Osmanlica lügat



Yüklə 11,57 Mb.
səhifə144/181
tarix17.11.2018
ölçüsü11,57 Mb.
#83297
1   ...   140   141   142   143   144   145   146   147   ...   181

SELBUB Bir dere.

SELC (C.: Süluc) Kar.

SELC Yutmak.

SELCEM (C.: Selâcim) Uzun, tavil.* Uzun ok. şalgam.

SELEB Yemen vilâyetinde yetişen bir ağacın kabuğudur. Ondan ipler ve urganlar yaparlar. * Kişinin malı mülkü ve metâı.

SELECAN Yutmak.

SELEF (Self) Eskiden olan. Evvelce bulunmuş olan. * Yerine geçilen. * Önde olmak, ileri geçmek. * Eski adam.

SELEF-İ SÂLİHÎN Ehl-i Sünnet ve Cemaat'in ilk rehberleri: Tabiîn ile Ashabın ileri gelenleri ve Tebe-i Tabiînden olan müslümanlar.

SELEFİYE İtikadca Ehl-i Sünnet Mezhebi üzerinde olan Sahabe ve Tâbiîn'in gittikleri yol. Ve bu yolda giden fakihler, muhaddisler ve bu mezhebden olanlar. * Cenab-ı Hakk'ın varlığında ve diğer hususlarda Kur'an-ı Kerim aşikâr ne söylemiş ise aynen kabul edenler. Bunlara "Eseriyye" de denir.

SELEL Helâk olmak, mahvolmak.

SELEM Diş gediği.

SELEM Teslim etmek. * Ayıplardan uzak olmak. * Selef. * Peşin para ile veresiye mal alma.

SELENKA' Yıldırım.

SELENTAH Geniş, açık yer.

SELF Yeri düzeltmek. *Büyük dağarcık.

SELFA' Bahadır. Kahraman ve cesâretli kimse. * Yüzsüz, utanmaz, hayâsız, kötü kadın. * Kuvvetli deve.

SELFE Ahmak. * Kurt.

SELG Ayırmak. * Yarmak.

SELH Soyma, deri soymak. * Her ayın son günü. * Bir yerden bir şeyi çıkarmak.

SELHA Kıyamet günü.

SELH-HANE f. Hayvan kesilip yüzülen yer. Mezbâha. (Bu kelime galat olarak, "salhâne" şeklinde kullanılır.)

SELİB Soyulmuş, giderilmiş, alınmış. * Tıraş olunmuş. * Aklı başından alınmış.

SELİF Eski zamanda geçmiş olan.

SELİHA Kabuk. * Soyulmuş veya bozulmuş şey. * Tarçın yerine kullanılan bir ağacın adı.

SELİK Arpa, buğday ve bunlara benzer hububatın yarması.

SELİKA Güzel söz söyleme ve yazma istidadı.

SELİKA Üstüne binen kişinin, ayaklarını sallamasından dolalyı, devenin yanlarında meydana gelen ayak izleri. * Tabiat.

SELİL Netice, semere. * Yeni doğmuş erkek çocuk. * Büyük, geniş dere.

SELİL-İ MEYYİT Ölü olarak doğmuş çocuk.

SELİLE Yeni doğmuş kız çocuğu.

SELİM(E) (Selâmet. den) Sağlam, kusursuz. Refah ve selâmet üzere bulunan.

SELİM-ÜL KALB Temiz kalbli.

SELİS Selâsetli. Fasih ve beliğ olan. Düzgün ve akıcı ifade.

SELİS Kolay, yumuşak. * Boyun eğmiş, bağlı.

SELİT Kahredici, galebe edici. * Susam yağı. * Kötü sözlü şerli kimse. Ağzı bozuk. * Zeytinyağı.

SELK Çekmek veya çekilmek. * Gitmek. * İthal etmek, içeri sokmak, girdirmek.

SELK Bir yerden haber getirmek. * Yumurtayı rafadan pişirmek. Bir kimseyi başı üstüne bırakmak. * Katı ve sert söylemek. * Çağırmak.

SELKA' (C.: Selâki) Otsuz, susuz ve ıssız yer.

SELL Yavaşça çekip sıyırma. Sıyrılma. * Çıkarma, çıkarılma. Çekme, çekilme.

SELL-İ SEYF Kılıç çekme.

SELLAC Buzcu, buz satan adam.

SELLAH (Selh. den) Kasaplık hayvan kesen veya yüzen.

SELLAT (Selle. C.) Sepetler, seleler.

SELLE Koyun ve keçi sürüsü. * Yıkmak, hedm. * Kuyu içinden çıkartılan toprak.

SELLE (C.: Sellât - Silâl) Sepet, sele.

SELLEBÂF f. Sepet, küfe vs. ören kimse. Sepetçi.

SELLEME "Selâm ve selâmet versin, kusur ve ayıptan hâli ve beri eylesin" meâlinde duâ.

SELLEMEHÜSSELAM Gelişi-güzel. Rastgele.

SELM Barış, sulh. İtaat. Tek kulplu kova. (Bak: Silm)

SELMAN-I FARİSÎ İran'ın İsfahan şehrinde doğmuş olan büyük bir sahâbe. Evvelce ateşperestti, sonra Hristiyan oldu. Daha sonra papazların nasihatiyle İslâmiyetin geleceğini anlamıştı ve arıyordu. Yeni Peygamber'e (A.S.M.) kavuşmak için Şam'dan Hicaz'a geldi ve orada kendisini köle yaptılar. Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm Medine'ye geldiğinde müslüman oldu ve Resulullah onu satın alıp azad etti. İslâmiyete çok hizmetleri vardır. (R.A.)

SELME Rahne, gedik.

SELMEC (C.: Selâmic) İnce uzun demir.

SELMET (SİLMET) Taş.

SELS Akmak, seyelân.

SELS Beyaz boncuk dizilen iplik.

SELSAL Hafif soğuk, tatlı ve lezzetli su.

SELSEBİL Cennet'te bir çeşme veya ırmak. * Mc: Tatlı, lâtif, leziz su.

SELSEL Tatlı ve yumuşak su.

SELSELE Ulaştırmak, vardırmak. * Zincir örmek.

SELT Karın gürüldemesi.

SELUB (C.: Süleb) Müddeti tamam olmadan yavrusunu düşüren deve.

SELUC Rahat olmak. Mutmain olmak.

SELUF Suya gelen develerin dâima önlerinde gelen deve.

SELUK Yemen vilâyetinde bir köydür ve "kilâb-ı selukiyye" denilen büyük köpekleriyle meşhurdur.

SELUKİYYE Kaptan kamarası.

SELUL Ölü olarak doğmuş çocuk.

SELV Kanaat vermek.

SELVA Bal, asel. * Bıldırcının büyüğü.

SELVET Kalb rahatı. Gönül rahatı.

SEM' İşitmek. Kulak ile dinlemek. * Kurdun sırtlandan olan eniği.

SEM'-İ HAMİYET Hamiyet kulağı, insaf ve hakperestlikle dinleyiş.

SEM'-İ HİKMET Hikmetli sözleri dinlemek. Hikmetten ibret ve ders almak. En hayırlısına tabi olmak.

SEMA Gök yüzü. Asuman. Gök. * Her şeyin sakfı. * Gölgelik. * Bulut ve emsali örtü.(Resul-i Ekrem'den (A.S.M.) şöyle rivayet olunmuştur. Sema'ya uruç buyurdukları zaman kale burçları gibi bir mevkide bir takım melâike görmüştü. Bunlar birbirlerinin yüzüne doğru, mütekabilen yürüyüp gidiyorlardı. Bunlar nereye gidiyorlar diye Resul-i Ekrem (A.S.M.) Cebrâil'e (A.S.) sordu. Cebrâil: Bilmiyorum. Ancak yaratıldığımdan beri ben bunları görürüm ve evvel gördüğümün bir tânesini bir daha görmem dedi. Onlardan birine, ikisi birden: "Sen ne zaman halk olundun" diye sordular. O da: "Bilmiyorum. Ancak Cenab-ı Hak her dörtyüz bin senede bir yıldız halk eder. Ben yaratıldığımdan beri de dörtyüz bin yıldız halk etti" diye cevap verdi. Melâikenin kesretini ve kudret-i ezeliyenin vüs'at-ı tecelliyatını anlamalı... E.T.)

SEMA' İşitmek, kulakla dinlemek. * Mevlevilerin zikir esnasındaki dönüşleri.

SEMA' Yağlı yemek yedirmek. * Baş yarmak. * Ekmeği terid etmek. * Sakalı boyamak.

SEMAAN (Semaen) İşiterek, dinleyerek, dinlemek suretiyle.

SEMAAT Dinlemek, kulak vermek.

SEMACET Kötü görünüş, çirkinlik. * Söz çirkinliği. * Kabahat.

SEMACET-İ İBTİDA Sözün başlangıcındaki çirkinlik.

SEMAD Davar tersi. * Gül.

SEMADİR Sarhoşluk vaktinde veya uyku geldiğinde göze ârız olan zayıflık.

SEMAEN İşiterek, duyarak.

SEMAHAT Cömertlik. İyilik severlik. El açıklığı.

SEMAHİC Deniz içinde bir alanın adı.

SEMAÎ İşitmekle öğrenilen. İşitmeğe dair ve müteallik. * Gr: Bir kaideye bağlı olmayan, işitilmekle öğrenilen.

SEMAÎ MÜENNES Bir kaideye bağlı olarak müennes işareti olmayıp kelimenin aslında müenneslik var gibi kabul edilen ve işitilmekle öğrenilen müennes kelime. (Bak: Müennes-i semaî)

SEMAKİL "Somak" ve "tadım" denilen ekşi taneler.

SEMALE (C.: Simâl) Kap veya havuz dibinde olan artık. * Tereyağı. *Araptan bir kabile.

SEMA'MA' Küçük başlı. * Yular.

SEMAME (C.: Semâm) Bir nevi kuş. * Sür'atle yürüyen dişi deve.

SEM'AN Dinliyerek. * İşiterek, duyarak.

SEMAN Sekiz.

SEMAN-AŞER Onsekiz.

SEMANE f. Tavan. * Bıldırcın.

SEMANET Semizlik, yağlılık, besililik.

SEMANÎN Seksen. 80

SEMANİYE Sekiz. 8

SEMANÛN Seksen. 80

SEMAPARE f. Gök parçası.

SEMAR Meyva, yemiş.

SEMAR Duru süt.

SEMARUG Başı yumru yumurta gibi olan mantar.

SEMASİRE (Simsar. C.) Simsarlar, komisyoncular, tellâllar.

SEMAVAT (Sema. C.) Gökler, semalar.

SEMAVE Örtü. * Şam yolunda bir bâdiyenin adı.

SEMAVÎ Gökle alâkalı, semaya dair ve müteallik. * İnsan eseri olmayan, vahiyle gelmiş bulunan.

SEMAVİYYÂT Semavî olan şeyler.

SEMBOL Fr. Kararlaştırılmış bir mânası olan işaret. Bir mânanın şekil veya madde halinde gösterilmiş sureti.

SEMCER Çok su katılmış olan süt.

SEMDAR f. Zehirli.

SEMED Devamı gelmeyen sarnıç suyu.

SEMEHDER Geniş, bol, vâsi.

SEMEK Balık.

SEMEL Sarhoşluk.

SEMEL Eski kaftan, eski elbise.

SEMELE (SÜMLE) Kap dibinde kalan artık.

SEMELE (SÜMLE) Kap dibinde kalan azıcık su.

SEMEN Yağ. Erimiş tereyağı. (Bak: Simen)

SEMEN Baha, kıymet. Değer. Tutar. Satılan şeyin fiatı.

SEMEN-İ MİSL Ehl-i vukuf tarafından hakiki kıymetini tâyin etme.

SEMEN-İ MÜSEMMA İki tarafın isteğiyle değerlendirilen kıymet.

SEMEN-İ RÂYİC Geçer değer, o zamanki kıymeti, fiyatı.

SEMEN f. Yâsemin.

SEMEN-BU f. Yâsemin gibi kokan, yâsemin kokulu.

SEMEND f. Çevik ve güzel at.

SEMEN-FAM f. Yâsemin renkli, rengi yâsemin gibi olan.

SEMENÎ Tereyağı.

SEMER Geceleyin kıssa söylemek, hikâye anlatmak.

SEMER(E) Meyve, yemiş mahsul. Verim. Netice.

SEMERÂT (Semere. C.) Meyveler, faydalar. Kârlar. Menfaatler.

SEMEREDÂR f. Verimli, semereli, kârlı. * Yemiş veren.

SEMERE-İ FUÂD Gönül meyvası. * Mc: Evlâd, çocuk.

SEMERREC(E) Üç defa haraç çıkarmak.

SEMERTUL Uzun, tavil.

SE'MET Kederli olmak. Melül olmak. * Bıkmak, usanmak.

SEMG Yarmak.

SEMH Cömertlik, keremli olma.

SEMHA Kolaylık, sühulet.

SEMHAC Arkası uzun olan at ve eşek.

SEMHAK Yağmursuz bulut.

SEMHEC Yağlı tadı azmış süt.

SEMHER Eskiden süngü ağacı yapan bir kimsenin adı. (Ona nisbet edip "rumh-i semherî" derler.)

SEMHUK Uzun, tavil.

SEMİ' İşiten, duyan. * Fık: Allah'ın (C.C.) insanlar gibi zamana, âlete muhtaç olmayarak her şeyi işitmesi ve duyması. (O'nun işitip duyamıyacağı hiç bir şey yoktur.)

SEMİ-İ MUTLAK Her şeyi şeksiz, şüphesiz, mutlak surette işiten Allah (C.C.).

SEMİ-ÜD DUA Duayı işiten Allah (C.C.).

SEMİC (Semc) Çirkin, kötü görüşlü.

SEMİK (C.: Esmika-Sümuk) Zelve. (Öküzün boynuna takılır.)

SEMİL Sarhoş.

SEMİLE Artmış, artık şey. * Dere içinde kalan su artığı.

SEMİN (Semine) Çok değerli, pahalı, kıymetli.

SEMİN Semiz. Eti yağı bol.

SEMİ'NA VE ATA'NA " İşittik ve kabul ettik, itaat ederiz, baş üstüne" meâlindedir.

SEMİR Meyvalı, yemişli. Meyva veren. * Sinici olan su.

SEMİR Arkadaş, refik. * Gece anlatılan kıssa ve hikâye.

SEMİRE Kaymağı çalkalayıp bir yere toplamadan evvel üstünde görünen yağ parçaları.

SEMİT Temiz pişirilmiş olan kebap. * Arınmış, temizlenmiş ve pâk olmuş. * Doldurulmuş bağırsak. * Birbiri üstüne yığılmış kiremit. * Bir kat sahtiyan.

SEMİY Aynı isimde olmak. Adaş, hemnâm.

SEMİYYE Yüce, yüksek, refia.

SEMİZ t. Eti, yağı bol. Besili.

SEML (c.: Esmâl) Sulh etmek, barışmak. * Göz çıkarmak. * Pâk edip temizleyip arıtmak.

SEMLAH Tadı azmış olan yağlı süt.

SEMLAK (C.: Semâlik) Düz, yüksek yer.

SEMM (Simm - Sümm) (C.: Sümum) Delik.

SEMM-ÜL HIYAT İğne deliği.

SEMM Zehir, ağu.

SEMM-İ KATİL Öldürücü zehir.

SEMM Cem' etmek, toplamak. * İyi etmek.

SEMMAK Balıkçı.

SEMMAN Süzme yağ yapan. Hâlis yağ yapan veya satan kişi.

SEMMDAR f. Zehirli.

SEMMÎ (Semmiye) Zehirle alâkalı. Zehirli.

SEMN Semizlik, beslilik, yağlılık. * Tereyağı.

SEMPATİ Fr. Cana yakınlık, sıcak kanlılık. * Tıb: Her omurilik boyunca olan sağlı sollu yirmi üç boğumdan geçen iki paralel ağ şeklinde sinir sistemi.

SEMRA (Müe.) Esmer. Kumral renkte olan.

SEMRA' Yemişli ağaç. Meyveli ağaç.

SEMRE (C.: Semür-Semürât) Sakız ağacı.

SEMSAK Yâsemin.

SEMSAM Eline ne alırsa kıran.

SEMSAM (C.: Semâsim) Hafif edepsiz kişi. * Aceleci kimse.

SEMSEM Tilki. * Bir yerin adı.

SEMSERE Bir kimsenin elbise ve kumaşını satıvermek.

SEMT Yön, taraf, cihet. * Koz: Açıklık.

SEMT Paklık, nezâfet, temizlik.

SEMUD (Sümud) Kur'anda ismi geçen bir kavim adı. Sâlih Peygamber'in kavmi.

SEMUH (Semahat. dan) Çok cömert.

SEMUM Zehirli şey. * Sam yeli. * Gündüz vakti sıcak çölde esen pek sıcak rüzgar olup, bitki ve hayvanları mahveder.

SEMUNYUN Yaban kerevizi.

SEMURE Dikenli bir ağaç. * Sakız ağacı.

SEMÜVV Ad koymak, isim vermek.

SENA Medihle tarif. Medhetmek, övmek.

SENA Şimşek parıltısı. * Ulviyet. Yükseklik. * Aydınlık. * Bir ot ismi.

SENAA Cemali güzel.

SENABİK (Sünbük. C.) At ve katır gibi hayvanların tırnakları.

SENABİL Sünbüller. Başaklar.

SENA'BUK Kötü kokulu bir ot.

SENAGÛ f. Medheden, öven, sena eden.

SENAF Deve bağlanan ip. * Deve göğüsü.

SENAHAN f. Medheden, alkışlayan, öven.

SENAKÂR f. Öven. Medheden.

SENAKÂRANE f. Senakârlıkla. Övercesine. Medheden birine yakışır şekilde.

SENAM (C.: Esnâm-Esnime) Deve hörgücü. * Her nesnenin yücesi, yükseği.

SENAN Parlak, ziyâdar, ışıklı.

SENANİR (Sinnevr. C.) Kediler.

SENAVER f. Medheden, öven.

SENAVERÎ f. Birisini medhedene, övene ait. Senakârane.

SENAYA Öndeki dört dişler, ön dişler.

SENBER Her umuru bilen, her işten anlayan.

SENBOL (Bak: Sembol)

SENC f. Ölçen, tartan, değerlendiren.

SENCE (C.: Senecât) Terazi taşı.

SENCEREF Sülügen adı verilen kızıl taş.

SENCİDE f. Ölçülmüş, tartılmış, değerli. * Tam yerinde söylenmiş söz.

SENCİLAT Bir cins koku.

SENCİLEYİN Senin gibi.

SENDEL f. Sandal. * Sandal ağacı.

SENDERE Büyük kile. * Ok yapılan bir nevi ağaç. * Sür'at, hız.

SENDÜVE (C.: Senâdâ) Meme.

SENE Yıl.

SENE-İ EFRENCİYE Efrenci (Frenkler, Avrupalılar) takvimine göre yılbaşı Ocak'tan başlayan milâdi sene.

SENE-İ HİCRİYE Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâmın Mekke'den Medine'ye hicreti başlangıç sayılan ve Muharrem 1'den başlayan sene. Bu sene-i Kameriye (kamer yılı), Zilhicce ile biter, 354 veya 355 gün sürer.

SENE-İ KUR'ANİYE (Bak: Eyyam-ı Kur'aniye)

SENE-İ MÂLİYE 1 Mart'tan itibaren başlaması Mâliyece kabul edilen yıl.

SENE-İ MİLÂDİYE Kânun-i sâni (Ocak) 1'de başlayan sene. Milâdi sene.

SENE-İ RUMİYE Garp Milâdi takvimini yani Efrenci takvimini kabul etmemiş olan Şark Hristiyanları için 14 Ocak tarihinden başlayan ve eskiden 1 Mart tarihinde başlayan Rumi sene.

SENE-İ ŞEMSİYE 22 Mart'tan ertesi senenin 21 Martına kadar süren İranlıların milli takvimine göre olan nesne.

SENEB(E) Zamandan bir parça.

SENE-BE-SENE Yıldan yıla, seneden seneye seneler geçtikçe.

SENED Kuvvetli olabilecek söz. * Tapu. * Üzerine dayanılacak ve itimad edilecek şey. Mutemed. Melce'. * İki kişi veya çok kimseler arasındaki anlaşmayı tesbit eden ve karşılıklı imzalanan kâğıt, vesika.

SENED-İ HÂKANÎ Tapu senedi.

SENED-İ MÜSBİT İsbat edici senet.

SENED-İ RESMÎ Resmen tasdikli senet, resmî senet.

SENEM Yüce olmak, yükselmek. * Uzamak.

SENEN Yol, tarik.

SENER (C.: Senânir) Kedi. * Ulu kişi. * Boğaz kemiği. * Kuyruk sokumu.

SENETEYN İki yıl. İki sene.

SENEVAT (Sene. C.) Yıllar, seneler.

SENEVÎ Seneye ait. Bir yıl içinde olan. Senelik. Seneye mensub.

SENG f. Taş, hacer. * Vezin. Tartı ve temkin. * Sıklet. * Beraberlik. * Ağırlık.

SENG-İ AS-YÂB Değirmen taşı.

SENG-İ HARA Pek sert taş, kaya.

SENG-İ KABİR (Seng-i mezar) Mezar taşı.

SENG-İ KAZA Kaza taşı. Belâ, musibet.

SENG-İ MUSALLÂ Musallâ taşı. Namaz kılınmak için cenaze konan taş.

SENGDİL (C.: Sengdilân) f. Taş yürekli, merhametsiz, acımaz.

SENG-ENDAZ f. Taş atan. Dokunaklı söz söyleyen.

SENGİN f. Taştan olan, taştan yapılmış.

SENGİSTAN f. Taşı çok olan yer. Taşlık yer.

SENGLAH f. Taşlık yer, taşı çok olan yer.

SENGPARE f. Taş parçası.

SENGSAR f. Taşlık yer.

SENGTRAŞ f. Taş yontucu, taş yontan sanatkâr.

SENGZAR f. Taşlık yer, taşı çok olan yer.

SENH Arız olmak.

SENİH Mübarek fiil, iyi ve güzel hareket.

SENİN Taşı kazıyıp yonttuklarında dökülen parçaları.

SENİNE (C.: Senayin) Kumdan tepe.

SENİY (C.: Sinâ-Seniyyât) Ön dişini burkan hayvan.

SENİYYE (Seniye) Yüksek. Çok mühim ve kıymetli, âli olan.

SENİYYE (C.: Senâyâ) Ön dişlerin birisi. * Sarp ve yokuş yerde olan yol.

SENKENDAZ Eski kalelerde kale dibine sokulan düşmana yukarıdan ağır taşlar vesaire atmak için altı açık cumba gibi çıkmalara verilen addır. Kale kapılarını müdafaa için üst taraflarına da böyle senkendazlar yapılırdı. (O.T.D.S.)

SENN Zırh çıkarmak. * Halinden döndürmek. * Koymak. * Keskinleştirmek. * Tasvir etmek. * Dökmek.

SENT Etin kokması.

SENUT Yere saçılan buğday.

SE-PA f. Üç ayaklı. Sehpâ.

SEPİD f. Ak, beyaz.

SEPİDE f. Tan vakti.

SEPİDEDEM f. Sabah aydınlığı.

SEPİDÎ f. Aklık, beyazlık.

SEPTİSİZM Fr. Fls: Müsbet veya menfi hiçbir kat'i hükme varamıyan ve dâim şüphe içinde olmayı kabul eden sapık felsefe sistemi. Şüphecilik. (Bak: Sofestaî, Sofizm)

SER f. Baş. Tepe. Uç. Nihayet. Zirve. Gaye. * Baş, başkan, reis.

SER-İ FRENK Avrupalıların, Frenklerin başı.

SER-İ MUY Pek az şey. * Kıl ucu.

SER-KÂTİB Başkâtip.

SE'R İntikam, öç almak. * Kin. * Kısas etmek.

SER' Yumurtlamak.

SER' Üzüm çubuğu. * Yaş ve taze çubuk. * Yumuşak bedenli yiğit. * Uzun boylu adam.

SERA Yer, toprak. Arz. * Malı çok olmak. Zengin olmak.

SERA' Yay yapımında kullanılan bir ağaç cinsi.

SERA f. "Şarkı söyleyen" mânasına gelir ve birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Nağme-serâ $ : Şarkı söyleyen, nağme söyleyen.

SERAB Şaşkın hâle gelme. Çorak yerlerde, çölde sıcak ve ışığın te'siriyle ileride, yakında yahut ufukta su veya yeşillik var gibi görünme hâdisesi.(Ey serab-ı gururu, şarab-ı tahur zanneden Said-i hodfuruş! Hikmet, hayr-ı kesir olduğunu işittin. Fakat yanlış yola gitmiştin. Şu kitab-ı kâinatın hikmetini maânisinde aramadın. Gittin nukuşunda taharri ettin. R.N.)

SERABİL (Sirbâl. C.) Gömlekler.

SERABİSTAN f. Serap yeri. (Fâni, bekasız dünyadan kinayedir.)

SERAÇE f. Küçük saray. Küçük konak. Saraycık.

SERADİK (Sürâdik) Padişaha mahsus çadır perdesi veya büyük sarayın perdesi. * Cibinlik tarzında yapılan perdeden oda.

SERADİKAT Padişaha mahsus perdeler.

SERAFİL (C.: Serâfilât) Şalvar. Don.

SER-AGAZ f. Yeniden ve baştan başlama.

SERAH Kıl taramak. * Halâs etmek. * Davar gütmek. * Eşini boşamak.

SERAHİN (Sirhân. C.) Yırtıcı hayvanlardan olan kurtlar.

SERAHOR Osmanlı İmparatorluğunun ilk devirlerinde ordunun bir yerden başka bir yere hareketinde yolların yapılması ile beraber ağırlıkların nakil vesairesi veyahut memleket içinde zelzele, deprem gibi bir âfetin vukuuyla harap olan yerlerin hemen tamir edilmesi işlerinde kullanılanlara verilen addır.

SERAİR (Sır. C.) Gizli şeyler, sırlar.

SERAİR-İ VÜCUD Yaradılış sırları.

SERAK Hırsızlık yapmak.

SERAMAC f. Boyunduruk.

SER-AMED (C.: Ser-âmedan) f. İleri gelen, başta bulunan.

SER'AN Evmek, acele etmek.

SERAPA f. Bir uçtan bir uca. Baştan ayağa kadar.

SERA-PERDE f. Saray perdesi. Eskiden harem dairesinin önüne çekilen büyük perde. * Padişah çadırı, otağ.

SERAR Ayın son gecesi.

SERARE İyilik. * Şeref.

SERARİ (Süriyye. C.) Câriyeler, odalıklar.

SERASER f. Baştan başa, bütün, hep mecmuan, külliyen.

SERASİME f. Sersem.

SERASİMEGÎ f. Sersemlik.

SERASKER f. Ordu kumandanı. Komutan. * Harbiye nâzırı, milli savunma bakanı.

SERATÎ Keskin.

SERAVİL (C.: Serâvilât) İç donu. * Şalvar.

SERAY f. Büyük konak, kâşâne. * Saray. * Hükümet konağı.

SERAYA (Seriye. C.) Düşman üzerine yollanan askerler.

SERAY-DAR f. Eskiden büyük yerlerde yemek ve sofra işlerine bakan kimse.

SERAYENDE (C.: Serâyendegân) Şarkıcı, şarkı söyliyen.

SER-AZAD f. Hür, serbest. Başı boş. * Dertsiz, rahat.

SERB (C.: Sürub) İçyağı. * Helâk olmak. * Bozulmak, fâsid olmak. * Beğenmeme. Azarlama. Çekiştirme.

SERBALİN f. Baş yastığı.

SERBAZ (C.: Serbâzân) f. Korkusuz, cesur, cesâretli. Yiğit.

SERBAZÎ f. Yiğitlilik, cesurluk, korkusuzluk.

SER-BE-CEYB f. Kaderden, düşünceden veya hayâdan dolayı başını önüne eğmiş olan.

SERBEHA f. Baş pahası. Diyet. Haraç.

SERBEND f. Başa bağlanan veya sarılan şey.

SERBESER f. Baştan başa.

SERBEST f. Kayıtsız. Başıboş. İstediği gibi hareket edebilen. * Sıkılmayan. * Engelsiz.

SERBESTÂNE f. Serbestçe.

SERBESTE f. Başı bağlı. * Gizli, kapalı, örtülü.

SERBESTÎ f. Serbestlik.

SERBESTİYET f. Serbestlik. Serbest oluş.

SERBESÜCUD f. Secde edici. Başını yere değdirici.

SERBEZEMİN f. Başı yere eğilmiş olan.

SERBÜLEND (C.: Serbülendân) f. Yüce. Başı yüksek.

SERBÜLENDÎ f. Başı yükseklik. Yücelik.

SERC (C.: Süruc) At takımı, eyer.

SERC-İ FERES At eyeri.

SERCEM Uzun.

SERCUC Ahmak.

SERCÜMLE f. Hepsi, tamamı, bütün.

SER-CÜNBAN Baş oynatan, baş sallayan.

SERÇEŞME (C.: Serçeşmegân) f. Çeşme başı, su başı. Pınar. * Pir, şeyh. Baş. * (Tanzimattan evvel) yardımcı askerlerin maddi işlerine bakan kimse.

SERD f. Bârid, soğuk, bürudetli olan. * Sert, kaba, hoyrat.

SERD Sözü muttasıl ve güzel bir eda ile söylemek. * Halkaları birbirine geçirmek. * Delmek. * Dikmek. * Vurmak.

SERD-İ KELÂM Güzel bir şekilde ifade etmek, söz etmek.

SERD Çanak içine ekmek doğrayıp ıslatmak.

SERDAB f. Yer altında olan serin ve soğuk oda, bodrum. Böyle yerler ekseriyetle sıcak bölgelerde, gündüzleri sıcaktan korunmak için yapılırdı. Anadolu'nun bazı yerlerinde buna "zir-i zemin" denilir. * Tar: Padişah saraylarında, sağ ve sol taraflarında birer oda bulunan üç köşeli sofalara verilen addı.

SER-DADE f. Baş vermiş, baş göstermiş olan.

SERDAH Geniş ve düz yer.

SERDAR f. Askerin başı. Kumandan.

SERDAR-I EKREM Başkumandan. Başbuğ.

SERDAR-I ULEMA Zamanın en bilgili ve en yaşlı âlimi.

SERDARÂN (Serdâr. C.) f. Kumandanlar, serdarlar, komutanlar.

SERDARÎ f. Başkumandanlık, serdarlık.

SERDEFTER f. Defterin başında yazılı olan. En ileri geçen, en başta bulunan.

SERDENGEÇTİ Tar: Akıncılardan düşman ordusu içine dalmak veya muhasara altına alınan bir kaleye girmek için fedai yazılan kimseler. Bunlara ellerinde kınlarından sıyrılmış kılıçlarla bu tehlikeli işlere atıldıkları için "dalkılıç" da denilirdi. Düşman ordusuna dalacak veya kaleye girecek olanların dönmelerinden ziyade ölmeleri ihtimâli olduğu için bu adı almışlardı. (O.T.D.S.)

SERDETMEK Tertipli ve güzel bir şekilde konuşmak.

SERDÎ f. Soğukluk, bürudet. * Kabalık, sertlik, hoyratlık.

SERDÎ-İ HEVÂ Havanın sertliği.

SERDÎ-İ TABİAT Tabiat ve huy sertliği.

SERDÜMEN Gemilerde baş dümenci, dümen kullanmakla vazifeli tayfa. Eskiden harp gemilerinde çavuştan yüksek bir rütbe.

SERE Başparmağın ucundan şehadet parmağının ucuna kadar germek suretiyle hâsıl olan uzunluk ölçüsü. Karıştan küçüktür ve dört sere bir arşın sayılırdı.

SERE Suyun çok olması. * Devenin meme deliğinin geniş olması.

SEREB (C.: Esrâb) Yer altında olan ev. * Kırbadan akan su. * Ot.

SERED Dudağın yarılması.

SEREF Boş yere ve lüzumsuz harcamak, israf etmek. * Hatâ etmek. * Âdet, haslet iyi huy.

SER-EFGENDE (C.: Serefgendegân) f. Başını eğen.

SER-EFRAZ f. Başını yükselten, yukarı kaldıran. * Benzerlerinden üstün olan. * Baş kaldıran. * Başı dik, alnı açık. * Haklı ve galib.

SEREKA İpeğin gayet iyisi. * Beyaz ipek. * (Sârik. C.) Hırsızlar.

SEREM Dişin, ağızda kökünden kırılması.

SERENCAM f. Başa gelen, baştan geçen ibretli hadise. * Bir işin sonu. * Vak'a.

SER-ENDAZ (C.: Ser-endazân) f. Çekinmez, pervasız, korkusuz.

SERENDÎ Katı, şiddetli, şedid. (Müe: Serendât)

SERENDİB (Hintçe) Hindistan'ın güneyindeki Seylân adasının ismi.

SERER (C.: Esirre) Ayın son gecesi. * Ebenin doğan çocuğun göbeğinden kestiği parça. * Mantar üstünde olan kabuk, balçık, toprak (Bu mânâya C.: Esrâr ve C: Esârir).

SERES Zayıf endamlı.

SERETAN Tıb: Kanser hastalığı. * Yutmak. * Yengeç. * Cevza Burcu ile Esed Burcu arasındaki burcun ismi. (Rumi 9 Haziran'da başlar)


Yüklə 11,57 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   140   141   142   143   144   145   146   147   ...   181




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin