Teyemmüm :
Gerek abdest olsun, gerek boy abdesti demek olan, gusül abdesti olsun, su ile olacak şeylerdir. Suyun bulunmadığı yerde, veyahut su var ise de, (4000) adım uzakta olmak veya düşman elinde bulunmak, yahut da, pahalı olarak para ile satılmak gibi, elde edilmesine kudret olmadığında veya suyu kullanmakla vücuda zarar geleceğinde abdest ve gusül yerine teyemmüm yapılır. Teyemmüm hem abdestin, hem de guslün yerine geçer.
Teyemmüm, temizlik niyetiyle temiz toprağa veyahut toprak cinsinden bir temiz yere, ellerini iki defa vurup, bir defasında yüzüne ve ikincisinde iki kollarına sıvamaktan ibarettir. Ellerini yere, ikinci vuruşunda önce sol eliyle sağ kolunu ve sonra sağ eliyle sol kolunu sıvar.
Bozulmadıkça bir teyemmüm ile birkaç namaz kılınır.
Abdesti bozan şeyler, teyemmümü bozduğu gibi, ayrıca suyu bulmak ve kullanmağa kadir olmak da teyemmümü bozar.
Abdesti bozan şeyler, gusülü bozmaz, gusülü ancak, guslü icap eden şeyler bozar.
Kadınlar, âdet ve lohusalık zamanlarında, namaz kılmaktan ve mushaf okumaktan ve camiye girmekten dinen menedilmişlerdir.
Oruç Tutmak:
İbâdet niyetiyle aç durmaktan ibarettir ki, Cenâb-ı Hakka ihlâs üzere, gündüzün fecrin başlangıcından güneş batmcaya kadar yemek, içmek, ve cinsî münasebette bulunmaktan kendini menetmektir.
Yılda beş gün, yâni Ramazan bayramının ilk günü ile Kurban Bayramının dört günü, müstesna olmak üzere, her gün oruç tutulabilir.
Farz olarak Ramazan orucu vardır ki, terk olunamaz. Ramazan ayı senenin hangi mevsimine rastlarsa rastlasın, o günler, arka arkaya oruç ile geçirilir. Hastalık, yolculuk ve emziklilik gibi bir mazeretle, oruç tutmağa tahammül edemeyenler, âdet ve lohusalık özürleri olan kadınlar, Ramazan orucunu mazeretleri geçince öderler.
Raraazan-ı şerif gecelerine mahsus bir de namaz vardır ki, yatsı ile vitir namazı arasında kılınır ve adı teravihtir.
Her iki rekâtta selam ve her dört rekâtta biraz ara ile yirmi rekâttır.
Zekât Vermek ;
Malının kırkta birini, Allah yoluna ayırıp tahsildarına teslim etmek ve tahsil olunmakta değilse, kendi din kardeşlerinden muhtaç bildiği kimselere vermektir. Şu şart ile ki, verdiği kimse, kendi usûl ve furûundan ve âli-hâşimden olmayacaktır.
Zekât, bir malî ibâdettir ki, onunla ehli-İslamın, hür ve zengin olan âkîl ve baliğleri mükelleftir.
Altın ve gümüşün, gerek meşkûküne, gerek hüllîy ve evânîsine98 ve hayvanlardan deve. davar99 ve sığır cinslerine terettüp eder.
Sair emvale, ticaret niyeti olmadıkça, zekât terettüp etmez. Meğer ki, icârât ve ticaretten birikmiş nukûd ola.
Nakdin nisabı, yâni zekât terettüp edecek mikdân, gümüşte iki yüz dirhem100, altında yirmi mıskaldır.101
Zekâtın şartı: Sahibinin o meblâğa mukabil, borcu olmamak, meblâğ ihtiyâcı asliyesinden fazla olmaktır ve üzerinden bir sene-i kâmile geçmektir.
Develeri olan kimse, her beş devede bir koyun ve davan olan kimse, her kırk davarda bir davar, sığırı olan kimse, her otuz sığırda bir dana verir.
Bunlarda (Sevâim) olmak yâni yılın çok zamanında, ahırda beslenmekte olmayıp, kırlarda yayılır olmak dahi şarttır.
Meyve, sebze ve diğer mezrûâtta, elde edilenin onda birini vermek bilaistisna, yâni (aklü-bülûğ) şartı olmayarak herkes için va-zifeı şer'iyyedendir. Bunda nisâb dahi şart değildir. Eğer kova ve dolap gibi vasıtalarla, sulanmakta, ve bu sebeple güçlük çekilmekte ise, öşrün yarısı verilir.
Haccetmek :
Mekkei Mükerremedeki Kâbez muazzamayı - ki, bütün ehli îslâ-mm kıblesidir -ziyaret etmekten ibarettir.
Kâbeyi ziyaret iki türlüdür; Biri (ömre), diğeri (Hac) dır.
Ömre, sâyü tavaftan ibarettir ki, (Haccı asgar) sayılır. Bunun için muayyen saman yoktur.
Hac, Zilhiccenin dokuzuncu günü ki, (Arefe) tâbir olunur. (Arafat) denilen yerde bulunmak şartiyle Kâbei Muazzamayı tavaf etmek ve Safa ile Merve arasında sâyetmekten ibarettir. Bu ziyaret, Omreye nisbetle (Haccı ekber) olur. Her ikisinde İhram şarttır ki, Mikaatı -muayyeninde dikişli libaslardan soyunup, bir veya iki parça beze sarınmak ve sanki dünyevî meyillerden sıyrılıp, kefenli Ölü gibi zengin ve züğürt hep bir yerde, baş açık, yalın ayak Divânı Bâride bulunmaktır.
Haccetmek, hem servete, hem sıhhat ve kuvvete, ayrıca yol em-niyyetine mütevakkıf, bir (ibâdet-i mâliye ve bedeniye) dir. Binaenaleyh bu ibâdet ile Müslümanların ancak, hür ve zengin ve vasıtaya inip binmeğe kaadir olanları mükelleftir.
Kâbeyi, Hac ve Omreyi bize bildiren ve her hayır ve fazileti öğreten, Peygamber efendimiz olduğu için, haccdan sonra teşekkür, olarak Medînei Münevverenin toprağına yüz sürmek yâni Hazreti seyyi-dül-enâmm Ravza-i mutahharasmı ziyaret eylemek dahi zenginlere bir vazifedir.
Bunlardan mâda, Ramazan bayramında Sadakai-fıtır vermek ve Kurban bayramında kurban kesmek ve icâbında secde-i sehiv yapmak ve Kur'ân tilâvet etmek ve evlenmek ve zevceyi ve usûl ve furûunu infâk ve ebeveynine ve zevcine hizmet eylemek ve beş vakitte ezan okumak ve camilerde cemâat olup namaz kılmak ve kurban bayramında arefe sabahından bayramın dördüncü günü ikindisine kadar olan vakitlerde, tekbir almak ve erkek çocukları hitan (sünnet) etmek dahi dinî vecibelerimizdendir.
Fâîde-İ İslâm :
Müslümanlığın faydaları pek çoktur. İslâm akidelerini kat'î olarak kabul eden kimse:
Evvelâ, Cenabı Hakkı şâm rubûbiyyet ve kuddûsiyyetini şâyân olduğu veçhile tanımış ve takdîs etmiş ve kendinin aciz ve ubûdiyyetini bilmiş ve ona göre, her hâlü-kârde Cenâb-ı Rabbül âlemine tevekkül ve itimâd üzere olup, korku ve ümidde ol Zâtı zül-celâli vel-ik-râma bağlanmış, evham ve hayâlâte sapmamış olur.
İkincisi, Kur'ânı Kerîmin ilk sûresi olup, beş vakit namazın her rekâtında okuduğu fâtihai şerîfenin başındaki (el-hamdu lillâhi rabbil-âlemin) âyeti celîlesini görüp, herkesi kendi gibi, Allahın mahlûku ve zâtı kibriyânın kulu bilerek, kimseye yan bakmaz ve can yakmaz olduktan başka, zaten Hak celle ve âlânın sıfatı sübûtiyyesini yakînen bilmiş olmakla kendinin ahvâl ve ef'âlini, Cenabı Hakkın Semî ve Basr sıfatlarına karşı dâirei-edebte, ve tasavvurât ve muzmerâtını Cenabı âlimül gaybi veş-şehâdenin sıfatı ümiyyesine karşı mihveri istikamette tutup, emri-hâlika tâzîm ve îtinâ ve halk ile olan muamelâtını şefkat ve hakkaniyete bina eyler.
Üçüncüsü her namazda (iyyâke nabudu ve iyyâke nesteîn) diye ibâdet ve ubudiyeti münhasıran Cenabı Hakka eyler. Ve inayet ve muaveneti ve hidâyet ve mağfireti ondan bekler.
Dördüncüsü, Hazreti Hâtemül-enbiyâya imân etmiş olması hasebiyle bütün enbiyâ ve mürselîni tasdik etmiş ve dinin esasının tevhî-d-i Bari ve takdisi zâtı İlâhi olduğunu anlayıp, bütün dinleri o noktada birleştirmiş ve her Nebiyyi zî-şanı Cenabı Hakkın mümtaz kulu ve Resulü olmak üzere tanıyıp, Rububiyette Zâtı Bârîye kimseyi şerik etmemiş ve Peygamberleri tasdik ve tebcilde birbirinden tefrik eyle-rnemiş olur.
Beşinci, kadere imânı cihetiyle hasbel-kader bir keder ve musibete uğradıkta Cenab-ı Hakkın takdiridir diyerek teselli bulmaya çalışacağından teessürü, azîm ve devamlı olmaz. Ve eltâfı İlâhiyyeden ümidini kesmez.
Altıncısı, Âhirete imânı cihetiyle mesâibi dünyeviyyesi ne kadar çoğalsa, yeis ve nevroîdi hâ]ine gelmeyip, ve binâenaleyh, intihar etmek teşebbüslerinde olmayıp, Allahın âhiretteki mükâfatını bekleyerek sabırlı olur.
Yedincisi, Hazreti Fahri Rüsüle icabet ve mutâbeatı sebebiyle ol fahri dü-cihâmn siyeri seniyyesini ve terâcümü sahabesini tetebbu ile mâiü mekârimi ahlâk olup, hikmet, iffet, şecaat, sehâvet gibi ahlâkı fâdıîa ile mütehallik olmağa ve âlî-himmet ve âlî-cenâb olup, bu bekasız âlemin geçici lezzetlerine göz dikmeyerek dünyayı, âhiretin tarlası oîmak üzere tanımağa ve hilkatinin müsâid olabildiği iyi hizmetlerle güzel nam bırakmağa çalışır. Ve Cenabı Hakkı çok andığı cihetle kalbi zikrullah ile münevver olup, san'at ve ticâreti ve hizmet ve kitabeti, kendisini Cenâb-ı Hakkı anmaktan alıkoymaz. Ve cidden muhibbi dünya olmadığı için, nefsini âhiret yolcusu bilerek, eceli hululünde, dünyadan müfârekatı müşkil görmez olur. Havf ve hüzün üzere olmayıp âsûde-hâl ve münşerihüî-bâl olarak yaşar. Sâhibi-hevâ değil, ehli-sıdk ve ehli-vefâ olur!
Kur'ânı Kerîmde sahâbei güzinin evsâfı eelîlelerine bak ki, onlar, hep bu dinî mübînin tâlîmatîyle yetişmiş ve Hazreti fahrül-mürselinin izinden gitmiş bahtiyarlardır102.
«Sâbirler sebatkârlar, sâdıklar, vefakârlar, tâatteler, infaktalar, seherleri istiğfar dalar.»
«Tevbe ediciler, ibâdet ediciler, oruç tutucular, rükû' ve sücûd ile namaz kılıcılar, iyiliği emir ve kötülüğü nehy ediciler, Hududullâhı muhafaza edip, şeriatın tâyin ettiği daireden çıkmayıcilar, tasadduk ve Hakka inkiyâz ediciler ve Allah’u taâlâyı çok anıcilar.»
«Mallarında muhtaçlar için, hak bilip gerek kendilerinden bir şey isteyenlere ve gerek kimseye hâllerini bildirmeyenlere îtâ ve in'am ediciler, »
«Küffâr ve dinsizlere şiddet üzere olup, kendi aralarında müşfi-kane muamele ediciler, ibâdet âsân ile yüzleri nurlular.»
«Ticaret ve alış- verişleri kendilerini Allahı anmaktan ve ikamei salât ve îtâi zekâttan ve sadakattan meşgul ve men~etmeyîp, âhiret gününden hazer ediciler.»
(Sahâbei Kiram) Muhacirin ve Ansâr isimleriyle başlıca iki kısım olup, (Muhacirin) Mekkenin fethinden evvel Mekkeden Medine-ye hicret eden MekkelUerdir. (Ansâr) Muhacirine yardım ve dine nus-ret eden Medine'lilerdir.
Cümlesinin efdâli Şeyheyn muazzameyn, yâni Hazreti (Ebû Beki-ris-sıddık) ve Hazreti (Ömerül-fâruk) ve badehu Hateneyni Mükerre-meyn yâni Hazreti (Osmânı Zin-nüreyn) ve Hazreti (Aliyyül-Murta- zâ) dır.
Bu zevatı Fehâme, Hulefâyı Râşidin ve Ciharı Yân Güzin tâbir olunur. Aşağıda sayılan altı zât ile beraber cümlesine (Aşerei Mübeş-şere) denilir ki, hepsi de dünyada iken Cennet ile müjdelenmişler demektir. Hazreti (Talha) ve Hazreti (Zubeyr) ye Hazreti (Abdurrahmân bin Avf) ve Hazreti (Ebû Ubeyde) ve Hazreti (Saad bin Ebi Vekkas) ve Hazreti (Said bin Zeyd) Rıdvânullâhi Taâlâ aleyhim ecmain!..
İrarn ve Turanı ve ekseri mamûrei cihanı bunlar feth etmişlerdir. Ve dîni İslâmı dünyaya yayarak mürebbi-i âlem olmuşlardır.
Ey esirgeyen ve bağışlayan! Bizi doğru yola, kendilerine nimet verip, gazaba uğratmadıklarının yoluna ilet, sapıkların yoluna değil, Müslüman olarak canımızı al, ve bizi salihlerin aralarına kat.
Dostları ilə paylaş: |