Kutsal kitaplarda öLÜMÖtesi



Yüklə 1,24 Mb.
səhifə9/29
tarix07.01.2019
ölçüsü1,24 Mb.
#91457
1   ...   5   6   7   8   9   10   11   12   ...   29

Ahiret İnacı ve İnsan

Kur’an’a göre insan hayatı da bu Yüce Güce tabidir. 327 “İnsan üzerinde yaşadığı dünyanın toprağından yaratan ve belli bir süre için yeryüzüne yerleştiren O’dur.”328Allah insana ruhundan üflemiş ona hayat vermiştir. Ona göz kulak, kalp veren,329 yerde ve gökte ne varsa insan İçin yaratan ve nihayet yeryüzünde halife kılan O’dur.”330Allah insanı yeryüzüne indirmiş ona çevresindeki varlık­ların isimlerini öğretmiştir.”331 “İnsana bütün bu nimetlerin verilmesi ve daha da önemlisi onun kendisine yapılan bu iyiliklerin farkında olacak, onları kullanacak ve değerlendirecek bir kabiliyette yaratıl­ması ona öteki yaratıklara bahşedilmeyen bir üstünlük ve şeref ge­tirmiştir.”332 “Bu ise, beraberinde insana ağır bir sorumluluk da yük­lemiştir.”333 Böylece insan Allah’a karşı sorumludur. Allah ve İnsan ilişkilerinde insanın durumu ‘abâ olmaktan ibarettir, İnsan dünya­daki hayatında Allah’ın dileğine göre hareket etmelidir. Bu insana gösterilen doğru yoldur.

İnsan kendisine sunulan şerefli durumuna rağmen doğruya otomatik olarak yönelecek bir kabiliyette değildir.”334 “Ancak o ken­disine verilen kabiliyetlerle doğruyu yanlıştan ayıracak bir yapıda yaratılmıştır.”335 “Bu yüzden insan Rabb’inin kendisine gösterdiği doğru yolu tutmalı ve O’na kul olmalıdır. Ancak diğer taraftan insan yapısının başka bir boyutu da, insanın kendisine yapılan iyilik­lere karşı nankör,336 hırslı,337 aceleci,338 cimri,339 bir yapıda yaratılmış olmasıdır. İnsan zayıf olarak yaratılmıştır,340 cahildir341 ve ce-delden çok hoşlanır,342 mala son derece düşkündür.”343

Kur’an’a göre insan yukarıda sayılan vasıfları ile yapısında bir­birine zıt iki özelliği barındırmaktadır, insan en güzel şekilde yara­tılmıştır344 Ancak “insan aşağıların aşağısına da çevrilebilir.”345 Allah insanı ilim elde edebilmesi için ve bu ilmi kendi iyiliğine kullana­bilmesi için gerekli irade ve idrak ile teçhiz etmiştir. İşte İnsanın de­nenmesi bu noktada işin içine girmektedir: Şimdi insan, bilgisini iyilik için mi yoksa kötülük için mi kullanacaktır? “Başarı” için mi yoksa “kaybetmek” için mi sarfedecektir? Ya da (Kur’an’ın dediği gibi) “yeryüzünde iyilik yapmak için mi, yoksa fesat çıkarmak için mi harcayacaktır”.346 İnsan bu iki durumdan birini seçme yetki ve kabiliyetine sahip kılınmış bir yaratık olarak, yaptığı seçimin so­nuçlarından ötürü Rabb’ine karşı sorumludur.

İnsanı karışık nutfeden yarattık. Onu denemekteyiz, çünkü biz onun görmesi ve işitmesini sağladık. Ona yol gösterdik, ister şükreder, ister­se nankörlük.”347

İnsanın ahiret hayatını incelerken ilgi alanımızın sınırları bu noktada, yani insanın sorumluluğu noktasında başlamaktadır. Bu alan insanın Rabb’ine, O’nun kendisine yaptığı iyiliklerin hesabını vermesini içine almaktadır. Yukarıda anlattıklarımızdan sonra bu­rada, Kur’an’ın inanç sistemindeki ahiret ve ilâh mefhumları arasın­da var olan mekanik ilişkiye değinmek istiyoruz. Ahiret ile ilgili olarak sözünü ettiğimiz alanın, kesinlikle hiçbir noktayı dışında bı­rakmayan Kur’an’ın ilâh mefhumunun sınırları içinde bulunduğu­nu ve bu yüzden ondan bağımsız olarak ele alınamıyacağını gör­mekteyiz. Böylece, Kur’an’da ahiret mefhumunun karakterini ilâh mefhumunun belirlediğini söyleyebiliriz. Buradaki ilişkiye bir an için ahiret mefhumunu ilah mefhumundan bağımsız olarak düşü­nüp ahiret tarafından bakacak olursak, kendimizi yine Kur’an’ın Kadir-i Mutlak, Tek, Allah mefhumu ile karşı karşıya buluruz. Bu başka bir ifade ile şu demektir: Kur’an’da Kadir-i Mutlak bir ilâhın varlığı sorumlu bir yaratık olarak İnsanın yaptıklarından hesap vermesini gerektirmektedir. Diğer taraftan böyle bir ahiret mefhu­mu, Kadir-i Mutlak bir İlâhı gerekli kılmaktadır, ilâh ve ahiret mef­humları arasındaki bu çeşit bir ilişki ise, karşılıklı bir gereksinim (is­tilzam) ilişkisi arzetmektedir.

Bu defa bu ilişkiye, insan unsurunu da katacak olursak aynı ya­kın beraberlik ile yine karşılaşırız. Bu ilişki müminin kalbinde de dengeli bir şekilde kurulmalıdır. Bunlar birer inanç unsuru olarak birlikte bulundukları zaman imanı oluşturmaktadırlar. “... Ahirete iman, Allah’ın varlığına iman ile birlikte vardır (concomitant). Ahirete imanın ihmal edilmesi imanın bütününü ortadan kaldırmak­tadır. Bu inancın yokluğu, Alîm Yaratıcı’yı inkardır ve O’na iman ile bağdaştırılamaz.”348 Başka bir ifade ile imanın bu unsurlarından bi­rini inkar, hemen o anda diğer unsuru da inkar anlamına gelmek­tedir.

Tanrınız tek bir Tanrı’dır. Ahirete inanmayanların kalbleri bunu inkar eder, onlar büyüklük taslarlar.”349

Allah’a ve ahirete iman birer inanç unsuru olarak birbirlerini bütünlerlerken, diğer inanç noktalarını da kapsamaktadırlar. Nite­kim bunun ifadesini klasik tefsirlerde görebilmekteyiz. Müfessir Nesefî, Bakara Suresinin 8. ayetini tefsirinde, bu noktayı şu şekilde ifade etmektedir: “Onlar bu sözü söylemekle ( Allah’a ve ahiret gününe inandık) imanın iki tarafına; önüne ve sonuna sahip oldukla­rını sandılar. Çünkü itikadi meselelerin tamamı, mebde’ve. me’âd konulan ile ilgilidir. Bunlardan birincisi Yaratıcı’nın, O’nun sıfatla­rının, isimlerinin bilgisini kapsar. Diğeri ise, kabirden kaldırılıp neşredilme, sırat, mizan ve öteki ahiret olaylarının bilgisini içine alır.”350

Görüldüğü gibi Kur’an’da ahiret kavramı, Allah kavramı ile pa­ralel ve birbirini bütünleyen bir ilişki oluşturmaktadır. Ahiret kav­ramı ile ilişkili olan bir başka önemli kavram daha bulunmaktadır. Bu dünyâ kavramıdır. Ancak bu defa arada bir zıtlık ilişkisi vardır. Bu noktada, bu ilişki üzerinde durarak ahiret kavramının bir baş­ka ve önemli bir boyutunu belirginleştirmek istiyoruz. Hemen bu­rada tekrar bu ilişkinin de bütün Kur’an öğretisine karakterini ve­ren Allah mefhumunun egemenliği altında bulunduğunu bir kez daha hatırlatmadan edemiyoruz. Böylece işlemeye çalıştığımız iliş­ki bütünün Allah, insan, dünya ve ahiret gibi, dört ana öğeden oluştuğunu söyleyebiliriz.



Ahiret Ve Dünya Hayatı

Dünya kelimesi ‘yaklaşmak’ anlamındaki D.N.V. kökünden alı­nan ism-i tafdîl ednânın müennesi olarak ‘en yakın’ anlamına gel­mektedir.351 Kur’an’da dünya kavramı, insanın yaşadığı mekanı ifa­de eden ‘ard kelimesinden farklı olarak zaman unsurunu da içer­mektedir. Kavram Allah’ın var olduğu bir sistemde, insanın ecel ile sınırlanan arzdaki varedilişini, fiillerini ve onun sorumluluğunu, kısaca onun arzdaki hayatını ifade etmektedir. Başka bir ifade ile “bu kelime Kur’an’da varlık, oluş alemini gösterir ki, bu Allah ve insan diye iki kutuplu bir daire olarak sembolize edilebilir.”352 Bunun için kelime Kur’an’da çoğu zaman tek basma değil de, ibareleşmiş olarak el-hayâtu’d-dunyâ şeklinde bir sıfat tamlaması içinde geç­mektedir. Böylece bu ibare ile kastedilen, bugün insanın içinde bulunduğu, ona en yakındaki, fiilen yaşadığı hayat olmaktadır. Ya­ni ibare, tam olarak yakın hayat veya şimdiki hayat, bu hayat şek­linde anlaşılmalıdır.353 Bu anlamı ile dünya kelimesi, ahiretin zıt anlamlısı olarak kullanılan el-ûlâ354 ve el-âcile355 gibi kelimeler ile eş anlamlı olmaktadır.356

Dünya ve ahiret kavramlarının Kur’an’daki asıl görüntüleri ise, yine ilişkiler mekanizmasına insan unsuru dahil edildiğinde ortaya çıkar. Bu yüzden ahiret kavramı da el-hayâtu’l-âhire şeklinde gö­rülebilmektedir. Bununla şu kastedilmekledir: Dünya ve ahiret kavramları arasında biri diğerine aykırı oluşan ilişkiyi incelerken, öncelikle insanın yapısında bulundurduğu zaaf ve erdemleri ve bunların insanda meydana getirdiği gerilimi dikkate almak gerek­mektedir. Dünya ve ahiret, kendi tabiatında birbirine zıt olarak va­rolan özellikleri barındıran insanın ilgisine ve seçimine birer obje olarak sunulmuştur. Bu ikisinin fonksiyon alanı insan platformu­dur tnsan bu iki seçenekten birini tercih etmek konumunda bu­lunmaktadır ve onun bu seçiminde, taşıdığı aykırı eğilimleri, biri diğerine rakip olarak faal ve yönlendirici durumdadır. “İşte bu da, Kur’an’ın tüm sistemindeki ruhsal gerginlik havası yaratan büyük faktörlerden biridir.”357

Bu iki nesne (dünya-ahiret) ve özne (insan) arasındaki ilişkiye daha yakından bakacak olursak, ortaya şöyle bir görüntünün çık­tığını farketmekteyiz. Kur’an’da dünya ve ahirete, insanın zevki ve faydası açısından yaklaşılmıştır. İnsanın acı ve zorluklardan kaçan tabiatı da bunu gerekli kılmaktadır. Yani, dünya ve ahiret dendiğinde ilk olarak insana sunduğu fayda kastedilir. Dünya insana ar­zuladığı menfaati “(arad)”358 sunmaktadır. Dünyada faydalanma “(metâ)”359 vardır. “Ahiret ise hayrın sunulduğu yerdir.”360 “İnsan dün­ya ve ahıretin sevabını arzulamaktadır.”361 “İkisinin de acılarından kaçmaktadır.”362 “Dünya kadınları, oğulları, altını, gümüşü, atları, develeri, ekinleri”363 “ve daha birçok nimetleri”364 ile insanın önüne serilmiştir. “Ahiret ise, altlarından ırmaklar akan bahçeler, tertemiz eşler,”365 “altın bilezikler, çeşit çeşit elbiseler,”366 “yiyecekler, meyveler ve içkiler vadetmektedir.”367 Böylece dünya ve ahiret insanın karşı­sında ulaşılması gereken birer hedef gibi durmaktadırlar. Bu bakış açısı altında dünya ve ahiret birbirlerinden farksız gibidirler. Ancak Kur’an’da bu iki objenin özelliklerini karşılaştırdığımız zaman, son büyük farkların varlığı ile karşılaşırız. “Ahiretin nimetleri yanında dünya nimetleri geçici bir faydalanma,”368 “oyun ve eğlence”369 için­dir, hatta bunların gerçeklikleri bile yoktur.370 Oysa ahiretin nimet­leri ebedi, hakiki nimetlerdir.”371

İşte yukarıda insanda oluştuğunu söylediğimiz gerilim bu iki hedefin farklı yapıda oluşundan ve insanda farklı özellikleri hare­kete geçirmesinden meydana gelmektedir. Yukarıdaki özellikleri ile dünya yani şimdiki hayatının nimetleri insanın aceleciliğine, mal düşkünlüğüne, cimriliğine, bencilliğine ve şehvetine mutaba­kat etmektedir. Ahirete yani sonraki hayata ulaşmak ise, tam tersi­ne insanın bu zaaflarını, bu yakın hayatı boyunca, erdemleriyle yenmesini gerektirmektedir.

Kadınlara, oğullara, kantar kantar altın ve gümüşe aşırı sevgi beslemek insanlara güzel gösterilmiştir. Bunlar dünya hayatının nimetleridir. Oy­sa gidilecek yerin güzeli Allah katındadır.”372

İnsan kendisinin hemen önünde, onu her an çağırmakta olan bu yakın nimetlerin aldatmacasına karşı sabırlı olmalıdır. Çünkü dünya birçok kişi için çoğu zaman daha yüce ve istikbale ait he­defler pahasına, onu ayartıverecek kadar yakında görünen daha aşağı değerler ve gündelik oyalanmalardır.”373

Yukarıda anlattıklarımız dünya ve ahiret nimetlerinin değerleri konusunda şöyle bir soru sormamıza sebep olabilir. Dünya kötü, buna mukabil ahiret ramidir? Bu sorunun cevabı için Kur’an’a yö­neldiğimizde, böyle bir soru sorulabilmesirîin bile mümkün olma­dığını görebilmekteyiz. Dünya nimetleri Allah tarafından yaratılmış ve arzdaki varoluşu sırasında İnsanın kullanımına sunulmuştur.

Yerde olanların hepsini sizin için yaratan O’dur.”374

Dünya hayatında Allah insana, temiz dünya nimetleri,”375 “güzel bahçeler,”376 “meyvalar, salkımlı hurma ağaçları, kabuklu taneler, güzel kokulu otlar,”377 gökten indirdiği suyla ekinler, zeytin ağaçla­rı, üzümler,378 etinden, derisinden, tüylerinden, gücünden yararla­nılan hayvanlar,379 “atlar, katırlar, merkepler,”380 “çeşitli renklerde bal üreten arılar,”381 “saf içimi kolay süt,”382 “insanların yüklerini taşıyan gemiler,”383 “kendilerinde huzura kavuştukları ve aralarında birbirle­rine karşı sevgi ve şevkat var ettiği eşler,” “onlardan oğullar ve torun­lar vareder. Bu O’nun varlığının delillerindendir.”384 Esasen Allah’ın verdiği nimetleri saymak mümkün değildir.385

Allah’ın dünyada insana bahşettiği dünya güzellikleri birçok ayette sayılıp dökülmektedir. Bunlar O’nun yüceliğinin ve insanla­ra olan rahmetinin işaretleri olarak görülmektedir.386 Dünya’nın gü­zelliklerinin isteneceği merci ise O’dur:

Rabb’imiz! Bize dünyada iyiyi (basene), ahirette de iyiyi ver, bizi ateşin azabından koru” diyenler vardır.”387

Görülüyor ki, Kur’an’a göre dünya nimetleri bizatihi kötü değildirler.388 Dünyanın maddi ve zevk veren değerlerinden yararlan­mak, insan İçin masum bir davranıştır.389 Aslında Kur’an’ın en önemli gayelerinden birinin insanın dünya nimetleri ile olan ilişki­lerini düzenlemek olduğunu hatırlamak bile bunu anlayabilmek için yeterlidir. Çünkü Kur’an dünyaya sırt çevirmek yerine onunla ilgilenmeyi, onu düzenlemeyi özendirmektedir. Bu doğrultuda Kur’an insanın dünya hayatının bütün yönlerine ait düzenlemeler getirmektedir.390 İnsanın dünya nimetleri ile ve insanın insan ile olan bütün ilişkilerine Kur’an’ın ahlaki boyuttan, hukuki boyuta kadar düzenlemeler getirmiş olması, onun dünyayı insanın varolu­şundan soyutlamayan bir anlayışa sahip olduğunun en belirgin de­lilidir. Kur’an bu anlayışla dine bağlılığı dünyadan vazgeçmede değil, aksine onunla ilgilenmede ve onu kendi öngördüğü doğrultu­da düzenlemede görmektedir.391

Dünya nimetleri aynı zamanda iyilik yapan kullara mükafat olarak vadedilecek değerde nimetlerdir.

Haksızlığa uğratıldıktan sonra, Allah yolunda hicret eden kimseleri, and olsun ki, dünyada güzel hasene392 bir yerde yerleştiririz...”393

Ne var ki, Kur’an’ın dünya ve ahiret nimetleri arasında bir kate­gori farkı gözettiği de gözden kaçırılmamalıdır. Dünya güzel ni­metlerini yeryüzünde oldukları sürece insanlara sunmaktadır. On­lar iyidirler, ancak, ahiret nimetleri daha iyidirler, kalıcı ve ebedi­dirler. Kur’an’da dünya ve ahiretin birlikte zikredildiği hemen her yerde aradaki bu fark ısrarla ortaya konmaktadır:

....Bu dünyada iyi davrananlara iyilik vardır. Ahiret yurdu ise daha iyidir...”394

Dünya süreli bir nimetlenmedir (‘arad)395, nimetleri geçici gü­zelliklerdir. (Meta)”396, “Oysa ahiret daha üst derecede bir iyi; hayrdır397 ve kalıcıdır (ebqâ).”398 Bir anlamda zaten Kur’an’ın amacı bu farkı muhatablara bildirmektir. Dünya nimetleri insanın gözü önündedirler, ama geçicidirler, ideal ve kalıcı olanlar ise ileridedir. İnsan kendisinin hemen önünde ve onu her an çağırmakta olan bu yakın nimetlerin çekiciliğine karşı gelecekte sahip olabileceği, ka­lıcı ve ideal güzellikleri elde etmek için ihtiyatlı ve dikkatli olmak durumundadır.

Doğrusu Kur’an’ın yerdiği ve dolayısı ile karşı çıktığı dünya ya da onun nimetleri değil, onlar için ahireti gözardı eden anlayıştır.

Hayır, hayır: ey insanlar! Sizier, çabuk elde edeceğiniz dünya nimetle­rini seversiniz. Ahireti bırakırsınız.”399

Başka bir ifade ile iyi olan, insanın dünya ve ahireti birlikte al­gılaması ve onlara verilmesi gereken değeri verebilmesidir denebilir. Bunun zıttı olan kötü ise, insanın sadece dünyaya veya sadece ahîrete yönelmesidir.400

Kur’an insanın varoluşunun değerlendirilmesinde bir parçalan­mışlığa izin vermemekledir. Kur’an’ın uygun gördüğü değerlendir­me insanın ahiretinin gözardt edilmemesini içermekle birlikte, onun dünyasının da unutulmamasını gerektirmektedir. Bir diğer ifade ile dünya ve ahiret bütün olarak algılanmaktadır. Bu anlam­da ne dünya, ahiret için; ne de ahiret, dünya için alternatif değildir. Bu bütünlüğün güzel ifadesini şu ayette görebiliriz:401

...Böbürlenme! Allah şüphesiz ki böbürlenenleri sevmez. Allah’ın sa­na verdiği şeylerde, ahiret yurdunu da gözet, dünyadaki payını da unutma; Allah’ın sana yaptığı iyilik gibi, sen de iyilik yap; ...,”402

Burada dikkat edilirse verilenler, dünya nimetleridir. Söz konu­su olan Karun’un anahtarları zorlukla taşınacak kadar ağır olan ha­zinesidir. Ama onun bunlarda ahiret yurdunu gözetmesi, onun bu nimetlere yüz çevirmesi anlamına gelmemektedir. “Dünya payı unutulmamalıdır. Çünkü eldekilerin saçılıp savrulması kötülüğün başı olan şeytanın işidir.”403 “Onun kullanımında ne cimrilik yapıl­malı ne de dağıtıp tutumsuz davranmalıdır.”404 Dünya nimetlerinin insanlar tarafından yararlanılmasının mübahlığı bir tarafa, bunların kullanımlarını yasaklayıcı tavırlar Kur’an’da kuvvetli bir eleştiri ile karşılaşırlar. “Allah’ın kendilerine verdiği nzıklan haram sayanlar” sapılmışlardır. Bu ilim dışı, heva ve hevese uyularak yapılan bir iştir.”405 “Allah’ın insanların kullanımına açtığı temiz dünya nimetlerini onlara yasaklamak O’nun koyduğu sınırlan aşmaktır.”406

De ki: “Allah’ın kulları İçin yarattığı ziynet ve temiz rızıklan haram kı­lan kimdir?” “Bunlar, dünya hayatında inananlarındır, kıyamet günün­de de yalnız onlar içindir” de. Bilen kimseler için ayetlerimizi böylece uzun uzun açıklıyoruz.”407

İşte Kur’an’ın istediği insanın dünyadaki süresi belirli (ecelun musemmâl bir varoluşundan sonra, daha kalıcı, ebedi bir başka varoluşu dikkate almasıdır. İnsan bunları birbirinden ayırmamalıdır. Kur’an bu anlayışı ile maddi olan ile manevi olanın ilişkisini ol­ması gerektiği şekilde kurmaktadır.408

Bu noktada salt dünya arzusunun insanda doğurduğu sonuçlar üzerinde durmak gerekir. Kur’ana göre temel ahlaki kurallardaki sapmalardan başlayarak doktrinlerdekine kadar varan sapmaların temelinde bu dengenin bozulması bulunmaktadır. Ahirete inanma­yanlar ve inananlar Kur’an’da bir aykırılığı ortaya koymaktadırlar. Bu iki taraf, iki ayrı hayat anlayışım ve varoluş algılamasındaki farkları temsil etmektedirler. Böylece bunlar, iman-küfür, tevhid-şirk gibi derin bir zıtlık sergilemektedirler. Şimdiki hayata bağlan­mak ve zaafları tatmin etmek peşinde olan insanda “istiğna,”409 “istikbâr”410 “fahr”411 “tuğyan,”412 gibi davranış tarzları oluşmaktadır. Sonsuz bir dünya arzusu, insanın bitmez tükenmez arzularını karşıla­ma isteği, İnsanın kendisi dışındaki her türlü gücü ve otoriteyi red­detmesine yol açmaktadır. Bu yüzden “Cahiliye’nin dünya görüşü homocentrik idi. Burada insan başköşeyi işgal ederdi. Onun kar­şısında durabilecek hiç bir kavram yoktu.413 Bu noktada ahireti in­kar, Allah’ı inkar ile tekrar yan yanadır. Başlangıçta belki sadece ahlaki düzeyde tavırahşlar olarak belirginleşen dünya arzusu, son­raları insanın ve hayatın algılanışında derin değişikliklere sebep olabilmektedir. Esasen kişi bu noktada ortaya koyduğu davranışı ile içten içe bir taraf seçimi yapmış bulunmaktadır. Kur’an insan davranışlarının arkasında belli inanmaların bulunduğu; bu inan­maların ise içerikleri doğrultusunda belli davranışları doğurduğu bilincini açıkça işlemektedir. Buna göre ahireti inkâr edenler, bu doğrultuda belli bir takım başka inanışlar ve davranışlar sergile­mektedirler. “Ahirete inanmayanlar kötülük örnekleridirler.”414 Onlar İblis’e uyarlar.”415 “Ahirete inanmayanlar yoldan sapmaktadır­lar.”416 “Büyüklenirler.”417 “Mallarını insanlara gösteriş için sarfederler.”418 “Zekat vermezler.419 Onların kalbi Allah’ın bir olduğunu inkar ederler.420 Peygamberlerin getirdiği mesajı ve yeniden dirilmeyi in­kar ederler.421 Allah’ın yolundan alı koyarlar.422 Buna karşılık ahirete inananlar, Rabb’lerine boyun eğerler.423 Geceleri secdeye kapa­nırlar, Allah’ın ayetlerini okurlar, iyiliklere koşarlar.424 Gaybe ina­nırlar, infak ederler.425 “Namaz kılar, zekat verirler.”426 “İyi iş işlerler”427 “Rasulullah’a gelene ve önceki Kitaplara inanırlar. Allah yolunda cihad ederler.”428

İnsanın ahireti inkarı, Kur’an’ın getirdiği bütün öğretiyi inkar ile özdeş bir anlama sahiptir. Bu insanın bütün ilgi alanını kendi zaaf­ları ile sınırlaması, hayatını ve hayat anlayışını bu doğrultuda şekil­lendirmesi demektir. Yukarıda söylediklerimiz ile bağlantı kuracak olursak bu, insanın hayatını parçalamak anlamındadır.

Sözünü ettiğimiz ahireti inkar eden anlayış, İnsanın varoluşunu dünya hayatı ile kısıtlamaktadır. Buna göre insan için başka bir va­roluş söz konusu değildir. Onun varlık sahası sadece dünyadaki hayatıdır. Halbuki gerçekte insanın varoluşu dünyadaki ile sınırlı değildir. İnsanın varoluşu, ölüm sonrası hayat ile dünya ötesine geçer. Bu, insanın aşkınlık boyutundaki varoluşudur denilebilir. Bu aşkınlığın kaynağı Allah’tır. O, varlık aleminde hiç birşeyi dışarıda bırakmayan Mutlak Kudreti ile insana ölümünden sonra yeniden hayat vererek sonu olmayan bir varoluşu bahşetmektedir. Böylece varoluş Yaratıcı’nın sahip olduğu başka bir boyuta, zaman ötesine geçer. Bu aşkınlık ile son bir anda sonsuzluk anlamı kazanmakta­dır. Bu anlayışta ölüm, bir son değil, daha gerçek bir hayata, varo­luşa geçiştir, işte, insanın bu aşkın varoluşu Kur’an’da ahiret ile ifa­de edilmektedir.429

Kur’an’ın Cahiliye ile örneklediği ahireti kabul etmeyenler an­layış, hayal konusunda tam bir karamsarlığa sebep olmaktadır.

Çünkü “hayat ancak bu dünyadaki hayattır”430 “Dünyadakinden başka varoluş yoktur. Ölümle herşey bitmiştir.”431 Böylece dünya­daki hayatın bir takım güzellikleri bir süre için elde etmekten baş­kaca bir manası yoktur. Ölümün korkunç ve yokedici karaltısı ise zaten bu güzellikleri insan için anlamsızlaştırmaktadır. Halbuki Kur’an ahiret ile dünyadaki varoluşa bir amaç kazandırmaktadır. İnsan artık ölüm ile yok olrdayacaktır. Aksine ölüm sonsuz bir va­roluşa geçiştir. Kur’an böylece dünyadaki varoluşa bir gaye ve an­lam kazandırırken, insanın Ölüm ile yok olduğunu kabul eden an­layışın onun üzerine örttüğü karamsarlığı, iyimserliğe tahvil etmek­tedir.432

Kur’an’ın insanın tabiatı konusundaki anlayışı da bununla ta­mamıyla uygunluk içindedir. Çünkü insan ruhtan ve bedenden oluşmaktadır, ama bunlar birbirinden ayrı, birbirlerine aykırı ola­rak insanı meydana getirmezler. Bunlar bir uyum içinde bir arada bulunduklarında insan dediğimiz varlık var demektir. Ruh ya da bedenden biri diğerine karşı bir üstünlüğe sahip değildir. Mesela Yunan’da ruh, bedenden daha üstün kabul edilmekte İdi. Hatta da­ha da ileride insan ruh ile özdeşti, beden ise geçici bir ilave idi; başka bir ifade iie, ‘beden ruhun mezarı’ idi.433 Oysa Kur’an ruh ve bedeni iki ayrı unsur olarak gören ikiciliği (dualizm), kabul etmez. Çünkü ona göre insan bütün, yaşayan ve tam olarak fonksiyonel olan bir varlıktır. Kur’an’dakİ nefs kelimesi bir bütün olarak bu var­lığı ifade etmektedir. Bu kelime ruh anlamında olmaktan ziyade ki­şi, şahıs veya İnsanın derin benliği, yani bedenden ayrı veya onun dışında olmayan, insanın canlı gerçekliği anlamındadır. Aslında nefs, insanın en iç benliğini ve şahsiyetini meydana getiren, belirli bir hayat ve akıl merkezi ile mücehhez bir bedendir.434 Görülüyor ki Kur’an insanda ruhu ve bedeni birbirinden ayrı birer unsur ola­rak görmemektedir.435

Sonuç olarak şunları söyleyebiliriz, insanın ahiret hayatı konu­suna yaklaştığımızda, onun dünya hayatı ile de karşı karşıya kal­maktayız. Buradaki önemli sorular, insanın varoluşunun bu iki saf­hasına nasıl baktığı ve bu bakışın onun yapısı, yaratılışı, yaratılış amacı ile ne kadar mutabakat halinde olduğu sorularıdır. Kur’an iyiyi, yaratılıştaki bu mutabakatın, uygunluğun ve bütünlüğün ko­runmasında görmektedir. Buna mukabil kötü tavırların ve inanırla­rın kaynağı, bu mutabakatın kaybedilmesinde ve dolayısıyla insa­nın hayatının parçalanmış bir şekilde ele alınmasında bulunmakta­dır, insanın dünyası ve ahireti de Allah’a bağlıdır. “Allah’tan başka herşey Allah’a bağımlıdır.”436 Yaratılıştaki, amaçtaki ve varoluştaki bütünlüğün sağlanışı Tek, Kadir-i Mutlak olan Allah’ın varlığı sebe­bi ile vardır. Kur’an, Allah’ın İnsan için ne kadar zorunlu olduğunu öğretir. Allah’ı hatırlama hayatın bütün parçalarının ve insan faali­yetlerinin her birinin uygunlukla tamamlanıp birleştiği şahsiyetin bütünleşmesini sağlar. Diğer taraftan, Allah’ı unutma ise parçalan­mış varoluş, dinden uzak yaşantı demektir.437

3. Kur’an’da Ahiret İnancının Fonksiyonelliği

Vahiy bir topluma geldiğinde öncelikle onun durumunu dikka­te almış ve topluma hitabıyla, onu bulunduğu yapıdan istediği ya­pıya getirmeyi amaçlamıştır. Vahiy indiği ilk günden itibaren muhatab edindiği toplumda olumlu bir değişikliği hedeflemiştir. Bu­nun için orada değiştirilmesi gereken yanlan tek tek ele almış, on­ları işlemiş ve hedeflediği özellikleri onlara kazandırmıştır. Vahyin bir topluma hitabı ile onda bir başkalaşım ve gelişim sürecinin baş­ladığı görülebilir. İşte vahyin risalet vasıtasıyla topluma aktarılışı sı­rasında onun en temel konularından birisi olan ahiret inancının önemli bir fonksiyonu olduğu görülmektedir. Bu fonksiyon, hem toplumun inanç ve davranış bütünlüğü içinde istenilen noktaya çe­kilmesinde, hem de bu noktada tutulmasında görülebilir.



Ahiret İnacı Ve Toplum

Kur’an’ın bu eğitimi nasıl yaptığını anlayabilmek için indiği top­lumun başlangıçtaki durumunu hatırlamak yerinde olacaktır. Bu­nun için Kur’an’ın bize çizdiği o dönemin insan tiplerine bakmak yeterlidir. Alak Suresi’nden sonra ikinci olarak indiği kabul edilen Kalem Suresi’nde anlatılan insan, kovuculuk etmekte, iyiliğe engel olmakta, bolca yemin etmektedir. Üstelik zorbadır. Aynı zamanda bu insan, gücün sembolü ve gerekleri olan mala ve oğullara sahip­tir.438 Aynı surenin devamında bahçe sahibi kardeşler benzeri bir tip oıtaya koymaktadırlar:

Bahçe sahipleri daha sabah olmadan bahçeyi devşireceklerine -bir is­tisna payı bırakmaksızın- yemin etmişlerdi.”439

Fecr Suresi’nde benzeri ifadelerle bu insanlarda kişileşen cahiliye ahlakının diğer özelliklerini görebilmekteyiz:

Hayır; yetime karşı cömert davranmıyorsunuz. Yoksulu yedirmek ko­nusunda birbirinize özenmiyorsunuz. Size kalan mirası hak gözetme­den yiyorsunuz. Malı pek çok seviyorsunuz.”440

Aynı şekilde diğer surelerde aktarılan özellikler şöyledir:

Mal toplayarak onu tekrar tekrar sayan, diliyle çekiştirip alay eden kimsenin vay haline! Malının kendisini ölümsüz kılacağını sanır.”441 “Çoğunluk olmak iddianız sizi o kadar meşgul etti ki, mezarları ziyaret­le oradakileri de sayacak kadar oldunuz.”442

Dini yalan sayanı gördün mü? Öksüzü kakıştıran, yoksulu doyurmağa yanaşmayan kimse işte odur.”443

...Cimrilik eden, kendini Allah’tan müstağni sayan en güzel sözü ya­lanlayan....”444

Kur’an’ın bize anlattığı bu özelliklerin Mekke’de o dönemde yaygın olarak kabul bulmuş ve o toplumda fertlerin özendirildiği insan tipine ait olduğu söylenebilir. Bu tip, her anlamda güç biriki­mini kendisinde toplayabilmek için toplumun diğer üyelerine kar­şı sorumsuzlaşmış, zayıf üyelerine karşı ise acımasızlaşmışlardır. Bu insan hem güç birikiminin elde ediliş yollarında, hem de bu­nun korunması ve artırılmasında kendisini bağımsız kabul etmek­tedir ve hiç bir sınır gözetmemektedir. Bahçe sahibi kardeşlerin şu sözleri bunun ifadesidir:

Bugün hiç bir düşkün kimse yanınıza so­kulmasın”445

Kur’an o zamanki Mekke ahalisinin kendisinden nasıl emin bir yaşantı içinde bulunduğunu bize aktarmaktadır. Onlar kurdukları hayat tarzının sağlam, sonu gelmeyecek olduğu düşüncesi içinde­dirler. Bu sebeple yukarıda örneklerle verdiğimiz davranışları orta­ya koymada ve bunları sürdürmede bir mahzur görmemektedirler. Kur’an, bu lüks içindeki hayat tarzını T.R.F. kökü ile ifade eder.446

Mutrefûn, dünyanın zevklerine dalıp gitmiş, gücü ve zenginliği ile çalım satar olma konusunda toplumda örnek teşkil eden ve bu ko­nuda toplumun önünde gelen bir sınıftır. Bu yüzden de bulunduk­ları toplumun diğer fertlerinin özenme duygularını besleyecek bir durum ortaya koyarlar.447 Bunlar bu yapılan ile toplumun bozulmasındaki önemli unsurlardandır.448 Hatta bu sınıf, kendisini top­lumun uyacağı inançları da belirlemede yetkili görebilmektedir.

Çünkü onlar, bundan önce dünyada nimet içinde bulunurlar (mutrafûn) iken, büyük günah işlemekte direnir dururlardı. Şöyle söylerler­di: “Öldüğümüzde, toprak ve kemik yığını olduğumuzda mı, biz mi tekrar dirileceğiz?” “Önce gelip geçmiş babalarımız mı?449

Bu insan tipi, daha önce insanın zaafları olarak belirlediğimiz ve onun şimdiki hayatının çekiciliğine tekabül eden özelliklerinin sonuna kadar ileriye götürülmesinin ürünüdür. Burada bütün insa­ni erdemlerin, yakındaki (dünya) faydalanmalar ve arzular adına bastırılması söz konusudur. Ahlakî boyuttaki bu tavıralışlar hiçbir konuda hiç bir otoritenin kabul edilmemesinin tezahürüdür. İnsan yeterince büyük, (istikbâr), ve kendi kendine yeterli görülmekte­dir (istiğnâ). Doktrin boyutunda bu, insanın yaptıklarından ötürü sorgulanmasına yol açabilecek her türlü olayın (ahiret) ve buna güç yetirebilecek her türlü otoritenin (Allah) inkarını doğurmaktadır.

Oysa Allah insanı yok iken varetmîştir. Sonra O, insanı yine yok edecek ve yaptıklarının hesabını almak için yine var edecektir.450 Bu anlayış yukarıdaki anlayışın zıttıdır. Burada insan Allah tarafın­dan yaratılmış ve dünya hayatında yaptığı işlerinden ikinci varolu­şu sırasında sorgulanacak bir varlıktır.”451 Yukarıdaki yanlış anlayış bir Yaratıcı’nın (hâlıq) ve Sorgulayıcının (hasib) varlığı ile tamamı ile altüst olmaktadır.

Burada ahiret doğru anlayışın insan hayatında gerektiği gibi ku­rulması ve sürdürülmesi için gerekli bir yaptırım olarak ortaya çık­maktadır.“İnsan Rabb’ine döndürülecektir.”452 “Yola gelmeyenler ze­banilere teslim edileceklerdir,”453 “ahiret azabı dünyadakinden daha büyüktür,”454 “onlar için ağır boyunduruklar, Cehennem, boğazı tı­kayan bir yiyecek ve can yakan azab vardır,”455 “o gün onlara veril­miş nimetlerden sorguya çekilecekler,”456 “sonra da ateşle kaplana­caklar.”457 Burada artık insan sorumsuz kendi merkezli bir varlık değildir.”458 Hesab vereceği, kendisini dize getirecek bir Kudret vardır. Öyle ise insan ahiret hakikatini ciddiye almalı ve hayat tarzına bu­na uygun olarak yön vermelidir. İşte vahiy insanı bu canalıcı yerin­den yakahyarak istediği noktaya getirmenin sürecini başlatmış ol­maktadır.

Vahiy başlangıcında bu önemli npktayı unutan muhataba, bu­nu dikkat çekici bir tarzda anlatır. Vahiy adeta onu sarsarak bu noktaya dikkatini çekmeye çalışmaktadır. Vahyin bu ilk dönemin­de, ölüm, kıyamet olayları, Sûr, hesaba götürülme, Cehennem ve Cennet manzaraları çok etkileyici bir tarzda verilmektedir.

Bu dönemde bu dikkat çekici ve uyarıcı ahiret görüntüleri ile vahiy, muhatabları o ana kadar hayatlarına biçim veren düşünce ve inançlarından koparmayı ve en başta Allah’ın hakimiyetine daya­nan bir inanç kurmayı hedef almaktadır.

Muhatabların yani Mekke müşriklerinin ilahları, dünyaya bağlı­lıkları, mal ve oğul arzuları ebedilik arzuları, hevalan bu dönem vahyinin hedefleridir. Kur’an bu İnsanların samları üzerine kurduk­ları yapının derinlerdeki temellerini hedefleyerek konuya yaklaş­maktadır. Onlar, “gökte olanın onları yerin dibine geçirivermesinden, yine gökte olanın başlarına taş yağdırmasından emin olma­malıdırlar,”459 “oyalanmaya dalmamalılar460 “hesaba çekilmeyi unut­mamalılar,”461 “azabi uzak-görmemeliler.”462 Çünkü aksi takdirde sağ­lam sandıkları düzenin bir gerçekliği olmadığını onlara bildirecek an (sa’a) gelecektir:

O gün gök bir çalkanış çalkanır, dağlar bir yürüyüş yürür ki, yalanla­yanların vay haline o gün.”463

Olacak vak’a olduğu zaman, onun oluşunu yalanlayacak çıkmaz.”464 “Yer şiddetle sarsıldığı, dallar serpildikçe serpildigi, dağılan toz duman haline geldiği ..., zaman.”465

Biz onu yakın görüyoruz. O gün gök, erimiş bakır gibi olur. Dağlar, alılmış pamuğa döner. Dost dostun halini sormaz. Birbirlerine gösterilirler. Suçlu ister ki, o günün azabından kurtulmak için fidye versin. Oğulla­rını, ailesini, kardeşini, kendisini barındıran sülalesini ve yeryüzündekilerin hepsini...”466

Göz kamaştığı, Ay tutulduğu, Güneş ve Ay bir araya toplandığı zaman, o gün insan “Kaçacak yer neresi?” der. Hayır, sığınacak yer yok. O gün varıp durulacak yer ancak Rabb’in huzurudur. İnsanın yapıp öne sür­düğü geri bıraktığı her şey kendisine haber verilir. Daha doğrusu insan kendi nefsini görür. Bir takım özürler ortaya atsa da.”467

Sur’a üflendi. İşte onlar kabirlerden Rab’lerine koşuyorlar. Dediler:

Vah bize, bizi yattığımız yerden kim kaldırdı? İşte Rahman’ın vaclettiği şey budur. Demek peygamberler doğru söylemiş .”O sadece korkunç bir sesten ibarettir. Onlar hemen toplanmış huzurumuza geti­rilmişlerdir. O gün, hiç kimseye bir haksızlık yapılmaz ve siz ancak yaptığınızın cezasını çekersiniz.”468

Bir süreç olarak görmeye çalıştığımız risaletin bu noktasında, muhatabın ileriye sürebileceği bütün itirazlar temelinden yıkılmak­tadır. Şimdi Kur’an’ın güçlü anlatımı içinde, onun yukanda sergile­nen olayların her an için gerçekleşeceği korkusu içinde olduğunu söylemek mümkündür. O, bir şok içinde yaşmaktadır. Bu noktada artık gündemi iyiden iyiye risalet oluşturuyor olmalıdır ki, muhatab, şöyle bir soru sormaktan kendini alamaz:

Diyorlar ki, “Eğer doğru iseniz bu va’d ne zaman?”469 Ancak vahiy, yarattığı şok etkisinin kozunu kullanmayı sürdür­mektedir:

İnsanlar sana saati soruyorlar. De ki:

Onun bilgisi Allah’ın yanındadır.”



Ne bilirsin, belki o saat yakındır.”470

Yukarıdaki şokun, şimdi bu bilinmezlik ile son derece kaplayıcı bir gerilime tahavvül etliği söylenebilir, Bu gerilim ortamı, önce­kilerin durumlarından örneklerle desteklenir:

Onlardan önce Nuh kavmi de yalanlamıştı... Biz de yerden boşalan bir su ile göğün kapılarını açtık. Yeri kaynaklar halinde fışkırttık... Benim azabım ve ihtarlarını nasılmış?”471 “Ad da yalanladı, azabım ve ikazların nasıl oldu? Biz onların üstüne uğursuz mu uğursuz bir günde uğultulu kasırgayı saldık. Sanki kökleri sökülmüş hurma kütükleri imişler gibi, insanları koparıp deviriyordu.”472

Semud da irfanları yalanladı... Biz onların üzerine tek sayha gönder­dik; ağılcının topladığı kuru ot gibi kırılıp döküldüler.”473

Lut kavmi de uyarıları yalanladı. Biz de üstlerine bir fırtına gönderdik... Sabah erken, onları kararlı bir azab yakaladı.”474

Firavun kavmine de ikazlar gelmiştir.”475

Şimdi sizin kafirleriniz onlardan hayırlı mı? Yoksa Kitaplarda sizin için bir beraet mi var? Yoksa biz birbirimize yardım eden topluluğuz mu diyorlar? O topluluk bozulacak ve geriye dönüp kaçacaklar, o Saat’te karşılaşa­caklardır. O Saat cidden feci ve acıdır. Suçlular bir sapıklık ve çılgınlık içindedirler.476

Kısacası, kurduğu düzenin oldukça sağlam olduğu zannı ile “is­tiğna”477 “istikbâr”,478 “tuğyan”479 “fahr”480 “tecbir”481 “bağy”482 gibi davra­nışlar ortaya koyan insanın Kur’an’a göre bunlar için bir dayanağı yoktur. Çünkü kurduğu düzen onun sandığı gibi sağlam bir yapı­da değildir:

Hepsini günahı ile yakaladık. Onlardan kiminin üstüne taş yağdıran bir fırtına gönderdik, kimini korkunç ses yakaladı, kimini yere batır­dık, kimini de boğduk. Allah onlara zulmetmiyordu, aksine onlar kendilerine zulmediyorlardı. Allah’tan başka dostlar edinenler örümceğe benzerler. Evlerin en çürüğü örümcek evidir. Keşke bilselerdi.483

Bu ayetleri ile Kur’an gerçekten de muhatablarının kendisini dikkate almalarını sağlamıştır. Önceki azgın kavimlere gelen bu azab şekillerinden biri onların başına da her an gelebilirdi. Önceki kavimlerin ansızın gelen azablarla yok edilmeleri, onlara habersiz­ce gelecek saate örnek teşkil etmektedir.

Burada her ne kadar kavimlere toplu olarak azab edilmesi söz konusu ise de, tarih içerisinde toplumların yok edilmeleri ve dün­yanın sonunda bütün bir kainatın yok edilmesi, nihai olarak ferdi ilgilendirdiği için, bunların fert bakımından bir fark oluşturduğu söylenemez.484 Çünkü her iki durum da ferdin dünya hayatının so­nunu getirmektedir. Böylece vahiy bir topluma hitabederken, as­lında muhatab seçilen toplumun tek tek fertlerini yönlendirmek­tedir. Kur’an’ın bu mealdeki ayetleri ile yarattığı ortam, ölümü İn­sanın varoluşunun sonu olarak gören bir anlayışa sahip insanlar için son derece endişelendirici olmuştur. Ancak Kur’an’ın muhatab fertlerde meydana getirdiği bu derin endişe, onların öteden beri ta­nıdıkları yokoluş korkusundan tamamı ile farklıdır. Çünkü İnsanın ahireti konusunda Kur’an’ın bütün tezi temelde, insanın ölümü sonrasında yüce bir kudret tarafından mahkeme edilmesi, iyilerin mükafatlandırılmaları, kötülerin ise mahkum edilmeleri anlayışı üzerine oturmaktadır.485 Bu anlayış dünyadaki insan varoluşuna bir mana kazandırmasının yanısıra, yarattığı gerilim ile Kur’an’ın muhatabını iyiye doru yönlendirmesinde en önemli bir etken ol­maktadır.486

Ayrıca Cennet ve Cehennem sahnelerinin canlı anlatımları da, bu yönlendirmenin vazgeçilmez bir unsurdur. “Cennet sakinleri, di­kensiz sedir ağaçları, salkımları sarkmış muz ağaçlan, uzamış göl­geler altında, çağlayan akarsu, kenarlarında; bitip tükenmeyen ve yasak da edilmeyen meyvalar arasında, yüksek döşekler üzerindedirler. Bakire, eşlerine düşkün, yaşıt ceylan gözlüler onlar için­dir.”487

Cennetlerin altından ırmaklar akar.”488

Orada kaynaklar, çeşmeler fışkırır.”489

Hiç bozulmayan süt ırmakları, leziz şarap ve ber­rak bol ırmakları vardır.”490

Selsebil çeşmesinden”491 “misk kokulu tes­ttim adlı içecekten içerler.”492

Cennet sakinleri atlastan,”493 “nakışlı kumaşlardan elbiseler giyerler”494; “Onlara hizmet için aralarında in­ci gibi genç delikanlılar dolaşır.”495 “Orada sadece selam selam söz­lerinin işitileceği, hiç bir boş sözün duyulmayacağı görkemli bah­çede496 ne kötülük, ne yorgunluk”497 “ne üzüntü, ne korku vardır.”498

Cehennem’dekiler ise, aşırı sıcaklık ve kaynar su içinde serinli­ği ve hoşluğu olmayan kara bir dumanın gölgesindedirler.”499 “Esa­sen Cehennem içindekilerin derisini soyup kavuran, suçluların zin­cire vurulup gizlerinin kavrulduğu”500 “ateş dolu bir çukurdur.”501 “Onlar Cehennem’in yakacağı olarak”502 “yüzükoyun,”503 “katrandan elbiseler giydirilmiş halde sürünürler.”504 “Dünyada iken biriktirdik­leri altın gümüş mücevherler, Cehennem ateşinde kızdırılıp onların alınları, böğürleri ve sırtlan dağianacaktır.”505 “Cehennemlikler, ih­mal edilmiş, unutulmuş, terkedilmiş ve yardımsız kalmışlardır.”506 “Allah onlardan rahmetini, müsamahasını, affını esirgemiştir.”507

Kur’an’ın ahiret mefhumu ile muhatabı etkileme ve onu iyiye yönlendirme hususunda yaptıklarını özetleyecek olursak şunu söyliyebiliriz: Kur’an Mekke cahiliye toplumunu içinde yaşadığı yanlış konumunda saat ve azab temaları ile tedirgin etmektedir. Başka bir deyişle onu rahat dünyasında rahat edemez hale getirmektedir. “O an yaklaştıkça yaklaşmaktadır ve onu Allah’tan başka ortaya koya­cak yoktur. Muhatah bunu hafife almamalı artık oyalanmamalı, gülmek yerine ağlamalıdır.”508 İkinci safhada ise, toplum bir yandan mükafat vadi ile istenilen noktaya çekilirken, ceza korkusu ile istenilmiyen noktalardan itilmektedir. Bu bakımdan ahiret bu fonksi­yonu ile zıt iki hareketi içeren bir motivdir. Ancak bu iki hareket aynı yönde olduğundan birbirlerine engel olmak yerine biri diğe­rine güç katmaktadırlar.

Böylece Kur’an ahiret inancı ile insanın dünya hayatı üzerinde son derece etkili, dinamik bir mekanizma kurmaktadır. Bu meka­nizmanın, Allah tarafından fertler509 Ve toplumlar için510 tayin edil­miş ecelin bitimini belirleyen Saat’in bilinmezliği ve çok yakında geleceği fikri üzerine kumlu olduğunu söylemek mümkündür. Her geçen saniye insan o ana daha da yaklaşmaktadır. O an insanın ba­şına her zaman, ansızın çıkıp gelebilir. O yalnızca Allah tarafından bilinebilir ve onu gerçekleştirmek O’nun kudretindedir. O halde insan ölüm sonrasında mükafat görmek için dünya hayatında iyi işlere koşmalı cezadan korunmak için ise, her fırsatı değerlendirip kötülük etmekten kaçmalıdır. Bu dinamik mekanizma insan haya­tında bu şekli ile kurulduğu zaman sonsuz bir canlılık ve enerji or­tamı oluşturmaktadır. Bu yapı kendi kendini besleyen ve denetle­yen, yorulmayan bir özelliğe sahiptir. Çünkü kötülüklerden kaçış bilinçsiz ve sadece bir kaçış değildir. Aksine bu kaçış aynı zaman­da bilinçli olarak iyiye doğru koşma anlamı taşımaktadır. Ahiret dünyadaki insan için varılması kaçınılmaz, bu bakımdan kazanıl­ma zorunluluğu bulunan aşkın bir hedeftir.

Bu yüzden ahiret inancı, Kur’an’da dünya hayatından uzakta kalmaz, aksine onun son derece içindedir. Ahlakî yönde bu ken­disini açıkça göstermektedir. İnsanın bu dünyada yaptığı hareket­ler bu düşüncenin etkisi altındadır. Bu düşünce ahlaki değerin kaynağıdır.511 Bu konunun mihveri, Allah’ın her şeyin tek ve mutlak hakimi olacağı, bütün insanların Allah’ın huzurunda baş eğmiş ola­rak sessiz duracağı, hüküm günü kavramıdır. Böyle bir anın gele­ceği devamlı olarak insanların gözleri önünde tutulmalı ki, bu inanç insanları hayatta hafiflik ve dikkatsizlik yerine tam bir istek ile hareket etmeğe yöneltsin.512 İnsandaki bütünleşmiş ahlaki dav­ranışın bu nazik dengesine Kur’an takva adını verir ve belki de bu, Kur’an’daki en önemli kelimedir. Takva kelimesinin kökü “birşeye karşı korunma, muhafaza etme” anlamına gelmektedir. Nitekim kelimenin Kur’an’da bu sözlük anlamtnda kullanıldığı yerler bul­mak mümkündür.513 O halde takva bir kimsenin kendisini davra­nışlarının zararlı ve kötü neticelerinden koruması, bunun için de fayda getirecek, iyi davranışlarda bulunması demektir.514 ittikâ da birşey vasıtası ile kendini savunmadır. İnsan kendisine doğru gel­diğini anladığı tehlikeyi önlemek için kendisi ile tehlike arasına bir engel koyar.515 Bu da onun iyi davranışlarıdır.

Gördüğümüz gibi Risalet’in başlıca konularından biri olarak ahiret, mesajın şekillenişinde önemli derecede fonksiyoneldir. Kur’an mesajını mesela uyarma (inzâr) ve müjdeleme (tebşît) ola­rak adlandırmaktadır. Burada da yukarıda gördüğümüz ikilik gö­rülmektedir. Vahiy, Allah’ın günahkarlara vereceği azaba karşı bir uyarı, iyilere verilecek nimetlerin de müjdelenmesidir.

Bu zulmedenleri uyarmak, iyilere İse müjde olarak gönderilmiş, Arap­ça tastık edici bir Kitap’dır.516

Bu mesajı getiren elçi de bir uyarıcı ve müjdeleyicidir.517 Bu mesajın muhatabın kendisinde bir zemine oturtulması ve olgunlaştırılması yine ahiret fikrine yüklenmiş bir görev olarak görünmek­tedir. “Kur’an kendilerine okunduğu zaman ona boyun eğmeyenler can yakıcı azab ile müjdelenmelidirler.”518 “Kendilerine gelen elçinin öğütünü kabul etmeyenlerin hesabını Allah üzerine almaktadır.”519Yalanlamış olanların o gün vay haline.”520

Bundan başka mesela, Kur’an’daki iyi, kötü, hidayet, dalalet, havf recâ, iman, küfür, mümin, kafir gibi kavramların istisnasız tamamı ahiret düşüncesinin anlamlandırmasına muhtaçtırlar. Yu­karıya bir kısmını sıraladığımız, zıtları ile birlikte görülmesi gereken kavram gurupları dışında mesela ayet521 veya zikir522 gibi eşle­ri olmayan kavramlar da Kur’an’ın mesajı içindeki anlamlan bakı­mından ahiret mefhumuna son derece bağımlıdırlar. Öyle ise risaletin, hedeflediği amacına doğru yol alırken izlediği yolun ahiret mefhumunun hazırladığı zemin üzerinden geçtiğini söylemek yan­lış olmayacaktır.

Ahiret Ve Risaletin İçeriği

Bu bakımdan ahiret mefhumu, risaletin içeriğinin oluşturulma­sında olduğu kadar, onun en temel konularının teşekkülünde de etkili bir görev üstlenmektedir. Risaletin temel konularını şöyle be­lirlemek mümkündür. Allah’a, ahirete iman ve iyi işler yapmak. Görüldüğü gibi Kur’an ayetlerinde dile getirilen bu konular üç öğeden oluşmaktadır. Bakara Suresinin 68. ayetini ele alacak olur­sak görürüz ki, söz konusu temel konular, ceza ve mükafat bağla­mında verilmektedir. Yine dikkat edecek olursak bu temel konuların kendisine ahiret fikri de dahildir:

Şüphesiz iman edenler, Yahudi olanlar, Hıristiyan ve Sabitlerden Al­lah’a ahiret gününe inanıp iyi iş yapanların ecirleri Rablerinin katında­dır. Onlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.”523

Vahyin ilk döneminde ahiret mefhumunun yoğun bir şekilde gündemde tutulduğunu söylemiştik. Fakat aynı zamanda bu siyak sibak içerisinde Mutlak güç sahibi Allah mefhumu da aynı şekilde vurgulanarak işlenmiştir. Kur’an’daki ahiret kavramının mahiyeti tekrar hatırlanacak olursa bunun gayet tabii, hatta gerekli oluduğu görülür. Ahiret Kur’an içinde Allah mefhumunun gereken yerini al­ması, onun anlatılması konusunda gerekli bir konumda bulun­maktadır, ilk dönem vahyindeki, saat, beis, kıyamet, hesab, azâb, mükafat, cennet ve cehennem anlatımları, tek ve yegane Kadir-i Mutlak Allah fikri etrafında dönüp dolaşmaktadır, insanın hesaba çekileceği hususu bütün bu olayların özellikle odağını teşkil eder. Ahiret hesab gününün gelmesidir ve bu Allah’a dönüş demektir. Bütün bunlar, Allah mefhumunu gerektiği gibi işleyerek, onu ol­ması gerektiği yere oturtan ifadelerdir.524 Böylece başlangıçta, Al­lah mefhumu ahiret bağlamı içerisinde risaletin merkezine oturtu­lurken diğer kavramlar da ona göre ve ona bağımlı olarak yerlerini almaktadırlar. Mesela insan bunlardan biridir. İnsanın Cahiliye kültürünün merkezinde olduğu göz önünde tutulursa, bu örnek daha da anlam kazanacaktır. Böylece hayatın ve varoluşun merke­zinde yalnız ve yalnız onu elincie tutan Allah vardır:

Canı çıksın o insanın, o ne nankördür.

Allah onu hangi şeyden yaratmıştır.

Onu meniden yaratıp merhalelerden geçirerek ona şekil vermiştir....

Sonra onu öldürür ve kabre koyar, Sonra onu tekrar diriltir..,”525

Yukarıda belirttiğimiz gibi, Kur’an’ın ana konularından birisi de muhatabı iyi işler yapmaya çağırmaktır. Yukarıda Kur’an’ın bunu ahiret ortamı içinde nasıl yaptığını göstermeye çalışmıştık. Kur’an’ın aynı zamanda iyi ve kötünün tanımlanmasında da ahireti fonksiyonel kıldığı gözlemlenmektedir, iyinin mükafat, kötünün de ceza göreceği bir ahiret anlayışında bu kavramların manalarının ahiret siyak ve sibakı içerisinde belirlenmesi tabiidir.526

Kur’an iyi davranışların kaynağı olarak, Allah’a teslim olmayı ve iman etmeyi görmektedir. En yüce iyi iman, bunun tam tersi de in­kardır. Kötü davranışların kaynağında da küfür görülmektedir.527 Böylece Allah ve O’nun insanları hesab gününde yargılayacağı inancının en yüce iyi olarak belirlenmesi yanlış olmayacaktır. Bu inanç karşımıza, “iyiliklere koşmak”,528 “infak etmek”,529 “zekat ver­mek”,530 “Rabb’e boyun eğmek”531 gibi davranışlar olarak çıkarken, bu inancı reddetme, “Şeytan’a uyma”,532 “büyüklenme,”533 “zekat ver­meme”534 ve “kötülük örneği olma”535 olarak karşımıza çıkmaktadır.

Dikkat edilirse yukarıda saydığımız davranışların iyi veya kötü olarak tanımlanmaları, yine Kur’an’ın ahiret mefhumu itibarı iledir. Ahiret, bu mahiyeti ve durumu ile bir değer yargısı olmaktadır.536 Bir davranışın sulh, birr, ma’ruf hayır, basene, tayyib veya helâl olarak adlandırılması değer sisteminin Kur’an’daki şekilde kurulmasına bağlıdır. Ahireti kaldırdığımız bir ortamda, mesela çevrenin hoşnutluğunu kazanmak amacının dışında yapılan bir mâli yar­dım, son derece anlamsız olacaktır. Oysa Kur’an’da Allah’ın azası­nı veya öteki hayattaki mükafatını amaçlayan bu mali davranış, en yüce iyiden kaynaklanan bir davranış olarak olumlu bir manaya sahiptir. Nitekim, Kur’an’da iyiler yaptıkları mali yardımı şöyle an­latırlar:

Biz sizi ancak Allah rızası için doyuruyoruz, bir karşılık ve teşekkür beklemiyoruz. Doğrusu biz çok asık suratların bulunacağı bir günde Rabb’imizden korkarız”...537

Aksi takdirde bu davranış, fesâd, münker, şer, seyyi, fahşâ, ha­bis veya haram olarak tanımlanacaktır.538

Ahiretin risalet içindeki fonksiyonelliği bakımından şimdiye ka­dar iki ayrı görevinden söz ettik. Bunlar, muhatabda imanın oluş­turulması ve olgunlaştırılması, diğeri de imanın temel konularının risalet sürecinde tesis edilmesidir. Ahiret bu görevlerini özellikle ilk dönemlerde gerçekleştirmiştir. Bunlardan başka risalet içerisindeki konumu sebebiyle ahiret fikrinin yüklendiği bir görev daha vardır. Bu da, gerek muhatabda oluşturulan teslimiyet bilincinin ve gerekse oluşturulan risalet muhtevasının risalet sürecinin sonuna kadar korunması ve geliştirilmesi görevidir. Bu da diğer görevlerin­de olduğu gibi, ahiretin tevhid içindeki yerinin tabii bir gereği ola­rak karşımızda bulunmaktadır.

Gerçekten de risaletin sonraki dönemlerinde Saat’in ürkütücü manzaraları, başlangıçta olduğu sıklıklıkta gündemi oluşturma­maktadır. Ancak insanın davranışlarından sorumlu tutulacağı ve karşılığını göreceği mefhumu her an gündemde tutulmuş bir konu olmuştur.539 Ayrıca Cennet ve Cehennem anlatımlarında bir manevileşmeden bahsedebilmek mümkün görünmektedir. Mekke’de nazil olan surelerden sonra, Medine dönemine yaklaştıkça somut­tan soyuta doğru bir anlatım üslubu göze çarpmaktadır. Mesela, müminlere verilecek cennet nimetlerinin tasvirlerinnin yerine Me­dine’de ndvân kavramı ile ifade edilen ilâhî hoşnutluktan bahsedilmektedir.540 Öyleyse ahiret mefhumunun daha sonraki dönem­lerde dahıı az ele almışından ziyade, bu konuda dini düşüncenin tekamülünden söz edilebilir.541 Bu da ahiret mefhumunun dikkat çekmeye çalıştığımız görevine uygun düşmektedir.

Yukarıda verilen örnek bir başka noktayı daha aydınlatmakta­dır, O da risaletin sonraki dönemlerinde Allah mefhumunun ko­runmasında ve hatta gelişmesinde ahiret mefhumunun etkili olma­sıdır. Bu mefhum doğru iş işleyen müminlerin işlerini kabul edip karşılık olarak, Cennet nimetlerini veren bir Allah mefhumundan daha ileridedir. Burada, yukarıdaki alışverişin ötesinde kul ile Yaratıcı’sı arasında karşılıklı hoşnutluğa varan bir ilişki görülebilmek­tedir:

Rab’leri katini onların mükafatı altlarından ırmaklar akan Adn cen­netleridir. Orada ebedi olarak kalacaklardır.



Allah onlardan razı olmuş, onlar da O’ndan razı olmuşlardır. Bu, Rabbi’ne saygı gösterene mahsustur.”542

Yine ahiret mefhumunun yaptırım özelliği, hukuk alanında da görülmektedir. Daha önce dünyadaki yaptırım bakımından birer öğüt olarak kalan ahlaki düzenlemeler, Medine döneminde siyasi otoritenin kurulması ile bu defa hukuki yaptırımlar şeklinde orta­ya çıkmaktadırlar. Burada hemen akla zina ve hırsızlık edenler için öngörülen haddim gelmektedir. Ancak bu cezaları söz konusu eden ayetler okunduğunda mükafat ve ceza verecek Mutlak Kadir Allah’ın elinde ahiret mefhumu, nihaî, aşkın kaçınılmaz bir yaptı­rım olarak yine eski konumunu korumaktadır. Esasen haddin tes­piti, onu uygulayacak siyasî makamın otoritesi, uygulamaların doğruluğu ve onun nihaî değerlendirilmesi Allah’ın kudreti kapsa­mındadır:

Yaptıklarından ötürü erkek hırsız ve kadın hırsızın Allah tarafından ib­ret verici bir ceza olarak ellerini kesin.

Allah Güçlü’dür, Hakim’dir. Ettiği zulümden sonra tevbe edip düzelen kimse bilsin ki, Allah onun tevbesini kabul eder.

Allah şüphesiz Bagışlayan’dır merhametli olandır. Göklerin ve yerin hükümranlığının Allah’ın okluğunu bilmiyor musun? Dilediğine azab eder, dilediğini bağışlar. Allah her şeye Kâdir’dir.”543

Üzerinde durularak belirtilen yasaklar için Kur’an’da bir ceza­nın belirlenmediği de vakidir. Burada ceza Şeytan’ın çarptığı gibi diriltilmek ve Cehennem’de ebediyyen bırakılmaktır:

Faiz yiyenler mahşerde ancak şeytanın çaptığı kimsenin çarptığı gibi kalkarlar. Bu, onların “zaten alışveriş de faiz gibidir” demelerindendir. Oysa Allah alış verişi helal, faizi haram kıldı. Kime Rabb’inden bir öğüt gelir de faizcilikten geri durursa, geçmişi kendisinedir, onun işi Allah’a aittir. Kim faizciliğe dönerse, işte onlar cehennemliktir, onlar orada te­melli kalacaklardır.”544

Bunun ötesinde ahiret mefhumu, Kur’an’da hukuk içerisine bir yaptırım olarak girmektedir. Li’ân bunun en güzel örneğini teşkil etmektedir:

Karılarına zina isnad edip de kendilerinden başka şahidleri olmayan­ların sahiciliği, kendisinin doğru sözlülerden olduğuna Allah’ı dört de­fa şahid tutmasıyla olur. Beşincisinde, eğer yalancılardan ise Allah’ın lanetinin kendisine olmasını diler. Kocasının yalancılardan olduğuna Allah’ı dört defa şahit tutması, cezayı kadından savar. Beşincisinde, ko­cası doğrulardan ise kendisinin Allah’ın gazabına uğramasını diler.”545

Aslında bütün bunlar, Kur’an’in hukuku insanın imanına ve vic­danına yerleştirmeyi amaçladığını göstermektedir, insan hukuki yaptırımların ötesinde, yaptıklarının karşılığını vereceği, kaçınıl­maz bir adalete hesap vereceği bilincine çağırtmaktadır.




Yüklə 1,24 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   5   6   7   8   9   10   11   12   ...   29




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin