Osmanlica lügat



Yüklə 11,57 Mb.
səhifə145/181
tarix17.11.2018
ölçüsü11,57 Mb.
#83297
1   ...   141   142   143   144   145   146   147   148   ...   181

SEREYAN Yayılma, dağılma. * Geçme, sirayet.

SEREYAN-I SERİA Sür'atle yayılan, çabuk neşrolan.

SERF Yemek yemek.

SERFİRAZ f. Başını yukarı kaldıran, yükselten. Benzerlerinden üstün olan.

SERFİRAZÎ f. Serfirazlık.

SERFÜRU f. Baş eğme. Söz dinleme. İtaat, inkıyad. * Mütezellil olan.

SERFÜRU-BÜRDE f. Baş eğmiş. * Düşünceye dalmış.

SERGERDAN f. Başı dönmüş, şaşkın. Hayran.

SERGERDE f. Kötü işlerde elebaşı olan. * Başı bozuk. * Reis.

SERGERM f. Kızgın, öfkeli. Kafası kızmış. * Neşeli. Sarhoş. Mest.

SERGEŞTE f. Sersem. Başı dönmüş. Avâre ve mütehayyir olan. Hayrette kalmış.

SERGİN f. Gübre, fışkı.

SER-GİRAN f. Başı ağır. * Mc: Çok sarhoş.

SERGÜZEŞT f. Macera, baştan geçen hâller.

SERH Kıl taramak. * Halâs etmek, kurtarmak. * Uzun, büyük ağaç. * Güdülen davar ve sığır sürüsü. * Otlak, mera. * İrsal etmek.

SERHAD Hudut başı. İki devlet toprağının birleştiği sınır.

SERHADLÛ Hudut boylarını bekleyen, hudutlardaki kalelerde vazife gören askerler.

SERHAN Canavar. Kurt.

SERHAS Sivri uçlu bitki.

SERHAYL f. Kervan veya kafile başı. * Baş, başkan.

SERHED Hörgüç yağı. * Semiz, yağlı, besili.

SERIK Hırsızlık.

SERİ'(A) Çabuk, hızlı. * Az vakitte çok iş yapan.

SERİ-ÜL HAREKE Hızlı giden.

SERİ-ÜL İNTİKAL Çabuk anlayan, çok zeki.

SERİ-ÜS SEYR Çok sür'atle akan veya giden.

SERİ-ÜT TEESSÜR Çabuk müteessir olan.

SERİ-ÜZ ZEVAL Devamsız, çabuk giden. * Çabuk ölen. * Dünyanın hali.

SERİAN Çabuk, tez elden, acele.

SERİD Yağla ıslanmış ekmek. (Terid derler.)

SERİH (C.: Serâyih) Nâlin kayışı.

SERİKA Çalınmış. Çalınmış şey.

SERİR Tahta karyola. * Üzerinde oturulan yüksekçe yer. * Taht.

SERİR-İ HÜKÜMET Hükümet tahtı. Makam sandalyesi.

SERİR-İ TEDRİS Ders verme makamı.

SERİRARA (Serir-ârâ) f. Tahtı süsliyen. Tahtta oturan. Pâdişah. Hükümdar. Şah.

SERİRE (C.: Serâir) Gizli şey, gizli sır. Gizli hal veya fikir. * Yatak.

SERİREDÂN f. İçteki sırrı bilen.

SERİRÎ Yatırarak hastaya bakma, klinik.

SERİR-NİŞİN f. Tahtta oturan, padişah.

SERİYY (C.: Esriye-Seryân) Nefis. * Kavi, kuvvetli. * Reis. * Küçük nehir, ırmak.

SERİYY Çok, kesir.

SERİYYE Düşman üzerine gönderilen süvari müfrezesi.

SERKÂR f. Müdür, iş başı, kâhya.

SERKAT (Bak: Sirkat)

SERKÂTİB f. Baş kâtib. Hükümdarların başkâtibleri.

SER-KERDE f. Bir güruhun, bir takımın başı, reisi. * Şaki, haydut.

SERKEŞ f. İnatçı, isyan eden. Kafa tutan. Asi.

SERKEŞÂNE f. İtaatsizlikle, dikbaşlılıkla, inatla.

SERKEŞÎ f. İtaatsizlik, inatçılık, serkeşlik, dikbaşlılık.

SERKUB f. Başa vuran, başa kakan. * Başa vuracak şey.

SERKUÇE f. Sokak başı.

SERKUY f. Yol, sokak veya mahalle başı.

SERLEVHA f. Yazıda başlık.

SERM Birinin dişlerini kırma.

SERMA f. Kış. Soğuk.

SERMA-DİDE f. Çok üşümüş. Donmuş.

SERMAK Pazı otu.

SERMAYE f. Ana mal. Esas para. İlk elde mevcut olan para. * Kazanılmış ilim. * Hayat. Ömür.

SERMAYEDÂR f. Sermâyesi olan.

SERMED Dâimî, sürekli, ebedî, ezelî. * Uzun gece.

SERMEDEN Ebedî olarak.

SERMEDÎ Daimî, ebedî, sürekli.

SERMEDİYET Daimlik, süreklilik. Sonsuzluk, ebedîlik. * Rabbanîlik ve uluhiyyet.

SERMELE Yemeği sakalına döküp ellerini bulaştıra bulaştıra yemek.

SERMENZİL f. Durak yeri.

SERMEST f. Başı dönmüş, kendinden geçmiş.

SERMEST-İ VAHŞET Vahşilik. İslâmiyet ve insaniyet dışı zevkle kendinden geçme hali.

SERMESTÎ f. Sarhoşluk.

SERMEŞK f. Talebenin öğrenmesi için yazılan örnek yazı.

SERMETA Yaş balçık.

SERMUHARRİR f. Baş muharrir. Baş yazar.

SERNAME f. Mektup, kitap vs. nin başına yazılan yazı. Önsöz.

SERNİGÛN f. Baş aşağı olmuş. * Tersine dönmüş. * Bahtsız.

SERNÜVİŞT f. Yazı başlığı. * Başa yazılan, alın yazısı. Kader, mukadderat.

SERPAŞ f. Gürz. Çomak. * Eskiden muhârebelerde giyilen demir başlık.

SERPENÇE f. Güçlü kuvvetli kimse.

SERPUŞ f. Başa giyilen başı örten külâh, takke, sarık.

SERPUŞE f. Başörtüsü.

SERR Çocuğun göbeğini kesmek. * Göbekte ağrı olmak. * Şâdlık, neşeli ve sevinçli olma.

SERRA Kolaylık, rahatlık, genişlik. * Sevinçli oluş. * Bolluk.

SERRİŞTE f. İp ucu. Emâre, delil. Vesile. * Başa kakmak. * Maksad.

SERSAM f. İnsana sersemlik veren bir hastalık. * Sersem.

SERSAR Çok sözlü, çok konuşan. Herze ve hezeyan söyleyen. * Büyük bir nehrin adı.

SERSERE Bir kimse konuşurken söz katmak.

SERSERİ f. Ötede beride gezen, başı boş. İşi gücü olmayıp boşta dolaşan, haylaz, derbeder, avare. * Boş söz.

SERSERİYÂNE f. Serserice.

SERŞAR f. Ağzına kadar dolu. Dökülecek derecede dolu. * İleri giden, sınırı aşan.

SERŞİKESTE f. Ucu kırılmış olan. Başı kırık.

SERT Aşağı getirmek. * Yutmak.SERT $ : Çiriş mâaunu.

SERTAB f. İnatçı, muannid.

SERTAC f. Baş tacı olan. Çok sevilen. Hürmet edilen. En ileri.

SERTAK f. Evin üstünde bulunan etrafı açık oda veya daire.

SERTAPA f. Baştan ayağa. Baştan aşağı.

SERTASER (Serteser) f. Baştan başa, bütün, hep.

SERTEM Uzun, tavil. * Yumuşak sözlü kişi. * Hışmını ve gadabını süratle yenen kimse.

SERTİYE Zayıf vücutlu, ahmak adam.

SERTİZ f. Baştarafı sivri olan, ucu sivri, keskin.

SERU f. Boynuz. * şarap kadehi.

SERUPA(Y) f. Tas: Dervişin, tarikat ve mevlevihâne ile bağını kesmek.

SERÜVEN Başa gelen, heyecan verici hâdise. Sergüzeşt, macera.

SERV Mal artırmak. * Suyun çok olması.

SERV f. Selvi, servi. * Cömertlik, mürüvvet.

SERV-İ HİRÂMÂN Nazlı sallanan selvi.

SERV-İ NÂZ Dalları yana sarkan selvi.

SERVA f. Masal. * Söz.

SERVAKT f. Kimse bulunmayan boş oda veya daire. * Yalnız görüşülecek yer.

SERVAN Malı çok olan kimse.

SERV-ENDAM f. Selvi boylu. Uzun ve biçimli boylu olan kimse.

SERVER f. Reis. Baş. Seyyid.

SERVERAN (Server. C.) f. Başlar, başkanlar, serverler, reisler, ulu kimseler.

SERVERÎ f. Başlık, başkanlık, serverlik, reislik. Ululuk.

SERVET f. Mal, mülk, zenginlik.

SERVET-İ AKL Akıllılık. Akıl zenginliği.

SERVET-İ FÜNUN Fenlerin (ilimlerin) zenginliği mânasına gelen bu tabirde, 1891-1900 tarihleri arasında çıkmış olan bir mecmua ve bu mecmua etrafında toplanmış olan kimselerin 1895'den 1901'e kadar meydana getirmiş oldukları Edebiyat-ı Cedide denilen edebî çığıra verilen addır.

SERVET-İ İLMİYE Bilgililik, âlimlik, ilim zenginliği.

SERY Davarı iyi gütmek. * Yıldırımın parlayıp çakması. * Kurt, eşine çıkmak. * Hiddetlenmek, kızmak.

SERYE (SERYÂ) Yaş yer.

SERZAKİR f. Başta gelen zâkir, zikredenlerin başı. (Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'dan kinâye olur.)

SERZEDE f. Baş göstermiş, uç vermiş, çıkmış.

SERZEMİN f. Başını yere koyarak.

SERZENİŞ f. Takaza, tekdir. Başa kakma, çıkışma, azarlama.

SE'SE' Defetmek, kovmak.

SE'SEE Suya kandırmak.

SE'SEM Kara abnus ağacı.

SE'T Boğmak.

SETA' Boyunun uzun olması.

SETA Hamakat, ahmaklık.

SETAİR (Sitâre. C.) Örtünülecek veya perdelenecek şeyler.

SETAT Sakalın hafif olması.

SETE' Bezin hatâsı.

SE'TE (C.: Set) Kara balçık.

SETEH (C.: Estâh) Oturak yeri.

SETEL Her nesnenin kötüsü, yaramazı.

SET'ET Böy denilen zehirli böcek.

SETH Bir kimsenin arkasına vurmak.

SETİH Arkası üstüne yatmış. * Dağarcık. * Büyük tulum.

SETİR Örtülmüş, kapalı. Mestur.

SETİRE Parmak otu.

SETL Birbiri ardınca bir bir çıkmak.

SETL (C.: Estâl) Pınarlarda su içmeye mahsus susak. * Hamam tası. * Bakıcıların hayvanlara su verdikleri kap.

SETR (Setir) Örtme, kapama, gizleme.

SETR-İ AVRET Başkalarına gösterilmesi haram olan yerleri örtmek. Şer'an örtülmesi lâzım gelen yerlerini örtmek. (Bak: Avret-Tesettür)

SETR-İ GAYB Gizlilik perdesi.(Demek, sefihâne lezzette sen hayvanlara yetişemezsin. Binler derece aşağı düşersin! Çünkü hayvana nisbeten gaybî olan şeyleri senin aklın görüyor, elemini alıyor. Setr-i gaybda bulunan istirahat-i tâmmeden bilkülliye mahrumsun. Hem senin medar-ı fahrin olan uhuvvet ve hürmet ve hamiyet gibi güzel hasletlerin, incecik bir zamana, büyük bir sahradan bir parmak kadar yere inhisar ve hadsiz zamanda yalnız hazır saate mahsus olduğundan, sun'î ve muvakkat ve sahtekâr ve asılsız ve gayet cüz'î olup, senin insaniyetin ve kemâlâtın o nisbette küçülür, hiçe iner.Fakat iman ehlinin uhuvveti ve hürmeti ve muhabbeti ve hamiyeti, iman cihetiyle mevcut bulunan mazi ve müstakbeli ihata ettiğinden, insaniyeti ve kemalâtı o nisbette teâli eder. R.N.)

SETR-İ HÜSN Güzelliği örtüp gizleme.

SETR-İ UYUB Ayıpları örtmek, kusurları ifşa etmemek.

SETR Hat. * Saf. * Yazmak.

SETRE Yarı resmi ceket. * Düz yakalı ilikli çuha elbise.

SETTAR(E) Örten, kapayan gizleyen. En çok gizleyen ve örten.

SETTAR-ÜL UYUB Ayıpları, kusurları örten. Kusurları göstermeyen, günahları bağışlayan Allah (C.C.)

SETTUKA İki tarafı gümüş ve içi bakır olan akça.

SETV(E) (C.: Setavât) Hamle etmek. * Kahretmek. * Hiddetlenmek, kızmak, gadap etmek.

SEV' Akmak.

SE'V Niyet. * Vatan. * Çekişme, kavga, niza.

SEVA Beraber olma. Beraberlik. Denk, müsavi.

SEVA Mukim olmak, ikamet etmek, oturmak. * Zayıf olmak.

SEVAB Hayır. Hayırlı iş. Allah (C.C.) tarafından mükâfatlandırılacak doğruluk ve iyilik karşılığı. Allah'ın (C.C.) rızasını kazanmağa mahsus iyi amel.

SEVABIK (Sâbıka. C.) Geçmiş şeyler. Geçmiş haller. Geçmişte işlenmiş suç ve kabahatlar.

SEVABİT (Sâbite. C.) Merkezlerinden ayrılmaz görünen yıldızlar. * Sâbit olanlar, sâbitler.

SEVAD Karaltı. Uzakta karaltı halinde görülen kalabalık. * Ekseri insanlar. * Şehir. Kasaba. Karye. Köy. * Karartı. Yazı karalama.

SEVAD-ÜL AYN Göz bebeği.

SEVAD-I A'ZAM Büyük şehir. * Mekke-i Mükerreme. * İnsanların ekseriyeti.(Maişetçe neden bu kadar muktesit yaşıyorsun? diyenlere cevaben: Ben sevad-ı azama tâbi olmak isterim, sevad-ı azam ise; bu kadar tedarik edebilir. Ben ekalliyet-i müsrifeye tâbi olmak istemem, demişlerdir.) (Tarihçe-i Hayat)

SEVAD-I MÜSLİMÎN İslâm cemaatı.

SEVAD-ÜL KALB Kalbin ortasında var olduğu farzedilen kara leke. (Bak: Süveyda-ül kalb)

SEVAFİL (Sâfil. C.) Alçaklar. (İnsan ve yer hakkında kullanılır)

SEVAHİL (Sahil. C.) Sahiller, yalılar. Deniz veya ırmak kenarları.

SEVAÎ İpek kumaş.

SEVAİD (Sâid. C.) Dirsekten bileğe kadar olan kısımlar.

SEVAİM (Sâime. C.) Otlak hayvanları. Çayıra başı boş salınan hayvanlar. * Zekâtı icab eden koyun, keçi, sığır, deve gibi çift tırnaklı hayvanlar.

SEVAİYE Yaramaz olmak. * Kederli ve gamkin olmak.

SEVAKIB (Sâkibe. C.) Parlak yıldızlar.

SEVAKIT (Sâkıta. C.) Düşükler, düşmüşler.

SEVAKÎ (Sakıye. C.) Su yerleri, sâkiyeler.

SEVAKİN (Sâkin. C.) Bir yerde oturanlar, sakin olanlar.

SEVALİF (Sâlif ve Sâlife. C.) Geçmişler. Geçmiş insanlar.

SEVAM Yabanda otlayıp gezen hayvan. * (Sâmme. C.) Zehirli hayvanlar.

SEVANİ (Saniye. C.) Saniyeler. * İkinci derecede şeyler.

SEVANİH (Sâniha. C.) İçe doğan fikirler.

SEVATI' (Sâtı. C.) Belli ve yüksek olan şeyler.

SEVATİR (Sâtur. C.) Büyük bıçaklar, satırlar.

SEVAZİC (Sâzec. C.) Sâde ve basit şeyler.

SEVB (C.: Siyâb-Esvâb-Esvüb) Elbise. Giyilecek eşya. Kaftan. Bez. (Bunların sahibine "sevvab" derler.) * Rücu' manasına mastar.

SEVDA f. Fazla sevgi sebebiyle meydana gelen bir çeşit hastalık. Aşk. * Hırs. Tama. * Heves, istek. *Siyah. * Balgamdan, kandan ve safradan başka vücuddan çıkan bir nevi ifrazat. * Gam. Keder, Sıkıntı.

SEVDA-İ MENFAAT Menfaat hevesi.

SEVDA-ÜL KALB Kalbdeki siyah nokta. (Bak: Süveyda)

SEVDAFEZA f. Sevda artıran.

SEVDAGER (C.: Sevdagerân) f. Sevdalı, âşık. Meftun.

SEVDAGERÎ f. Âşıklık, sevdalılık.

SEVDAKÂR f. Sevdalı. Âşık.

SEVDAPEREST f. İfrat derecede düşkün, tutkun. * Tamahkâr.

SEVDAVÎ Kuruntulu, meraklı. * Sevda ile âlâkalı.

SEVDAZEDE f. Âşık, meftun, sevdalı.

SEVDE Karalık, siyahlık.

SEVDED Ulu olmak.

SEV'E Kabiha ve fâhişe hasleti. * Ut yeri.

SEVEBAN Hastalığın iyileşmesi.

SEVEL Koyunlarda olan bir hastalıktır. Hasta koyun sürüye uymaz, otlak yerinde döner durur.

SEVERAN Tozun, dumanın kalkması.

SEVF Koklamak.

SEVG Aşağı batmak. Suyun boğaza girmesi. * Kolay, âsan ve yumuşak olmak.

SEVGEND f. Yemin, kasem, and.

SEVH Batmak.

SEVHAK Uzun.

SEVİK (C.: Esvika-Sevik) Kavut adı verilen kavrulmuş un. Kavut satıcısına "sevvâk" denir.

SEVİLE İnsan topluluğu.

SEVİM Sevme. * Câzibe.

SEVİŞ Misafire yemek ve azık vermek.

SEVİT Karışmış, muhtelit.

SEVİYY Bir, beraber. * Düz, doğru.

SEVİYYE Müsavilik, birlik, beraberlik. * Düzlük, doğruluk.

SEVİYYE (C.: Sevâyât) Koyun yatağı.

SEVİYYEN Müsavi olarak. Bir düziye. Eşit olarak.

SEVİYYET Eşitlik, müsavilik, denklik.

SEVK Önüne katıp sürmek, ileri sürmek. Yollamak, göndermek. * Neticeye bağlamak.

SEVK-İ TABİÎ Hayvan veya insanların düşünmeksizin Cenab-ı Hakk'ın sevki ile olan hikmete uygun hareketi. Sevk-i kaderî, ilham veya sevk-i İlâhî demek daha doğrudur.

SEVK-ÜL CEYŞ Askerî birliklerin lüzumlu yere sevkini ve geri çekilme işini idare etme.

SEVK Misvak yapmak.

SEVKİYAT Asker gönderme ve eşyasını te'min ve sevketme işleri.

SEVL Karnı göbeğinden aşağıya sarkmak.

SEVL Bal arısı.

SEVLA' (C.: Süvül) Karnı sarkık kadın. (Müz: Esvel)

SEVLA' Sürüye uymayıp otlakta dönüp duran hasta veya delirmiş koyun. (Müz: Esvel)

SEVLEB (C.: Sevâlib) Tilki.

SEVM Satılık bir şeye kıymet takdir etme, paha biçme. * Su-i kasd. Zulüm ve minnete giriftar etmek. Derde sokmak. * Dağlamak. * Başına buyruk olup istediği yere gitmek. * Kuş havada dolaşmak. * Satışa arzetmek. * Satın almak istemek. * Fâide yetiştirmek. * Davarın yabanda gezip otlaması. * İstemek, talep etmek.

SEVMELE Leğen.

SEVR Öküz, boğa. * Koz: Boğa burcu. * Dünyaya müekkel melâikeden birisinin ismi. (Bak: Sahretullah)

SEVRET Kızgınlık, hiddet, öfke. * Hücum. Dövüş. * Hükümdarın şiddet veya kudreti. * Tezlik.

SEVS Arpaya, buğdaya ve ona benzer hububata bit düşmesi.

SEVSEN Susam.

SEVVA Seviyelendiren, düzelten. * Doğruya götüren.

SEVVAB Elbise satan, elbiseci.

SEVVAM (Sâmme. C.) Akrep ve yılan gibi zehirli hayvanlar.

SEVVİB Geri çekmek. * Men'etmek, engel olmak.

SEVZAK (SEVZENİK) Çakır doğan kuşu.

SEY' Meme başında olan süt.

SEYAHAT Yolculuk, gezi.

SEYAHİN Basra ırmağının adı.

SEYB (C.: Süyub) Su akmak. * Bahşiş, hediye, atâ. * Medfun mal, gömülü mal.

SEYDA Efendi, hoca, şeyh, seyyid mânasına talebelerin hocalarına karşı söylediği bir hürmet lâfzıdır.

SEYEHAN Gezi, seyahat. * Gölgenin güneşle birlikte dönmesi.

SEYEHAN (Vapur v.s.) batma.

SEYELAN Akma. Cereyan. * Sel felâketi.

SEYELAN-I DEM Kan akma.

SEYERAN (Bak: Seyran)

SEYF Kılıç.

SEYF-İ HADİD Keskin kılıç.

SEYF-İ MESLUL Kınından çıkmış kılıç.

SEYF-İ SÂRİM Keskin kılıç.

SEYFEDDİN (Seyf-üd din) Dinin kılıcı, dinin askeri.

SEYFÎ (Seyfiye) Askerliğe ait, kılıçla alâkalı. * Kılıç şeklinde.

SEYF İBN-İ ZÎYEZEN Yemen padişahlarındandır. Hz. Muhammed'in (A.S.M.) bi'setinden evvel onun evsafını evvelki mukaddes kitaplarda görmüş ve iman etmiş ve müştak olmuştu.(Resül-i Ekrem'in (A.S.M.) Ceddi Abdülmuttalib; Yemen'e kafile-i Kureyş ile gittiği zaman, Seyf İbn-i Zîyezen onları çağırmış, onlara demiş ki: "Hicaz'da bir çocuk dünyaya gelir. Onun iki omuzu arasında hatem gibi bir nişan var. İşte o çocuk umum insanlara imam olacak."Sonra gizli, Abdülmuttalib'i çağırmış: "O çocuğun ceddi de sensin" diye kerametkârane, bi'setten evvel haber vermiş... M.)

SEYFULLAH Allah'ın (C.C.) kılıcı, askeri. *Ashab-ı Kiram'dan Hz. Hâlid İbn-i Velid'e (R.A.) verilen ünvan.

SEYH Yere batmak. * Sefer. * Akarsu. * Dikilmiş aba. * Atâ etmek, hediye vermek. * Çizgili elbise.

SEYH Helâk edici, mahveden. * Ayağın batması.

SEYHEC (Seyhuc) : Katı, şiddetli şedid.

SEYHEK Katı yel. Şiddetli rüzgâr.

SEYİS Atın tımarına, yemine vesairesine bakan adam, uşak.

SEYKANE İnce bellilik.

SEYL Sel. şiddetle gelen şey.

SEYL-İ HURUŞÂN-I ZAMAN Zamanın gürültü ve coşkunluklarının seli.

SEYL-İ ŞUUNÂT İcraat-ı Rabbaniyenin dâima görünmesi ve hakiki müessir olan Allah'ın (C.C.) iradesiyle devamlı olan, cereyan eden her çeşit hâdiseler. Hâdiseler akıntısı, seli.

SEYLAB (Seylâbe) f. Taşkın su, sel.

SEYLABE-İ HUN Kan seli.

SEYLHİZ f. Taşkın ve coşkun su.

SEYNA' Bir ağacın adı. * Ağaç, şecer.

SEYR Yürüyüş. * Eğlenme ve ibret için bakma. Gezip görme. * Görülecek şey ve yer. * Uzaktan bakıp karışmama. * Yolculuk.

SEYR-İ ÂFÂKÎ Terbiye ve mâneviyatta tekâmül yollarında, hariç âlemden, âfaktan başlamak suretiyle bulunan delillerle tekâmül edip nefsini ıslâh ve imâni ve Kur'âni hakikatlarda terakki etmek usulü.(Tarikatta "seyr-i enfüsi" ve "seyr-i âfâki" tâbirleri altında iki meşreb var.Enfüsi meşrebi; nefisden başlar, hariçten gözünü çeker, kalbe bakar, enaniyeti deler geçer, kalbinden yol açar, hakikatı bulur. Sonra âfâka girer. O vakit âfâkı nurâni görür. Çabuk o seyri bitirir. Enfüsi dairesinde gördüğü hakikatı, büyük bir mikyasta onda da görür. Turuk-u hafiyyenin çoğu bu yol ile gidiyor. Bunun da en mühim esası; enaniyeti kırmak, hevayı terketmek, nefsi öldürmektir.İkinci meşreb; âfaktan başlar, o dâire-i kübranın mezâhirinde cilve-i Esmâ ve Sıfâtı seyredip, sonra dâire-i enfüsiyyeye girer. Küçük bir mikyasta, dâire-i kalbinde o envârı müşahede edip, onda en yakın yolu açar. Kalb, âyine-i Samed olduğunu görür, aradığı maksada vâsıl olur.İşte birinci meşrebde süluk eden insanlar nefs-i emmareyi öldürmeye muvaffak olamazsa, hevâyı terkedip enaniyeti kırmazsa, şükür makamından, fahr makamına düşer; fahirden gurura sukut eder. Eğer muhabbetten gelen bir incizab ve incizabtan gelen bir nevi sekir beraber bulunsa, "şatahat" nâmiyle haddinden çok fazla dâvalar ondan sudur eder. Hem kendi zarar eder, hem başkasının zararına sebeb olur. M.)

SEYR-İ ENFÜSÎ Hafî tariklerin çoğunda takib edilen ve nefsinin iç âlemindeki delillerle, vasıtalarla tekâmüle gidenlerin usûlü. (Bak: Seyr-i âfâkî)

SEYR-İ FİLMENÂM Uykudaki veya rüyadaki seyr. (Bak: Seyr)

SEYR-İ ŞUUNÂT Kâinattaki hâdiseleri seyredip, görüp hakikatını anlamağa çalışmak. * Hâdiselerin bir halde kalmayıp akışı, değişmesi.

SEYR Ü SEFER Gidiş geliş. Trafik.

SEYR Ü SEYELÂN Devamlı akıp gitme ve değişme.

SEYR Ü SÜLUK Tas: Takib edilecek usûl. Bir terbiye yoluna girip devam etme. Tarikata devam etme.

SEYRAN (Aslı: Seyeran) Gezme, gezinme. Bakıp görme. * Hareket etme. * Açılma, ferahlanma, teferrüc.

SEYRANGÂH f. Seyir yeri. Gezme ve eğlenme yeri.

SEYRURET Yürümek, gezmek.

SEYTEL Vahşi sığır.

SEYTERE Havâle olunmak.

SEYYAD Avcı. (Bak: Sayyad)

SEYYAF (Seyf. den) Kılıçlı. * Kılıç yapan, kılıççı. * Cellât.

SEYYAH (Siyâhat. tan) Seyahat eden, dolaşan, gezen. Turist, yolcu.

SEYYAHÎN (Seyyahûn) Seyyahlar. Gezip âlemi seyredenler. Turistler, dolaşanlar, gezenler.

SEYYAL(E) Akıcı şey, su gibi sıvı olup akan. Çokça akan su. * Yer değiştiren her şey.

SEYYALÂT (Seyyale. C.) Akıcı olanlar, yerinde durmayıp gidenler, akanlar. Seyyal maddeler.

SEYYALE-İ BERKİYYE Şimşek akımı. Elektrik akımı. * Şimşek gibi akıcı ve parlak.

SEYYAR(E) Bir yerde durmayıp yer değiştiren. * Gökte veyâ güneş etrâfında dolaşan yıldız. Gezegen. * Kervan, kafile. * Otomobil.

SEYYARAT (Seyyare. C.) Seyyareler, gezegenler.

SEYYİ' Kötü, fena.

SEYYİAT (Seyyie. C.) Kötülük, günahlar, suçlar. Kötülüğe karşı çekilen sıkıntılar.(Kur'an-ı Kerim tahliye-i seyyiatı üç mertebesi ile zikretmiştir. Birincisi şirki terk, ikincisi maasiyi terk, üçüncüsü mâsivâullahı terk.) (İ.İ.)

SEYYİB(E) Kadın görmüş erkek, erkek görmüş kadın. Dul kadın.

SEYYİBÂT (Seyyib. C.) Dul kalmış kadınlar.

SEYYİD Efendi. * Hazret-i Muhammed'in (A.S.M.) soyundan olan, onun izinden giden. * Temiz ve fazilet sâhibi Müslüman zât. * Resül-i Ekrem (A.S.M.) herkesin imamı, büyüğü, önderi olduğundan kendisine bu isim de verilmiştir. (Bak: Sâdât)

SEYYİD-ÜL BEŞER İnsanların seyyidi, efendisi olan Hz. Muhammed (A.S.M.)

SEYYİD-ÜL ENAM Bütün mahlukatın efendisi. Muhammed (A.S.M.)

SEYYİD-ÜL KEVNEYN İki âlemin efendisi, seyyidi. Hz. Muhammed'in (A.S.M.) bir nâmı.

SEYYİD-ÜL MÜRSELÎN Resüllerin Seyyidi. (Bak: Fahr-i âlem, Muhammed (A.S.M.), Münacat, Resül)

SEYYİDE Peygamber (A.S.M.) sülâlesinden gelen ve O'nun izinden giden temiz kadın, hanım.

SEYYİD ŞERİF-İ CÜRCANÎ (Bak: Cürcanî)

SEYYİE Kötülük, günah, suç. Yaramazlık, fenâlık.

SEZA f. Lâyık, münasip.

SEZA-YI TAKRİZ Övmeye, medhetmeğe lâyık.

SEZA-YI TEZLİL Tahkir edilip alçak görülmeğe lâyık olan.

SEZAB Sedef otu.

SEZASE Kötü huylu ve yaramaz dirlikli olmak.

SEZAVAR f. Münâsib, uygun, lâyık, şâyân.

SEZZE Seyâ denilen gün. Keferenin ateş gecesi günü.

SIAB (Sa'b. C.) Güçlükler, zorluklar. Zor ve çetin şeyler.

SIBA' Tulu etmek, doğmak. * Kalbin meyli.

SIBAG (C.: Esbiga) Boya. * Yaradılış.

SIBAH Güzel şeyler. Güzel olanlar. şule.

SIBGA Boya, renk, levn. * Din, mezheb.

SIBGATULLAH Cenab-ı Hakk'ın dilediği tarz, manevî renk, biçim ve şekilde yaratması. İslâmî ahlâk ve karakteri halketmesi. * Allah'ın dini.

SIBHAL Şişman, büyük keler. * Deve. * Kırba. * Câriye.

SIBHALE Azası iri ve uzun olan.

SIBR (C.: Esbâr) Beyaz bulut. * Taraf, yön, cânip. * Çoğul, cemi.

SIBT (C.: Esbât) Torun.

SIBTEYN İki torun.

SIBTIR (C.: Sibetrât) Uzun, tavil. * Uzun boyunlu bir kuş.

SIBYAN (Sabi. C.) Çocuklar, sabiler.

SIDAK Kadın eşe verilen nikâh parası. Nikâh akçesi.

SIDAR Küçük gömlek. * Başa örttükleri bez, baş örtüsü. * Devenin göğsünde olan nişan ve alâmet.

SIDDÎK Çok samimi, dâimâ doğruluk üzere ve Allah'a ve Peygamberine çok sâdık olan erkek. Sözü ile işi bir olan.

SIDDÎKA Doğruluk ve samimiyette çok sâdık olan kadın. * Allah yolunda çok sâdık olan Hazret-i Aişe (R.A.) vâlidemiz ve Hazret-i Meryemin vasıf ve isimlerdir.

SIDDÎKÎN Sıddık olanlar, Hazret-i Ebubekir (R.A.) gibi olanlar. Hazret-i Ebubekir (R.A.) gibi olanlar ve Onun izini takib edenler. Allah yolunun sadakatte en ileri olanları.

SIDDÎKİYET Sadâkat ve doğrulukta en ileri oluş. Çok sâdık olma hâli. Velilik mertebesinin nihâyeti. Peygamberlik mertebesinin bidâyeti olan makam. * Aşere-i Mübeşşere'nin birincisi ve ilk halife olan Hz. Ebubekir'in (R.A.) nâmı ve sıfatıdır. * Çok doğru olup, hiç yalan söylememek.

SIDK Doğru söz. Hakikata muvâfık olan. Bir şeyin her hususu tam ve kâmil olması. * Ahdinde sâbit olmak. * Peygamberlere mahsus en mühim beş hasletten birisi. * Kalb temizliği.(İslâmiyetin esası sıdktır. İmanın hassası sıdktır. Bütün kemâlâta îsal edici sıdktır. Ahlâk-ı âliyenin hayatı sıdktır. Terakkiyatın mihveri sıdktır. Âlem-i İslâmın nizamı sıdktır. Nev-i beşeri kâbe-yi kemâlâta îsal eden sıdktır. Ashab-ı Kiramı bütün insanlara tefevvuk ettiren sıdktır. Muhammed-i Hâşimî Aleyhissalâtü Vesselâm'ı meratib-i beşeriyenin en yükseğine çıkaran sıdktır. İ.İ.)

SIDK-I CENAN Kalblerin sâdık oluşu, sadakatlı.

SIDK-I DERUN Kalb temizliği.

SIDK U SELÂMET Doğruluk ve selâmetlik için oluş.

SIFAT Bir kimse veya şeyin hal ve vasfı, keyfiyeti. * Suret, çehre, yüz. Nişan, alâmet. * Bir şeyin keyfiyetini izah için kullanılan kelime.

SIFAT-I AYNİYE Sadece zâta mahsus olan sıfat. Zatî sıfat. Lafza-i Celalin sadece Cenab-ı Vâcib-ül Vücud olan Rabbimize mahsus olması gibi. (Bak: Sıfât-ı selbiye ve Sıfât-ı sübutiye)


Yüklə 11,57 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   141   142   143   144   145   146   147   148   ...   181




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin