201
konusunda kardeşiyle anlaşmazlık yaşadı. Bunun üzerine Bağdad’dan gizlice
kaçtı ve Süleymaniye dağına yerleşerek iki sene süren bir çile hayatı yaşadı.
Mirza Hüseyin Ali’nin bu gizemli tavrı, Bâb Mirza Ali Muhammed’den
sonra lidersiz kalan Bâbîler arasında büyük yankı uyandırdı ve kendisini
hareketin başına geçirecek sosyo-kültürel zeminin oluşumuna yardımcı oldu.
Nitekim Mirza Hüseyin iki yıllık çile hayatından sonra Bağdat’a döndüğünde
ummadığı bir ilgiyle karşılaştı. Bâbîler’in çoğu onun etrafında toplanmış,
Bağdad şehri, İran’dan bile çok sayıda ziyaretçinin akınına uğramıştı. O bu
ilgiyi iyi değerlendirdi ve 1863 yılında Bahâîliğin temellerini attı. Bağ-ı
Rıdvan denilen bir yerde Bab Mirza Ali Muhammed’in “Allah’ın ortaya
çıkaracağı zat” şeklinde haber verdiği kişinin kendisi olduğunu söyleyerek,
Bâbîleri kendisine uymaya çağırdı. Onun bu daveti Bâbîler arasında genelde
olumlu neticeler verdi; karizmatik yapısı nedeniyle de taraftarlarınca
“Allah’ın ululuğu, güzelliği, rahmeti ve lütfu” anlamında
Bahâullah olarak
anılmaya başlandı. Bu niteleme aynı zamanda Bâbîliliğin, artık Bahâîlik
olarak adlandırılması sonucunu doğurdu. Bâbîlerden onun davetine
uymayanlar da oldu. Kardeşi Mirza Yahya Nuri’nin önderliğindeki bir kesim
onun iddilarına karşı çıkıp Bâbîliği devam ettirdi. Aradaki ayrılık, hareket
içerisinde bir bölünmeyi kaçınılmaz hale getirdi. (Fığlalı, 1991, s. 466)
Mirza Hüseyin’in Bağdad’daki faaliyetleri, yerel halkı ve alimleri rahatsız
etti. Onların yaptığı şikâyet üzerine de Mirza Hüseyin Ali önce İstanbul’a
ardından da Edirne’ye sürgüne gönderildi. Ancak bu sürgün sırasında Mirza
Hüseyin’in, aralarında Osmanlı devletinin de olduğu birçok hükümete,
davetine uymayı telkin eden mektuplar yazması Osmanlı yönetimini rahatsız
etti. Mirza Yahya Nuri ve taraftarları Kıbrıs’a, Mirza Hüseyin ve taraftarları
da Akka’ya sürgün edildi. Mirza Hüseyin 1892’de, kardeşi Mirza Yahya da
1902 yılında öldü.
Mirza Hüseyin’in ölümü sonrasında yerine Abdülbahâ ünvanıyla halef
tayin ettiği büyük oğlu Abbas Efendi hareketin başına geçti. 1908 yılında
Abbas Efendi, meşruiyetin ilanıyla birlikte Osmanlı idaresinin baskısından
kurtulan Bahâîliğin kurumsal yapılanması ve farklı bölgelere yayılması
noktasında önemli çabalar gösterdi. Bu kapsamda Mısır, Avrupa ve
Amerika’da kapsamlı faaliyetler yürütüldü. İsrâil’in Hayfa kenti, Bahâîliğin
merkezi olarak seçildi ve I. Dünya Savaşı sırasında oluşan siyasî
konjonktürün de etkisiyle Bahâîlik faaliyet alanını iyice genişletti.
Abbas Efendi’nin 1921 yılında ölmesiyle, hareketin başına ilk torunu olan
Şevki Efendi geçti. Yaşının genç olması ve Amerika Bahâîlerinden bir
hanımla evli olması, Şevki Efendi’nin Bahâîliğin tüm dünyada yayılması
noktasında geniş kapsamlı faaliyetler gerçekleştirmesine yardımcı oldu.
Şevki Efendi, çocuğu olmadığından, Bahâîliğin kendisinden sonra idaresini
“baş koruyucular” olarak nitelendirdiği 27 kişilik yardımcı heyetine havale
etti. Onun 1957 yılında ölmesi üzerine hareket, İsrâil’in Hayfa kentindeki
Umûmî Adalet Evi (Universal House of Justice) adıyla kurulan teşkilat
bünyesinde söz konusu yardımcıların kontrolünde varlığını sürdürdü.
İslâm’dan bağını kopararak bağımsız bir dini harekete dönüştü. Günümüzde
özellikle İran, Amerika, Avrupa, Afrika ve Pakistan’da faaliyetlerde bulunan
Bahâîliğin, tüm dünyada dört milyon civarında taraftarının olduğu
kaydedilmektedir (Fığlalı, 1991, s. 467–8). Dünya Bahâîleri, yeni din
üzerinde tek karar verici makam olan ve kararlarında masum addedilen
Umumî Adalet Evi’ne gönderecekleri dokuz kişilik üst düzey idarecilerini,
kendi bölgelerinde ya da ülkelerinde yaptıkları seçimle belirlemektedirler.
Dostları ilə paylaş: