Sistematik kelâM



Yüklə 1,32 Mb.
səhifə3/35
tarix15.01.2019
ölçüsü1,32 Mb.
#97179
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   35

İLAHİYAT




I. Allah'ın Zâtı ve Hakikati




A. İlahı Hakikati İdrak

Allah meselesi Kelâm'da, diğer bütün meselelerin merkezini teşkil etmektedir. Eski ve yeni felsefeler içinde Pozitivizm'i bir tarafa bırakacak olursak, Allah problemine yer vermeyen felsefe yoktur. 13 Böylece anlaşılıyor ki, insan aklı, bu düzenli âlemin Allah'sız kör bir tesadüfle olacağına hiçbir surette yer vermemektedir. Çeşitli propaganda ve tesirler ile Allah'ı inkâr eden ateistler, her çağda parmakla gösterilebilecek kadar az olup, devede kulak bile değildirler.

İnsan zihni, hayatının bağlı bulunuğu "Mutlak Varlığı" her zaman bilmeye çalışmıştır. Bu düşüncesiyle sonlu varlık olan insan, sonsuzu kavramak istemiştir. Duyularımız, aklımız hep bu mümkün âlem içinde o Müteâl (aşkın, trancendantal) varlığı bilmek için çırpınmışlardır.

Bu duygu, zaman zaman dine karşı yapılan amansız baskılara rağmen insanda sönmemiş, daima diğer duygulardan daha canlı ve daha gençleşmiş olarak yaşamıştır. Aleksander Soljenitsın, bunun değerini şu sözleriyle çok güzel ifade etmiştir:

"İnsan için inanç, midesine indirdiği lokmadan daha kıymetlidir. 14

Bütün dinlerin ortak olduğu ve onların temelini teşkil eden mutlak varlığı bilmek, insan zihninin ilgi duyduğu ve üzerinde ısrarla durduğu en yüksek meselelerden biridir. Kâinatı meydana getiren çeşitli varlıklar görüyoruz; bunların üzerinde bir takım kanunların hüküm sürdüğünü biliyoruz. İşte insan kendine daima şu soruları sormuştur:

Bu varlıkların ötesinde, bunların varlığı ve devamı için başka bir nedene ihtiyaçları var mıdır? Âlemdeki akıllara durgunluk veren bu düzen ve birliği açıklayan, bizim Allah dediğimiz Aşkın varlık nedir? Biz O'nu nasıl bileceğiz?

Bu Allah fikri bütün insanların zihnini meşgul eden yüksek bir fikirdir. Bu fikir, halkın inancında, düşünürlerin düşüncelerinde, mutasavvıfların kendilerine ait duyuşlarında, kısacası, insanlığın her tabakasında mevcuttur. Fakat bu fikir bunların hepsinde ayrı ayrı kendini göstermiştir.

İşte bütün insanlığın bilmek istediği bu mutlak varlık, şu, deneye dayanan, gördüğümüz fizikî âlem ile açıklanması güç olan bir gerçektir. Yine de insanın, deneye girmeyen bu varlığı açıklamak için, bu mümkün âlem ile, eserden onu yapan (müessir)a şeklinde "afet/yürütme"ye baş vurması, yaratılışı- gereğidir. İnsanın başka türlü davranması elinden gelmemektedir.

Gerçi mutasavvıflar, bu bilginin dolaylı değil de doğrudan olacağını kabul ederler; ama şurasını itiraf etmek zorundayız ki, o, bütün normal insanların elde edeceği bilgi olmayıp, özel bir çaba istediğinden genel değildir. Meselâ Muhyiddin İbnü'l-Arabî bu konudaki görüşünü şöyle belirtir:

"... Kim akıl ve tefekkür sayesinde Allah'ı bilmek isterse, onda bu bilgi meydana gelmez. Sen Allah'ı bizzat kendisinden iste, o zaman O'nu kendine kendinden daha yakın bulacaksın? 15

Bütün dinler, mutlak varlığın özünün insan tarafından kavranılmaz bir sır olduğunu kabul ederler. 16

Buna rağmen Gusdorfun ifadesiyle, "insan Allah'tan bahsetmeye kabiliyetsizdir; fakat mütemadiyen O'ndan bahsetmeye mecburdur Kendi perspektiflerini düzenlemek için O'na baş vurmaya mecburdur. 17 İslâm büyüklerinden Cüneyd'in (a.r.) söylediği şu söz, ne güzel ve yerindedir:

Allah'ı ancak Allah bilir. 18

Kur'ân-ı Kerim bu hususta insanların bilgisinin yetersizliğini şöyle dile getirmiştir:

Kulların ilmi ise asla O'nu ka vrayamaz19

Hz. Peygamber bir sözünde;

Yarabbi! Seni hakkı ile bilemedik" demekle, bu koduda bir gerçeği ifade etmektedir. Bunun için Peygamber Efendimiz, insan bilgisinin yetersizliğine şu sözleriyle değinmiştir:

"Siz Allah'ın sonsuz nimetlerini düşünün, Zâtı'nın künhünü (aslını) düşünmeyiniz. Çünkü siz, ulûhiyet sırlarını anlayamaz; ilâhî büyüklüğünü takdir edemez ve kavrayamazsmız.” 20

Hz. Ebû Bekr;

Hakikati idrâkten aczini bilmek, Allah 'ı bilmeye yeterlidir" derken; Hz. Âli de,

Allah'ın akıl almayan zâtından (özünden) söz etmek küfre iletir" demek suretiyle, aklın, mutlak varlık olan Allah'ın hakikatini kavrayamayacağını belirtmişlerdir. 21

İmam-i Azam Ebû Hanife (ö. 80/150), "el-Fıkhu'î-Ekber"' adlı eserinde;

Biz Cenâb-ı Hac -Kur'ân-ı Kerim'de ilâhî zâtını tavsif ettiği (nitelediği) ve tarif buyurduğu gibi- bütün yüce sıfatları ve isimleriyle bildiğimiz için hak bilgi ile biliriz" diye formüle etmiştir.

Muhyiddin İbnü'l-Arabî (ö. 638/1240) de;

"Kalbine her ne gelirse Allah Teâlâ ondan başkadır" demiştir. 22

Seyfeddin el-Âmidî (ö. 631/1233)'nin "mutlak gerçek" hakkındaki görüşü şöyledir:

"Mutlak varlık olan Allah'ın hakikatini zâtıyla (özüyle) kavramak, insan aklı için mümkün değildir. Biz ancak Allah'ın eksik niteliklerinden uzak, ilim, kudret, yaratma gibi yetkin niteliklere sahip, ezelî ve ebedî bir varlık olduğunu biliriz. 23

el-Amidî'nin bildirdiğine göre, Eş'arî ve Mu'tezilî kelâmcılarından bir kısmı, Allah'ın hakikatinin bilineceğini söyler. Filozoflara ve Eş'arîlerden İmâmu'l-Haremeyn el-Cüveynî (ö. 478/1085) ve Gazzâlî (ö. 505/1 lll)'ye göre Allah'ın hakikati akıl ile bilinemez. Bilinemez diyenler, şu gibi nedenler ileri sürerler:

Allah'ın hakikati sonsuzdur; insan aklı ise sınırlıdır. Sınırlının sonsuzu idrâki imkânsızdır. Bir de insan zihnî tasavvurda bulunurken ortaklığa engel olamayacağı için, başka varlıkların hakikat ve zâtlarına benzemeyen Allah'ın hakikatini, zâtını ve birliğini koruyamaz. 24 Ayrıca Allah'ın tam tanımı yapılamayacağı için akıl, hakikatini bilemez. Çünkü "tam öze ait tanım" (hadd-i tam), bir şeyin yakın cinsi ile yakın ayrım (fasl)ından yapılır. Halbuki Allah bundan münezzehtir. 25

el-Âmidî, Kadı Ebû Bekr el-Bâkıllânî (ö. 403/1012) ile Mu'tezile'den Dırâr b. Amr (ö. 195/8107)'ın Allah'ın hakikatinin akıl ile bilinip bilinmemesi konusunda, hiçbir fikir ileri sürmediklerini söyler. 26

Seyyid Şerif el-Cürcânî (ö. 816/1413), mutasavvıfların sözlerinden çoğunlukla, Allah'ın hakikatinin bilinemeyeceğinin belirtildiğini bildirir. 27

Osmanlı kelâm bilginlerinden Hızır Bey (ö. 863/1458) "Kaside-i Nûniye"sinde; Cenâb-ı Hakk'ın mukaddes zâtının hakikatinin bu dünyada akıl ile idrâk edilemediğini, ancak kelâm âlimlerinin tereddütlerinin, Allah'ın cennette görüldüğünde, ilâhi hakikatin mü'minlerce bilinip bilinemeyeceği hususunda meydana geldiğini',

söyleyerek ilâhî hakikatin bu dünyada insan aklı tarafından kavranılamayacağını dile getirmiştir. 28

İmam Şafı'î (ö. 204/820)'nin de şöyle dediği nakledilir:

"Kim kendini yaratıp idare edeni (Allah'ı) arayıp anlamaya kalkışır da fikrinin varabildiği bir mevcutta karar kılarsa (yani hissettiğine, gördüğüne, hayal ettiğine itimat ederek tasavvur edebildiği bir varlıkta karar kılarsa), o "müşebbih’tir (Allah'ı mahluka benzetmiştir). Eğer, (tefekkürü onu götürüp) mutlak yoklukta karar kılarsa, bu da "muatülâ'' (Allah'ı sıfatlarından hali kabul etmiş) olur. Şayet bir mevcutta karar kılar da O'nu idrâkten âciz olduğunu itiraf ederse, işte bu "muvahhid''dir.29

Bu mana, yukarıda nakledilen hadis-i şeriflerin, Hz. Ebû Bekr (r.a.) ve Hz. Alî (r.a.)'nin kastettikleri mananın aynıdır. Zaten Cenâb-ı Hak da bunu Kur'ân-ı Kerim'de şöyle beyan etmiştir:

"O'nun benzeti yoktur.”

Evet, Cenâb-ı Hakk'ın zâtını idrâk etmek ve bilmek, insan akimin sınırları ve gücü dışındadır. İnsan kendi zatî hüveyitini, hatta basit eşyanın hakikatini idrâkten âcizdir. Bugün "kuvantum teorisi"yle ilgili olarak mikrofizik araştırmalarındaki ünlü fizikçi Heisenberg "kesinsizlik prensibi' ile belirlediği objenin olduğu gibi kavranma imkânsızlığını ortaya koyarak mutlak gerekirciliği (determinizmi) sarsmıştır. Bu fizikçi en ince âlet olan elektron mikroskopu ile, elektronun hareketini ölçmeye kalktığında, bunun tesbitinin kesin olarak bilinemeyeceğini gördü. Çünkü biz, hızını öğrenmeye çalıştığımızda, durumunu belirleyemiyoruz; durumunu öğrenmek istediğimizde, hızını belirleyemiyoruz. Halbuki bunun ölçülebilmesi için, elektronun yörüngesi üzerinde, hızı ve durumu ile birlikte görülmesi gerekir. Burada olgunun kesin olarak bilinememesi ortaya çıkıyor. Bunun da eşyanın özü (mâhiyeti) yüzünden ileri geldiği iddia ediliyor. 30

Farabî (ö. 339/950)'ye göre, eşyanın hakikatini kavramak, insan gücünün üstündedir. Biz, ancak eşyanın niteliklerini, gereklilerini (levazımını) ve arazlarını biliriz. 31

Şu halde insan, bugünkü imkânlarıyla şu gözle görülür varlıkların bile hakikatini kavramaktan acizdir. Nerede kaldı ki, bütün âlemi meydana getiren Yüce Allah'ın zatî künhünü (hakikatini) idrâk edebilsin. Biz ancak Allah'ın yarattığı eserlerden O'nun yüce şanına layık olan kemâl sıfatlarını bilmek, noksan sıfatlardan O'nu tenzih etmek suretiyle yüce zâtının üstünlüğünü düşünerek varlığını tasdik ederiz. Zaten dîn tarafından da bu şekilde hareket etmekle yükümlüyüz. Bu durum da insan için gayet tabiidir. Çünkü insan güzel bir yazı veya tablo gördüğü zaman, onun sahibini bilmek ister. O'nun üstün ve olgun vasıflarına eserleriyle "istidlal" (akıl yürütme) de bulunur. Bu yüzden;

"Akıl, kulluk görevlerini ifa etmek içindir. Cenâb-ı Hakk'ın sırlarını idrâk için değildir 32 denmiştir.

Şurası muhakkak ki, ilkel olsun, medenî olsun her lisanda yaratıcının ismi vardır. Hiçbir toplum gösterilemez ki, bu isme tesadüf edilmesin! Çöldeki çobanların ilkel lehçelerinde, mütefekkirlerin yüksek düşüncelerinde bu ismi bulduğumuz gibi, sanatkârların eserlerinde, şairlerin şiirlerinde, hatta bütün beşerî kanunların başında bu ismi görmekteyiz. İşte bütün bunlar Allah fikrinin insan yaratılışında dürülüp yerleşmiş bulunduğunun kesin nişaneleridir. 33

Fakat, Allah fikri insanda bu derece açık ve fıtrî olarak görülmesine rağmen Allah'ın hakikatini kavramak, insan bilgisinin sınırlarını aşmakta, inanılacak hakikat olan değer alanına ait bulunmaktadır. Hilmi Ziya Ülken bu gerçeği şöyle dile getirmiştir:

"Tanrısal hakikat ispat edilecek bir hakikat değil, inanılacak bir hakikattir. Bu inanılacak hakikat, bilgi alanına değil, değer alanına aittir. Değer alanına ait olan o hakikate dayandıktan sonradır ki bilgi alanını aydınlatmak mümkündür. Aksi takdirde bilgi alanı temelsiz kalır. 34

Şimdi biz burada Allah'ın varlığını ispat deyince, direkt olarak değil, O'nun âyetleri (işaretleri) vasıtasıyla, kâinatın varlığı ve onda meydana gelen olaylar yoluyla Allah'ın varlığının ve üstün kudret sahibi olduğunun ispatı anlaşılmalıdır. Yoksa yukarıda belirtildiği gibi, kendi hakikatini, bizzat göstermek ve' bilmek değildir.



Yüklə 1,32 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   35




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin