Sistematik kelâM


b) Evren Gözönünde Bulundurulursa Yeniden Dirilmenin Zor Olmayacağının Anlaşılacağına Dikkat Çekilmiştir



Yüklə 1,32 Mb.
səhifə25/35
tarix15.01.2019
ölçüsü1,32 Mb.
#97179
1   ...   21   22   23   24   25   26   27   28   ...   35

b) Evren Gözönünde Bulundurulursa Yeniden Dirilmenin Zor Olmayacağının Anlaşılacağına Dikkat Çekilmiştir:

Kur'ân-ı Kerim, öldükten sonra dirilmeyi inkâr edenlere karşı onların kainat kitabına dikkatle bakmalarını, bu evrenle yeniden yaratılma konusunda bir karşılaştırmada bulunmalarını öğütlemektedir. Bu âyetlerden bazıları şunlardır:

Görmüyorlar mı ki, gökleri, yeri yaratıp onları yaratmaktan zerre kadar yorgunluğa uğramayan Allah, ölülere de can vermeğe kadirdir. Evet, O herşeye, hakkiyle kadirdir.” 594

Onlar Allah'ın halkı (yaratıkları) önce nasıl var ettiğine, sonra onu nasıl yeniden yarattığına dikkat etmiyorlar mı? Bu iş Allah'a göre kolaydır. De ki: Yeryüzünde gezip dolaşın da Allah'ın yaratıklarını nasıl var ettiğini görün. Hak Tealâ daha sonra âhiret hayatını da tekrar yaratır. Çünkü Hak Tealâ hakkiyle kadirdir.” 595

Gerek yukarıda zikrettiğimiz, gerekse benzer birçok âyet-i kerimeler, herkesi yeryüzünde gezmeye, dolaşmaya, yeri, göğü yaratan Allah'ın evrende varlık âlemini nasıl var ettiğine, âlemde hüküm süren kanunların mahiyetini anlamaya, kısaca kâinat tablosunu tetkik etmeye davet etmektedir. Kur'ân-ı Kerim, böylece varlık âlemini düşünüp akıl erdiren insanların, Allah'ın ölüleri diriltebileceğine inanacağını ve âhireti inkâr etmenin her hangi bir ilmî dayanağı olmadığını göstermektedir.

Hiç şüphesiz kâinat tablosu, insan için varlıkları tetkik etme imkânı veren hem en büyük bir laboratuvar, hem de çok zengin gereçleri ve belgelen içinde taşıyan büyük bir platformdur.

Biz şimdi evrenin (kâinatın) oluşumuyla ilgili bilim adamlarının verdiği bilgilere bir göz atacak olursak Allah Tealâ'nın kudretinin sonsuzluğuna ait apaçık delillerin her zaman gözlerimizin, önünde cereyan ettiğini anlamakta güçlük çekmeyiz. Geceleri gökyüzünde gördüğümüz milyarlarca yıldızlar, bütün gezegenleriyle birlikte Güneş'in de bulunduğu bu yıldız topluluğuna Samanyolu Gökadası denilmektedir. Bu ad ona teleskopla görülebilen diğer uzakta yer alan milyonlarca gök adasından ayırt edilebilmek için verilmiştir. Bu gökadalar da bizim gökadamız Samanyolu veya Galaksimiz gibi pek çok yıldızdan oluşmaktadır. Uzayın derinliklerinde ve Samanyolundan çok uzakta yer alan bu gökadalar, hem Samanyolundan hem birbirlerinden giderek uzaklaşmakta olduğunu ABD'li astronom Edwin Hubble (1889-1953) açıklamaktadır. Böylece evrenin genişlediği ve gökadalar uzaklaştıkça kaçış hızlarının daha da arttığı belirtilmektedir. Astronomi ilminin bu açıklaması hemen bize şu âyet-i kerimeyi çağrıştırmaktadır:

"Gökyüzünü (uzayı), Biz kudretimizle yaptık. Ve şüphesiz onu öyle genişleten biziz.” 596

Bu âyet-i kerimenin, modern astronomi ilmindeki "evrenin genişlediği" anlayışının bin dörtyüz sene önceden habercisi olması ne kadar düşündürücüdür. Bu buluş. İslâm bilginlerine ait olması gerekirken (müslümanlar adına maalesef) başka bilim adamları tarafından gerçekleştirilmiştir. Demek ki, ilim sözle değil, araştırmakla, çalışmakla ve aklı kullanmakla ilerleyip gelişmektedir.

Dünya'ya en yakın gökadalardan biri olan Andromeda'nın en az 2 milyon ışık yılı uzaklıkta olduğu gözönünde bulundurulursa, gökadaların uzaklığı konusunda bir yargıya varmamız mümkündür. Işık yılı ışığın bir yılda aldığı yol olduğuna göre, bu hesaplandığında gökadalarının birbirlerinden ne kadar büyük rakamlar tutan kilometrelerle uzakta bulunduğu gerçeği anlaşılacaktır.

Evren bilimlerine göre Güneş sistemi başlangıçta son derece yoğun, olağanüstü sıcak ve iyice sıkışmış tek bir kütle halinde büzülen bir gaz ve toz bulutsusu (nebülöz) biçimindeydi. Bu kızgın gaz kütlesi ekseni etrafında ağır bîr şekilde dönerken soğudukça küçülmüş, çekim kuvveti tesiri ile sıkışmış ve gittikçe daha süratle dönmeye başlamıştır. Böylece dengede kalacak bir kütle halinde Güneş teşekkül etmiştir. Bu kütle ansızın patlayarak etrafa dağıldı ve savrulan parçalar, soğudukça kütleçekim etkisiyle bir araya gelmek suretiyle ilk yıldızlan ve gökadaları meydana getirdi. Evrenin yaşı 10 milyar ile 20 milyar yıl arası tahmin edilmektedir. Güneş, yaklaşık 5 milyar yıldan beri uzaya enerji yaymaktadır. Astronomların görüşüne göre yaklaşık 5 milyar yıl daha enerjisi bitmeyecektir. Güneşin ömrünün de bu kadar olduğu düşünülmektedir. İncelemelere göre güneş aralarında demir ve nikel gibi metallar bile bulunmak üzere 63 elementi içermektedir. Dünya'nın yaşı ise yaklaşık 4.6 milyar yıldır. Evrenin başlangıcından önce her hangi bir madde olup olmadığı bilinmemektedir. 597

Kozmoloji bilginlerinin evrenin başlangıçta "tek bir kütle halindeydi" açıklamaları, Kur'ân-ı Kerim'in şu âyetinin ne anlama geldiğini bize açık ve net bir şekilde göstermektedir:

Kâfir olanlar görmüyorlar mı ki göklerle yer bitişik idi, Biz onları ayırdık ve her diri şeyi sudan yarattık, daha iman etmeyecekler mi?” 598

Dikkat edecek olursak âyette "retk" kelimesi geçmektedir. "Retk” Arapça "bitişik olmak" manasınadır.

Şimdi düşünelim gelişen astronomi veya kozmoloji ilminin buluşlarından habersiz tefsircinin, "göklerle yer bitişik idi" âyetinden anladığı mana ne kadar yetersiz kalacaktır. Hemen âyetin devamında "fetk"; "yarmak", koparmak", "ayırmak" manasına gelen kelime yer almakta ve “Biz onları ayırdık" deyimiyle ifade edilmektedir. İşte Kur'ân-ı Kerim'in "kozmik sistemler” ile ilgili çok kısa ve özlü bir şekilde ifade ettiği âyetin manası ancak evrenin oluşumuna ait son bilgiler ışığında tam olarak anlaşılacaktır. Güneş ile dünya arasındaki uzaklık 149 milyon kilometre, hayat için tek elverişli mesafedir. Bu mesafenin biraz değişmesi canlıların kavrulmasına veya donmasına sebep olacaktı. Öte yandan Dünya-Ay uzaklığı 380.000 kilometredir, Bu da en uygun bir şarttır. Bu aralığın değişmesi med ve cezir dalgalarının dünyayı kaplamasına sebep olacaktı.

Aynı âyet-i kerimede "her diri şeyi sudan yarattık" denilmektedir. Böylece Kur'ân-i Kerim hayat için gerekli olan gerçeğine de dikkat çekmektedir. Gerçi hayat için Güneş enerjisinin ve havanın da büyük önemi vardır. Ancak suyun önemine dikkat çekmek, diğerlerinin faydasız olduğu anlamını ifade etmez. Hiç şüphesiz canlılar için suyun hayati önemi açık seçik görüldüğünden delil olarak "su" ileri sürülmüştür. Çünkü insanların hepsi bunu fazla ilmi açıklamalara ihtiyaç duymadan kolaylıkla anlayacak kapasitededirler. Bundan yaklaşık 5 milyar yıl önce Dünya oluştuğu zaman su yoktu. Başlangıçta Dünya akkor bir küre halinde içi kaynayan bir yanardağ gibiydi. Etrafı büyük bîr gaz bulutu ile çevriliydi. Binlerce yıl boyunca Dünya yavaş yavaş soğumaya başladı ve "su" oluştu dan önce Dünya'da hiçbir canlı varlık yoktu. Ne canlı bitki, ne de hayvan vardı. Bilindiği üzere su yaşamın temel şartıdır. 599

Hiçbir canlının susuz yaşaması düşünülemez. Su, hayatın ortaya çıkıp gelişmesi için uygun ve gerekli nitelikleri içerir. Yeryüzünün yaklaşık yüzde yetmişi denizler ile kaplıdır. Havada, toprakta ve bütün canlı varlıklarda su vardır. İnsan vücudunun yaklaşık üçte ikisi de sudur. Yiyeceklerde, sebze ve meyvelerde büyük oranda su bulunur.

Hayatın önce suda başladığını gösteren şu satırları buraya almayı faydalı bulmaktayız:

"Dünya yüzünde hayatın zuhurundan önce, ilk organik maddelerin teşekkülünde belli başlı enerji kaynağını Güneşin ultraviyole ışınlarının teşkil ettiği muhakkaktır. Bununla birlikte, ilk iptidai canlıların ultraviyole ışınlarını organik maddeler imali için kullanmaya muktedir olmadıkları tahmin edilmektedir. O devrelerde ultraviyole radyasyon ları o derecede kuvvetli idi ki, buna maruz kalan bütün canlılar mahvoluyorlardı; bu şualardan ancak su altına gizlenmek suretiyle korunmak mümkündü. Bu sebeple hayat evvelâ suda başlamıştır. 600 Ayrıca suyun âyette geçen "göklerle yer bitişik idi" ve "Biz onları ayırdık" olaylarıyla da yakından ilişkisi vardır.

Cenâb-ı Allah, insanları yerin ve göklerin yaratılışını araştırıp düşünmeye davet ettikten sonra, böyle bir sonsuz güce sahip olanın elbette onları yok etmeye de, tekrar yaratmaya da kadir olduğunu şöyle ferman buyurmuştur:

O gün gökleri, kitaplar tomar olup nasıl bükülürse, öyle bükeceğiz. Önce varlığı nasıl icat ettiysek onu gene iade ederiz. Bu bizim (hak olan) vadimizdir, onu mutlaka yapacağız.” 601

O gün gök erimiş bakır gibi, dağlar, atılan renkli yün gibi dağılır.” 602

Şu halde Allah, kendi iradesiyle evreni nasıl bir düzen içinde yarattıysa, yine onu kendi iradesiyle yok olduktan sonra iade edeceğini güzel bir şekilde bildirmiştir.

Allah Teâla, yaratıkları hiç yoktan örneksiz yaratan için tekrar yaratmanın daha kolay olacağını, insanların kendi mantıkları açısından da bunu kabullenmeleri gerektiğini hatırlatmaktadır:

"Halkı (yaratıkları) yoktan var eden, öldükten sonra onu tekrar dirilten O'dur. Bu iş O'na daha kolaydır. Göklerde ve yerde en yüksek misâl O'nundur. Aziz O'dur, hakim O'dur!.” 603

Öte yandan insanın yaratılışına göre göklerin ve yerin yaratılışının daha büyük bir iş olduğunu fakat insanların çoğunun bu durumu bilmedikleri haber verilmektedir:

Gökleri ve yeri yaratmak, muhakkak ki, insanları yaratmaktan daha büyüktür. Fakat insanların çoğu bilmezler.”604

Bu âyet-i kerimeyle Cenâb-ı Hak, insanların kendi mantıklarına göre gayet basit bir karşılaştırma yaptıkları takdirde, evrenin yaratılmasının insanın yaratılmasından daha büyük bir iş olduğunu hatırlatmakta ve tekrar yaratılmalarını inkâr etmelerinin doğru olmadığına dikkat çekmiştir. Ancak insanların çoğunun bu konuları düşünmedikleri ve idrak etmedikleri ifade edilmiştir.



Yüklə 1,32 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   21   22   23   24   25   26   27   28   ...   35




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin