KirkçEŞme tesisleri


MELAMÎLİK 354 385 MF.TAMtT.tK



Yüklə 8,15 Mb.
səhifə95/140
tarix27.12.2018
ölçüsü8,15 Mb.
#87838
1   ...   91   92   93   94   95   96   97   98   ...   140

MELAMÎLİK

354


385

MF.TAMtT.tK

lenlerine devredilmesi sonucunu doğurmuş ve bunun doğal bir uzantısı olarak da aslen tarikatın yapılanmasında mevcut bulunmayan geleneksel şeyhlik kurumu güçlenmiştir. Helvaî Tekkesi ile Saçlı Emir Tekkesi'ndeki şeyhlik kurumuna dayalı ve aile bağlarını ön plana çıkaran klasik örgütlenme, bunun tipik bir örneğidir. İd-ris-i Muhtefî döneminde Saçlı Emir Tekkesi'ndeki klasik meşihat modeli sürmekle birlikte Melamîliğin istanbul hayatında belirginleşen asıl merkezi, tarikatı temsil eden kutbun çevresinde şekillenmeye başlamıştır. Böylece kutup ile müritler arasındaki ilişkilerin doğrudan sağlanabileceği tekke dışındaki mekânlar önem kazanmıştır. İdris-i Muhtefî'nin Sultanselim'deki konağında gerçekleştirilen ve Melamîliğin ruhuna çok daha uygun olan bu örgütlenme anlayışı, Kırkçeşme'deki Peştemal-cılar Hanı'nda esnaf kesimim kuşatan geniş bir zümreyi de içine alarak tarikatın şehir hayatına köklü bir şekilde nüfuz etmesini kolaylaştırmıştır. Diğer yandan İdris-i Muhtefî'nin başlattığı bu yatay örgütlenme çalışmasının sonucunda-Melamî mistisizmi ile esnaf ideolojisi tam anlamıyla kaynaşmış ve vakıf gelirleriyle geçinen geleneksel şeyh tipinin yerine belli bir zanaat koluna mensup mutasavvuf tipi İstanbul hayatında yerini almıştır.

Peştemalcılar Ham'ndaki Melamî örgütlenmesi, tarikatın Sipahi Ocağı'ndan sonra İstanbul'da dayandığı ikinci önemli toplumsal kesimi gözler önüne sermektedir. Sipahi Ocağı'nda askeri ve Peştemalcılar Hanı'nda iktisadi gücü yanına alan Melamîlik, 18. yy'da Helvacılar Ocağı'nda gerçekleştirdiği örgütlenme ile de siyasi gücü ele geçirecektir.

îdris-i Muhtefî'nin Melamîlik bünyesinde uyguladığı bu yeniden yapılanma modeli, kendisine bağlanan farklı toplumsal statü gruplarına mensup kişilerin temsil et-, tikleri değerler toplamı açısından tarikatı İstanbul'un gündelik hayatını şekillendiren başlıca dinamiklerden birisi durumuna getirmiştir. İdris-i Muhtefî'ye intisap edenler arasında I. Ahmed'e (hd 1603-1617) kılıç kuşatan, ulemaya mensup İz-nikli Fazıl Ali Efendi (ö. 1609) ve Sarı Abdullah'ı Melamîliğe sokan Hacı Hüseyin Ağa gibi isimlerin yamsıra Sadrazam Halil Paşa (ö. 1630) ve Ebulmeyamin lakabıyla tanınan Şeyhülislam Mustafa Efendi de (ö. 1604) vardır. Diğer yandan 17. yy'in tanınmış meddahlarından Tıflî Ah-med Çelebi (ö. 1659), Muhtefî'nin mün-tesiplerinden ölüp Melamîlik bünyesinde sanat ile zanaatı birleştiren mistik ideolojinin önde gelen temsilcilerindendir. İdris-i Muhtefî iki önemli mutasavvıf yetiştirmiştir. Bunlardan Bezcizade Muhyied-din Efendi (ö. 1611) aslen Halvetî olup Muhtefî'ye intisabından sonra Melamîlikte önemli bir makam sayılan "kalbe bakıcılık" görevini üstlenmiş, Fatih Çarşam-ba'daki Mehmed Ağa Tekkesi'ndeki post-nişinliğinin ardından Üsküdar'da kendi tekkesini kurmuştur. Salı Tekkesi olarak da tanınan bu merkez, Muhyieddin Efen-di'nin vefatıyla 17. yy'ın sonlarında İstan-

bul'a giren klasik Bayramîliğin Himmetîlik koluna geçmiştir. İdris-i Muhtefî'nin ikinci ve en önemli mutasavvıf halifesi, Sarı Abdullah'tır^).

Bürokrasi içinde reisülküttablığa kadar yükselen Sarı Abdullah (ö. 1660), Melamîliğin İstanbul'da Nakşibendîlik ve Celve-tîlik(->) üzerindeki etkisini oluşturan mutasavvıf sayılır. Cevâhir-i Bevâhir-i Mesne-vî adlı eserinde kendisini Bayramî mensubu şeklinde gösteren Sarı Abdullah, ayrıca Sadrazam Halil Paşa ile birlikte Celve-tîliğe de intisap etmiş, böylece bu tarikat içinde özellikle sonradan Haşimîlik kolu tarafından temsil edilen Melamî kültürünün de ilk tohumlarını atmıştır. Sarı Abdullah Melamî kutbu olmadığı halde çevresinde pek çok ünlü şair ve mutasavvıfı toplamış ve bu kişiler aracılığıyla diğer tarikatlar üzerinde Melamîliğin derin izlerini bırakmıştır. Bu kişiler arasında Ne-şatî Ahmed Dede ile Cevrî İbrahim Çelebi gibi Mevlevîler ve La'lîzade Abdülba-kî(->) gibi Nakşîler ilk anda dikkati çekmektedirler. Gelibolu ve Beşiktaş mevlevî-haneleri şeyhi Ağazade Mehmed Dede'nin müritlerinden olan Neşatî Ahmed Dede (ö. 1674), Edirne Mevlevîhanesi postnişin-liği yapmış, San Abdullah'tan aldığı Melamî kültürünü Mevlevîlik ile bütünleştirerek 17. yy Divan şiirinin seçkin örneklerini vermiştir. Galata Mevlevîhanesi(->) Postnişini İsmail Rüsuhî Dede'nin dervişlerinden olan hattat ve şair Cevrî İbrahim Çelebi ise Sarı Abdullah'a intisap ederek İstanbul Mevlevîliği içinde şekillenen Melamî neşenin önemli temsilcilerinden birisi sayılır. Melamîliğin Sarı Abdullah tarafından Mevlevîlik üzerinde başlayan bu etkisi daha sonra 18. yy'da Yenikapı Mev-levîhanesi'nde(->) Peçevî Ahmed Dede ve Ebubekir Dede'nin kişiliklerinde net bir şekilde ortaya çıkacak, 19. yy'da ise Beşiktaş, Bahariye ve Galata mevlevîhanelerini de içine alan kapsamlı bir tasavvuf ekolüne yol açacaktır.

Melamîliğin, Sarı Abdullah aracılığıyla Mevlevîlik üzerindeki etkisinin yamsıra, İstanbul'un Nakşî çevrelerinde de derin izler bırakan ve bir bakıma İstanbul'a özgü bir Nakşibendîlik anlayışının doğmasına zemin hazırladığı görülmektedir. Her iki tarikatın birbiri içinde kültürel açıdan erimesini sağlayan mutasavvıf ise, Sarı Abdullah'ın müntesiplerinden La'lî Mehmed Efendi'nin oğlu La'lîzade Abdülbakî Efen-di'dir. İstanbul kadılığı ve Anadolu kazaskerliği gibi devlet görevlerinde bulunan La'lîzade Abdülbakî (ö. 1746), Nakşibendîliğin Müceddidî koluna bağlı bulunan Şeyh Murad Buharî'nin (ö. 1719) müritle-rindendir. Melamîlik ile Nakşîlik arasında oynadığı bütünleştirici rol, Lale Devri'nde şekillenen ve tamamıyla Osmanlı üst tabakasına özgü tasavvuf anlayışını geliştirmeye yöneliktir.

17. yy'da Melamî kutbu olarak İdris-i Muhtefî'yi üç kişi daha takip etmektedir. Bunlardan ilki aslen Gürcü plan Hacı Bayram Kabayî'dir (ö. 1617). Özellikle Kapa-lıçarşı esnafı arasında Melamîliği örgütlediği bilinmektedir. Böylece tarikat Hacı

Bayram Kabayî'nin döneminde, Beyazıt merkez olmak üzere, Unkapanı ve EminÖ-nü'nü kapsayan ticaret bölgesinde esnaf zümreyi büyük ölçüde kendine bağlayabilmiş, dolayısıyla iktisadi ahlak üzerinde şekillendirici rol oynamıştır. Vefatından sonra yerine Bostancı Ocağı hademelerinden Sütçü lakabıyla tanınan Beşir Ağa geçer. Koniçeli olup hem yeniçerilerle hem de Arnavut Bektaşîleri ile yakından ilişkisi vardır. Melamîlik ilk defa Beşir Ağa' nın döneminde Topkapı Sarayı(->) halkı arasında bir yöneticisi tarafından temsil edilmiştir. 17. yy'ın sonundaki bu gelişme 18. yy'ın başlarında daha da hızlanacak ve saray görevlileri içinde Melamîliğe bağlı çekirdek bir zümre oluşacaktır. Beşir Ağa'nın saraydaki siyasi entrikalara ne ölçüde karıştığı bilinmemektedir. Ancak bu hassas dengeleri sarsacak yönde faaliyette bulunmuş olacak ki Sadrazam Köprülüzade Fazıl Ahmed Paşa'nın Avusturya seferine karşı muhalefet etmesi fırsat bilinerek 40 müridiyle birlikte Fenerbahçe'de boğdurularak cesedi denize atılmıştır. 17. yy'da kutupluk makamına geçen son kişi Bursalı Seyyid Haşim'dir (ö. 1077). Sütçü Beşir Ağa'nın idamının ardından kutup olduğu için kendini gizlemek zorunda kalmış, ancak halifesi Habeşîzade Abdur-rahim Efendi (ö. 1727), Melamîliği hem saray içinde hem de İstanbul'un önde gelen tarikatları arasında yaygınlaştırmış, özellikle 18. yy'ın başlarında şehrin üst tabakasında şekillenen seçkin bir Melamî zümresinin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Abdurrahim Efendi'nin kendisi kutup olmadığı halde, bu makamı temsil eden Şeyhülislam Paşmakçızade Ali Efendi(->) ve Sadrazam Şehit Ali Paşa (ö. 1715) dönemlerinde oynadığı bu belirgin rol dikkat çekicidir.

İkinci devre Melamîliği, 17. yy'ın sonlarından itibaren ilk defa devletin üst bürokrasisine mensup kutuplar tarafından idare edilmeye başlanmıştır. Aslında daha önce Sarı Abdullah ve Sadrazam Halil Paşa gibi kutup olmadıkları halde tarikatı üst bürokrasi içinde temsil eden Melamî-ler vardır. Fakat Şeyhülislam Paşmakçızade Ali Efendi (ö. 1712) ve onu izleyen Sadrazam Şehit Ali Paşa gibi Melamî kutupları, tarikatı yönetenler arasındaki sosyal topografyanın da değişmeye başladığını göstermektedirler.

Melamiler tarafından Seyyid Ali Sultan olarak da tanınan Şeyhülislam Paşmakçızade Ali Efendi, Bursalı Seyyid Haşim'den sonra kutupluk makamına atanmıştır. Şeyhülislamlık görevine üç defa getirilen Ali Efendi, Bursalı Seyyid Haşim'in müritlerinden olup Melamîliğe Şair Gedayî Ali Efendi tarafından sokulmuştur. Paşmakçıza-de'nin III. Ahmed (hd 1703-1730) üzerinde etkili olduğu bilinmektedir. Özellikle bu nüfuzunu kullanarak Melamîliği bürokrasi içinde bir baskı grubuna dönüştürdüğü, kendisinden sonraki siyasi gelişmelerden anlaşılmaktadır. Nitekim Sadrazam Şehit Ali Paşa'nın kutupluk döneminde bu baskı grubu iyice güçlenmiş ve Lale Devri boyunca Sadrazam Nevşehirli İbrahim

Paşa'nın (ö. 1730) himayesi altında bürokrasinin üst kademelerine yapılan atamalarda söz sahibi olmuştur.

18. yy'ın başlarında Şeyhülislam Paşmakçızade Ali Efendi'den sonra Sadrazam Şehit Ali Paşa kutupluk görevine getirilir. III. Ahmed'in kızı Fatma Sultan ile evlenmiş ve padişaha damat olmak suretiyle devletin en üst kademesinde Melamîliği temsil etmiştir. 1715'te Petervaradin'de şehit düşmesi üzerine dul kalan Fatma Sultan, III. Ahmed'in gözde vezirlerinden Nevşehirli İbrahim Paşa ile evlendirilmiş ve böylece Melamîlik, Lale Devri bürokrasisi içine iyice yerleşmiştir. Bu dönemde tarikatın önde gelen isimlerinden Habeşîzade Abdurrahim Efendi ve La'lîzade Abdülbâkî'nin faaliyetlerinden de ayrıca söz etmek gerekir. Her ikisi de, Melamîliğin Lale Devri'nde oluşturduğu dışa kapalı seçkinci grubun mimarı sayılmaktadır.

Habeşîzade Abdurrahim Efendi, şiirlerinde kullandığı mahlasından ötürü daha çok Şair Rahimî adıyla tanınmıştır. Silah-dar İbrahim Paşa'nın divan hitabetinde bulunmuş, Sadrazam Şehit Ali Paşa'nın kutupluk döneminde maliye tezkireciliği ve cizye muhasipliği yapmış, Sadrazam Nevşehirli İbrahim Paşa tarafından da baş-tezkireciliğe atanmıştır. Abdurrahim Efendi'nin Melamîlik açısından önemi, tarikatın Mevlevîlikle doğrudan ilişkisini sağlamış olmasıdır. Yetiştirdiği Seyyid Halil Ağa (ö. 1721) ve ZaimAli Ağa (ö. 1764), Yenikapı Mevlevîhanesi postnişinleri üzerinde Melamîlik açısından kalıcı bir etki bırakmışlardır. Yenikapı Mevlevîhanesi Şeyhi Peçevî Ahmed Dede (ö. 1724), Seyyid Halil Ağa'nın müntesiplerindendir. Aynı tekkenin daha sonraki postnişinlerin-den Ebubekir Dede (ö. 1775) ise, Zaim Ali Ağa'nın sohbetlerine katılmış ve ondan aldığı Melamî kültürü, kendi ailesine mensup şeyhler tarafından tekkelerin kapatıldığı 1925'e kadar Yenikapı Mevlevîha-nesi'nde yaşatılmıştır.

Abdurrahim Efendi'nin Melamîliği, Mevlevi zümreleri arasından yaygınlaştırmasına paralel olarak 18. yy'ın başlarında La'lîzade Abdülbakî Efendi de Nakşibendîlik üzerinde aynı etkiyi bırakmıştır Nak-şî/Müceddidî Şeyhi Murad Buharî'ye intisap eden La'lîzade, Eyüp'te Kalenderha-ne Tekkesi'nin(->) kurucusu ve postnişi-nidir. Nakşîliğin Müceddidî koluna bağlı bulunmakla birlikte tekkesinde Horasan Nakşîliğinin mücerredlik (bekârlık) erkânını uygulamış ve aralarında Kaşgarî Tek-kesi(->) ile Şeyh Murad Tekkesi'nin de bulunduğu tarikat merkezlerinde Melamî meşrep Nakşîlik anlayışının kökleşmesini sağlamıştır. Nitekim ikinci devre Melamîliğinin son kutbu olarak tanınan Ab-dülkadir Belhî, Şeyh Murad Tekkesi'nde postnişinlik yapmıştır. La'lîzade Abdülbâ-ki'nin Melamîlik adına gerçekleştirdiği bir diğer olay da Lale Devri'nde şekillenen üst bürokrasinin tarikat bünyesine katılmasıdır. Bu seçkin grup içinde Reisülküt-tab Mustafa Efendi, Ahmed Arifi Paşa, Defterdar Sarı Mehmed Paşa gibi devlet

"Bî ser ü pâ" (başsız ayaksız) Melamî/Hamzavî mezar taşlan. Hayatta iken kendilerini gizleyen Melamiler ölümlerinden sonra bu mezar taşlarından tanınırlardı.

Üst sıra (soldan sağa): San Abdullah'ın mezar taşı, 1071/1660, Topkapı/Maltepe Mezarlığı; Şair Nedim'in 1143/1730 tarihli mezar taşı, Karacaahmet Mezarlığı; Damat Nevşehirli ibrahim Paşa'mn 1143/1730 tarihli mezar taşı, Nevşehirli İbrahim Paşa Külliyesi haziresi. Alt sıra (soldan sağa): El-Hac Ali Efendi'nin 1166/1752 tarihli mezar taşı, Edirnekapı Mezarlığı; Ayşe Kadın'ın 1161/1748 tarihli mezar taşı, Yeni Valide Camii haziresi; Abdüîbaki Gölpmariı'nın 1402/1982 tarihli mezar taşı, iranlılar Mescidi haziresi. Fotoğraflar Ekrem Işm, 1992

sı olmuştur. Fatih'teki konağında inziva hayatı yaşayan Bekir Reşad Efendi'nin en tanınmış halifesi, daha sonra kendisinin yerine geçecek olan Abdülkadir Belhî' dir(->). 1855'te Belh'te çıkan Afgan ayaklanması üzerine babası Nakşî/Müceddidî Şeyhi Süleyman Efendi (ö. 1877) ile birlikte Konya'ya, ardından da İstanbul'a gelmiştir. Süleyman Efendi Eyüp'teki Şeyh Murad Tekkesi'nde 1867-1877 arasında postnişinlik yapmış, vefatından sonra yerine oğlu Abdülkadir Belhî (ö. 1923) geçmiştir. Belhî, La'lîzade Abdülbâki'den sonra Nakşîlik ile Melamîliği kaynaştıran en önemli mutasavvıf olarak kabul edilir. Nakşî/Müceddidî icazetini babasından, Melamî/Hamzavî hilafetini ise Bekir Reşad Efendi'den almıştır. Postnişinliğini yaptığı Şeyh Murad Tekkesi, Horasan ve Rumeli kökenli tasavvuf anlayışlarının Nakşî-Melamî kültürü içinde kaynaştığı bir merkez sayılmaktadır. Melamî/Hamzavî kutbu olarak Mevlevîlik üzerinde de derin bir etki bırakmış, son dönem Mev-levî şeyhlerinden pek çoğu kendisine intisap etmişlerdir. Bunlar arasında başta Abdülhalim Çelebi (ö. 1925) olmak üzere Yenikapı Mevlevîhanesi postnişinlerin-den Mehmed Celaleddin Dede (ö. 1908)

adamlarının yamsıra Mehmed Raşid, Mustafa Samî, Osmanzade Tâib ve Nedim gibi döneminin tanınmış tarihçi ve şairleri de vardır.

Lale Devri'nde Melamîlik, bir yandan devletin üst kademelerinde yaygınlaşırken, bir yandan da Topkapı Sarayı'ndaki Helvacılar Ocağı'nda örgütlenmiştir. Bu ocaktan yetişen Melamîlerin en tanınmışı, Sadrazam Nevşehirli İbrahim Paşa'dır.

18. yy'da Sadrazam Şehit Ali Paşa'dan sonra Melamî kutbu olarak tanınan Şeyh Abbas Efendi ve Hafız Ali Efendi hakkında yeterli bilgi yoktur. 19. yy'da ise İbrahim Baba-i Velî (ö. 1847), tarikatın yönetimini üstlenmiş, Kırkçeşme'deki Peştemalcılar Hanı'nda İdris-i Muhtefî'nin 17. yy'da temellerini attığı Melamî örgütlenmesini tarikat geleneklerine uygun şekilde yaşatmıştır. İbrahim Baba-i Velî, hem bir Melamî mürşidi, hem de Peştemalcı esnafının kâhyası olarak kişiliğinde tarikatın fütüvvet anlayışım temsil eden son mutasavvıflardandır. Vefatıyla boşalan makamına Seyyid Bekir Reşad Efendi (ö. 1875) geçmiştir. Aslen Morali olup Üsküp, Manastır, İşkodra ve Selanik'te çeşitli devlet görevlerinde bulunmuş, İstanbul'a gelerek İhtisab Ağası Hüseyin Bey'in kâhya-

MELEK HATUN MESCİDİ

386

387 MELLING, ANTOINE-IGNACE

Melling'in çiziminde Hatice Sultan Sarayı, karakalem ve suluboya, 34x40 cm. Necla Arslan arşivi

tümler, şallar, kemerler; sarayda kullanılmak üzere gümüşten sofra ve yemek takımları, mobilyalar tasarladı.

Melling'in Hatice Sultan Sahilsarayı'ndaki çalışmalarından çok etkilenen III. Selim onu kendi saray mimarı yaparak yaz aylarının büyük bölümünü geçirdiği Beşiktaş Sarayı'nm(-t) genişletilmesi ve yemden düzenlenmesi işiyle görevlendirdi. Çok geniş bir arazi üzerine denize paralel olarak kurulan sarayın hasoda ile Çinili Köşk(->) arasında kalan bölümü Melling'in eseridir. Özellikle İyonik başlıklı altı mermer sütun tarafından taşınan valide sultan dairesi, iki katlı bahçe duvarı ve galeri ile mermer korkuluklu rıhtım, sanatçının Hatice Sultan Sahilsarayı'ndaki uygulamaları ile büyük bir benzerlik göstermektedir.

III. Selim 1790'lı yılların sonlarında Melling'i Topkapı Sarayı'mn sahil bölümünde yeni bir saray yapımıyla görevlendirdi. Melling, plan şeması, malzeme, dekorasyon ve bahçe düzenlemesi açısından

ve Abdülbâki Dede (ö. 1935), Galata Mev-levîhanesi Postnişini Ahmed Celaleddin Dede (ö. 1946) ve Bahariye Mevlevîhanesi Postnişini Hüseyin Fahreddin Dede(-0 bulunmaktadır. Abdülkadir Belhî'nin vefatından sonra oğlu Ahmed Muhtar Efendi (ö. 1933), tarikat çevrelerince kutup olarak tanınmış ve kendisi Cumhuriyet'in ilk yıllarında kısa bir süre Melamî/Hamzavî tasavvuf anlayışının sözcülüğünü yapmıştır.

19. yy'ın ikinci yarısında Rumeli'nin çeşitli vilayetlerinde yaygın şekilde bulunan Nakşibendîler arasında Seyyid Muham-med Nur tarafından sistemleştirilen farklı bir Melamîlik anlayışı yaygınlaşmaya başlar. Daha sonra üçüncü devre Melamîliği olarak adlandırılacak bu tasavvuf hareketine, kurucusundan ötürü Nurîlik de denilmiştir.

Üçüncü devre Melamîliğinin temellerini atan Seyyid Muhammed Nur (ö. 1887), aslen Arap olup Mısır'da doğmuştur. Babası Kudüslü Seyyid İbrahim'dir. Tasavvuf eğitimini ailesinden almış, Camiü'1-Ez-her'de Şeyh Hasan Kuveysî'nin derslerine devam etmiştir. Bu sırada Şeyh Yusuf Efendi aracılığıyla Nakşibendîliğe bağlanır. Bir süre sonra hocası Şeyh Hasan Ku-veysî tarafından Anadolu'ya gönderilmiş ise de burada fazla kalmamış, Rumeli'ye geçerek Selanik ve Serez'deki Nakşî-Mela-mî zümreleriyle ilişkiye girmiştir. 1833'te Koçine'de müderrislik yapmış ve adını ulema kesiminde duyurmuştur. 1839'da Üs-küp'e gelen Muhammed Nur, bölgenin tanınmış mutasavvıflarından Kazanlı Abdül-hâlik Efendi'ye intisap ederek halifesi Trabzonlu Mustafa Efendi'den ikinci defa olmak üzere Nakşîlik icazeti alır.

1839-1870 dönemi, Muhammed Nur' un Rumeli Nakşîliği ile Melamîlik arasında bir tasavvuf sistemi kurmaya çalıştığı zaman kesitidir. Bu süre zarfında. Rumeli' nin çeşitli şehirlerinde görev yapan Osmanlı asker-sivil bürokratlarını kendi etrafına toplamayı başarabilmiş ve bu zümre, üçüncü devre Melamîliğinin çekirdeğini meydana getirmiştir. Bu dönemin bir diğer özelliği de, Muhammed Nur'un kısa aralıklarla istanbul'a yaptığı ziyaretler ve bunların sonucunda şehrin gündelik hayatında kendi tasavvuf anlayışını yaygmlaş-tırmasıdır.

Muhammed Nur'un etrafında şekillenmeye başlayan Nakşî-Melamî zümrenin ilk üyeleri, Üsküp Valisi Hıfzı Paşa ile aynı görevi daha sonra üstlenen Selim Paşa' dır (ö. 1872). Daha sonra bu gruba 1852'de Müşir İsmail Paşa, Topal Osman Paşa (ö. 1874) ve Zaptiye Müşiri Hüsnü Paşa gibi üst tabaka bürokratlar da katılmışlardır. Muhammed Nur, bu müritlerinin daveti üzerine 1839-1870 arasında birkaç defa İstanbul'a gelmiştir.

Nakşîliğin yamsıra Halvetî, Ekberî ve Üveysîliğe de mensup bulunan Muhammed Nur'un bu tarikatlara ait silsilesi bilinmekle beraber Melamîliği konusunda aynı açıklık yoktur. 1870'te Tikveş'te iken kendisine "kutbiyet" verildiğini açıklamış ve bu tarihten itibaren üçüncü devre Melamîliğinin resmen kurucusu sayılmıştır.

1871'de aslen Bektaşîliğe mensup bulunan Şeyhülislam Ahmed Muhtar Efendi'nin (ö. 1882) daveti üzerine İstanbul'a gelerek a-ralarında Mürefteli Abdullah Hulusî Efendi. Evkaf Müfettişi Hacı Tevfik Efendi, Mısır Mollası Kâmil Efendi, Pazar Tekkesi Şeyhi Ahmed Safî Efendi, Tarsus Tekkesi Şeyhi Abdülkerim Efendi ile Harirîza-de Kemaleddin Efendi'nin de bulunduğu aydın bir zümreyi kurduğu tarikata kabul etmiştir. Bu zümre daha sonra İstanbul'daki üçüncü devre Melamî faaliyetlerinin odak noktasını oluşturmuş, Muhammed Nur'un ikinci kuşak halifeleri bu grubun içinden çıkmıştır.

Diğer yandan 1877'de Şeyh Murad Tekkesi postnişini olan ve ikinci devre Melamîliğim temsil eden Abdülkadir Belhî ile ilişki kurmak isteyen Muhammed Nur, birkaç defa İstanbul'a gelerek bu ünlü Melamî/Hamzavî kutbuyla görüşmüştür. Abdülkadir Belhî'yi kendisine bağlayarak Melamîliğin tek temsilcisi olmayı arzulayan Muhammed Nur'un bu amacı, Belhî tarafından reddedilmiş ve böylece Bayra-mî Melamîliği bağımsız çizgisini korumuştur. Bunun sonucunda 1880'lerden itibaren İstanbul'da iki ayrı Melamî zümresinin faaliyetine tanık olunmaktadır. İkinci devreye mensup Bayramı Melamîleri daha çok esnaf tabaka arasında güçlü bir organizasyona dayanırlarken, üçüncü devre Melamîleri de Nurîlik adıyla aydın çevrelerde rağbet görmüşlerdir.

Üçüncü devre Melamîliğini İstanbul'un gündelik hayatında yaygınlaştıranlar, Muhammed Nur'un halifeleridir. Şehremini' deki Pazar Tekkesi ile Mevlanakapı'daki Tarsus Tekkesi, aslen birer Rıfaî merkezi oldukları halde Muhammed Nur'a intisap eden Ahmed Safî Efendi ile Abdülkerim Efendi tarafından üçüncü devre Melamîliğine bağlanmış ve tarikatın İstanbul'daki en etkin faaliyet odaklarını meydana getirmişlerdir. Bunların dışında Muhammed Nur'un halifesi Abdurrahim Fedaî'ye (ö. 1885) intisap eden Hafız Abdürrauf Efendi (ö. 1921), Mürefteli Abdullah Hulusî Efendi (ö. 1884), Ba-lat Tekkesi Şeyhi Kemal Efendi (ö. 1913), Kamer Hatun Camii İmamı Vehbî Efendi (ö. 1905), Tarsus Tekkesi Şeyhi Abdülkerim Efendi'nin halifelerinden Kantarcı Aziz Baba (ö. 1925), Terlikçi Salih (ö. 1922) ve bundan hilafet alan Şair Ahmed Bey (ö. 1916) ile Tarsus Tekkesi müntesiplerinden Manastırlı Seyyah Ahmed Baba (ö. 1890), Muhammed Nur'un oğlu Şerif Efendi'ye bağlanan Mehmed Bey (ö. 1924), Osman Sadî Efendi (ö. 1919) ve Kaymakam Ahmed Bey (ö. 1922) İstanbul'daki üçüncü devre Melamîlerinin önde gelen temsilcileridir. Ayrıca tarikat Osmanlı aydınları arasında da geniş taraftar bulmuş, Tib-yân adlı eseriyle tanınan Harirîzade Mehmed Kemaleddin Efendi (ö. 1881) ile Os-manlı Müellifleri'nin yazan Bursalı Mehmed Tahir Bey (ö. 1925), üçüncü devre Melamîlerinin önde gelen isimleri olmuşlardır.

Nakşibendîliğin yamsıra Halvetîlik bünyesinde de taraftar bulan üçüncü devre

Melamîliğinin bu zümre içindeki izlerine Fatih Türbedarı lakabıyla tanınan Ahmed Amiş Efendi'de (ö. 1920) rastlanmaktadır. Kuşadalı İbrahim Efendi'nin(->) halifelerinden Ömer Halvetî'ye mensup bulunan Amiş Efendi, Bosnavî Tevfik Efendi'den icazet alarak ayrıca Muhammed Nur'a da bağlanmıştır. Fakat Amiş Efendi'nin Melamîliği, Muhammed Nur'dan çok, Kuşadalı İbrahim Efendi (ö. 1845) tarafından temsil edilen Halvetî-Melamî mistisizmine dayanır. Amiş Efendi'nin etrafına toplanan Bursalı Mehmed Tahir, Babazade Ahmed Naim, İsmail Fennî (Ertuğrul), Ahmed Av-ni (Konuk) ve Balıkesirli Abdülaziz Mec-dî'den (Tolun) meydana gelen Osmanlı aydın zümresi, aynı zamanda Melamî meşrep Halvetîlik ile Nurîlik arasındaki ilişkiyi sağlamada önemli rol üstlenmişlerdir. Üçüncü devre Melamîliği Cumhuriyet döneminde Muhammed Nur'un halifelerinden Hulusî Maksud Efendi (ö. 1929) ile oğlu Mahmut Sadettin Bilginer (ö. 1983) tarafından sürdürülmüştür.



Bibi. CSR, Dosya/62, 188, 229; Müstakimzade, Menâkıb-ı Melâmiye-i Şuttariye-i Bayramiye, Süleymaniye Ktp, Abdurrahman Nafiz Paşa, no. 1164; Müstakimzade, Tuhfe, 280-281; Huc-virî, Kesfü'l-Mahcûb, ist., 1982, s. 281 vd; Ku-şeyrî, Risale, İst., 1981, s. 142-143; Seyyid Şerif Cürcanî, Ta'rifât, ist., 1300, s. 156; La'lîzade Abdülbâki, Sergüzeşt, İst., ty; Lâmîî, Nefehât, 20; Mahmud Cemaleddin el-Hulvî, Lemezât, ist., 1993, s. 591-593, 599-601; Sarı Abdullah, Semerâtü'l-Fuâd, ist., 1288; Kâtib Çelebi, Fezleke, II, İst., 1268, s. 373-374; Ataî, Hadaiku'l-Hakaik, I, 65; Şeyhî, Vekayiu'l-Fuzalâ, I, 553; Uşşakizade, Zeyl-i Şakaik, 346-347; Vicdanî, Tomar-Melâmilik; Vassaf, Sefine, II, 227-230; Zâkir, Mecmua-i Tekâyâ, 41-48; (Ergin), Mecelle, I, 552-556; R. Hartmann, "Sülemî'nin Ri-sâletü'l-Melâmetiyyesi", Darülfünun Edebiyat Fakültesi Mecmuası, IH/2 (1340), s. 291-314; Gölpınarlı, Melamilik; A. Gölpınarlı, Türkiye'de Mezhepler ve Tarikatler, îst., 1969, s. 246-269; ay, Tasavvuf, İst., 1985, s. 110-132; ay, Kaygusuz Vizeli Alaeddin, İst., 1932; F. Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, İst., 1966, s. 297-299; O. Nuri Ergin, Balıkesirli Abdülaziz Mecdi Tolun Hayatı ve Şahsiyeti, İst., 1942; Ö. Rıza Doğrul, islâm Tarihinde İlkMe-lâmet, İst., 1950; S. Ateş, Sülemîve Tasavvu-fî Tesiri, İst., 1969, s. 67-68; C. Sunar, Melâmîlik ve Bektaşîlik, Ankara, 1975; Y. Ziya İnan, Islâmda Melamîliğin Tarihi Gelişimi, İst., 1978; A. Cerrahoğlu, Dünkü ve Bugünkü Melâmiler, ist., 1984; Sabrı F. Ülgener, Zihniyet ve Din, İst., 1981, s. 80-87; H. J. Kissling, "Zur Geschichte deş Derwishordens der Bajrâmij-je", Dissertationes Orientales et Balcanicae Collectae: I. Das Derıvischtum, Münih, 1986, s. 237-268; M. Kara, "Melâmetiye", Prof. Dr. Sah-riF. Ülgener Armağanı, 43/1-4 (1987), s. 561-598; A. Yaşar Ocak, "Kanuni Sultan Süleyman Devrinde Osmanlı Resmî Düşüncesine Karşı Bir Tepki Hareketi: Oğlan Şeyh İsmail-i Ma-şûkî", OA, X (1990), 49-58; M. Tatçı, "Hayatı,' Hatıratı ve Mektuplarıyla Çağdaş Bir Melamî: Mahmut Sadettin Bilginer", Dergâh, 111/29 (1992), s. 17-18.

EKREM IŞIN



Yüklə 8,15 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   91   92   93   94   95   96   97   98   ...   140




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin