Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, I, 48; Münib, Meç-mua-i Tekâyâ, 12; Zâkir, Mecmua-i Tekâyâ, 60; Öz, İstanbul Camileri, I, 113; Y. N. Öztürk, Kuşadalı ibrahim Halvetî Hayatı-Dügünceleri veMektuplan, ist., 1982, s. 47, 50; Fatih Camileri, 187, 286.
M. BAHA TANMAN
LOKUMCULUK
224
225
LONCALAR
Abdullah Biraderler'in bir fotoğrafında istanbul'un en eski lokumcularından Hacıbekir'in dükkânı (soldaki üç kişiden ortadaki Hacıbekirzade Mehmed Muhiddin Efendi).
E. thsanoğlu, İstanbul, Geçmişe Bir Bakış, İst., 1992
LOKUMCULUK
Kestirilmiş şeker şurubunun, içine yavaş yavaş nişasta katılıp koyu ağda kıvamım a-lıncaya kadar bir ince tepside pişirilme-siyle hazırlanan lokum. 17. yy'da Osmanlı ülkesinde yaygınlık kazanmış bir şekerleme çeşidiydi.
"Rahatü'l-hulkum" (boğaz rahatı) sözünün önce "lati lokum" sonra da bugünkü biçimini almasıyla ortaya çıkan lokum, lezzet ve yeme kolaylığı sebebiyle yurtdışında da "Türk lokumu" adıyla ün yapmıştır.
Lokum, eski bir şekerleme çeşidi olmakla birlikte Osmanlı şekerciliğinde önem-libir yeri olan Hacı Bekir'in 1777'de istanbul'da ilk dükkânım açmasıyla yaygınlık kazandı (bak. Hacıbekir). Hacı Bekir, başlangıçta geleneksel lokum üretimini sürdürmüş; tatlandırıcı olarak bal ve pekmez, katılaştırma maddesi olarak da un kullanmıştı.
18. yy'ın sonlarına doğru Güney Ame
rika'dan getirilen şekerkamışından Avru
pa'da bol miktarda şeker üretimi yapılma
ya ve istanbul'da da akide ve lokum üreti
minde gerçek şeker kullanılmaya başlan
dı. 1811'de nişasta da keşfedilip şekercilik
te yararlanılmaya başlanınca Türk lokumu
Hacı Bekir eliyle kazandığı lezzet ve nefa-
setyüzündenAvrupa ülkelerinde yaygınlık
kazandı.
istanbul lokumculuğunda Hacı Bekir ve onun yetiştirdiği diğer şekerciler, zamanla başta Bahçekapı olmak üzere şehrin değişik semtlerinde dükkânlar açtılar.
19. yy'm başlarında İstanbul'da Hacı Be
kir'in dükkânından aldığı lokumları İngil
tere'ye götüren bir ingiliz turist, bunların,
"Turkish delight" adıyla tüm Avrupa'da ta
nınmasına yol açtı.
istanbul'da lokum üretiminin zamanla. değişik çeşitlere yönelmesiyle sade lo-
kum yanında içine fındık, fıstık, badem gibi kuruyemişler konulmuş ya da meyve özü, susam, hindistancevizi talaşı ve sakız katılmış lokumlar da yapılmaya başlanmıştır.
Ayrıca "kuşlokumu" adıyla bilinen ve lokumdan çok kurabiyeyi andıran bir şekerleme de istanbul çocuklarının gezgin sokak şekercilerinden severek satın aldıkları farklı bir damak zevkinin ürünüydü.
Hacı tehniyesi(->) için gelenlere ikram edilmek üzere özel olarak çörek hamurundan üretilen hacılokumlan da bu şekerleme çeşidinin bir istanbul geleneği içinde ve değişik biçimde hazırlanmış örneklerini teşkil ederdi.
Bibi. N. Tan, "Türkiye'de Şekerciliğin Gelişmesinde Hacıbekir Müessesesinin Rolü", Geleneksel Türk Tatlıları Sempozyumu Bildirileri, Ankara, 1984, s. 21-44.
İSTANBUL
LOMELJJNO, ANGELO GIOVANNI
(15 yy) Cenevizli yönetici.
Cenova'nın bellibaşlı ailelerinden Lo-mellinilere mensuptu. 1452-1453 arasında Ceneviz kolonisi Galata'nın yöneticisi (po-desta) olmakla, koloninin II. Mehmed'e (Fatih) teslim olduğu anda işbaşında bulunan kişidir. 1451 baharında Francesco Cavallo'nun yerine atanan Lomellino görevine l yıl sonra başlamış, Haziran 1452'de ise l yıl sonra onun yerini alacak Franco Giustiniani seçilmiştir.
Lomellino hakkında bildiklerimiz bunlardan ibarettir. Bir de 23 Haziran 1453'te Galata'dan, Cenova'ya yazmış olduğu mektup vardır. Burada Kostantinopolis'in kuşatmasından ve alınmasından çok Galata'nın teslimine ait bilgiler verilmektedir. Lomellino l Haziran'da Fatih'i ziyaret etmiş ve ertesi gün padişah Galata'ya gelerek kenti teslim almıştır. O arada surların
büyük bir kısmı ve Galata Kulesi'nin savunmaya yarayan müştemilatı yıktırılmıştır. Kentte oturan tüccarların mallarının sayımı yapılmış ve kaçanlara, geri dönerlerse mallarının geri verileceği, dönmezlerse el konulacağı hakkında Sakız'a ve diğer Ceneviz kolonilerine haber salınması istenmiştir. Lomellino'nun mektubundan bu işlemin yalnız Cenevizlilere uygulandığı, Venedik tüccarlarına ait mallara ise doğrudan el konduğu anlamı çıkarılıyor. Mektupta Fatih'in Venedik ve Katalan balyoslarını öldürdüğü bildirildiğine göre padişahın Cenevizlileri diğer Akdeniz devletlerine karşı kollamak istediği sonucuna varılabilir. Gene mektuba göre Fatih 22 Haziran'da Edirne'ye doğru yola çıkmadan önce Galata'yi bir kez daha ziyaret etmiştir.
Bibi. A. Pertusi, La caduta di Costantinopoli, I, 1976, s. 39-51 (Latince metin ve italyanca çevirisi); (Fransızca çevirisi) Sylvestre de Sacy, "Pieces diplomatiques tirees deş Archives de la Republique de Genes", Notices et extraits deş manuscrits de la bibliotheque du Roi, 3O/1827, s. 74-79; (ingilizce çevirisi), R. M. Jo-nes, The siege of Constantinople 1453-Seven Contemporary Accounts, Amsterdam, 1972, s. 131-135.
STEFANOS YERASIMOS
LONCALAR Bizans Dönemi
Başta Konstantinopolis olmak üzere imparatorluğun bellibaşlı kent merkezlerinde esnaf, zanaatkar ve tüccarların mensubu olduğu ve Grekçe "systemata" veya "so-mateia" adlarıyla anılan Bizans loncaları, Bizanslıların Roma Imparatorluğu'ndan devraldığı, ancak zaman içerisinde birtakım değişimlere uğramış olan iktisadi kurumlardır.
Geç Roma ve erken Bizans dönemlerinde daha henüz "collegia" adını taşımakta o-lan loncalar arasında özellikle Konstantinopolis ve Roma gibi büyük kentlerin i-aşesini(-») sağlamakla, yahut ordu, bürokrasi ve sarayın ihtiyaçlarını karşılamakla yükümlü birtakım organizasyonlar üzerinde devletin sıkı bir denetim gücüne sahip olduğu bilinmektedir. Ancak bununla birlikte, başkent Konstantinopolis'in erken dönemdeki lonca teşkilatına ilişkin bilgiler oldukça kısıtlı ve yetersizdir.
Buna karşın Eparbos'un Kitabı adlı 10. yy'a ait Bizans resmi belgesi bu konuda en teferruatlı bilgileri içerir. Her biri başkentin bir loncasına ayrılmış 22 bölümden oluşan bu nizamnamede söz konusu edilen kurumlar sırasıyla şunlardır: Noterler (ta-boullarioi), gümüşçüler (argyropratai), banker veya sarraflar (trapezitaL), ipek ticareti ve ipek üretiminin değişik safhalarıy-la ilgili beş ayrı lonca (vestiopratai, prandi-opratai, metaxopratai, katartarioi, serika-rioi), keten tüccarları (othoniopratai veya mithaneis), parfümcüler (myrepsoi), mum imalatçıları (keroularioi), sabuncular (saponopratai), bakkal ve manavlar (saldamarioi), saraçlar (lorotomoi), kasaplar (makellarioi), domuz satıcıları (choirem-poroi), balık satıcıları (ichthyopratai), ekmek fırıncıları (artopolai), meyhaneci ve perakende şarap tüccarları (kapeloi), e-
Bir 9. yy minyatüründe Bizanslı noter ve
demirci.
Patis, Bibliotheque National, 923
parhos'a bazı teftiş ve denetim görevlerinde yardımcı olan "legatarios" adlı memurların loncası, sığır pazarlarının müfettişleri (bothroi), aralarında marangoz, mermer ustası, çilingir, duvarcı, boyacı ve benzerlerinin bulunduğu çeşitli inşaat ustaları (technitai).
Oldukça kapsamlı olmasına rağmen, bazı önemli meslek ve zanaatlara -örneğin demirci, çanak çömlekçi, ayakkabıcı, terzi, berber, hekim, vb gibi-yer verilmemiş olmasından dolayı, Eparbos'un Kitabı denilen belgenin 10. yy'da kentteki loncaların tümünü değil, sadece "eparhos tes pole-os"un direkt denetimi altında olanları yansıttığı düşünülmektedir. Ayrıca bu loncaların idari teşkilatları açısından 4. yy'da görülen Roma tarzı collegia'dan çok ortaçağ Avrupa'sında, özellikle de Paris'te görülen korporasyonları andırdıkları bazı araştırmacılar tarafından ileri sürülmüştür.
11. yy'da da kentte bu tip loncaların varlıklarını sürdürdüklerine dair veriler olmakla beraber, 12. yy'dan itibaren devletin bu teşkilatlar üzerindeki kontrol ve denetim gücünün kaybolduğu tahmin edilmektedir. 14. ve 15. yy belgelerinde kar-
şımıza çıkan loncaların ise İtalya'daki benzer kurumların etkisinde geliştiğini, yani artık birer devlet denetim aracı olmaktan çıkıp, esnaf ve tüccarlar tarafından salt kendi iktisadi menfaatlerini korumak amacıyla kurulmuş kurumlar haline dönüştüklerini iddia eden araştırmacılar bulunmaktadır. Ancak kaynak ve belgelerin yetersizliği nedeniyle bu iddialar kesinlik kazanamamıştır.
Bibi. L. C. Ruggini, "Le associazoni professi-onali nel mondo Romano-Bizantino", Settima-ne di Studio del Centro Italiano di Studi sull'altomedioevo, c. 18/1,1971, s. 59-193; A. Graeber, Untersuchungen zum spâtrömischen Korporationsıvesen, Frankfurt, 1983; Sp. Vryo-nis, "Byzantine Demotratia and the Guilds in the Eleventh Century", Dumbarton Oaks Pa-pers, c. 17 (1963), s. 289-314; G. Mickwitz, "Un probleme d'influence: Byzance et l'economie de POccident medieval", Annales d'histoire economique et sociale, 1936; E. Frances, "La disparition de corporations byzantines", Ac-tes du XIIe Congres International deş Etudes Byzantines, II, Ohrid, 1964, s. 93-101; N. Oi-konomides, Hommes d'affaires grecs et latins â Constantinople (XIIIe-XVe siecles), Montreal, 1979, s. 108-114; To Eparchikon Biblion, I. Dujcev (haz.), Londra, 1970; A. E. R. Boak, "Notes and Documents: The Book of the Pre-fect", Journal ofEconomic and Business His-tory, c. 1/4, 1921, s. 577-619.
NEVRA NECİPOGLU Osmanlı Dönemi
Osmanlı döneminde lonca örgütlenmesinin ne zaman ortaya çıktığı, gediklerle(-t) loncaların nerede iç içe geçip nerede ayrıldıkları ve Anadolu'da kökleşmiş bir toplumsal, dini ve ekonomik örgütlenme olan Ahilikle istanbul loncalarının etkileşim ve bağlan, üzerinde değişik görüşler olan bir konudur.
İstanbul'un fethinden sonra kısa bir süre, esnafın oldukça dağınık ve belki de bir ölçüde başına buyruk olduğu; Bizans loncalarının dağıldığı, yerlerine hemen yeni bir düzen kurulamadığı; bu yüzden de kentte zaman zaman mal darlığı çekildiği çeşitli belgelerden anlaşılmaktadır. Bazı tarihçiler II. Mehmed (Fatih) döneminde (1451-1481) istanbul'da lonca örgütlenmesi olmadığını yazar. Ancak bu, kentte esnafın bütünüyle başıboş ve örgütsüz olduğu anlamına gelmez. Büyük olasılıkla, bir yandan Bizans lonca örgütlenmesi öte yandan Ahiliğin gelenekleri ve örgütlenme biçimlerinin etkisi altında yeni bir yapı 15. yy'ın ortalarından itibaren oluşmaya başlamıştır.
Anadolu'da kol salmış olan, kimi tarihçilere göre dini tarikat niteliği ağır basan, kimi yazarlara göre ise doğrudan doğruya Avrupa'daki korporasyonların Doğu'da aldığı biçim olan Ahiliğin en fazla etkisinde kalmış olan esnaf kollarından debbağlı-ğın, fetih sonrasında İstanbul'da en örgütlü esnaf kesimi olduğu sanılmaktadır. II. Mehmed debbağların merkezi otoriteye karşı bağımsızlıklarını bir ölçüde koruyabilmeleri için onlara ayrıcalıklar tanıdığına göre, debbağlar mesleki anlamda örgütlü olmalıdırlar.
R. Mantran, Osmanlılarda fetihten önce var olan ve dinsel karakteri ağır basan bir esnaf örgütlenmesinin, geleneksel Bizans
loncalarından geriye yapı ve insan olarak ne kalmışsa derleyerek, hattâ belki de, tek tuk kalmış Bizans loncalarını olduğu gibi kabullenerek kısa sürede kurulduğu görüşündedir.
Yine de, 18. yy'a gelene kadar kaynaklarda ne "gedik" ne de "lonca" terimlerine rastlanmaz. 1720'lere kadar esnaf ve zanaatkar toplulukları için kullanılan "taife", "erbab-ı hirfet" (sanat), "ehl-i sanat" gibi terimler yanında "esnaf" sözcüğü de, aynı zamanda esnaf ve zanaatkar topluluklarını da ifade eden bir anlam kazanmış görünmektedir. 17. yy'ın ortalarında Evliya Çelebi Seyabatbaname'de bütün meslek gruplarını ve örgütlenmesini "esnaf sözcüğüyle adlandırır.
15. ve 16. yy'larda, İstanbul'da sürekli bir iskân yaşanırken, Rumlar, Yahudiler, Ermeniler de kendi esnaf örgütlerini (adı henüz bu olmasa da loncalarını) kurup güçlendirmişler; bazı iş alanlarında sadece gayrimüslimler yoğunlaşırken bazı mesleklerde Müslüman-gayrimüslim karma esnaf örgütleri ortaya çıkmıştır, istanbul'daki esnaf örgütlenmesi üzerinde Ahiliğin etkisinin altını çizen bazı araştırmacılar, başlangıçta, 17. yy'a kadar Müslüman ve gayrimüslim ayrımının daha belirgin olduğunu, bundan sonra çeşitli dinlerden kimselerin aynı lonca içinde birlikte çalışmalarının yaygınlaştığını yazmaktadırlar. Bu yapı değişikliği sürecinde Müslümanların esnaf toplulukları ve loncaların yönetiminde ağır basmaya ve üstünlük elde etmeye bir devlet politikası olarak da önem verdikleri anlaşılmaktadır.
istanbul'da lonca örgütlenmesinin kendine özgü yanlarını kavrayabilmek için, kaynaklarda resmi olarak ilk kez 1727'de geçen "gedik" terimi ve düzenlemesinin loncalarla ilişkisine ve İstanbul'da gediğin neden öne çıktığına değinmekte yarar vardır. Bir örgütlenmeden çok, bir tekel ve ayrıcalık (imtiyaz) olan gedik, aynı zamanda devletin ticari hayatın örgütlenmesi üzerindeki güçlü denetiminin de ifadesidir. Gedik, belli bir kişiye verilmiş olan belli bir işi yapma, bir dükkânı işletme ayrıcalığıdır. Sözcük zamanla, o işin yapıldığı yer, dükkân, araç gereç anlamını kazanmış ve daha da geniş olarak bu tekel ve ayrıcalık düzeninin adı haline gelmiştir. Her ticaret ve sanat alanında kaç gedik olacağı önceden belirlenmiş ve yeni gedikler açılması belli ve sıkı kurallara, en önemlisi de yönetimin karar ve onayına bağlanmıştır. Böylece Batı'da korporasyonların, loncaların elindeki tekel ve imtiyaz verme hakkı İstanbul'da merkezi otoritenin denetimine alınmıştır.
Lonca sözcüğüne de gedik gibi ilk kez 18. yy'ın başlarında rastlanır. Büyük olasılıkla italyanca "loggia" (büyük toplantı salonu) sözcüğünden gelen ve önceleri esnaf birliklerinin toplandığı yer anlamında kullanılan terim, daha sonra orada toplanan heyet anlamında kullanılmaya başlanmış, hattâ aradaki ayrımı belirtebilmek için "lonca heyeti" ve "lonca dairesi" diye iki farklı terim kullanıldığı olmuştur,, 19. yy'dan sonra ise sadece "lonca" sözcüğü,
LONDRA OTELİ
226"
227
LORICHS, MELCHIOR
örgütlenmenin bütününü ifade eden bir anlam kazanmış ve esnaf loncaları terimi sık sık kullanılmıştır.
İstanbul'da esnaf örgütlenmesi ve loncaların bazı karışıklıklara yol açan bir başka özelliği, zaman zaman ordu ve Yeniçe-
Sumame-i Hümayun'da kuyumcu loncasının geçişini gösteren minyatür. Galeri Alfa
III. Murad'ın
oğlu Şehzade
Mehmed'in
sünnet
düğünü
alayında
divitçi
loncasının
geçişi.
Surname-i
Hümayun
TSM Kütüphanesi/
TETTV'Arşivi
ri Ocağı ile iç içe girmiş görünmeleridir. Bunun, biri askeri, diğeri ekonomik alandaki iki farklı örgütlenme arasındaki organik bir bağ olmadığı, ancak yeniçerilerin, hele de ocağın güçlü, merkezi otoritenin ise zayıf olduğu dönemlerde lonca ustalarına mahsus olması gereken gedikler elde ederek veya loncaların diğer imtiyazlarından yararlanarak gelir sağladıkları, iç içelik görünümünün buradan doğduğu anlaşılmaktadır. Öte yandan, bazı esnaf loncalarının ordu savaşa giderken yan hizmetler için çağrılmaları da böyle bir iç içelik görünümü yaratmış olabilir.
İstanbul'da 17. yy'da kaç esnaf loncası bulunduğuna dair kesin sayılabilecek bir belge yoktur. Var olan kaynakları gözden geçirmiş olan R. Mantran, Evliya Çele-bi'nin verilerini öne çıkarmak eğilimindedir. Buna göre, 17. yy'ın ortalarında, 1.100 loncada örgütlenmiş 57 esnaf grubu vardır. Yine Evliya Çelebi'nin verdiği bilgiler diğerleriyle tamamlandığında, bu esnaf gruplarının her birinin içinde bazen 100'ü aşan ve her biri bir lonca olan birlikler olduğu anlaşılır. Her grubun başında, o meslek grubunun niteliğine, önemine, geleneksel bağlantılarına göre kazaskerden suba-şına, emine kadar çeşitli unvanlar taşıyan ve o gruba bağlı tüm loncaların başı sayılan bir şef vardır. Örneğin 40 loncaya (birliğe) ayrılan cambaz grubu pehlivanba-şına; 50 birlikten oluşan içki yapımcıları, meyhaneciler, bozacıbaşma; 138 lon-calı dini ve hukuki meslekler grubu kazaskere; 5 loncadan oluşan Darphane esnafı grubu Darphane eminine, 31 loncaya ayrılmış kasaplar, peynir ve yoğurtçular, kandil ve balmumu imalatçıları, kasapba-şına bağlıdırlar.
Esnaf loncalarına kayıtlı olanlar arasında, Evliya Çelebi yankesicileri, hırsızları, fahişeleri de saydığına göre, İstanbul'da lonca örgütlenmesi sadece üretici faaliyetleri ve ticareti değil Yeniçeri Ocağı ve diğer askeri gruplar dışında kalan faal nüfusun hemen tümünü, en azından kayıt düzeyinde kapsar görünmektedir. Bu da merkezi otoritenin başkentteki denetim kaygısının bir belirtisidir. İstanbul'da lonca örgütlenmesinin en önemli özelliği bir yandan gedik uygulaması öte yandan hemen herkesin bir loncaya kayıtlı olması ile merkezi otoritenin loncaların bağımsızlığım kısıtlayan denetimidir.
Loncaların iç örgütlenmesi ve hiyerarşisi yüzyıllar boyunca önemli değişiklikler göstermemiştir. Çırak, kalfa, usta hiyerarşisi temelinde örgütlenmiş olan loncalarda, ustaların kendi aralarından seçtikleri bir yönetici organ ve yöneticiler vardır. "İhtiyarlar" denilen ve herhalde loncanın ilk yönetim kademesini meydana getiren lonca seçkinleri yanında, bazen seçim, bazen a-tamayla gelen ve her lonca veya lonca grubunda farklı adlar taşıyan yöneticiler de vardır. 17. yy'ın sonlarına kadar yöneticiler için kullanılan "nakib" unvanına daha sonra rastlanmasa da, onun yerine geçen yiğitbaşı, şeyh, kethüda veya kâhya, loncayı merkezi otoriteye karşı da temsil eden yöneticilerdir. İstanbul'da bazı loncalar, en başta da debbağlar loncası şeyhlerini Ahî-lik geleneklerinin bir devamı olarak Ahî Baba diye adlandırmışlardır. 17. yy'dan itibaren, İstanbul'da loncaların başındaki kişiye genel olarak "kethüda" dendiği, yiğit-başmın da onun yardımcısı olduğu anlaşılmaktadır. Lonca üyelerinin kendi kethüdalarını seçmeye önem verdikleri kethüdayı devletin dışardan ataması halinde huzursuzluklar olduğu; kethüda seçimi sırasında Müslüman ve Hıristiyanların karma loncalarında çekişmeler yaşandığı; 18. yy'dan sonra, gayrimüslimler ayrı loncalar halinde örgütlenmeye başladıklarında bu sorunun çözüldüğü bilinmektedir.
İstanbul'da lonca örgütlenmesinin ve gedik uygulamasının çözülmesi 19. yy'ın i-kinci yarısından sonra hızlanmıştır. İmparatorluğun toplumsal, ekonomik yapı değişikliğinin zorunlu sonucu olan bu çözülme, 1860 ve 186l'deyeni gedik verilmemesi, boşalan gediklerin satılamaması yolundaki irade-i seniyelerle resmileştikten sonra, 1913'te çıkarılan, gediklerin ilgasına dair kanunla noktalanmış; loncalar ise, aynı süreç içinde dağılmışlar ve yerlerini yeni esnaf kuruluşları almıştır (bak. esnaf).
Bibi. N. Çağatay, Bir Türk Kurumu Olan Ahilik, Ankara, 1974; G. Baer, "Türk Loncalarının Yapısı ve Bu Yapının Osmanlı Sosyal Tarihi için Önemi", TAD, S. 14-23 (1975); Mantran, İstanbul, I, 327-367; (Ergin), Mecelle, I; Musahipzade, İstanbul Yaşayışı; Evliya, Seyahatname, I; Kö-mürciyan, İstanbul Tarihi.
İSTANBUL
LONDRA OTELİ
Beyoğlu İlçesi'nde, Kallavi Sokağı'nın kö-şesindedir.
Adını, Avrupa'da daha 18. yy'da başlamış olan bir turizm modasından alır. 1700'
lü yıllardan itibaren Batı'mn ilk turistleri olarak İngilizlerin, İsviçre'yi ve Riviyera'la-rı .görmek üzere gezilere başlamaları, bu ülkelerde onlar için açılan ilk görkemli o-telere de, İngiliz isimlerinin verilmesine yol açmıştı. Beyoğlu'nun 1800'lü yılların son çeyreğinde en makbul yerleşim ve gezinti yeri olan Tepebaşı Meydanı'nda İstanbul'un da ilk otel binaları dizilmeye başlayınca, bunlardan biri, "Grend Hotel de Londres", az ötedeki ise "Bristol" adını aldı.
Londra Oteli 1891'de, yan sokağa adı verilen Glavany'lerin ahşap konağının yerinde, L. Adamopoulos ve N. Aperghis adlı iki ortak tarafından otel olmak üzere, zamanın bütün konforu ile kagir olarak inşa ettirildi. Ağır mobilya ve külfetli perdelerle döşeli banyolu odalar ve hidrolik asansörü vardı. Karşısı park olduğu için, Haliç manzarasını ve akşamları yabancıları büyüleyen gurup renklerini, panoramik olarak seyrediyordu. Otel başlangıçta Londra adını taşıyor, bu ismin hemen altında güzel görünümüne bir reklam olarak, "Belle Vue" klişesini veriyordu. Fakat bir süre sonraki antetli kâğıtlarında ve adres kartlarında, Londra adı kaldırılmış olarak, açıkça "Hotel Belle Vue" ismini aldığı görülür. Bu süreç içinde hem mülkiyet, hem işletme, birkaç kez daha el değiştirmiştir. 1926 tarihli İstanbul Rebberi'ndeki ilana göre, o tarihlerdeki sahibi, Moulatich'dir. 1930'lar-da ve 1940'larda mülkiyet, tapu kaydına göre, d'Andria ailesine geçmiştir. Ceneviz kökenli bu Levanten aile, meydanın As-malımescit tarafında yer alan pasaj-apart-mana (günümüzdeki Sosyal Sigortalar binası) sahipti.
Otelin mülkiyeti Giovanni d'Andria, İvon ve Maria arasında paylaşılmış, işletme ise, aynı aileden John adlı bir kişiye verilmişti. Günümüzdeki malikler, 1950' lerin Beyoğlu nüfus dokusuna getirdiği büyük değişimin buraya bir yansıması olarak, Seyfettin, Zeynep, Süleyman, Ali İhsan ve İbrahim Hüzmeli'dir.
Londra Oteli, Pera Palas ve arkasından Tokatlıyan gibi, yine kendisine oranla çok daha konforlu rakip işletmelerden fazla etkilenmedi. Çünkü fiyatları onlara göre her zaman daha ucuzdu. Karşıda otelin kendi bahçesi gibi bir park-kahveye ve kesintisiz bir peyzaja sahipti.Yapılışından çeyrek yüzyıl sonra yaşanan iki büyük olay, Beyaz Rusların akını ve işgalde İngiliz ve Yunan askerinin gelişleri, Beyoğlu'na genel bir hareketlenme ve bereket getirirken, sahiplerinin Rum kökeni, Londra Ote-li'ne ayrı bir coşku kazandırdı. 2-3 yıl, bu İstanbul köşesinde, milli tarihimiz bakımından hazin görünümler yaşanmış ve sergilenmiştir.
1930'larda otel, artık eski parlaklığını kaybetmiş, 1940'larda ise, II. Dünya Sava-şı'nın yokluk ve sıkıntı şartlan içinde daha da sönükleşmiş durumdadır. 1950'ler girdiğinde, Türk otelciliğinde açılan yepyeni dönem, Hilton ve Divan gibi modern konforlu tesisleri devreye sokunca, Londra Oteli büsbütün kalite kaybetti.
ÇELİK GÜLERSOY
Londra Oteli
Nazım Timuroğlu, 1994
Mimari
Geniş bir alana yayılan yapı, beş katlıdır. Bugün de eski cephe düzenlemesini koruyabilmiş olması önemlidir. Betonarme yapı, giriş katında taş kaplanmıştır. Yapıya, birkaç basamakla ulaşılan ve iki yanında İyonik sütunların yer aldığı bir kapıyla girilir. Girişin iki yanında, aralarında pi-lastrların yer aldığı kemerli pencereler vardır. Diğer katlardaki farklı pencere düzenlemeleri ilgi çekicidir. Yapının her katında orta bölümde yer alan balkonlardan ikinci kat balkonunda taşıyıcı olarak iki karyatid görülür. Cephe düzenlemesinde katlar arasında görülen farklı düzenlemeler ve kullanılan çeşitli mimari elemanlar bizi yapının eklektik bir anlayışla düzenlendiği fikrine götürür.
Yapının içine girildiğinde, ortadaki holden, kemerli kapılarla sağda bürolar ve asansöre, solda ise dikdörtgen fuayeye geçilir. Girişin karşısındaki merdivenle, dört katta da aynı planı tekrarlayan üst katlara ulaşılır. Sahanlıktan, kemerli kapılarla üç yönden odaların açıldığı koridorlara geçilir. Her katta, düzgün olmayan dörtgen biçimli on iki banyolu oda bulunur. En üstte ise, altı oda ve asansör dairesinin yer aldığı bir yarım kat ile teras vardır.
PELİN AYKUT
LORICHS, MELCHIOR
(152 7 ?, Flansburg [bugün Almanya 'da] -4 Nisan 1583 'ten sonra, Kopenhag ?) Danimarka asıllı ressam, haritacı, gravürcü.
Soyadı Lorch, Lorich, Lorck olarak da yazılır. Asil bir aileden olan Lorichs, Lübeck' li bir kuyumcunun yanında sanat öğrendikten sonra Kuzey ülkelerini gezer ve 1547'den başlayarak bazı Alman prenslerinin hizmetinde İtalya'da bulunur. Büyük bir olasılıkla Viyana'dan 18 Kasım 1554'te yola çıkıp 20 Ocak 1555'te İstan-
bul'a varan Augier Ghislain de Busbecq' in(->) elçilik heyetine katılır. Çünkü 1559'un ikinci yarısında Viyana'ya dönen Lorichs, Osmanlı başkentinde dört buçuk yıl kaldığını yazar ve birinci elçiliğinden Viyana'ya ağustos sonu 1555'te dönen Bus-becq'in yanında Arkadios Sütunu'nun bir çizimi vardır. AncakMart-Haziran 1555 arası Busbecq'i Amasya'ya kadar götüren yolculuğa katılmamışa benzer, çünkü eserlerinin arasında Anadolu'ya ait çizimler görünmez.
Bu dört buçuk yıl içinde Lorichs, 16. yy İstanbul'u ve Osmanlı İmparatorluğu hakkında en önemli görsel malzemeyi oluşturan çizimleri gerçekleştirmiştir. Bunların arasında kuşkusuz ön planda gelen İstanbul panoramasıdır. 11 m 27,5 cm uzunlu-, ğunda ve 45 cm eninde olan bu siyah-be-yaz ve sepya çizim, Sarayburnu'ndan Eyüp'e kadar istanbul'un Haliç'ten görüntüsünü tasvir eder. Ön planda Galata surları ve Kasımpaşa Tersanesi, ikinci planda her türlü gemileri ve yoğun trafiği ile Haliç, üçüncü planda ise suriçi kent, kara surları ve E-yüp yer alır. Önemli binaların dışında konutlar ve Bizans kalıntıları ayrıntılı bir biçimde çizilmiştir.
Paris, Bibliotheque Nationale'de 1566-1582 arasında çizilmiş olanla Viyana Ös-terreichische Nationalbibliothek'teki 8626 no'lu yazmanın içinde bulunan 1590 tarihlerinde yapılmış panoramalarla yapılacak karşılaştırmalar, bize bugün yabancı gelebilen ve alışmış olduğumuz Osmanlı konut mimarisine oldukça aykırı düşen binaların asıllarına uygun olarak çizilmiş olması gerektiğini gösterir. Panoramanın içinde, ressam kendisini de Galata surlarının Azap Kapısı'na yakın bir kuleden yapıtını çizerken göstermiş ve tarihini 1559 olarak atmıştır. Ancak resmin tümü tek bir görüş açısından değil, en az dört yerden bakılarak çizilmiş olup, yerinde yapılmış olan eskizler, sonradan tek bir panorama haline getirilmiş olmalıdır. Kâğıdın filigranı 1561 civarı bir tarihlenmeye de uygun olduğuna göre asıl çizimin, ressamın dönüşünden sonra yapılmış olması gerekir. Haziran 1559'da Osmanlı Devleti ile Alman İmparatorluğu arasında ilişkilerin bozulması üzerine Busbecq ve maiyeti Elçi Ha-nı'nda(-») kapatıldıklarına göre, çizimler bu yılın birinci yarısında yapılmış olmalıdır. 1597-1598 yıllarında İstanbul'u ziyaret eden Hollandalı Joris van der Does (Georgius Dousa), panoramanın o tarihte, 1575'te kurulmuş olan Leiden Üniversi-tesi'nin kütüphanesinde bulunduğunu yazar ve 1610 tarihli J. C. Weudanus tarafından yapılmış bir gravürde panorama, kütüphanenin okuma salonunun sol duvarında asılı görülür. 1869'da epeyce yıprandıktan sonra 21 parçaya bölünen resim bugün hâlâ aynı kütüphanede muhafaza edilmektedir.
Lorichs'in çizmiş olduğu ikinci önemli seri, sonradan kendisi tarafından gravüre dönüştürülmüş olan portrelerdir. Bunlar arasında en önemli yeri I. Süleyman'ın (Kanuni) büstü ve boy resmi alır ki ikincisi birincisinden hareket edilerek yapılmıştır.
Dostları ilə paylaş: |