 1934'te aynı cadde üzerinde bulunan ve eczacı Celal Ergun'un 1932'de açtığı eczaneyi satın alarak bu yere taşınmıştır.
Necib Ced'in 5 Ağustos 1948'te vefat etmesi üzerine eczaneyi eczacı Muhtar Gü-naydı devralmış ve adını Tünel Eczanesi olarak değiştirmiştir. Bu eczane de 1968'de kapanmıştır.
TURHAN BAYTOP
MACAR ENSTİTÜSÜ
1917-1918 arasında faaliyette bulunmuş bilim kurumu.
Macarların İstanbul'da bir enstitü kurmak istemiş olmalarının ana nedeni Türk-Macar ilişkilerinin eskiliğine dayanmaktadır. Bilimsel bakımdan Macarların Türkle-
re gösterdiği ilgi oldukça erken tarihlerde başlamıştır. Bu ilgi daha ziyade Macarların kendi kültürlerinin kaynaklarını Orta Asya kültür dairesi içerisinde görmelerinden doğmuştur. Bu nedenle Macar araştırmacıları Orta Asya'dan Anadolu'ya kadar olan bölgelerde Türk dili, sanat ve arkeolojisi üzerine çeşitli çalışmalar yaptılar.
Macarlar I. Dünya Savaşı sırasında (1914-1918), Osmanlı Devleti ile Avusturya-Ma-caristan Imparatorluğu'nun müttefik olmalarından da yararlanarak 1917'de İstanbul'da bir enstitü kurdular. Çalışma konularından ikisi Türk-Macar dil araştırmaları ile Türk sanatı araştırmaları olarak tespit edildi. Bununla birlikte Prof. Anton Hekler'in yönettiği enstitüde Anadolu'nun klasik arkeoloji devreleri ile Hıristiyanlık dönemi arkeolojisi ve sanatı da çalışma konulan arasındaydı.
Macar Enstitüsü'nde basılan eserler arasında, ünlü Avusturyalı sanat tarihçisi J. Str-zygowski'nin yetiştirdiği Heinrich Glück' ün(->) "Türk Sanatı" başlıklı eseri önemlidir. Aslında bu araştırmacının enstitüde verdiği bir konferansın metni olan bu küçük kitap (25 s.) bir Batı dilinde "Türk Sanatı" başlığıyla yayımlanmış ilk eserdir.
S. Eyice'nin aktardığına göre Macar Enstitüsü'nde bu kitaptan başka Türk mimarları hakkında monografilerin yazdırıl-ması, Gelibolulu Mustafa Alî'nin "Menakıb-ı Hünerverân" ile Cafer Efendi'nin "Risa-le-i Mimariye" gibi eserlerinin Macarca yayımlanması tasarlanmıştı.
Enstitüde bir seri olarak basımı gerçekleştirilen eserlerden Yunan sanatı ve Bu-din'in Türklere barış yoluyla teslimi konulu iki kitap (J. H. Mordtmann, 1526 Yılında Budin'in Teslimi Hakkında, 1918; Hekler Antal [Anton Kekler], Yunan Sanatında ilah İdeali ve Portre, 1917) dışın-
da, doğrudan doğruya İstanbul ile ilgili Koş Karoly'nin (Kari Koş) İstanbul Şehrinin Tarihi ve Mimarisi (1918) adlı eseri ile Gyula Moravcsik'in bir eseri (Aziz La-dislaus'un Kızı ve İstanbul'da Pantokra-tor Manastın, 1923) yayımlanabilmiştir.
I. Dünya Savaşı'nın Osmanlı Devleti ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun yenilgisiyle sonuçlanması üzerine, Ekim 1918'de kapatılan enstitünün çoğunluğu İstanbul üzerine olan kitapları önce Alman Arkeoloji Enstitüsü'nde muhafaza edilmiş, II. Dünya Savaşı'ndan sonra Macar hükümetinin bağışı olarak Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi'ne intikal etmiştir.
Bibi. O. Aslanapa, "Türk Sanatı Araştırmalarının Gelişmesi", Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, Cumhuriyet 'in 50 Yılma Armağan, Ankara, 1973, s. 120-127; S. Eyice, "Arkeoloji Enstitüleri", ISTA, II, 1021-1025; G. Feher, "Macar Sanatında Görülen Türk Etkisi", Türk Sanatı Tarihi Araştırına ve İncelemeleri, II, İst., 1969, s. 205-213; H. Glück, "Türk Sanatı", Eski Türk Sanatı ve Avrupa'ya Etkisi, Ankara, 1974, s. 151-162; A. Hekler, Institut scientifique Hong-rois de Constantinople, Budapeşte, 1921.
YAŞAR ÇORUHLU
MACUNCULAR
Macuncular, eski İstanbul'un en ilginç es-naflarmdandı. Başlarının üzerinde yuvarlak olarak yapılan ve dilimlere ayrılmış, koni biçiminde bir kapakla örtülmüş macun tepsisini taşırlardı. Satış yapacakları yerde tahtadan tepsi altlığım açarlar, başlarının üstündeki tepsiyi de bunun üzerine koyarak "Haydi... Tatlı macunlar yiyelim, tatlı şarkılar dinleyelim" diye bağırarak çoğunluğu çocuk olan müşterilerini toplamaya çalışırlardı.
Macunların sakızlı, bergamotlu, tarçın-lı, güllü, naneli, erikli, limonlu olmak üze-
re yedi çeşidi bulunurdu. Macun, ince bir tahtanın ucuna "macun mablağı" denilen bir nevi ıspatulayla döndüre döndüre sarılarak müşteriye verilirdi. Macun tepsileri çoğu zaman ışıl ışıl kalaylı olurdu. Ama büyükler, çocuklarına ekşimtırak bir tadı olan erikli ve limonlu macunu almamalarım söylerlerdi.
Macuncular, mahalle aralarından başka bayram günlerinde bayram yerlerinde, diğer zamanlarda Yeni Cami ve Galata Köprüsü çevresinde bulunurlar, ramazanın gelmesiyle diğer seyyar satıcıların yaptığı gibi Şehzadebaşı'na taşınırlardı.
Macuncuların çoğu Çingeneydi. En ö-nemli özellikleri, sıradan bir gezgin satıcı olmaktan çok belki de İstanbul'da müzik eşliğinde satış yapan tek esnaf olmalarıydı. Macuncu âdeta bir incesaz takımıyla gezer, malını satacağı yere geldiğinde arkadaşlarıyla bilinen şarkıları çalarak geldiğini herkese duyurmuş olurdu. Macuncuların en çok rağbet ettikleri saz klarnet olmakla beraber, ud, keman, kanun gibi sazlar da bulunurdu. Eskileri, daha çok klasikleşmiş fantezi havaları çalarlardı. Daha yakın dönemlerde incesaz ve Türk müziği çalgıları, yerini "bugle" denilen üç anahtarlı pirinç boruya bırakmıştır.
Askeri bandolardan çıkmış bazı kimseler, macunculuk yaparlar ve buralarda öğrendikleri genellikle halkın kulağına yabancı olan havaları çalarlardı. Bazen de Cezayir, İzmir, Selanik, islahiye marşlarım, birtakım polkaları ve kantoları da çalarak macunlarını satmaya uğraşırlardı.
Evliya Çelebi, Seyahatname'de macuncu esnafının 300 dükkân, 500 usta olduğunu yazar. IV. Murad'ın Bağdat seferi dolayısıyla düzenlenen ordu esnafı alayının geçişinde macuncular, belki de birçok ticaret sahasında olduğu gibi kendilerince önemli olabilecek "sekiz" çeşit macunla geçiş yapmışlardır. Besbase, kebabe, tarçın, darıfilfil, kakule, havlıcan, ödülkahir ve zencefil cinsi macunlarını gümüş hokkalar içine koyarak isteyenlere vermişlerdir. Son dönemlere kadar faaliyet göstermiş olan ve müşteri olarak da çocukları seçen macuncuların 17. yy macunculanyla bağlantıları yoksa da mesleğin sürdürücü-leri olmuşlardır.
Macuncular, 19601ı yılların sonlarına kadar eskisi gibi rağbet görmeseler de yine görülebiliyorlardı.
Dostları ilə paylaş: |