I. KUR’AN’DA AHİRETE İMAN
A. Kur’an Öncesi Araplarda (Cahiliye) Hayat Ve Ölüm Anlayışı
İnsanlık tarihinin en karanlık dönemlerinden birini aydınlatarak gelen Tevhid zincirinin son halkası olan Kur’an’ın getirdiği inanç sistemimde ahiretin yerini incelemeye geçmeden önce, bu karanlık dönemde hakim olan inançlara ve sosyal yapıya bir göz atmak istiyoruz.
Kur’an bize, müşrik Arapların ölüm, ölüm ötesi ve dirilme ile ilgili inançlannı açık ve net bir şekiîde anlatmaktadır:
“Hayat ancak bu dünyadaki hayatımızdır. Ölürüz ve yaşarız; bizi ancak zamanın geçişi yokluğa sürükler’ derler. Onların bu hususta bir bilgisi yoktur. Sadece böyle sanırlar.”155
“Bu dünya hayatımızdan başka birşey yoktur ve biz diriltilmiyeceğiz.”156 “İlk ölümümüzden sonra artık birşey yoktur. Biz ayağa kaldırılıp yayılacak değiliz.”157
Kur’an’a göre onlar, ölüm sonrası hayat konusunda kesin bir olumsuzluk içerisinde bulunmaktadırlar.
“Kur’andaki delillerin yanısıra İslam öncesi Arap şiiri ve yazıtları, ölüm ve gelecek hayatın varlığı hakkında koyu bir karamsarlığı koymaktadır. İki Himyer mezarında bulunan aşağıdaki yazıt, İslam’ın gelişine kadar büyük oranda hakim olmuş bir atmosferin özelliklerini taşıyan bir örnek olarak görünmektedir.”158
“İki Himyer Beyi şu mezarlarda yatan,
Bedenleri bozulmuş, kemikleri çürümüş
Ölümün eliyle düştü onlar, onunla mahvoldular,
Ölüm, yeryüzünde kimse kaçamaz acısından onun,
İşte, topraktan yaratıldı doğuşlarında bedenleri onların
Ve yine toprağa döndü, yerin akında konduklarında,159
Buna göre, ölüm ile İnsanın varlığı tam bir yokluğa gömülmektedir. Bu ise bir çeşit nihilizmdir. Kabirden sonra hiç bir şey yoktur düşüncesinden doğan nihilizm.160
Öyle görünmektedir ki, bu dünya hayatının ötesinde bir hayatın varlığı, İnsanların öldükten sonra diriltilip kaldırılmaları, müşriklerin Kur’an öğretisi içerisinde en sert tepki gösterdikleri konulardan birisi olmuştur. Kur’an’ın ilk ayetleri ile işlenmeye başlayan, dirilme, haşr, hesap, Allah ile karşılaşma (liqa’u-llah) gibi öğeler müşrik Arapları oldukça rahatsız etmiştir.161
Yukarıda verdiğimiz ilk ayette,162 müşriklerin kendilerini yokluğa sürükleyen şeyin zaman (dehr) olduğunu söyledikleri aktarılmaktadır. Böyle bir fonksiyonu ile dehr kavramı islam öncesi Araplar’ın hayata ve ölüme ilişkin inanışlarında önemli bir yer işgal etmekte idi. Buna göre, insan yeryüzüne geldikten sonra varlığını çok kuvvetli bir unsura teslim eder, onun yönetimine girer ve bu böylece insanın ölümüne dek sürer. Ölüm ise, bu unsurun insana indirdiği son darbedir, işte bu unsurun adı dehrdir.163 Bu anlamı ile dehr, İnsanın tekrar dirilmesinin kabul edilmediği bir inanç bütününde onun varlığına son veren bir unsurdur. “Böylece islam’dan önceki devrin hayat görüşü, en merkezinde karanlık ve esrarengiz bir düşünce taşır. Bu karanlık düşünce beşikten mezara kadar ferdin hayatına el atar, onu zulmünün pençesi altında tutar.”164
Ölüm, İslam öncesi Araplar arasında bir yokoluş olarak kabul edilmiştir. Onlara göre ölüm bir sondur ve sonrası onları neredeyse hiç ilgilendirmemiştir. Onların çoğuna göre bu dünya hayatından sonra hiç birşey olamaz. Vücut toprağa gömülünce çürür toz toprak olur, ruh ise bir rüzgar gibi uçup gider.165
“Biz (neyiz), toprağın altında götürdüğümüz bir vücutla, rüzgarlar gibi uçup giden ruhlardan ibaret değil miyiz?”166
İslam öncesi Araplar arasında hakim olan bu ölüm anlayışına göre, ölümle beden yok olmaktadır. Ruhun akibeti hususunda ise kesin, açık-seçik bir inanca rastlayamıyoruz. Bununla birlikte Draz, müşrik Araplar’ın ruh anlayışları hakkında bize ipucu verebilecek hame İnanışını şöyle aktarmaktadır: “Elimizde, ölümden sonra ruhun bir çeşit hayat yaşadığına dair müşrik Araplar’ın mübhem bir fikre sahip olduklarını ileri sürmeye imkan veren bir takım deliller mevcuttur, inançlarına göre katili bulunup da intikamı alınmayan bir kişinin ruhu hame kuşu şekline girer, geceleri maktulun mezarı üzerinde uças ve intikamı alınıncaya kadar durmadan bana içecek verin, barış; içecek verin’ diye öter ve intikamı alınınca gidermiş.”167 Aynı şekilde Cevat Ali’nin, Tarihu’l Arab Kable’l-îslam adlı eserinde şunları görmekteyiz: “Cahiliye’ye göre ölüm, çeşitli sebeplerle ruhun bedenden ayrılmasıdır. Bu da bedenin çürümesine yol açar. Ruh normal ve ani ölümde, burundan ya da ağızdan bedeni terkeder. Ancak, ölüme bir yara sebep olmuş ise, ruh bu yaradan çıkar. Kişinin öldürülmüş olması halinde, hame adı verilen bir kuş haline gelir ve mezarın üzerinde dolanmaya başlar. Bu ölünün intikamı alınıncaya kadar devam eder. Kuş bu sırada mütemadiyen ‘bana su verin’ demektedir. İntikamı alınınca susar... Rivayetler üzerinde daha fazla durulursa, sadece öldürülen birinin değil, her ölünün ruhunun kuşa dönüştüğü görülür. Bunların ne kadar böyle kaldıkları, ne yaptıkları ve nereye gittikleri hakkında ise çok az bilgi vardır.”168
Görüldüğü gibi, müşrik Araplardaki bu ruh anlayışı, hiç bir zaman ba’s, haşrvtt hesahgibi safhaları İhtiva etmemektedir. Yine ruhun ölümsüz olduğu gibi bir düşünce görülmemektedir. Ruhun bir süre daha kuş olarak varlık kazandığı hame inanışında bile ruhun bu varoluşunu sonunda takib edememekte, ne olduğunu ne olacağını bilememekteyiz. Sonuç olarak, bu da bizi müşrik Araplar’ın, ruhun da insanın bedeni gibi ölüm ile yok olduğuna inandıkları fikrine götürmektedir.
İslam öncesi Araplar’ın bu konudaki inanç ve davranışları hakkında bir takım arkeolojik delillerden de söz edilmektedir. Mesela “Güney Arabistan’da cesetlerin yere gömüldüğünü, bazan da lahitlere konulduğu ve mezarların taş yığınları ile ya da şahsi Kitapelerle belirlendiğini gösteren deliller vardır. Kayalık yerlerde, mezarlar kuru nehir yataklarının iki yakasına yapılıyordu, ya da Hadramut’ta169 olduğu gibi ölü, bir kaç odası bulunan bir ev şeklindeki yapılara konuluyordu. Bu mezarlar içinde mühürler, kıymetli taşlar, muskalar, mutfak eşyası, parfüm şişeleri gibi çok çeşitli eşya bulunmuştur. Güney Arabistan mezarlarındaki bazı Kitabelerde yağmura ve akan suya işaret edilmesi, muhtemelen suyun varlığının ölünün susuzluğunu söndüreceği düşüncesinin varlığı hipotezinin ortaya atılmasına neden oldu.170 Bu İddialar şiirde geçen, sevgililerin mezarlarının yağmurla sulanması dileğine dayanarak ileri sürülmüştür. Ancak bunun ölülerin serinlemesinden çok, mezarlık çevresinde yeşilliğin gelişmesi için istenmiş olması daha uygundur.171 Bazı mezarlarda yağmur suyunun birikip toplanması için mezar taşında küçük bir çukur yontulurdu. Bazan da ölüye yemek ve su sağlamak için mezann üzerinde deve kurban edilirdi.172
Arabistan’ın ortasında Yemen’in kuzeyindeki Hicaz bölgesinde ise, mezarlar kutsal yerlerin bir parçası gibi görülmekteydi. Burada da mezann başına bir taş dikiliyor, mezar aynı zamanda taş yığınıyla belirleniyordu. Mezarlara günlük hayatta kullanılan eşyalar konuyordu. Buralarda bir takım kurban kesme adetleri vardı.173
Çokça zikredilen uygulama şöyle idi: Bir dişi deve veya kısrak mezarın yanında bir yere bağlanır ve aç bırakılarak ölüme terkedîlirdi. Bu uygulamayı açıklamak üzere ortaya birçok hipotez atılmıştır. Bunlardan bir tanesi, ölünün hemen gömülüşünden sonraki hayatında devenin ruhuna bineceğine inanıldığı görüşüdür.174
Ancak bütün bu veriler, başka kesin delillerle destekleneme-mekte ve bizi müşriklerin ruhun ölümsüzlüğüne, öte dünyaya ve dirilmeye inandıkları sonucuna götürmemekteclir. Aksine bu, konu ile ilgilenenleri şu şekildeki yorumlara sevketmekteclir: “Ölüye sunulan kurbanların ve adakların sosyal sorumluluk düşüncesi ile ifa edildiği açıkça görülmektedir. Ölünün hayatta olanlar için ya da onlar üzerine icra edeceği özel bir güce sahip olduğunun kabul edildiğini iddia etmek için elimizde hiç bir delil yoktur. Mezarlara bakmanın ve kurbanlar sunmanın ölünün kefaretini ifa etmekten çok, birçok eski ve daha yeni kültürde görüldüğü gibi, ölü adına bir hizmet sunmayı amaçladığı anlaşılmaktadır.”175 Görüldüğü gibi ölü ile ilgili olarak yapılanlar ölü için ya da onun ruhu için değil, tamamıyla hayattakilere yönelik olarak yapılmaktadır.
Dostları ilə paylaş: |