III. HİZMETKAR’IN ÖĞRENCİLERİNİ ÇAĞIRMASI VE ONLARI YETİŞTİRMESİ (3:13 - 8:38) A. İsa On İki Öğrencisini Seçiyor (3:13-19)
3:13-18 Dünyaya Müjde’yi öğretme göreviyle karşı karşıya kaldığında, İsa on iki öğrenci atadı. Bu kişilerin çok büyük özellikleri yoktu; onları büyük yapan İsa’yla olan ilişkileriydi. Hepsi de oldukça gençti. James E. Stewart’ın öğrencilerin gençliği üzerine harika bir yorumu vardır:
Mesih İnancı gençlerin hareketi olarak başladı… Maalesef bu, Hıristiyan sanatının ve öğretişinin gözden kaçırdığı bir gerçektir. Ama başlangıçtaki öğrenci takımını, genç erkekler grubunun oluşturduğu oldukça kesindir. Bunun için Mesih İnancının dünyaya genç kişilerin hareketi olarak girmesi şaşırtıcı değildir. Öğ-rencilerin büyük bir çoğunluğu İsa’nın ardından gittiklerinde hâlâ yirmile-rindeydiler. İsa’nın kendisinin de hizmete “gençliğinin baharında” başlamış olduğunu unutmamalıyız. (Mezmurlar 110:3. Mezmur ilk önce İsa’ya kendisi ta-rafından ve daha sonra da elçilerin özelliğini taşıyan kilise tarafından uygulandı.) Daha sonraki günlerde Mesih İmanlılarını büyük mezarların duvarlarına, efen-dilerinin benzerini çizdiklerinde O’nu betimlemek için yaşlı, yorgun ve acıyla sızlayan birini değil de, sabahleyin dağlara çıkan genç bir çoban olarak çizme-lerini yönlendiren gerçek bir içgüdüydü. Isaac Watts’ın bir ilahisi bu gerçeği yansıtır.
“Yüceliğin genç Prensi’nin öldüğü
Harika çarmıha baktığımda…”
Hiç kimse gençliği neşesinde, cesaretinde, cömertliğinde, umudunda, ani yalnızlığında, akıldan çıkmayan rüyalarda, gizli çatışmalarda ve kuvvetli denemelerde İsa gibi anlamadı. Yine hiç kimse yaşamın ergenlik yıllarının –keşfedilmemiş düşüncelerin canlandığı ve tüm dünyanın açılmaya başladığı yılların– Tanrı’nın can ile en büyük yakınlaşma fırsatı olduğunu İsa’dan daha net kavramadı… Onikilerin yaşamına baktığımızda, gördüğümüz şey onların ruhsal maceralarıdır. Onlar, liderlerini bilinmeyene doğru izlerken, O’nun kim olduğunu, bunu niçin yaptıklarını ya da onları nereye götürdüğünü tam olarak bilmiyorlardı, ama İsa’dan etkilenmişlerdi. Arkadaşları tarafından küçümsendikleri, düşmanları tarafından öldürülmeye çalışıldıkları, yüreklerinde bazen gürültü koparan kuş-kuyla neredeyse tamamen bu işin dışında olmak istedikleri zaman bile İsa’ya güvenerek zaferler kazanan “Elçilerin muhteşem arkadaşlığı”nı görüyoruz. Bu konuda Elçiler gerçekten iyi örnekler. Biz de onlar gibi aramızda uyumu tesis edip İsa’nın izinden yürüyebiliriz.4
Onikilerin çağrılmalarının üç nedeni vardı: (1) yanında bulundurmak; (2) Tanrı Sözü’nü duyurmaya göndermek; ve (3) onları hastaları iyileştirmeye ve cinleri kovmaya yetkili kılmak.
İlk önce yetiştirme (eğitme) zamanı, Tanrı Sözü’nü halka duyurmadan önce onları kişisel olarak hazırlama aşaması olmalıydı. İşte hizmetin basit bir kuralı. Tanrı’nın temsilcileri olarak hareket etmeden önce vaktimizi O’nun yanında bulunarak geçirmeliyiz.
İkincisi, Tanrı Sözü’nü duyurmak için gönderildiler. Tanrı Sözü’nü bildirme, müjdeyi bildirmenin temel yöntemi olarak her zaman odak olmalıdır. Hiçbir şeyin bunu geri plana atmasına izin vermemeliyiz.
Sonuncusu ise onlara doğaüstü yetkinin verilmesidir. Cinleri çıkarmaları, Tanrı’nın elçiler aracılığıyla konuştuğunu insanlara kanıtlayacaktı. Kutsal Kitap henüz tamamlanmamıştı. Mucizeler, Tanrı’nın habercilerinin kanıtıydı. Bugün, insanlar Tanrı Sözü’ne tamamen sahiptirler; mucize kanıtı olmaksızın ona inan-maya karşı sorumludurlar.
3:19 Yahuda İskariyot adı, öğrencilerin arasında hemen göze çarpar. Öğrenci olarak seçilip sonradan Rabbimizi ele veren kişiye dönüşmesiyle ilgili bir gizem vardır. İmanlı hizmetinde en büyük ıstıraplardan birisi zeki, istekli ve bağlı gibi görünen birinin sonradan Kurtarıcı’ya arkasını dönmesini ve O’nu çarmıha geren dünyaya geri dönüşünü görmektir.
Elçilerden Onbiri Rab’be bağlı kaldığını kanıtladı. İsa onlar aracılığıyla geniş kitlelere ulaştı. Müjde’yi duyurarak geniş bir alana yayıldılar. Bugün bir anlamda biz onların hizmetinin devam eden meyveleriyiz. İnanlılar olarak etkimizin nerelere ulaşacağını söylemek olanaksızdır.
B. Bağışlanamayan Günah (2:20-30)
3:20-21 Rab, öğrencilerini çağırdığı dağdan Celile’deki eve geri döndü. O kadar büyük bir kalabalık toplandı ki, O ve öğrencileri yemek yiyemeyecek kadar meşguldüler.
İsa’nın yaptıklarını duyan yakınları, O’nun aklını kaçırmış olduğunu düşünerek O’nu alıp götürmeye çalıştılar. Ailedeki bu fanatiğin gayretinden dolayı utandıkları şüphesizdir.
J.R.Miller bunu şöyle yorumlar:
İsa’nın mağlup edilemeyen gayretini, yalnızca O’nun deli olduğu sonucuna vararak açıklayabildiler. Bugünlerde de, Mesih’e bağlı bir izleyicinin kendisini tamamen Efendisinin sevgisinde unuttuğunda buna benzer konuşmalar duyarız. Bazıları, “Çıldırmış olmalı!” der. İnancın, isteği alışılmamış şekilde alevlendirdiği kişinin ya da Efendi için hizmette orta sıralarda yer alan imanlıdan daha çok istekli olanın çıldırmış olduğunu sanırlar...
Bu iyi bir deliliktir. Ne yazık ki, sayısı çok azdır. Eğer bu kişilerin sayısı daha fazla olsaydı, kilisenin gölgesi altında bu kadar çok kurtulmamış canlar ölmeyecekti; Müjde’yi karanlık bölgelere duyurmak için Müjdeci ve para bulmak bu kadar zor olmayacaktı; kiliselerimizde bu kadar boş sıra olmayacaktı; dua toplantılarımızda bu kadar çok sessizlik ve Pazar günü çocuklara eğitim verecek bu kadar az kişi olmayacaktı. Bütün imanlılar kendilerini Efendi gibi ya da Pavlus gibi görebilselerdi muhteşem bir şey olurdu. Bu dünyada, başka bir dünyayla ilgilenmemek daha büyük bir çılgınlıktır; devamlı kaybolan kişilerin arasında hareket edip onlara hiç acımamak, onların kaybettiği durumu düşün-memek, onları kurtaracak herhangi bir gayret sarf etmemek...
Mahvolan canlarla ilgilenmemek, soğukkanlı kalmak ve merhametsiz davranmak daha kolaydır; biz kardeşlerimizden sorumluyuz. Hiçbir görevdeki sorumsuzluk onların sonsuz kurtuluşlarını önemsememekten daha kötü olamaz.5
Tanrı için ateşli olan bir kişinin, çağdaşlarına çıldırmış gibi görünmesi bir gerçektir. Ne kadar çok Mesih gibi olursak, o kadar çok akrabalarımız ve arkadaşlarımız tarafından yanlış anlaşılmanın üzüntüsünü yaşayacağız. Zengin olmak için yola çıkarsak, insanlar bizi destekler. Eğer kendimizi İsa Mesih’e adamışsak bizimle eğlenirler.
3:22 Din bilginleri O’nun aklını kaçırmış olduğunu düşünmediler. O’nu cinleri cinlerin reisi olan Beelzebub’un gücüyle çıkarmakla suçladılar. Beel-zebub adı “Sineklerin Tanrısı”, ya da “Pislik Tanrısı” anlamına gelir. Bu ciddi, aşağılık ve inançsızlık dolu bir suçlamaydı.
3:23 İsa, ilk önce bu suçlamayı delillerle çürüttü, sonra da bunu yapanların kötü sonunu bildirdi. Eğer cinleri Beelzebub’un gücüyle çıkarıyor olsaydı, o zaman Şeytan bizzat kendi amaçlarını bozarak kendisine karşı çalışıyor olacaktı. Şeytan’ın amacı insanları cinlerden özgür kılmak değil, cinler aracılığıyla kont-rol etmektir.
3:24-26 Kendi içinde bölünmüş olan bir ülke, bir ev ya da kişi ayakta kalamaz. Dayanabilmek karşıtlığa değil, içten işbirliğine bağlıdır.
3:27 Bu nedenle, din bilginlerinin suçlaması mantığa aykırıdır. Aslında, Rab İsa onların söylediklerinin tam tersini yapıyordu. Mucizeleri, Şeytan’ın yiğitliğinden çok düşüşünü belirtiyordu. Kurtarıcı, “Hiç kimse güçlü adamın evi-ne girip onun malını çalamaz. Ancak önceden o güçlü adamı bağlarsa, onun evini soyabilir” dediğinde bu konuyu açıklamak istiyordu.
Güçlü adam Şeytan’dır. Ev ise onun idaresidir; bu çağın tanrısı odur. Etkilediği insanlar da malıdır. Şeytan’ı bağlayan ve evini soyan kişi İsa’dır. Mesih’in ikinci gelişinde, Şeytan bağlanacak ve dipsiz kuyuya bin yıllığına atılacaktır. Kurtarıcı’nın, yeryüzündeki hizmeti sırasında, cinleri çıkarması, sonunda Şeytan’ın tamamen bağlanacağının bir belirtisiydi.
3:28-30 28-30’uncu ayetlerde, Rab, bağışlanamayan günahtan suçlu olan din bilginlerinin kötü sonunu bildirdi. İsa’yı cinleri Beelzebub’un gücüyle çıkarmakla –ki Kutsal Ruh’un gücüyle yapmıştı– suçlayarak aslında Kutsal Ruh’a cin dediler. Bu Kutsal Ruh’a edilmiş bir küfürdür. Her çeşit günah bağış-lanabilir, ama bu günah bağışlanamaz. Sonsuz bir günahtır.
İnsanlar bu günahı bugün işleyebilir mi? Herhalde bu mümkün değildir. Bu, İsa yeryüzünde mucize yaparken işlenmiş bir günahtı. Bugün, yeryüzünde fiziksel olarak bulunup cinleri çıkarmadığından, Kutsal Ruh’a küfür etme olasılığı yoktur. Bağışlanamayan günahı işlemiş olmalarından endişe edenler bu günahı işlememişlerdir; zaten endişelenmiş olmaları gerçeği, Kutsal Ruh’a karşı küfretmekten suçlu olamayacaklarını gösterir.
Dostları ilə paylaş: |