Oturum Başkanı Saleh Lamei: Çok teşekkür ediyoruz bu harika sunum için Nevzat Bey. Çağlar geçerken şehrin nasıl bir süreç içerisinden geçtiğini gösteriyorsunuz sunumunuzda. Aynı zamanda, bu sitin Dünya Miras Listesi’ne koyulması süreciyle de ilgili atıflarda bulundunuz, yorumlar yaptınız. Açıkladıklarınız çok önemliydi, diye düşünüyorum. Fakat burada bu ruha daha da eğilmemiz gerekirdi diye düşünüyorum. Mimar Sinan kendi elleriyle bu ruhu yarattı. Kendisi çok büyük bir mimar. Sadece mimari kavram açısından değil yapısal tasarım açısından da öyle. İlerde de kamunun rolüne odaklanmamız gerektiğini düşünüyorum. 3–4 yüzyıl içerisinde kazanılmış olan kültürel bir bulgu var. Bunun da üzerine eğilmeliyiz. Çok teşekkür ediyorum tekrar. Sizden daha fazla bilgi almak için sabırsızlanıyoruz bu sitle ilgili olarak. İnşallah. Peki teşekkürler.
Mesude Şenol: Hocamıza çok teşekkür ediyoruz verdiği değerli bilgiler için. Şimdi de Başkan Vekilimiz Sayın Namık Kemal Döleneken’i bir başka sıfatıyla, Alan Başkanı sıfatıyla kürsüye davet ediyoruz. Konu başlığı: “Edirne Tarihsel Merkezi Yönetim Planı Deneyimi”
Namık Kemal Döleneken: Evet, yani bu konuşma sabahki kadar heyecanlı bir konuşma olmayacak, bu biraz daha meslek konuşması olduğu için. O kadar kolay değil böylesi güzel bir sunumdan sonra konuşma yapmak. Arkadaşımın sunumu çok iyiydi. O yüzden ben Türkçe konuşacağım. Benim için daha kolay çünkü Türkçe konuşmak. Aslında biz alan yönetimi konusunu konuşmaya başladığımızda bu konuda gerçekten iyi bir tanım, hazır bir örnek olmadığı için her şeyi tartıştık. Genel olarak alan yönetiminin bir mekânsal planlama olmadığını, ondan farklı bir şey olduğunu biliyorduk. Ama bunun nasıl bir şey olduğu ve ne işe yarayacağı konusunda hepimiz okuduğumuz, anladığımız tarafından bakıp, kendimizce bir şeyler ürettik. Aslında burada açıkça itiraf etmek lazım ki bu tanımları yaparken, bunları tartışırken sizlerden olan korkumuz çok önemli bir rol oynadı. Sizlerden olan korkumuz diyorum altını çiziyorum, bu aslında bazı kurumların PR’larının biraz daha iyi olması gerektiğini gösteriyor. Çünkü ne yazık ki benim şehrimde birçok insan ICOMOS deyince UNESCO deyince, birden bire korkmaya başladılar. Bu çok enteresan bir şey. Çünkü herkes kendi açısından “acaba birileri gelip benim işime mi karışacak” diye düşünüyordu. Bu çok önemli. Yani acaba, bu camide ibadet ediliyor. Birileri gelip “bu camide ibadet etmeyin” diyebilir mi? Böyle bir ihtimal var mı? Böyle bir soru soruluyorsa, insanların kafasında yanlış yerleşmiş bir imaj var demektir. Bir, bu anlamda bir PR eksikliği diye düşünüyorum. Onun dışında bu binaların, özellikle anıt eserlerin sahibi olan bir kurum var. Bu kurum büyük paralar harcıyor, ciddi emekler veriyor. Onlar, peki tamam da biz bu yaptığımız işe birileri gelip de sen yapma diyebilir mi? Ya da bırak bunu diyebilir mi? gibi, yani bu anlamda herkesin kendi bakış açısıyla ve kendi kurumsal yapısı içinde korkuları, kaygıları öne çıktı önce. Ve biz ciddi ciddi, uzun süre bunları tartıştık aramızda. Bu son derece doğal. Ama yavaş yavaş taşlar yerine oturmaya başladı. Hepimiz, hepimiz belli bir noktaya doğru geldik. Aslında alan yönetiminin getirdiği konular, plancılar için çok yeni kavramlar değil. Aslında bir katılım modeli alan yönetimi. Eskiden bu alanda herkes istediğini yapıyordu. Hala şu anda bir şekilde oluyor. Ancak burası, bir alan yönetimi oluşturulduktan sonra, adım adım bu alanda her kurumun, kendi aklına eseni, o gün aklına geleni yapamaması; uzlaşılan, anlaşılan, bütün aktörlerin birlikte karar verdiği işlerin yapılması anlamına geliyor bence. Bu çok önemli. Zaten dünyada bugün gelinen noktada sadece koruma açısından değil, her konuda her konuda katılım öne çıkıyor. Her konuda bütün aktörlerin söz sahibi olması söz konusu oluyor. Zaten belki de demokrasinin gerçek anlamı bu. Bütün kurumların, bütün kişilerin, bütün aktörlerin yer aldığı ve kararlara katıldığı bir sistem. Ha, bunun çok zor bir sistem olduğunu biz biliyoruz. Özellikle bizim ülkemizde çok ciddi zorluklar olduğunu biz biliyoruz. Yasal açıdan da böyle, alışkanlıklarımız açısından da böyle. Hiç kimse elindeki gücü seve seve kimseye vermez. Dünyada bunun örneği yok. Herkes bu gücü verirken direnir, diretir. Türkiye’de bunu yaşıyoruz, yaşayacağız biliyoruz. Ama bunların hiçbirisi, bu konuda bizim, bundan vazgeçmemizi, umutsuzluğa düşmemizi getirmez. Çünkü bu bir gerçek. Biz burada adım adım belli sorunları aşmak zorundayız.
Şimdi yine tartıştığımız konulardan bir tanesi, “bu tamam böyle bir belge, genel olarak buranın nasıl yönetileceği, kurumlar arası ilişkileri düzenleyen, burasıyla ilgili kısa, uzun vadeli hedefler koyan bir belge de yani bir strateji belgesi de peki bunun diğer konularla ilişkisi ne?” sorusu, ciddi tartışılan konulardan biriydi. Nedir? Bunlardan, diğer konularla ilişkisi deyince neyi kastediyorum? Bu şehir yaşıyor. Bu; ölü, bitmiş, içinde yaşam olmayan bir nokta değil. Burası sıfırdan tasarlanan boş bir alan değil. Bu, yaşamın sürdüğü, insanların yaşadığı, sorunların olduğu ve sorunlara günlük çözümleri bulması gereken bir kent. Ve bu kenti yönetenler hiçbir kaygıyla günlük yaşamın sürmesini engelleyemezler. Burada esas sorun, o günlük yaşam sürerken bu genel doğruların, korumanın, yaşamayla-kullanmanın, korumayla-kullanmanın birlikte nasıl yürüyeceğinin kararlarını vermek. Bu anlamda da bu çalışmalar süresince, alan yönetimi oluşurken, yönetim planı oluşurken, diğer bütün konuları durdurmak, dondurmak, kentte hiçbir iş yapmamak mümkün değildi. Ama yapılacak işlerin genel olarak, ilkesel olarak, bu genel doğruyla en azından paralel gitmesi gibi bir zorunluluk vardı. Ne yapıldı? Bunun en önemli örneği Edirne’de bir koruma amaçlı plan yapıldı. Bu koruma amaçlı plan Edirne’deki kentsel sit alanını kapsayan ve onun çevresindeki tampon bölgeyi kapsayan bir planlamaydı. Bu planlama belediyeden ve ilgili koruma kurullarından onaylandı, yürürlüğe girdi. Ve bu planın yapıldığı süreçte de yine mümkün olduğu kadar yaygın bir şekilde şehirdeki değişik kesimlerin tartışması, tartışmaya katılması da sağlandı. Ve bir plan elde edildi. Tabi planı elde etmek bir anlamda koruma anlamında bir adım. Ancak planlar uygulandığı zaman ve doğru uygulandığı zaman bazı açılardan anlam ifade edebiliyor. Biz de bu planın uygulanmasında en önemli başlıklardan bir tanesini yayalaştırma olarak seçtik. Çünkü kentin tarihi merkezinin her noktasında bir vasıta trafiği, araç trafiği vardı. Bu araç trafiği hem şehrin bu tarihi dokusunu zorluyordu sürekli hem de insanlara ait bir alan kalmıyordu. Şimdi burada bu koruma planında daha önce hocamın da gösterdiği bizim sit alanımızın sınırları belli. Bu alan içinde bir planlama yapıldı. Ve planlamanın içinde de biz adım adım belli noktalara sırası geldikçe müdahale ettik. Eski hallerinden farklı bir noktaya getirdik ve yayalaştırdık. Bunları, bizim planımızdaki kritik noktaları, bazı önemli noktaları biz zaten tespit etmiştik. Selimiye ile ilgili alanda da biz bu anlamda tanımlar getirdik. Bunun ayrıntılarına fazla girmeyeceğim zaman sınırlı. Onları geçelim.
Şimdi ne yapıldı. Vasıtanın yoğun olduğu belli bölgelerde açıkçası biraz da ustaları örnek alarak, Sinan’ı örnek alarak, şu anlamda örnek alarak; en kolay yapacağımızdan başlayarak, yapıldığında fazla sorun çıkmayacağını düşündüğümüzden başlayarak, önce en küçük noktadan başladık. Adım adım gittik. Bu ilk nokta bizim Hürriyet Meydanı dediğimiz bölgedeki düzenlemeydi. Oranın yayalaştırmasını yaptık. Daha önce sadece vasıtalara açık olan bu alan, bir meydan düzenlemesi, yaya alanı haline getirildi. Ve vasıta trafiğine kapatıldı. Bu birinci aşama ve düzenledikten sonra bu hale geldi (Bkz. Resim 1, 2). Ondan sonra ikinci aşama yine bizim Eski Cami’nin demin hocamın anlattığı ve Kervansaray’ın olduğu bölgede İlhan Koman Parkı diye adlandırdığımız bölgede, toplu taşıma araçlarının ve diğer araçların geçtiği, duraklama yaptığı bir bölge vardı. Bu tam, bu Altın Üçgen’in de köşesindeki bir nokta. Ve bu nokta vasıtalara açık, insanların nerdeyse hiç geçme imkanı bulamadığı bir bölgeydi. İkinci olarak buraya müdahale ettik (Bkz. Resim 3). Ve burası da bu hale geldi (Bkz. Resim 4). Yani kentin bu kadar önemli bir yerinde insanların kullanabileceği, günlük yaşamında aktif olarak kullanabileceği bir nokta haline geldi. Ve insanlar burada günlük yaşamlarında, işte yeme-içme gibi aktivitelerden tutun da kültürel aktivitelere kadar hepsini bir arada yapar oldular. Hatta Edirne’deki gösteriler bu meydanda yapılır oldu, protestolar, gösteriler. Daha sonra yine Eski Cami ki Edirne’nin ulu camisidir. Selimiye imparatorluğun camisi ise Eski Cami Edirne’nin şehir camisidir. Çok önemlidir. Onun kapısının çıkışı bile yolun vasıta trafiğine açıktı. Cemaatin giriş-çıkışı bile zordu. Yine oraya da müdahale edildi. Orası da yine aynı şekilde yayalaştırıldı (Bkz. Resim 5). Burada tabi önemli olan belki altı çizilmesi gereken bir şey var. 20 yıl önce bu şehirde bu bölgelerde asfalt yapıldı. Daha önce doğal malzeme olan bütün bu caddeler asfalta çevrilmişti. Bu asfaltlar tek tek kaldırıldı. Bunlar ortadan kaldırılarak yerine doğal malzemeler kullanılarak bu çevreler yeniden düzenlendi (Bkz. Resim 6). Tabi bunun dışında yine birbirine bağlantılı yollar bunlar. Hiçbirisi birbirinden kopuk değil. Bir bölge yaratmayı ve bütün şehirde bir yaya aksı, özellikle de bahsettiğimiz bölgeden Selimiye ve Altın Üçgen’den diğer bölgelere erişimi sağlayacak yayalaşmayı da bir anlamda adım adım yapmak anlamına geliyor. Bu ilişkiyi burada görüyoruz (Bkz. Resim 7).
Şimdi Çilingirler Caddesi’nin eski halini görüyoruz (Bkz. Resim 8). Tabelalar, tretuvarlar, yayalar yolda, vasıtalar orda. Gerçekten de çok sıkıntılı bir noktaydı. Biz tabi bunları yaparken sadece yüzeyde yapıyı ellemedik. Bunlarla beraber altyapılar da elden geçti (Bkz. Resim 9). Bu şehirde aynı zamanda bu çalışmalar sürerken Yağmur Suyu Toplama tesisleri, telefon, elektrik, su benzeri bütün altyapı da yeraltına alındı, yenilendi ya da elden geçirildi. Yani bu anlamda olay sadece bir yüzeydeki düzenleme ve makyaj değil aynı zamanda altyapısıyla birlikte çözülmüş, şehrin tarihi merkezdeki çekirdeğindeki bir sağlıklaştırma çabası olarak da almak lazım. En azından aynı anda tabelalarla ilgili getirilen bazı kısıtlamalarla da eski fotoğraflarla yenileri arasındaki farkı göreceksiniz (Bkz. Resim 10). Yola doğru uzayan dikine tabelalar kaldırıldı ve böylece şehirdeki binaların biraz daha görünmesi ve çevrenin biraz daha iyileşmesi sağlandı. Bundan sonra Tahmis Meydanı örneğinde bunu daha iyi göreceğiz. Tahmis Meydanı da yine araç trafiğine açık, insanların kullanamadığı bir bölgeydi. Yine bu aksın ucundaki bir nokta. Tahmis aslında “kahveci” demek. Daha önceleri Çilingirler kahvecilerin olduğu yermiş. Bundan önce Çilingirler Caddesi dedik. Çilingir yine eski bir geleneksel meslek. Bundan sonra geleceğiz, Saraçlar Caddesi yine öyle. Buradaki cadde isimleri bile buranın ne kadar geleneksel özellikleri olduğunu gösteriyor. Bu alanda eski hali böyleyken yeni haline geçildiğinde etraftaki insanlar da cephelerini düzelttiler(Bkz. Resim 11, 12). O aynı yerdeki dükkânlar kendilerine çeki düzen verdiler. Çok ciddi bir müdahale olmadan halk kendiliğinden, kendini o çevreye uydurmaya başladı.
Evet bunları geçelim. Bu bölgede yayalaştırmayı gördük. Tabi adım adım, dediğim gibi bir adım daha öteye gittik. Burası şehrin ana caddesi (Bkz. Harita 1, Resim13). Tarihi boyunca vasıta trafiğine açık kalmış. Eskiden at arabası geçiyormuş, sonra diğer vasıtalar. Yıllardır plan kararlarında olmasına rağmen hatta zaman zaman, sevgili belediye başkanımız geldi, o denedi bir dönem bildiğim kadarıyla başkanlığı döneminde. Ama çok ciddi tepkiler, sıkıntılardan dolayı bir türlü tam kapatılamadı. Biz de tam seçime giderken, seçim önü bütün riskleri göze aldık. Ve burayı yayalaştırdık. Her türlü tepkiye rağmen, her türlü sıkıntıya rağmen. Çünkü doğruydu. Buranın trafiğe kapatılması halinde şehrin en önemli aksını kapatarak, merkezdeki trafik yoğunluğunu, vasıta ağırlığını biraz azaltma olanağımız doğacaktı. O çalışmalar sırasında görüyorsunuz altyapı çalışmaları ve sonunda o cadde, vasıtayla dolu cadde böyle bir hale geldi (Bkz. Resim 14). Ve orayı insanlar kullanmaya başladı. Onu görelim (Bkz. Resim 15, Resim16). Burada artık, eskiden sadece vasıta olan yerde insanlar yoğunlaşıyor, sergiler açılıyor, konserler düzenleniyor, su oyunları oluyor. Ve bunları insanlar artık eskiden olduğundan farklı bir şekilde kültürel amaçla, sosyal amaçla yaşamını sürdürmek için kullanıyor. Bunu, özellikle tek bir konuyu seçtim, çünkü bütün konuları anlatacak kadar uzun zaman yok. Ama bu süreç devam ediyor. Dediğim gibi biz bir anlamda Sinan’ı bir konuda örnek aldık. Bütün konularda örnek almamız ve yapmamız mümkün olmuyor. Hatalarımız da var ama en azından onun, adım adım her seferinde biraz daha geliştirerek, her seferinde biraz daha iyisini yaparak yaptığını, bizim de şehirde yaptığımıza inanıyorum.
Küçük yerlerden başlayarak, çevreden başlayarak, ana cadde ve şimdi de bu şehrin en önemli noktası ve Dünya Kültür Mirası Listesi’ne alınması için uğraştığımız Selimiye ve Çevresinin Düzenlemesi’ne geldi sıra. Biz bunu da önümüzdeki yıl yapacağımızı düşünüyoruz. Programa aldık. Şu anda bir ulusal proje yarışması için çalışılıyor. Jüri oluşturuldu. Jüri ilk toplantısını yaptı. Önümüzdeki hafta sanıyorum şartname son halini alacak. Ve önümüzdeki aylarda bir yarışmayla biz Selimiye ve Çevresi’nin hem kentsel tasarım açısından hem de bu çevreyle uyum açısından bir projesini elde edeceğiz ve bunu da uygulayacağız. Bu, şu anlamda önemli, biz bir alan yönetiminin bize dayattığı, sınırladığı ya da UNESCO’nun işte üye Dünya Miras Listesi’ne girersin, çıkarsın gibi tartışmalar olmadan iyileştirmeleri yaptık, yapıyoruz. O yüzden de bu bizim şu ana kadar yaptığımızın, alan yönetim planı bir anlamda üzerine mührü olacak. Demin hocam gösterdi Sinan’ın imzasını; şöyle önemli olacak, bu eğilimi geri dönülemez hale getirmek, insanların iradesinin dışına çıkarmak, kurumsallaştırmak, her gelenin keyfi bir şekilde bugüne kadar atılan adımları geriye çevirmesini engellemek için bizim mutlaka, mutlaka bir çerçeveye ihtiyacımız var. Bu çerçeve nedir: alan yönetim planıdır ve alan yönetimidir. Biz burada 3 yıldır çalışıyoruz alan yönetimi konusunda da. Bu 3 yıllık çalışma sırasında bütün aktörlerin katıldığı birçok toplantı yaptık. Kurullarımızı oluşturduk. Ve bu çalışmaların içinde aşağı yukarı tartışmaların birçoğunu aştık. Artık uygulamada atılacak adımlara geldi sıra. Ancak bu konuda tabi ki Emre dostumuz da belirtti, yasal düzenlemede ciddi sıkıntılar var. Örneğin biz bu alanın sınırlarını tanımlarken, henüz yasal olarak kurula onaylatma gibi bir madde bile yoktu. Yani o zaman biz dedik ki böyle bir şey olur mu? Yani korunan alanda, sit alanında bir sınır tanımlıyoruz. Ama tanımladığımız bu alanı koruma kuruluna onaylatamıyoruz. Bunu nasıl uygulayacaksınız? Bunun bir mantığı yok. Ve bu tartışmalar sırasında gerçekten adım adım bakanlıktaki arkadaşlarımızla ve diğer yetkililerle konuşmalarda adımlar atıldı. Bu tür sorunlar da biraz da pratikte çözüldü. Ve ben şuna inanıyorum ki yasalardaki, yönetmeliklerdeki boşluklar, bu uygulamadaki bizim eksiklerimiz, bilgilerimizdeki eksiklikler, alışık olmadığımız bir yönetim tarzına bu uygulama konusu ancak ve ancak biraz da bizim yine meşhur tabirimizle “kervan yolda düzülür” misali biz yaptıkça düzelecek. Hataları gördükçe eksikleri tamamlayacağız. Ama ben bizim burada bütün katılan kuruluşları görüyorsunuz, tek tek hepsini saymayacağım. Ama bu şehirdeki bu işe gönül veren, emek veren her kişi ve kurum, ayrıca bütün buradaki aktörlerin katıldığı bir çalışma içindeyiz. Ve ben bu çalışmanın uzun ve kısa vadeli sonuçlarını hep birlikte alacağımıza inanıyorum. Beni dinlediğiniz için teşekkür ediyorum. Sağ olun.
Oturum Başkanı Saleh Lamei: Çok teşekkürler Sayın Belediye Başkan Yardımcısı açıklamalarınız için. Bize deneyimlerinizden bahsettiniz. Elbette yüzleşmemiz gereken güçlükler var tarihi kentlerde. Mesela, Mısır’da tarihi Kahire’de benzeri problemlerimiz var. Ve odaklandığımız önemli konulardan biri sürdürülebilir kalkınmaydı ki bu da yönetim planıyla bağdaşık olmalıdır. Yine bir farkımız var bizim Mısır’da. O da kamunun farkındalığıyla ilgili. Pek çok ülkede Ortadoğu’da ve aynı zamanda buradaki bölgemizde kamu farkındalığının iyileştirilmesi, geliştirilmesi gerekiyor. Eminim ki kamunun desteğiyle ve buradaki arkadaşlarımızın katkılarıyla bu tartışmalarda büyük yararlar sağlayabiliriz.
Kendimi size tanıtmaya vaktim olmadı oturumun başında. Tekrar buraya Edirne’ye geldiğim için çok memnunum. Ben buraya 1973 yılında gelmiştim. O zamanlar burası bambaşka bir yerdi. Ama tekrar Edirne’ye gelmiş olmak beni çok memnun ediyor. 1973 yılında ben özellikle Mimar Sinan’ın eserini görmeye buraya Edirne’ye gelmiştim. Bu büyük şaheseri görmeye gelmiştim. Hala hatırlıyorum Lübnan’da bana sormuşlardı. Elan Hariri Ailesi için yeni camiler yapmam söylenmişti. Tekrar buraya gelip Mimar Sinan’ın şaheserinden yeni şeyler öğrenmek istediğime karar vermiştim. İnsanlar, belli bir bölgede yaşayan insanlar da mesela Mimar Sinan’ın yarattığı eserlerin etkilerini görmekten büyük zevk duyuyor. İslam Dünyası, Mimar Sinan’ın çalışmalarını önemli buluyor ve Mimar Sinan’ı çok büyük bir usta olarak görüyor. Bu ziyaretimiz esnasında belli çıkarımlarda bulunduk. Belli sonuçlara vardık. Umuyoruz, bu toplantıdaki çıkarımlarımız, sonuçlarımız da size destek olacaktır, faydalı olacaktır. Kesinlikle eminim ki Türk Devleti çok güzel çalışmalar yapmaya kadirdir. Ben uzunca bir süre İdari Komite’de yöneticilik yaptım Paris’te. Buradaki arkadaşlarımla orada tanıştık. Biliyorum ki yönetim planı her zaman çok büyük sorun oluyor. Burada da görüyoruz; özellikle etkilenme alanı konusunda problemler olabilir ama eminim bütün bu sorunlar gerçekten çözülerek dosya kabul görecektir. Ve bu mekânı gelecekte Dünya Mirası olarak kaydedilmiş olarak göreceğiz. Çok teşekkürler.
Mesude Şenol: Sayın oturum başkanımıza ve konuşmacılarımıza çok teşekkür ediyoruz. Sempozyumumuzun öğleden önceki ilk bölümü bitmiş bulunmaktadır. ICOMOS üyesi misafirlerimiz ve konuşmacılarımızın otobüsleri aşağıda hareket etmek üzere kendilerini beklemektedir. Diğer katılımcılar için alt katımızda öğlen yemeği ikramı vardır. Teşekkür ediyorum.
OTURUM 3 Mesude Şenol: Sevgili konuklar, sempozyumumuzun öğleden sonraki programı ICOMOS-CIVVIH Başkanı Sayın Ray Bondin’in oturum başkanlığını yürüteceği ve Sayın Sofia Avgerinou-Kolonias ve Sayın Zeynep Ahunbay ile Sayın Samir Abdulac’ın sunumlarının yer alacağı üçüncü oturumumuz başlıyor. Sayın Ray Bondin’i kürsüye davet ediyoruz. Teşekkür ederiz. İlk konuşmacı, Sayın Sofia Avgerinou-Kolonias’ı “Tarihi Yerleşmeler ve Akdeniz İletişim Ağı Yönetim Yaklaşımları” konulu bildirisini sunmak üzere kürsüye davet ediyorum.
Oturum Başkanı Ray Bondin: Evet ilk konuşmacı, Akdeniz Komitesi CIVVIH Akdeniz Komitesi Başkanı, kendisi senelerdir CIVVIH’a üye.
Sofia Avgerinou-Kolonias: Çok teşekkürler, iyi günler. Bu konuşmamın amacı, bu iletişim süreçlerimizin amacı Alt Komitemiz’in gündeme getirdiği daha kapsamlı meselelere katkı sağlamak, bunun dışında Akdeniz’deki diyalog sürecimize katkı sağlamak ve Akdeniz’de işbirliği ve araştırma sürecine bir diğer katkı sağlamak. 30 senedir insanın ve doğanın en büyük yaratımlarını Dünya Mirası’na kaydetmeye devam ediyoruz ki bunları biz birer evrensel değer olarak görüyoruz. Fakat bugün şehirler sektörünün daha da kapsamlı bir şekilde Dünya Mirası kavramı dönüşmekte ve şunun kabul etmeliyiz ki hem metropollerde hem de büyük şehirlerde, küresel kentleşme bağlamında olmakta olan bazı gelişmeler paralel bir biçimde küçük kasabalarda ve yerleşkelerde de oluşmakta ve belli gruplar ve ağlar oluşmakta. Akdeniz Dünyası eski bir tarihe sahip ve büyük likit kıta olarak adlandırılıyor Avrupa, Asya, Anadolu ve Afrika arasında (Bkz. Resim 1). Burada kültürler ve dinler buluşuyor. Kasabalar ve köyler, Akdeniz havzasının çevresinde organik biçimde birbirine gösterdi. Bunların ana özellikleri çevreyle olan ilişkileri, kentsel dokunun önemi, yapılarındaki yansımalar ve bunların belli ihtiyaçları ve kültürleri yansıtış şekli, ahşap yapıları. Bunun sonucunda hem basit hem uyumlu bir mimari sistem görüyoruz (Bkz. Resim 2, 3, 4, 5). Bu fonksiyonel ve estetik açıdan zenginlik gösteriyor.
Bu konuşma genel olarak Akdeniz’in ada şehirleriyle ilgili özellikle de Ege Denizi’ndeki ada şehirleri ve kasabalarıyla ilgili. Ege takımadalarının tarihçesi ve jeolojisi dünyanın en eski bölgelerinden birini oluşturuyor ve bu takımadaları eşsiz kılıyor. Bu adalar ürünlerin, insanların, fikirlerin Doğu ve Batı Akdeniz arasında çok uzun yıllardır değişimini sağlayan bir ortam. Akdeniz takımadaları bu bağlamda ada şehirleri sayesinde ulaştırma ve iletişim açısından önemli bir rol oynamış. Bu takımadaların içerisinde olan adalar, Akdeniz’in batı kısmına özellikle seyahat planları açısından önemli bir hizmet görmüş. Aynı şekilde buradaki kasabalar ve yerleşmeler sadece kendi aralarında bir ağ oluşturmakla kalmamış, aynı zamanda bütün Akdeniz bağlamında bir ağ oluşturmuşlardır. Ege denizi ve adaları bir bütün haline gelmiş bir kentsel yapı oluşturuyor ve bir açık şehir gibi görünüyor. İlginç bir şey de disiplinler arası ve çok boyutlu yaklaşımlar. Helenik katılımın 10. Venedik Bienali’nde bununla ilgili bir sunum olmuştu. Ve burada Ege takımadalarındaki kentselliğin dağılımı ele alınmıştı. Buna benzer Giora Romano’nun bir yazısı var “Ege Su Şehri” diye. Aynı şekilde burada belli özellikleri dile getiriyor. Kendi duvarları içeride kapalı bir şehir diye bir şey yoktur diyor. Tarihçiler bunun farkındadır, böyle bir şey hiçbir zaman olmamıştır. Tarihçiler aynı zamanda bilir ki bu mekân yaratmakta olan bir şehirdir. Sadece buradaki ağ, buradaki uzamı tanımlar, belirler dolayısıyla buradaki bu tek dağılmış şehir, burada acaba bir şehir mi yoksa bir kaç ada mı var diye sormalıyız diyor. Gerçek şu ki bu gerçekten bir iç iletişimin önemli bir rol oynadığı bir ağ. Buna ilişkin hiçbir şüphe yok. İnsanlık bir şekilde görebilir ki buradaki tek yönlü bağlantılar baskın değil. Nihayetinde bu bağlamda adaların tek bir şehir gibi olma olasılığını göz ardı edemeyiz, ekarte edemeyiz. Ege’nin ada kasabaları çok büyük uygarlıklara yuva olmuş. Antik zamanlarda da aynı şey geçerli ve buradan bugünün çağdaş kültürleri oluşmuş. İlk kentsel yerleşmeye verilen isim Cora’ymış (Bkz. Resim 6). Bunlarla surlarla çevrili yerleşkelerin olduğu adalarda gördüğümüz oluşumlar. Genellikle bunlar denizden görünemiyor ve peyzaj dokusu içinde kaybolmuş oluyor. Doğanın örüntüleri içinde kaybolmuş oluyor ve görülemiyor. Bir anlamda böylesi bir yapılandırılmış ortamı, onu çevreleyen doğal varlıkların dışında hayal etmek bile imkansız. Bu yapılar, bu yerleşkeler organik olarak gelişmişler, tam bir uyum içerisinde bölge ve peyzajla bütünleşmişler. Le Corbusier, modernizm hareketinin öncülerinden biri, modlarında ve skeçlerinde uluslararası sok ışığının altına bu konuyu getirmiştir. Özellikle mimar nesillerine tasarım ilkeleriyle ilgili bu sade formla birlikte hacimlerin netliğini sunmuş; yine bu alanın ve peyzajın bunların içindeki var oluş şeklini gündeme getirmiş. “Yeni bir mimariye Doğru” adlı kitabında Le Corbusier diyor ki: “Ben güzellik, uyum ve estetiğin gerekliliğini esas alıyorum.”
Burada ekonomik faaliyetler ve kültürel bağlam, gelenekler, ev, görenekler bir araya gelmiş ortak bir tarihçe içerisinde. Aynı zamanda inşaat malzemeleri ve teknikleri de mimari yapılara benzer şekilde genellikle etraftaki diğer köylerle paylaşılmış. Buradaki açık sahalar ise küçük bağlamlı ve spesifik belli düzenlemelerle karakterize oluyor. Bu adaların etrafındaki deniz bu adaları turizmin etkilerinden nispeten korumuş, aynı zamanda fizyonomileri de yük olmaktan korunmuş bu sayede. Fakat son 10 sene içerisinde küçük bağlamlı esas yerleşkeler artık turizm tehdidi altında, aynı zamanda demografik, sosyal değişimler de onları olumsuz etkilemekte (Bkz. Resim7, 8). Bunun dışında geleneksel faaliyetler ve mimari değerler de kaybolmanın eşiğinde. Belgelendirmeyi ve değerlendirmeyi amaçlayarak, belli çalışmalar, bugüne kadar yapılmış. Tarihle ilgili kayıtlar tutulmuş, özellikler değerlendirilmiş, binaların tipolojisi ele alınmış, kentsel dokunun özellikleri değerlendirilmiş, malzemeler, yapı teknikleri incelenmiş dahası doğal özellikler ele alınmış, arkeolojik veriler değerlendirilmiş ve aynı zamanda özgün kültürel öğeler, geleneksel mali faaliyetler, ekonomik faaliyetler de ele alınmıştır. Bununla birlikte burasının korunması ve sürdürülebilir bir şekilde geliştirilmesi mutlaka bir yönetim stratejisi gerektiriyor. Bunun için de yerleşik kişilerle diyalogda olunması gerekiyor. Bu diyalog çerçevesinde bulunması gereken şeyler de şimdi aşağıda belirteceklerim.
Uygun ilgili kanun ve düzenlemelerin yapılması ve değerlerin korunması bunlar doğal çevre de dâhil olmak üzere yine bu bağlamda genişlemenin sınırlanması, sosyal önlemlerin ve ekonomik kaynakların desteklenmesi, gerekli insan kaynaklarının, malzeme kaynaklarının sağlanması, zanaatkarların eğitilmesi, bir platformun oluşturulması, turizm ve kültürle ilgili, kültürel değerlere zarar vermemek için gerekli çabaların sarf edilmesi, yeni özelliklere sahip bir mimari yapının yaratılması için gerekli koşulların sağlanması, bilgilendirme, bilinçlendirme, yerel toplulukların, toplumların bilgilendirilmesi, katılımlarının sağlanması.
İnanıyoruz ki bu bağlamda küçük ada kasabalarıyla, köylerinin Akdeniz’de birer Dünya Miras özelliği olarak gruplar ve ağlar şeklinde tanımlanması için gerekli bir teklif, gerekli bir önerme zaten ortada var. Pek çok bağlamda bu gruplar ve ağlar orijinalliklerini ve bütününü korumaktalar. Fakat bununla birlikte Akdeniz havzasında sosyal var oluşla ilgili kültürel geleneklerin, senelerdir süregelen geleneklerin, somut bazlı kültürel değerlerin de ne kadar özel ve ayrı olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla bunlar, kentsel tasarım bağlamında doğal çevreyle de ilişki içerisinde gelişmiş olan süreçler. İnanıyoruz ki bu grupların ve ağların dünya mirası özellikleri olarak değerlendirilmesi, katkı sağlayacaktır bunların korunmasına ve kimliklerine. Bütün dünya için çok önemli bir şey Akdeniz’in bu kültürünü, erdemini sürdürmek ve bunun için de önemli bir ağ olarak bu takımadaların aday gösterilmesi önem taşıyor. Çok teşekkür ediyorum.