Mesut kaynak



Yüklə 0,5 Mb.
səhifə10/12
tarix06.03.2018
ölçüsü0,5 Mb.
#44998
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   12

HANIMLARINIZLA İYİ GEÇİNİN

4/19 : ...Hanımlarınızla iyi geçinin. Eğer onlardan hoşlanmadınızsa, olabilir ki siz bir şeyi çirkin bulursunuz da, Allah ona çok hayır koyar.

Kur'ân, evliliğin devamlılığı konusunda erkeğe birinci derecede görev vermektedir. Evliliği korumak için hanımlarınızla iyi geçinin. Kadınlar her ne kadar hoşa gitmeyen hallerde bulunsalar bile, sabır ve dayanma gücü göstererek onlara iyi davranılmalıdır. Olur olmaz sebeplerle yuvayı bozmaya teşebbüs etmek, mutsuzluğu ve ıztırabı getirir. Talak 65/1 :« ...Ancak apaçık bir fuhuş yapmaları durumu bunun dışındadır... »Başlangıçta iyi değilmiş gibi görünen bir olay, kimbilir sonunda ne gibi hayırlara vesile olacaktır. Birbirine sevgi, saygı duygusu ile bağlı eş ve çocuklardan oluşan aile kurumu, her zaman huzur ve mutluluk kaynağı olmaya devam etmelidir.

EĞER KADIN GEÇİMSİZLİK YAPARSA

4/34 :...Hırçınlık etmelerinden korktuğunuz kadınlara önce öğüt verin, sonra yataklarda onlara sokulmayın ve nihayet onları bulundukları yerden başka bir yere gönderin. Bunun üzerine saygılı davranırlarsa, artık onların aleyhine başka bir yol aramayın...

Kur'ân, bir toplumun çekirdeğini teşkil eden aileye çok önem vermektedir. Eşlere, yuvanın devamlılığı ve bozulmaması için öğütler veriyor. Ailede anlaşmazlıklar olabilir; ancak eşin huysuzluk, geçimsizlik durumu devamlılık gösteriyorsa, o zaman erkeğin onu eğitip yola getirme hakkı doğmaktadır. Bunun için Kur'ân, üç aşamalı yöntem öneriyor. Önce kadınlara tatlı bir dil ile öğüt vermeli, bu fayda vermezse cinsel ilişkiye ara vermeli, son çare olarak da onları bulundukları yerden başka bir yere gönderilmelidir. Eşlerin bir müddet ayrı kalması, aralarında evlilik bağı ile oluşan sevgi ve merhamet hislerini tekrar açığa çıkarabileceğinden, barışmalarına ve mutlu bir hayat sürmelerine sebep olabilir. Talâk 65/1 : «...Belki Allah, bundan sonra yeni bir iş (gönülleri uzlaştırıp birleştirme) ortamı yaratır.»

Bazı İslâm alimleri; Arap'çada yaklaşık 20 manası olan darb kelimesini, bu ayetteki bulundukları yerden başka bir yere gönderme anlamı yerine dövün manasını kabul etmişlerdir ki bu büyük bir yanlıştır. Çünkü Kur'ân'ın canlı uygulaması olan Hz. Peygamber'imiz; ömrü boyunca kadınlara hep sevgi ve saygı göstermiş, zaman zaman hanımlarının verdiği sıkıntılara rağmen, kendilerine hiçbir zaman bir fiske bile vurmamıştır.



EĞER ERKEK GEÇİMSİZLİK YAPARSA

4/128 : Eğer bir kadın, kocasının huysuzluğundan, yahut kendisine sırt çevirmesinden endişe ederse, aralarını barışıp anlaşma girişimiyle düzeltmelerinde kendileri için bir sakınca yoktur ve barış hep hayırlıdır.

Ailenin huzurunu bozacak ve devamlılık gösteren huysuzluk, geçimsizlik gibi davranışlar kocadan da gelebilir. Kur'ân; bu durumda yuvanın dağılıp bozulmaması için kadına «barışıp anlaşma girişiminde»; bulunmasını öğütlemiştir. Çünkü Barış ve sulh hep hayırlara, mutluluklara vesile olur. Barışma girişimini ailelere haber verilmeden, eşler kendi aralarında yapmalıdır.

Kadın, erkeğin vazgeçilmez bir tamamlayıcısıdır. Onlar ile eşleşerek yuva kurmak, cinsel istekleri tatmin etmek ve çoluk çocuk sahibi olmak, Yüce Yaratıcı'nın koymuş olduğu ilâhî hükümlerdir. İşte kadınlardan gelen bu zevklere aşırı düşkünlüğe sevgi, saygı ve merhamet hisleri de eklenince, yaratılışı icabı güzel ve cazibeli olan kadının yapacağı sulh girişimi ile eşlerdeki anlaşmazlıklar tatlıya bağlanabilir. Ali İmran 3/14 : «Kadınlardan gelen...zevklere aşırı düşkünlük, insanlara süslü (çekici) gösterildi. Bunlar sadece dünya hayatının geçimidir...»



HAKEMLERİN UZLAŞTIRMA GİRİŞİMLERİ

4/35 : Eğer karı-kocanın aralarının açılmasından endişe ederseniz, erkeğin ailesinden bir hakem ve kadının ailesinden bir hakem gönderin. Bunlar uzlaştırma isterlerse, Allah kadın ve erkeğin aralarını düzeltmede onları başarılı kılacaktır.

Kur'ân, ailenin bozulmamasını ve devam etmesini esas almaktadır. Yüce Allah; yuvanın yıkılmasını önlemek, eşler arasındaki anlaşmazlıkları çözmede başarılı olacak yöntemleri bildirmiştir. Karıkoca arasındaki geçimsizliklerin giderilmesi için, öncelikli olarak eşler kendi aralarında anlaşma gayretine girmelerini, sabırlı olmalarını, boşanmadan evvel uzun uzun düşünmelerini, ancak bundan netice alınamadığında da, son sulh çaresi olarak ailelere bilgi verilerek hakeme başvurulmasını buyurmaktadır.

Hakem; yargıcı, iki tarafın anlaşmak üzere kararına rıza göstermek için seçtikleri kimse, haklı ve haksızın ayrılmasında aracılık eden demektir. İslâm alimleri hakemlerin tayini konusunda; kadın ve erkeğin yakınları, komşuları veya bizzat kendilerinin kararlaştırdığı kimseler veya eşlerden herhangi birisinin başvurusu üzerine hakimin de atayabileceğinde birleşmişlerdir. Hakimin atadığı hakemler, hem barıştırmaya ve hem de boşamaya yetkilidir. Hakemler genellikle, karı-kocanın akrabalarından seçilmekle beraber, diğer yakınlarından da olabilir. Eşlerin anlaşmazlık sebepleri masaya yatırılır, uygun birçok çözümler ile yuvanın bozulmaması için arabuluculuk yapılarak uzlaşmaya gidilir. Eğer hakemler; karı-kocanın aralarını düzeltmede samimi iseler, Yüce Allah'da onları başarılı kılacaktır.

HAKEM - HAKİM İLE BOŞAMA

4/35 : Eğer karı-kocanın aralarının açılmasından endişe ederseniz, erkeğin ailesinden bir hakem/hakim ve kadının ailesinden bir hakem/hakim gönderin. Bunlar uzlaştırma isterlerse, Allah kadın ve erkeğin aralarını düzeltmede onları başarılı kılacaktır.


4/130 : Eğer (eşler) ayrılırlarsa, Allah bol nimetiyle onların herbirini zengin eder (onları birbirine muhtaç etmez)...

Tüm gayret ve çalışmalara rağmen eşler arasındaki anlaşmazlık ve şiddetli geçimsizlik devam ederse, yuva yaşanmaz hale gelir. Karı-koca arasındaki sevgi ve şefkat yerini kin ve nefrete bırakır. Bu gibi zorunluluk hallerinde boşanma en güzel yoldur. Kur'ân, nasıl boşanılacağına ait kesin bir hüküm getirmemiştir. Boşanma ile ilgili ayetler; zaman ve çevre şartlarına göre, özü bozulmadan yeniden yorumlanarak, boşanma şekli ve usulü belirlenmelidir. İslâmiyet'te iki defa boşanmış olan eşlerin evlilik bağları kopmaz, tekrar birbirlerine dönme imkânı vardır. Dönmedikleri takdirde nikâh sözleşmesi sona ermiş olur. Boşanmalarda karar ve hüküm makamları her devirde başka başka olmuş, günümüzde de Devlet' imiz, Sulh Mahkemelerini görevlendirmiştir. Kur'ân; yukardaki ayette görüldüğü gibi, hem kadına ve hem de erkeğe hakem-hakim aracılığı ile boşama ve boşanma hakkını vermiştir.

İslâm alimleri, kötü davranma ve geçimsizlik sebebiyle kendisine başvurulması halinde, hakimin durumu hakemlere intikal ettireceğinde birleşmişlerdir. Hakemler duruma göre arayı bulmak ve düzeltmek, bu mümkün olmazsa bedelli yahut bedelsiz evlilik hayatına son vermek selâhiyetine sahiptirler. Anılan ayet ile sahâbe (Hz. Peygamber zamanında yaşayanlar) nin uygulaması bunu göstermektedir.
(Bkz. Prof. Dr. Hayrettin Karaman.İslâm'da Kadın ve Aile-Say.259)
Yüce Allah; ayrılma mecburiyetinde kalan eşlerin her birine, bol bol nimetler ihsan ederek onları zengin eder, çaresiz bırakmaz. Nisa 4/130 : « Eğer (eşler) ayrılırlarsa, Allah bol nimetiyle onların her birini zengin eder...» Boşayan erkek ise, kadına daha evvel vermiş olduğu mal ve paraları geriye alması ona helâl olmaz. Nisa 4/20 : «Bir eşin yerine başka bir eş almak istemişseniz, onlardan birine yükler dolusu mal vermiş olsanız da, o maldan hiçbir şeyi geri almayın. İftira ederek, açık bir günah işleyerek mi geri alacaksınız onu?» Ancak eski eş aldıklarının tamamını veya bir kısmını kendi isteği ile geri vermesi bunun dışındadır. Bakara 2/229: ...Kadının verdiği fidyede ikisine de bir günah yoktur... Boşanma sonunda da kadın ile erkek birbirine saygılı davranmalı hep iyilik ve güzellik sergilemelidir. Talâk 65/1-2 : «...Bekleme süreleri içinde kadınları evlerinden çıkarmayın, kendileri de çıkmasınlar... Sürelerinin sonunda ya onları güzelce tutun, yahut güzellikle onlardan ayrılın...»

BOŞANMALARDA İDDETİN HİKMETİ

2/228 : Boşanmış kadınlar, üç adet görme ve temizlik süresi bekleyip kendilerini gözetlerler. (Hamile olup olmadıklarına bakarlar) Eğer Allah'a ve Ahiret Günü'ne inanıyorlarsa, karınlarında çocuk bulunduğunu saklamaları kendilerine helâl olmaz. Kocaları da bu arada barışmak isterlerse, onları geri almaya herkesten daha çok hak sahibidirler...

Kur'ân; boşanmış kadının haklarının korunulması ve gebe olup olmadığının anlaşılması bakımından, bir süre koymuştur. Bu zaman yaklaşık 3 aydır, «üç adet görme ve temizlik süresidir» ki buna iddet denir. Bu süreyi doldurmadan kadının, bir başka erkekle evlenmesi yasaklanmıştır. İddet beklemenin iki önemli hikmeti (gizli sebebi, oluş sırrı) vardır. Birincisi, bu müddet zarfında kadının, hamile olup olmadığı anlaşılır ve böylece doğacak çocuğun nesebi (soyu) da belli olmuş olur. İddetin ikinci bir sebebi de eşlerin birbirine yaklaşmadan, ayni evde veya başka evlerde bir süre yaşayıp düşünürlerse, birbirlerini sevip sevmediklerini, tekrar beraber olma arzusu taşıyıp taşımadıklarını anlama olanağını elde ederler. Karı-koca, bazı anlaşmazlıkları nedeniyle öfkeye kapılıp boşanabilirler, sonradan da yaptıklarına pişman olabilirler. Boşanma; kızgınlıkla aile yuvasının sönmemesi için uzun bir süreye bağlanmış, evlilik bağı tam kopmamıştır. Talâk 65/1 : «...Belki Allah, bundan sonra yeni bir iş yapar (Bir anlaşma olanağı ortaya çıkarır.)» İddet içinde kadın ile birlikte kocası da barışmak isterse, yeni bir nikâh gerekmeden tekrar birleşebilirler. «...Kocalar, onları geri almaya herkesten daha çok hak sahibidirler...» İddetin en önemli hikmeti, karı-kocanın bir süre evlilik ilişkilerinden uzak kalıp, sıhhatli düşünerek birbirine dönme zemini ve fırsatı bulmalarıdır. Bunun için Yüce Allah, boşanmanın olup bittiye getirilmesini yasaklıyor ve ayrı zamanlarda verilmek şartiyle talâkı (boşanmayı) üçe çıkarıyor. (Bkz. Prof. Dr. Süleyman Ateş - Yüce Kur'ân'ın Çağdaş Tefsiri.1/398)

BOŞAMA İKİ KEZDİR

2/229-230 : Boşanma iki kezdir. Bunun ardından ya iyilikle tutmak ya da güzelce serbest bırakmak gerekir... Erkek yine boşarsa, artık bundan sonra kadın, başka bir kocaya varmadan kendisine helâl olmaz. O evlendiği adam da bunu boşarsa, Allah'ın sınırları içinde duracaklarına inandıkları takdirde, eski karı-kocanın tekrar birbirlerine dönmelerinde kendilerine bir günah yoktur...



Bakara 229 ayeti boşama hakkını, kadın erkek ayrımı yapmadan prensibe bağlamıştır. Ayetin ilk cümlesi genel prensibi şöyle vermektedir : Boşanma iki kezdir. Bunun ardından ya iyilikle tutmak ya da güzelce serbest bırakmak gerekir. Çoğu kimseler Allah'ın bu hükmü için parantez açarak kadını salıvermek sözünü sokmuşlardır. Bu haksızlığa yer vermeden baktığımızda ayetin boşama yetkisini hiçbir cinse özgülemeden ortada bıraktığını görürüz. Bunun zorunlu sonucu ise; bu hakkın, nikâha iradeleri ile vücut veren taraflardan her ikisine de tanınmış olduğudur... Andığımız ayetin daha sonraki cümleleri, boşama konusunu erkek açısından düzenlemektedir. Bu sonraki düzenlemeye bakarak ayetin birinci kısmında konan genel prensibi, erkeğin yetkisi haline dönüştürmek bir saptamadır. Boşama hakkının kadına da tanınması Kur'ân'ın ruhuna en uygun şekildir.

Kur'ân'ın boşanma konusunda getirdiği yöntemi özetlersek: 1- Eşlerden her biri ötekini boşayabilir. Her boşama sonunda kadın iddet bekleyecektir. 2-Boşanma işleminin ne kadar sürdüğü önemli değildir. Meselâ bugünkü şartlarda boşanma davaları aylar, bazen yıllar sürmektedir. Bu önemli değildir. Boşanma kararının alındığı anda bir talak (boşanma) doğmuş olur. Kur'ân, talak sayısından bahsediyor, bunun gerçekleşme süresine ve şekline değinmiyor. 3- Birinci talaktan sonra eşlerin birbirine dönme imkanı vardır. Bu imkanı kullanmadıkları takdirde 2. talak aşaması başlar. Onun ardından da birbirlerine dönmezlerse nikâh bitmiş olur. Bu durumda kadın bir başka erkekle evlenip, normal sebepler yüzünden ondan ayrılmadıkça eski kocasıyla tekrar evlenemez. (Bakara 230,232)

Üçüncü defa boşanan kadın muvazaalı(yapay) bir erkeğe verilip, o erkek tarafından boşanır ve böylece eski kocasına dönme hakkını elde eder ki buna hülle denir. Bu iğrenç oyundur. Hz. Peygamber bu oyuna yeltenerek Allah'ın dinini dejenere edenleri lânetlemiştir. Kur'ân açısından bakıldığında bu oyunla gerçekleştirilen nikâh da, boşanma da geçerli değildir.
( Bkz. Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk. Kur'ân'daki İslâm-Say.436-438 )

KOCASI ÖLEN KADINLAR

2/234-235 : İçinizden ölenlerin, geriye bıraktıkları eşleri, dört ay on gün beklerler. Süreleri bitince artık kendileri için uygun olanı yapmalarında size bir günah yoktur... İddet bekleyen kadınlara evlenme isteğinizi üstü kapalı bir biçimde bildirmenizden, yahut içinizde tutmanızdan dolayı size bir günah yoktur. Allah, sizin onları anacağınızı, unutmayacağınızı bilmektedir. Bu sırada onlarla, örfün normal göreceği sözlerle konuşma dışında gizli bir buluşma için anlaşmayın...

Ayet, kocaları ölen kadınların dört ay on gün bekledikten sonra yeniden evlenebileceklerini belirlemektedir. Bu müddetten daha fazla yas tutmak dinimizce doğru değildir. Belirtilen zaman içinde hanımların gebe olup olmadığı da belli olur. Ancak gebe iseler çocuğunu doğuruncaya kadar beklerler. Talâk 65/4 : «...Gebe olan kadınların ise yüklerini (çocuklarını) bırakmalarına kadardır. » Bundan sonra örfe uygun şekilde yaşamlarını sürdürmelerinde, süslenmelerinde, evlenmelerinde bir sakınca yoktur.

Kadın dört ay on gün sonra evlenebilir. Ancak evlenmek istemez ise bir yıl süre ile de bu evde kalabilir ve kocanın mirasçıları da onun geçimini sağlamak mecburiyetindedirler. Bakara 2/240 : «İçinizden ölüp de geriye eşler bırakan kimseler, eşlerinin evden çıkarılmaksızın, bir yıla kadar geçimlerinin sağlanmasını vasiyet etsinler. Şayet kendileri çıkarlarsa, kendileri hakkında uygun olanı yapmalarında sizin için bir günah yoktur... »



GENEL KONULAR

Sürekli oluşumlarla değişen toplumumuzda iletişim, bilim ve teknoloji gelişmiş; farklı inanç ve kültürler ile temas kurulmuştur. Günlük yaşamda da yeni konular ve sorunlarla karşılaşılmış, halkımızda da bazı ilginç olanlarını merak ve öğrenme isteği doğmuştur. Örneğin ruh çağırma, reenkarnasyon, falcılık v.s. çok dikkat çekici bulunmaktadır. Acaba bu hususlara İslâmiyet'in bakışı nasıldır, Kur' ân-ı Kerîm'deki yasalar ile uygunluk gösteriyor mu? Tüm bunları inceleyerek bilgi vermek kaçınılmaz olmuştur. Bu ilgi çekici konular beş başlık altında toplanabilir :



A) Büyü - Büyücülük
B) Cin - Cincilik
C) Yıldız ve Burç Falı
D) Ruh - Ruh Çağırma
E) Reenkarnasyon


BÜYÜ-BÜYÜCÜLÜK

Arapçası sihir demek olan büyü; bazı kabiliyet ve bilgileri kötü amaçla kullanarak insanları etki altına alma, onlardan hile ile çıkar sağlamaya yönelik uğraşıdır. Kâhinlik, falcılık, cincilik gibi faaliyetlerin en kötüsü olan büyücülük, ülkemizde de yaygın ve kârlı bir sektör durumundadır. Kur'ân'ı Kerîm'de de büyü; bilhassa Hz. Musa ile Firavun kıssasında detayları ile verilmiş, büyücülerin yaptıkları hünerlerin nasıl boşa çıkarıldığı, onların kötü ve aşağı durumdan kurtulamayan yalancı ve düzenbazlar olduğu vurgulanmıştır. İslâmiyet; her türlü büyücülüğün öğrenilmesini, yapılmasını büyük günahlardan saymış ve bu uğraşıyı kesin olarak yasaklamıştır.

Büyücülük çok eski devirlerden beri yapılmakta ve birçok türleri de bulunmaktadır. Gildânî Büyüsü (Yıldız Büyüsü), Güçlü Ruh Sahiplerinin Büyüsü, Cincilik en ünlülerindendir. Kur'ân; büyü satıp onunla çıkar sağlayan kimseler olduğunu, kadın ile kocanın arasını açacak büyüler yapıldığını, ancak Allah'ın izni olmadıkça büyü ile kimseye zarar verilemiyeceğini açıklamaktadır. Büyünün etki ve tesirinde kalınsa bile. büyücülük ile uğraşanlardan yardım istemek, ancak onların hazırladıkları tuzaklara düşülmesine, parasal kayıplara uğranılmasına sebep olur. Büyüden, kötülük ve sıkıntılardan kurtulmanın tek ve mutlak yolu, Yüce Allah'a sığınarak dua etmek ve yardım dilemektir. Felâk Suresinde şöyle buyrulmaktadır 113/4-5: « ...Düğümlere üfleyen büyücü kadınların kötülüğünden, kıskandığı zaman hasetçinin kötülüğünden Allah'a sığınırım. »

BÜYÜDEN ÇIKAR SAĞLAYAN KÂFİRLER

2/102 : Süleymanın mülk ve saltanatı konusunda onlar, şeytanların uydurdukları sözlere uydular. Oysa Süleyman (büyü yaparak) küfre sapmamıştı. Fakat o şeytanlar küfre sapmıştı; insanlara büyüyü öğretiyorlardı. Ve Babil'de Hârut ve Mârut adlı iki melek üzerine indirileni de halka öğretiyorlardı. O iki melek ise : « Biz, ancak bir imtihan aracıyız, küfre sapma » demedikçe hiç kimseye birşey öğretmiyorlardı. İnsanlar o büyücülerden erkekle eşinin arasını açacak şeyleri öğreniyorlardı. Ancak, Allah'ın izni olmadıkça büyü ile kimseye zarar veremezlerdi. Onlar kendilerine zarar vereni, yarar vermeyeni öğreniyorlardı. Yemin olsun ki, büyüyü satıp onunla çıkar sağlayanın, ahirette hiçbir nasibi olmayacağını çok iyi biliyorlardı. Vicdanlarını sattıkları şey ne kötüdür, keşke bunu bilselerdi!



Hz. Dâvud'un oğlu olan Hz. Süleyman'a; Yüce Allah'ın lütfu ile rüzgârlara, hayvanlara ve cinlere hükmetme ilmi verilmişti. O, ayni zamanda İsrailoğulları'nın da hükümdarıydı. Devrin en görkemli binası olan Süleyman Tapınağı'nı, M.Ö.825 yılında Kudüs Şehri'nde yaptırmıştı. O zamanın bazı zayıf karakterli Yahudi'leri; şeytan ruhlu kimselerin söylediklerine inanarak Hz. Süleyman'ın mülk ve saltanatını sihir yoluyla elde ettiğini zannediyor ve onun bir büyücü olduğuna inanıyorlardı. Oysa Hz. Süleyman ne büyü yapmış ve ne de kâfir (gerçeği örten, iman etmeyen) olmuştu. Bilâkis o, Allah'ın lûtuf ve rahmetine erişerek yücelmiş bir kuldu. büyük bir Peygamber'di.

Büyü; tabiat kanunlarına aykırı sonuçlar elde etmek iddiasında olanların başvurdukları gizli işlem ve davranışlardır. Başka bir ifade ile; bazı insanlarda bulunan kabiliyet, bilgi ve kuvvetleri kötülüğe ve çıkarcılığa yönelik kullanma uğraşısıdır. Onların Allah korkusu ve imanları yoktur. Yaptıkları hünerler ile insanlara etki yaparak menfaat sağlamayı meslek edinmişlerdir. Büyücülerin sergilediği gösteri ve hokkabazlığın bir kısmı gerçek ile hile karışımı, bir kısmı ise tamamile yalana dayalıdır. İslâmiyet'te; Kur'ân'ın verileri ve Hz. Peygamber'in Sünnet'i ile büyünün öğrenilip uygulanması kesin olarak yasaklanmıştır.

Yüce Allah; insanların her türlü ilim ve bilgiye sahip olmalarını dilemiş, büyücülüğe dayalı temel bilgileri de iyiliğe mi yoksa kötülüğe mi kullanacaklarını sınamak istemişti. Bunun için Mezopotamya'daki Bâbil Şehri'nde, Hârût ve Mârût isimli iki meleği, bu bilgileri ilham yoluyla halka öğretmeleri için görevlendirmişti. İlham, Allah veya meleklerden kalbe gelen mana demektir. Melekler: «Biz bir imtihan aracıyız, bilinmeyen bazı gerçeklerin oluş kanunlarını öğrenerek onları iyi yollarda kullanın, büyü gibi kötülüğe de vasıta yapmayın.» uyarısı ile insanlara bilgi veriyorlardı. Bilgi ve ilim mutlaka çok değerlidir. İlim ne kadar büyük ve etkili olursa olsun, o nisbette iyiliğe de kötülüğe de kullanılabilir. Örneğin insanlara sonsuz faydalar sağlayan elektriğin, canlıları yok etme aracı olarak kullanılması, ne büyük bir cinayettir. Hastalıkları tedavi eden panzehir, ölümcül olan zehirden yapılmıyor mu? İlim, ancak hayırlı işlerde kullanıldığı zaman, Yüce Allah'ın rızası ve rahmeti kazanılır. Zilzâl 99/7-8 : «Kim bir zerre miktarı hayır üretmişse onu görür ve kim bir zerre miktarı kötülük üretmişse onu görür.»

«Büyü satıp onunla çıkar sağlayan kimseler» Bâbil Şehri'ndeki insanlara büyü yapmayı öğrettikleri gibi, ayrıca iki meleğin iyi ve hayırlı işlerde kullanılması için ilham yoluyla verdikleri bilgilerin de ilâvesi ile sihir yaparak kendilerine menfaat sağlıyorlardı. Hârût ve Mârût ismindeki meleklerden öğrenilen bir takım bilgi ve kanunları, şeytanî fikirle kötüye kullanılınca, büyü çok etkili oluyordu. Bilhassa kadın ile kocanın arasını açacak büyüler yapılıyor, bunların büyük etkisi ruhlar üzerinde görülüyordu. Gönüller kararıyor, düşünceler çelişiyor, ahlâk çökertilerek cemiyetlerin de bozulmasına sebep oluyordu.

«Allah'ın izni olmadıkça BÜYÜ ile kimseye zarar veremezler.» Ayet ile çok önemli bir yasa açıklanmaktadır. Yaratıcı Kudret'in yaratmasıyla meydana gelen her olan şey bir gizli sebebin neticesidir. Tegabûn 64/11: «Allah'ın izni olmadıkça hiçbir musibet (felâket) gelip çatmaz...» İnsanlar, melekler, cinler v.s. bütün varlıklar Allah'ın yaratmasıyla meydana gelmiş kullardır. Yüce Yaratıcı' nın izni olmadan hiçbir iş olmaz, hiçbir büyü yapılamaz, bir yaprak bile düşmez. Enam 6/59: «...Allah'ın bilgisi dışında bir yaprak bile düşmez...» Kur'ân, Ahzâb 33/3 de şöyle buyurmaktadır : «Allah'a tevekkül et. Vekil olarak Allah yeter.» Şu halde büyü tehlikesine karşı Yüce Allah'a sığınmalı ve dua ederek yakarışta bulunulmalıdır.

BÜYÜCÜLER gaybı bilmezler. Gayb, his ve akıl ile bilinmeyen şeydir. Kıyamet zamanı, insanın geleceği, insanın nerede öleceği bilgisine mutlak gayb denir ki, bu sır hiçbir yaratılana verilmemiştir. Lukman 31/34 : O kıyamet saatine ilişkin bilgi Allah katındadır... Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilmez ve hiç kimse hangi yerde öleceğini bilmez. Her şeyi bilen, her şeyden haberi olan yalnız Allah'tır. Peygamberlere dahi verilmeyen gayb bilgisini; büyücülerin, falcıların bildiklerini iddia etmeleri ne kadar gülünç ve gerçek dışıdır.

Bugün Ülkemizde de büyü, çok kazançlı bir sektör haline gelmiştir. İnsanlardaki bilinmeyene ve gizliliğe olan tabii merak nedeni ile, dini bilgisi zayıf olan kimseler sömürülmektedir. Büyü yaptırmak veya ondan kurtulmak için, bu işleri meslek edinmiş ve kendisine hoca süsü veren veya medyum (ruhlarla insanlar arasında aracı) olduğunu iddia eden bazı kimselere gidilerek yardım istenmektedir. Büyücü ve falcıların; zorda kalmış bu zavallı insanlara hiçbir yardım yapamazlar, ancak onları tuzaklarına düşürürler, sıkıntılarına sıkıntı kattıkları gibi, parasal yönden de ciddi kayıplara uğratırlar. Onların bazıları, sadece telepati ile insanın düşüncelerini ve geçmiş bazı olayları algılayabilme kabiliyetindedir. İşte bu özellikleri ile müşterilerini etkileyerek, her şeyi bilecekleri inancını verirler. Eğer onlar bilinmeyeni ve geleceği bilmiş olsaydılar örneğin Borsa, Milli Piyango, Spor Toto gibi şans oyunlarına yapacakları yatırımlarla süper zengin olurlardı. Yüce Allah'ı bırakıp da kendilerine dahi hiçbir faydası olmayan büyücülerden yardım ve şefaat istemek, şirk (Allah'a ortak koşma) dır ki bu da Allah katında çok büyük bir günahtır. Fatiha 1/5 : «Yalnız Sana ibadet ederiz ve Senden yardım dileriz. » Yine Kur'ân-ı dinleyelim. Nisa 4/116-117 : «Allah, kendisine ortak koşulmasını affetmez...Böyle yapanlar Allah'ı bırakıp, kendisine hiçbir hayrı dokunmayan ŞEYTANA tapmış olurlar.»



BÜYÜCÜNÜN KÖTÜLÜĞÜNDEN ALLAH'A SIĞINIRIM

Felâk Sûresi 113/1-5 : De ki: Sığınırım ben, karanlığı yarıp sabahı ortaya çıkaran Rabbe, yarattıklarının kötülüğünden (şerrinden). Karanlık bastığı zaman gecenin kötülüğünden, düğümlere üfleyen BÜYÜCÜ kadınların kötülüğünden, kıskandığı zaman hasetçinin kötülüğünden.



Karanlıklardan, büyücülerden, hasetçilerden ve her türlü varlıkların kötülüğünden (şerrinden) Allah'a sığınılması emredildiği için, Kur'ân-ı Kerîm'in son iki suresine Sığındırcı Sureler denmektedir. Her ikisinin de ayni zamanda indiği hususunda İslâm bilginlerince kabul edilir.

Düğümlere üfleyen BÜYÜCÜ kadınların şerrinden Allah'a sığınırım. Eski Arap toplumunda bugün de olduğu gibi, daha ziyade kadınlar büyücülük ile meşgul oluyor, okuyup üfleyerek iplere düğüm bağlıyorlar, buna kara büyü de deniliyordu. Kadın ile kocanın arasını açıyor, etki altına aldıkları insanları yönlendirerek, onlara türlü zararlar veriyorlardı. Sihir ve büyücülüğü yapan ve yaptıran kimse, Allah katında lânetlenmiş ve ceza görmeleri de hak olmuştur. Büyü, yalnızca düğüm atıp üfleyerek veya başka usuller kullanılarak yapılmaz. Örneğin bir erkeği baştan çıkararak onu kötü yola sürükleyen bir kadın veya bir kadını baştan çıkararak onu kötü yola sürükleyen bir erkek de bir nevi büyücüdür. Onlardan kurtulmanın tek yolu, Felâk Sûresi'nin vurguladığı gibi Yüce Allah'a sığınmaktır.

Yüklə 0,5 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   12




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin