Rahman ve Rahim Olan Allah’ın Adıyla Orijinal adı: Adab’us Salat Merhum İmam Humeyni (r a) Yayımlayan: İmam Humeyni’nin (r a) Eserlerini



Yüklə 1,26 Mb.
səhifə57/68
tarix27.07.2018
ölçüsü1,26 Mb.
#60516
1   ...   53   54   55   56   57   58   59   60   ...   68

Felsefî Yorum


Ahir zaman ehli için nazil olmuş olan mübarek Tevhit suresi hakkında belki de felsefi ölçüler ve burhanlarla uyumlu bir yorum vardır ve onu da arif Şeyhabadi’den, istifade ettim.

Dolayısıyla, “huve”, salt vücuda ve mutlak hüviyete işarettir ve o mübarek surede Hak Teala için ispat etmiş olduğu altı yüce felsefi konuya delil teşkil etmektedir.

Birincisi uluhiyet makamıdır ki bütün kemalleri toplayan ve cemal ve celalin ehediyet-i cem (toplu birlik) makamıdır. Zira felsefi yorumlarla uyumlu makamlarda da ispat edildiği üzere salt vücut ve mutlak hüviyet, salt kemaldir. Aksi taktirde salt vücudun da yokluğu gerekir. Bu konu bir takım ön bilgilere ihtiyaç duyduğundan işaret ile yetiniyoruz.

İkinci makam ise ehediyet makamıdır ki; aklî, haricî ve vücudî hüviyetin tam vesatetine işarettir. Cins, fasl (ayrık), madde ve suretten oluşan akli bileşim ile madde, harici suret veya niceliksel parçalardan oluşan harici bileşimden, mutlak olarak münezzeh olduğunu ifade etmektedir. Bu konudaki bürhan da salt vücut ve mutlak hürriyet burhanıdır. Zira eğer salt ehedi bir zat olmazsa, saltlıktan uzaklaşır ve zatiyeti ortadan kalkar.

Üçüncü makam ise semediyet makamıdır ki mahiyetin nefsine işarettir. Eksikliğinin olmaması ve içinin boş olmaması da mahiyetinin olmadığına ve imkansal noksanlıklara sahip bulunmadığına işarettir. Çünkü bütün mümkün varlıkların zat mertebeleri boşluk ve ara mesabesinde olduğu için, bir boşluk ifade etmektedir. Zat-i mukaddes ise salt vücut ve mutlak hüviyyet olduğu hasebiyle, aslı mahiyet olan imkansal noksanlıktan uzaktır. Zira mahiyet, vücubî sınırlardan elde edilen ve vücudun tecellisinden algılanan bir gerçektir. Salt vücut ise her türlü hadden ve nesnellikten münezzehtir. Zira her sınırlı varlık, sınırlı hürriyet ve karışık vücuttur; mutlak ve salt vücut değil.

Dördüncüsü ise ondan hiçbir şeyin ayrılmamasıdır. Zira bir şeyin bir şeyden ayrılması, ilk madde, hatta niceliksel parçalara sahip oluşunu gerektirmektedir ve o da mutlak hürriyet ve salt vücutla aykırılık içindedir. Sonuçların nedenden ayrılışı ise, imtisal suretinde değildir. Belki tecelli, zuhur ve sudur yoluyladır ve O’ndan suduruyla da nedenden hiçbir şey eksik olmamaktadır. Rücu edişiyle de ona hiçbir şey eklememektedir.

Beşincisi ise onun bir şeyden meydana gelmeyişidir. Zira bunun da önceki aykırılıklarla birlikte, vücudun sarafeti ve hürriyetin mutlak oluşuyla başka bir aykırılığı bulunmaktadır. Zira bu salt vücuttan önce bir varlığın olmasını gerektirir ve bu yüce felsefede ispat edildiği üzere salt varlık, her şeyden ezelidir. Diğer varlıklar ise mutlaktan sonra vücuda gelen varlıklardır.

Altıncısı ise eşinin ve benzerinin olmayışıdır ve o da salt vücudun tekerrür etmeyeceği burhanıyla sabittir. O halde iki mutlak hürriyet düşünülemez. Mutlak ve kayıtlı mahiyet de birbirine benzer değildir.

Bu konulardan her birinin bir takım ön koşulları ve ilkeleri vardır ki detayları uzayacağından bu kadarıyla yetiniyoruz.

İşrakî Felsefe


Bil ki bu mübarek sure oldukça özet olmasına rağmen bütün ilahi işleri tesbih ve tenzih mertebelerine şamildir. Hakikatte Hak Teala’nın ifadeler kalıbında mümkün olan şeylerle nispetini ortaya koymaktadır. Nitekim, “Huvellahu ehed” ifadesi kemal sıfatının bütün hakikatlerini ifade etmektedir ve bütün subutî sıfatlara şamildir. Samet kelimesinden surenin sonuna kadar ise, sıfat-i tenzihiyedir ve de noksanları selbetmeye işarettir. Mübarek surede iki hadden çıkış ispat edilmiştir ki, bu iki had de ta’til ve teşbihatlardır. Her ikisi de itidal ve tevhit hakikatinden uzaklaşmaktır. Ayet-i Şerife ilk önce ta’til meselesini (akılların Allah hakkında hiçbir bilgi edinemeyeceği ilkesini) nefyetmeye işaret etmekte, surenin sonu ise teşbihi nefyetmeye işaret etmektedir. Sure ayrıca mutlak zata, zatî isimlerle tecelliden ibaret olan ehediyet makamına ve sıfat isimleriyle tecelliden ibaret olan vahidiyet makamına işarettir. Nitekim bunun detayları münasebet miktarınca zikredilmiştir.

Tamamlama


Şeyh Saduk (r.a) el-Bahteri’den, o da Veheb Kareşi’den, o da İmam Sadık’tan, o da değerli babası Bakır’ul Ulum’dan Allah-u Teala'nın “kulhuvellahu ehad” ayeti hakkında şöyle buyurduğunu nakletmektedir: “Kul” (De ki) kelimesi, “sana vahyettiklerimizi ve sana bildirdiklerimizi dinleyen ve müşahede eden kimselerin hidayete ulaşması için, sana kıraat ettiğimiz harf terkibiyle izhar et” anlamındadır. “Huve” kinaye olan bir isimdir ve gaibe işaret etmektedir. O halde “ha” harfi sabit anlama uyarı yapmaktadır. “Vav” harfi ise hislerden gaib olana işarettir. Nitekim “haza” kelimesi de duyular nezdinde hazır olan bir şeye işarettir. Ve bu gaibe işaret de kafirlerin kendi duyuları ile hissettikleri tanrıları hakkında bir uyarıdır. Onlar şöyle diyorlardı: “İşte bu bizim tanrılar, hissedilen ve gözle görülen varlıklardır. O halde ey Muhammed! Sen de ilahını işaret et ki, onu görelim, derkedelim ve şaşkınlık içinde bocalamayalım.” Bunun üzerine Allah-u Teala şöyle buyurdu: “De ki: Huve (O)” dolayısıyla “ha” sabit olan bir şeyi tesbit etmekte ve “vav” ise gözlerden ve dokunma hissinden gaib olan bir varlığa işarettir ve Allah bundan münezzehtir. Zira Allah gözleri derkeden ve duyu organlarını yaratandır.”1

İmam Bakır (a.s) da şöyle buyurmuştur: “Allah”ın anlamı, insanların hakikatini derkten aciz oldukları ve niteliklerini ihata edemediği mabud anlamındadır. Arap şöyle demektedir: “Alihe’r recul” Bunu bir şeyde şaşkınlık içinde bocaladıkları ve hakkında ilmî ihata elde edemedikleri zaman söylemektedirler. “Velehe” kelimesini ise, korktukları ve bir şeye sığındıkları zaman söylemektedirler. İlah ise insanların duyu organlarından gizli olan varlık anlamındadır.”

İmam Bakır (a.s) ise şöyle buyurmuştur: “Ahad bir ve tektir, ehad ve vahid tek bir anlam ifade etmektedir ve o da eşi olmayan tek varlık anlamındadır. Tevhid ise bu vahdeti ikrar etmektir ve o da infirat (birleme) anlamındadır. Vahid ise bir şeyden kaynaklanmayan ve bir şeyle birleşmeyen, diğer şeylere aykırı varlık anlamındadır. Bundan dolayı sayının temelinin tek olduğunu söylemektedirler ve tek, sayıdan sayılmamaktadır. Zira sayı, tek hakkında değil, iki şey anlamında kullanılmaktadır. Dolayısıyla Allah-u Teala’nın “Allah-u Ahad” sözünün anlamı şudur ki, insanların idrakten ve niteliklerini ihatadan aciz kaldıkları ilah, ilahlığı hususunda birdir ve yaratığın sıfatlarından münezzehtir.”1

İmam Bakır (a.s) hakeza şöyle buyurmuştur: “Babam Zeyn’ul Abidin (a.s,), babası Hüseyin b. Ali’den (a.s) şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Samed; içi boş olmayan ve de yüceliği sonsuza varan varlıktır. Samed yemeyen ve içmeyen varlıktır. Samed uyumayan varlıktır, samed her zaman olan ve her zaman olacak olan varlıktır.”

İmam Bakır (a.s), “Muhammed b. Hanefiye'nin şöyle dediğini nakletmiştir: “Samed zatıyla kaim olan ve gayrisinden mustağni olan varlıktır.” Ondan gayrisi ise şöyle demiştir: “Samed oluşum ve bozukluktan uzak varlık demektir ve samed, değişiklikle nitelendirilmeyen bir varlık demektir.”

Hakeza İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Samed itaat edilen en büyük varlık demektir. Onun üzerinde bir emreden ve nehyeden yoktur.” Hakeza şöyle buyurmuştur: “Ali b. Hüseyin Zeyn’ul Abidin’den (a.s), samedin anlamı sorulunca şöyle buyurmuştur: “Samed ortağı olmayan bir varlıktır, onun için bir şeyi korumanın zorluğu yoktur ve hiç bir şey O’ndan gizli kalmaz.”2

Veheb Karaşi ise şöyle diyor: “Zeyd b. Ali şöyle diyordu: “Samed öyle bir varlıktır ki, bir şeyi irade ettiğinde ona “ol” der, o da oluverir. Samed eşyaları yaratan varlıktır. Allah varlıkları birbiriyle zıt, benzer ve çift oldukları halde yaratmıştır. Kendisi ise vahdeti ile münferittir (tektir). Ne zıttı vardır, ne şekli, ne misli ve ne de benzeri.”3

Veheb ayrıca Ali b. Hüseyin’den (a.s), samedin tefsiri hakkında da bir söz nakletmektedir: İmam Bakır’ul Ulum’dan (a.s) da samed harflerinin sırları hakkında bir söz aktarmaktadır.. Veheb b. Veheb İmam Bakır’ın (a.s) şöyle buyurduğunu söylemektedir: “Eğer Allah’ın bana buyurduğu ilmî taşıyacak birini bulsaydım, şüphesiz tevhid, İslam, din ve şeriatlerini “samed”den yayardım. Böyle birisini nasıl bulabilirim ki? Oysa ceddim Müminlerin Emiri de ilmî için bir taşıyıcı bulamamış ve bulamayınca acısından ah çekmiş ve minberin üzerinde şöyle buyurmuştur: “Beni kaybetmeden önce bana istediğiniz şeyi sorun. Şüphesiz şu göğsümde büyük bir ilim vardır. Ah! Ah! Onu taşıyacak birini bulamıyorum.”1




Yüklə 1,26 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   53   54   55   56   57   58   59   60   ...   68




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin