a- Tenasüh (Ruhgöçü. Reenkarnasyon) İnancı:
Kelâm kitaplarında Mezhepler Tarihi eserlerinde de görüleceği gibi- meâd konusunda "Tenâsuhiyye" (ruhgöçü, reenkarnasyon)'den söz edilmektedir. Tenasüh" anlayışının esası, ruhların bir bedenden araya zaman girmeksizin başka bir bedene geçerek sonsuz bir hayat yaşaması inancıdır. Bu ruhgöçü, her yeni yaşamda biraz daha olgunlaşmayı sağlamak amacıyla sonsuzca sürüp gider. Eğer rûh, olgunlaştıysa şimdi bulunduğu aşağı derecede bir bedenden daha yüksek bir bedene yükselir. Veyahut rûh yetkinleşmeyip eksik kalırsa, bu takdirde o bulunduğu yüksek durumdan daha aşağı bîr bedene geçerek hayatını sürdürür. Tenasüh inancını benimseyenlere göre, aynı rûh, değişik bedenlere geçmek suretiyle kadîm kabul edilmiş olmaktadır. 615 Bu tenasüh inancı, eski Hint inançlarında, Cermenler, Keltler, Yunanlılar -Phytagor ve Platon gibi düşünürler ve eski Mısırlıların inançlarında vardır. 616 Meselâ; Brahmanizm inancına göre, bir insan önce çok dürüst bir hayat geçirirse, o hayata tekrar döndüğünde bir prens veya bir Brahman olarak yaşar. Yok eğer insanın eski hayatı kötü ise, o köpek veya domuz hayatı, yahut bataklık kenarında bir saz gibi yaşamaya mahkûmdur. 617
Ord. Profesör Hilmi Ziya Ülken, tenasüh fikrinin ilmî zihniyete de, metafizik düşünceye de uygun olmadığının, şimdiye dek hiç kimse tarafından ciddî ve kontrollü bir tespitinin yapılmadığını ifade etmektedir. 618
Şu halde tenasüh inancında olanlar, âhiret hayatını ve ölümden sonra dirilmeyi inkâr etmektedirler. Günahkâr olanlar, cezalarını daha aşağı bedenlere geçmek suretiyle çekmektedirler. Sevabı çok olanlar da daha yüksek derecedeki bedenler içine dönerek mükâfaatlandrılmaktadırlar. Bize göre bilinçsiz mükâfaatın ve cezalandırmanın mantıkî hiçbir açıklaması yoktur. 619
b- Fahreddin er-Râzî'ye Göre İnsanın Hakikati;
Kelâmda âhiret hayatında insanların tekrar dirilmeleri konusu, İslâm düşünürlerini insanın neden ibaret olduğu veya başka bir ifadeyle insanın hakikatinin ne olduğu sorusu üzerinde durmaya sevketmiştir. Meselâ; onlardan Fahreddin er-Râzî (ö. 606/1209), "et-Tefsîru'l-Kebîr" 620 'inde insanın hakikatinin şu görünen cisimden ibaret olmadığını çeşitli deliller ile ispat etmeye çalışır:
1. Biz kesin olarak biliyoruz ki, insan bedeninin kısımları daima değişmektedir. Bu değişiklikle beden bazen şişmanlayarak artmakta, bazen zayıflamak suretiyle eksilmekte, yerine göre sararıp solmakta ve erimektedir. Oysa bedenin bu değişikliğine karşılık, insanın benliği hayatın başından sonuna kadar bir ve sabittir. Demek ki insan, şu gövdesinin biraraya getirilişinden ibaret değildir.
2. İnsan, düşüncesini belli bir şeye yönelttiği zaman, gerek bedeninin bütün parçalarından ve gerek her bir parçadan bilgisiz (gâfil)dîr. Oysa bu durumda bile o, benliği (nefsi)nden bilgisiz değildir. Bunun göstergesi, bu durumda bile kızdım, gördüm, işittim... diyerek nefsine isnatta bulunmak suretiyle sabittir. Demek ki insan bu durumda bedeninin tümünden ve her parçasından bilgisiz olurken nefsini bilmekten gafil değildir. Bilinenin bilinmeyenden başka olduğu açıktır. Öyleyse insanın, bu bedeninin tümünden ve onun parçalarının her birinden başka olması gerekir.
3. Her insan, organlarından herbirini, "başım, gözüm, elim, ayağım, dilim, kalbim..." diyerek nefsine nisbet etmektedir. Oysa insanın kendisi, kendisine nîsbet edilenden başkadır. İnsanın, organlarından farklı olduğu bilinmektedir. Zaten aynı olsa, birinin diğerine nisbeti anlamsız olur. Demek oluyor ki insanın hakikati, bedenin bütününün toplamından veya bazı kısımlarından ibaret değildir.
4. Fahreddin er-Râzî, öldükten sonra dirilmenin insanın şu görünen cisimden başka bir varlığının ve kişiliğinin bulunduğunu gösteren âyetler ve hadis-i şeriflerden misâller getirmiştir:
“Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın. Onlar Rableri yanında, diridirler. Rızıklarına nail olmaktadırlar.”621
Bu âyet-i kerimede, insanın bedeni ölüm ile nitelendirildiği halde, gerçekte onların diri oldukları ve rızıklandırıldıkları bildirilmektedir. Bu da insanın hakikatinin, bedenden başka olduğunu göstermektedir. Âyet, Allah yolunda öldürülenlerin (şehitlerin) Allah katında diri olduklarını bildirmektedir. Oysa duyularımız, onların bedenlerinin ölü olduğunu görmektedir. Öyleyse beden başka, insanın hakiki benliği başkadır.
5. “Onlar, her sabah ve akşam, ateşe karşı getirilecekler.” 622
“Bunlar günahları yüzünden suda boğulup hemen ateşe atıldılar.” 623
Bu âyetlerden birincisi Firavun'un kavmi, ikincisi Nûh kavmi hakkında gelmiştir. Zikredilen âyet-i kerimeler, insanın ölümünden sonra yaşadığına delâlet etmektedir.
Fahreddin er-Râzî, şu hadisleri de nakletmek suretiyle, bedenin ölümünden sonra insanın yaşadığını açıklamaya çalışmıştır. 624
Allah'ın peygamberleri ölmezler. Tersine bir dünyadan başka bîr dünyaya naklolunurlar.
Kadir, ya cennet bahçelerinden bir bahçe veya cehennem çukurlarından bir çukurdur."
Herkim ölürse kıyameti kopmuş sayılır."
İşte bu hadis-i şerifler de önce nakledilen âyet-i kerimeler gibi, insanın bedeninin ölümünden sonra devam ettiğine delildirler. Oysa akıl ve duyularımızla bedenin öldüğünü açıkça bilmekteyiz.
6. “Ey huzur içinde yüzen rûh! Sen hoşnut, O da senden hoşnut olduğu halde Rabbine dön.” 625
Fahreddin er-Râzî'ye göre bu âyet, insanın hakikatinin yani benliğinin bu görülen beden olmadığına delâlet etmektedir. Çünkü âyetteki "dön!" hitabı; huzur içinde yüzen "rûh"a bedenin ölümü halinde yöneltilmiştir. Oysa âyetin içeriği, Allah'a dönen şeyin (diri) olduğunu ifade etmektedir. Demek ki insanın hakikati ölümle nitelenen bedenden başka bir şeydir.
7. Nihayet birinize ölüm ânı geldiği zaman, elçilerimiz, eksik artık bir şey yapmaksızın onun ruhunu alırlar Sonra onlar tekrar işlerini görecek, hak ile hüküm verecek Allah'a gönderilirler.
"Nihayet birinize ölüm ânı geldiği zaman, elçilerimiz, eksik artık bir şey yapmaksızın onun ruhunu alırlar. Sonra onlar tekrar işlerini görecek, hak ile hüküm k Allah'a gönderilirler.” 626
Bu âyet-i kerimeler, insanın bedenînin ölümünden sonra Allah'a dönen şeyin ölmüş bedenden başka bir şey olması lazım geldiğini göstermektedir.
Yukarıda görüşlerini genel ve topluca vermeye çalıştığımız Fahreddin er-Râzî, insanın hakikatinin bu görünen bedenden başka olduğunu açıkladıktan sonra cesedden ayrı bir ruhun varlığını aklî ve nakli birçok delillerle de ispata girişmiştir. Biz şimdi onları burada nakletmeyi konumuzun çerçevesi açısından uygun görmemekteyiz.
Burada İbn Sina'nın öğrencisiyle olan münazarasında verdiği cevap da şu değişen bedenden başka değişmeyen ve daimi olan bir ben (rûh)'in olduğuna delâlet eden güzel bir misâldir. İbn Sina'nın öğrencilerinden biri, kişiliğin oluşumu halinde zamanın dikkate alınması üzerinde ısrar etmiş ve sonuç olarak herkesin her ân başka bir kimse olacağını söylemiş, buna karşılık İbn Sînâ, "öyleyse şu anda ben seninle tartışan kimse değilim, sen de benimle tartışan kimse değilsin, bana cevap vermek gerekmez..." diyerek öğrencisini susturmuştur. 627
Dostları ilə paylaş: |