c) Yeryüzünde Ölü Tabiatın Canlanmasını Düşünmek
Kur'ân-ı Kerim, insana yeryüzünde mevsimlere göre tabiatın öldükten sonra nasıl canlandırıldığına dair Allah'ın eserlerine bakıp düşünmesini ve böylece ölülerin de diriltileceğini göstermektedir:
“Allah'ın rahmet izlerine bir baksana! toprağa öldükten sonra nasıl taze can veriyor? Ölüleri de diriltecek olan O'dur. Her şeye hakkıyla kadir olan O 'dur.” 605
“Hak Tealâ O Allah'tır ki rüzgârı göndererek bulutları kaldırır onları, ölü bir toprağa sürer, toprağı ölümünden sonra diriltiriz. İnsanların ölümden sonra dirilmeleri de böyledir.” 606
Gözümüzü yeryüzündeki birçok yeşil ağaçların, çiçeklerin ve bitkilerin, kısacası yemyeşil tabiat âlemine çevirdiğimiz zaman, onların bilhassa kışın kuruyup baharın tekrar canlanarak kendilerine gelmeleri öldükten sonra dirilmenin aklen de mümkün olduğunu göstermez mi? Aynı şekilde insanların uyuduklarında vücut ve bedenlerinden habersiz hale geldikten sonra uyandıklarında uykudan evvelki durumlarını hatırlamaları, yeniden dirilmelerine en güzel misâl değil midir? Ayrıca bütün canlıların yoktan var edilmeleri öldükten sonra dirilmelerinden daha güç bir durum değil midir? Oysa Allah Teâlâ'nın sonsuz kudreti için ister büyük olsun ister küçük olsun hiçbir yaratığın yaratılmasında zorlanma ve güçlük yoktur. Zorlanma ve güçlük ancak sınırlı varlıklar içindir. Kendinden başka Mutlak Varlık olmayan Allah, hiçbir güçlüğe tabi olmadan istediğini yapan ve gerçek hür olan tek varlık'tır.
Cenâb-ı Hak, insanların idrakine göre misâller getirerek her türlü yaratmanın O'nun için hiçbir güçlük olmadığını ve bir şeyin benzerinin yaratılmasında da aklen hiçbir engel bulunmadığını açıkça ifade etmiştir:
“Göklerle yeri yaratanın, onların tıpkısını yaratmağa kudreti yetmez mi? Elbet kudreti yeter. Bütün varlıkları yaratan, her şeyi hakkıyla bilen O'dur.” 607
Hiç şüphesiz gökleri ve yeri yani bütün evreni yaratmış olan Allah, onlar gibisini, çürümüş insanlar gibisini yaratmağa kadirdir.
III. Cesetlerin Haşri ve Ruhların Bedenlerine Dönüşü (Meâd İle İlgili Görüşler)
Haşr kelimesi, Allah'ın, bütün ölüleri diriltip kıyamette toplanacakları yere çıkarması anlamını ifade eder. Klasik kelâm kitaplarımızda "meâd" (geri dönmek) konusunda söylenebilecek görüşlerin beş olduğu belirtilmektedir:
1- Sadece cismânî meâdı kabul edenler ki bu görüş sahipleri kelâmcıların çoğunluğunu teşkil eder.
2- Yalnız ruhanî olduğunu söyleyenlerdir. Bu görüş, Allah'a inanan filozofların (ilâhiyyûn) düşüncesidir.
3- Her ikisinin yani hem cismânî hem de ruhanî geri dönme (meâd)nin birlikte olacağını kabul edenlerdir. Bu, muhakkiklerin çoğunun görüşüdür. O bilginler şunlardır:
el-Halîmî (ö. 403/1012), el-Gazzâlî (ö. 505/1111), er-Râğıb el-İsfahânî (ö. 502/1108), Ebû Zeyd ed-Debûsî (ö. 439/1039), eski Mu'tezilîlerden Mu'ammer (ö. 220/835), müteahhirîn İmâmiyye'sinin çoğunluğu ve Sûfiyye’nin çoğudur. Bunlara göre, gerçekte insan, rûh (en-nefs en-nâtık)u ile insandır. Bu rûh, mükellef (yükümlü), itaatkâr, isyankâr, mükâfatlandırılan ve cezalandırılandır. Beden, ruhun âlet ve edevatı hükmündedir. Beden bozulduktan sonra rûh kalır. Allah Teâlâ, yaratıkları diriltip mahşere çıkarmak istediğinde, ruhlardan herbiri için dünyadaki gibi, kendisiyle bağıntılı olan ve onda tasarrufta bulunacağı bir beden yaratır.
4- Ne ruhanî ne de cismânî dönüşün yani her ikisinin de olmayacağını söyleyenler ise, eski tabiatçı filozoflardır.
5- Yukarıda sıralanan dört kısımdan hiçbiri hakkında karar vermeyen kimseler (tevakkuf ehli)dir. Bu görüş, Galien ya da Galenos (131-201/?)'dan nakledilmiştir. O şöyle demiştir:
Nefsin mizaç olup olmadığı benim için açık değildir. Nefs, mizaç ise ölüm halinde yok olur, böylece onun iadesi imkânsızdır. Veyahut o, bedenin bozulmasından sonra devam eden (bakî) bir cevherdir, bu takdirde dönüş (meâd) mümkündür. "el-Mevâkıf sahibi 'Adududdin el-İcî (ö. 756/1355), "meâd"in önce sadece cismânî olduğu görüşündeyken, sonra "ruhanî meâd"ı benimsemiştir. 608
Kelâmcıların çoğu, rnücerred ruha inanmadıkları için sadece "sadece cismânî meâd"i kabul ederler. Bunlara göre rûh, maddî bedene yayılan "latiftir cisim "dir Bu durum ateşin kömürde, suyun gülde yayılması gibidir. Onlara göre meâd, yoğun cisim olan bedenden ve latîf cisim olan ruhtan ibaret bulunmadığından yalnızca cismânîdir. Ma'dûm (yok olan)u iade mümkün olduğuna göre tabiatıyla cismânî haşr de mümkün olacaktır. 609
Hanefî imamlarına göre cesetlerin haşri ve ruhların iadesi, ayrılmış parçaların toplanılması ve biraraya getirilmesiyle olur. Ancak bu toplama ve biraraya getirmeden kişinin ilk yaratılışındaki ilk şeklinin benzeri meydana gelir. Binaenaleyh ruhun iadesi, örf ve dine göre kendisi için ilk beden sayılan bedende vuku bulup yok olan (ma'dûm)ın aynısının iadesine bağlı değildir. Nitekim Cenâb-ı Hak şöyle buyurmuştur:
"Göklerle yeri yaratanın, onların benzerlerini yaratmağa kudreti yetmez mi? (Elbet kudreti yeter.) Bütün varlıkları yaratan, her şeyi hakkıyle bilen O'dur." 610
Filozoflara göre meâd, yalnız ruhanidir. Çünkü, beden şekil ve nitelik (araz)leriyle yok olur, iade olunmaz. Onlara göre yok olanın (ma'dûmun) iadesi caiz değildir. Nefs (rûh) ise, soyut ve kalıcı (bakî) bir cevher olup, yokluk için bir nedeni bulunmadığından ölüm halinde bedenî bağlarla ilgisi kesilmek suretiyle ruhanîler (mücerredât) dünyasına döner. 611
Burada söz konusu filozofların görüşleri genelleştirilerek, Gazâlî tarafından, İbn Sînâ (ö. 428/1037) da bunlara katılmıştır. Oysa İbn Sînâ tarafından cismânî haşre, Allah'ın dilerse istediği zaman kadir olduğu ve bunun ancak vahy ve dinin haber verdiği şekilde vuku bulacağı ve bilineceği, ruhanî olanın ise akıl yoluyla isbât edilebileceği ifade edilmektedir. 612
İbn Sînâ, "en-Necâf adlı eserinde şöyle diyor:
"Meâdden bir kısmının din tarafından kabul olunmuş olduğu bilinmelidir. Bunun ispatı, ancak din ve Peygamber'in haberini tasdik yolundan geçer. Bu da yeniden dirilme ânında beden için olan (cismânî meâd)dır. Bedenden meydana gelen iyilikler ve kötülükler, Allah tarafından bilinmekte olup, nefsin bilmesine ihtiyaç yoktur. Peygamberimiz Hz. Muhammed, bize getirdiği hak dinle beden yönünden olan mutluluk ve bahtsızlık halini açıklamıştır. Meâdden bir kısmı da akıl ve zihnen benzetme delili (kıyâs-i burhânî) ile bilinendir. Onu Hz. Peygamber de tasdik etmiştir. Bu da, şimdi o durumları idrâk güçlerimiz tasavvurdan âciz ise de, ruhlar (enfüs)a kıyâs ile sabit olan mutluluk ve bahtsızlıktır. 613
İbn Sînâ'mn sözleri, cismânî haşrin dinin belirttiği şekilde cereyan edeceğini göstermektedir. Çünkü peygamberliği sabit olan Zât, bunu bize haber vermiştir. İbn Sînâ, yalnız cismânî haşrin akıl ile (felsefî açıdan) isbât edilemeyeceğini ileri sürmüştür. O, bu konuda dinin haber verdiği deliller ile yetinilmesi gerektiğini bildirmiştir. Böylece o, bu meselede din ile felsefe arasında bir uzlaşma bulunduğunu belirtmek istemiştir. 614
Dostları ilə paylaş: |