Stephen King Kara Kule Cilt5 Calla'nın Kurtları



Yüklə 2,69 Mb.
səhifə26/54
tarix30.05.2018
ölçüsü2,69 Mb.
#52130
1   ...   22   23   24   25   26   27   28   29   ...   54

Gerçekten mi? diye düşündü Roland.

Tavery ikizlerinin çizdiği haritayı çıkardı, açtı ve kasabanın kuzeydoğusundaki tepeler arasında bir kuru vadiyi işaret etti. Derin vadi, tepeler arasında Calla'nın lâl madenlerine dek uzanıyordu. Kuyu, tepenin içine doğru dokuz metre ilerleyip duruyordu. Yerin Mejis'teki Eyebolt Kanyo-nu'na benzediği söylenemezdi (her şeyden önce vadide bir incecik yoktu) ama çok önemli bir ortak noktaları vardı: ikisinden de başka çıkış yoktu. Ve Roland, insanın daha önce işine yarayan yönteme tekrar başvurmaya meyilli olduğunu biliyordu. Kurtlar'ı pusuya düşürmek için sonu çıkmaz olan bu vadiyi ve mudeni kullanmak çok mantıklıydı. Eddie, Susannah, Eisenhartlar ve Eisenhart'm kâhyası için çok makul bir çözüm gibi görüneceği açıktı. Sarey Adams ve Rosalita Munoz için de öyle. İhtiyar da bunun iyi bir fikir olduğunu düşünecekti. Planın bu kadarını diğerleriyle paylaşacak ve hepsi de mantıklı olduğuna karar verecekti.

Ya bazı şeyleri gizlerse? Ya söylediklerinin bir kısmı yalan olursa?

Ve Kurtlar bu yalanları bir şekilde duyup inanırsa?

Bu iyi olurdu, değil mi? Doğru yöne ancak yanlış hedefe çekilirlerse iyi olurdu.

Evet ama birine tüm gerçekleri anlatacak kadar güvenebilmeliyim. Peki kime güveneceğim ?

Susannah olmazdı, çünkü artık iki kişiydi ve içindeki diğer kişiye güvenmiyordu.

Eddie olmazdı, çünkü Eddie, Susannah'ya ağzından bir şey kaçırabilirdi ve böylece Mia da öğrenirdi.

Jake olmazdı, çünkü, Benny Slightman ile yakın arkadaş olmuşlardı.

Yine tek başınaydı ve bu durum ona kendisini hiç bu kadar yalnız hissettirmemişti.

"Bakın," dedi vadiyi göstererek. "Şurası uygun görünüyor. Girilmesi kolay ama çıkılması zor. Tehlikedeki çocukları buraya götürüp madende gizlememize ne diyorsunuz?"

Slightman'm gözlerinde bir anlayış ifadesi belirdiğini gördü. Bir şey daha vardı. Umut belki.

"Çocukları nereye sakladığımızı bileceklerdir," dedi Eisenhart. "Sanki kokularını alıyolar. Hepsini elleriyle koymuş gibi buluyolar."

"Duydum," dedi Roland. "İşte bunu kullanabileceğimizi söylüyorum."

"Çocukları yem olarak kullanmaktan bahsediyosun, Silahşor. Bu çok zor."

Çocukları terk edilmiş madene (veya yakınında herhangi bir yere) koymayı kesinlikle düşünmeyen Roland başını salladı. "Bazen işleri zor yoldan halletmek gerekir, Eisenhart."

"Teşekkürler derim," dedi Eisenhart ama yüz ifadesi çok sertti. Haritaya dokundu. "İşe yarayabilir... evet işe yarayabilir. Ama tüm Kurtlar'ı oraya çekebilirseniz."

Çocuklar sonunda nereye saklanırsa saklansın Kurtlar'ı oraya çekmek için yardıma ihtiyacım olacak, diye düşündü Roland. Nereye gideceğini ve ne yapacağını bilen insanlar lazım. Bir plan. Ama henüz değil. Şimdilik oynadığım bu oyunu sürdüreceğim. Şato oyunu gibi. Çünkü birileri saklanıyor.

Bunu biliyor muydu? Hayır.

Kokusunu alıyor muydu? Evet.

Yirmi dört gün var, diye düşündü. Kurtlar'm gelişine yirmi dört gün.

Bu süre yetmek zorundaydı.

ALTINCI BÖLÜM BÜYÜKBABANIN HİKÂYESİ


1

İliklerine kadar bir şehir çocuğu olan Eddie için Jaffordsların River Road'daki çiftliğine görür görmez bayılması sürpriz oldu. Böyle bir yerde yaşayabilirim, diye düşündü. Güzel olur. Bana yarar.

Mahir ellerce inşa edildiği belli, kütüklerden yapılmış, uzunca bir binaydı. Yarıklar, kış rüzgârlarına karşı önlem olarak doldurulmuştu. Geniş pencereler, çeltik tarlalarına doğru yumuşak bir eğimle inen tepeye açılıyor, huzur verici bir manzara sunuyordu. Evin diğer tarafında ambar ve çiçek kümeleriyle canlanmış ön avlu vardı. Arka verandanın solunda ise egzotik, küçük bir sebze bahçesi vardı. Yarısına, Tian'ın gelecek sene daha büyük miktarlarda üretmeyi umduğu sarı bir şifalı ot olan madrigal ekilmişti.

Susannah, Zalia'ya tavukları oradan nasıl uzak tuttuklarını sorunca kadın alnına düşen saçlara üfleyerek hüzünle güldü. "Çok büyük bir çabayla," dedi. "Ama gördüğün gibi, madrigal büyüyo ve büyüdüğü sürece umut var demektir."

Eddie'nin hoşuna giden, her şeyin bir uyum içinde yürüyor gibi görünmesi ve insanın içinde bir yuva hissi yaratmasıydı. Bu hissin tam olarak nereden kaynaklandığını söylemek güçtü zira tek bir şey değil gibi...

Evet, bir tek şey. Ve kütük evle, sebze bahçesiyle, çiçek tarhlanyla veya tavuklarla bir ilgisi yok.

Çocuklardı. Eddie önce sayılarının çokluğu karşısında şaşkına dönmüştü. O ve Susannah birer general, onlar da teftişe hazırlanmış askerler gibi karşılarına dizilmişlerdi. Ve Tanrı da biliyor ya, sayıları bir manga edecek kadar vardı.

"Sondakiler Heddon ve Hedda," dedi Zalia koyu sarı saçlı çifti işaret ederek. "On yaşındalar. Saygıda kusur etmeyin çocuklar."

Heddon hafifçe eğildi ve leş gibi elini yumruk yaparak yine leş gibi kirli olan alnına dayadı. Küçük kız da reverans yaptı.

"Uzun geceler ve hoş günler," dedi Heddon.

"Hoş günler ve uzun bir yaşam dilerim diyeceksin salak," diye fısıldadı Hedda. Sonra reverans yaparak doğru olduğunu düşündüğü sözleri söyledi. Heddon dış dünyadan gelen yabancılardan kardeşinin ukalalığını fark etmeyecek, hatta onu duymayacak kadar etkilenmiş görünüyordu.

"Küçükler Lyman ve Lia," dedi Zalia.

Gözleri irileşmiş, ağzı bir karış açık onlara bakan Lyman öyle bir eğildi ki neredeyse yere kapaklanıyordu. Lia reverans yaparken dengesini kaybedip yere oturuverdi. Eddie, Hedda kardeşini yerden kaldırıp tıslar-casına azarlarken gülmemek için epey çaba sarf etmek zorunda kaldı.

"Ve bu da," dedi Zalia kucağındaki tombul bebeği öperek. "Aaron. Küçük aşkım."

"Tek olan çocuğunuz," dedi Susannah.

"Evet, hanımefendi."

Aaron, annesinin kucağında kıvranmaya başlayınca Zalia bebeği yere bıraktı. Aaron, babasına seslenerek eve doğru minik adımlarla ilerledi.

"Heddon, kardeşinin peşinden git ve ona göz kulak ol," dedi Zalia.

"Anaaa, hayırr!" Orada kalıp yabancıları dinlemek istediğini belli eden iri iri açılmış gözlerini yalvarırcasına annesine dikmişti.

"Evet," dedi Zalia tavizsiz bir ses tonuyla. "Git ve kardeşine göz kulak ol, Heddon."

Çocuk kalmak için mücadele edecek gibi görünüyordu ama tam o sırada Tian Jaffords evin köşesini döndü ve en küçük oğlunu kucağına aldı-

Aaron uzanıp babasının hasır şapkasını başından düşürdü ve saçlarını çekiştirdi-

Eddie ve Susannah buna pek dikkat etmedi. Gözleri, Tian'ın peşinden gelen iki deve takılmıştı. Nehir Yolu boyundaki çiftliklere uğradıklarında deforme olanlara rastlamışlardı ama hepsini de uzaktan görmüşlerdi. ("Çoğu yabancılardan çekinir, anlarsınız ya," demişti Eisenhart.) Bu ikisi ise üç metre ötelerindeydi.

Erkek ve kadın? Kız ve oğlan? Her ikisi de, diye düşündü Eddie. Çünkü yaşlarının bir önemi yok.

Göğüsleri Eddie'nin kafasının iki katıymış gibi görünen, terli, gülen dişinin boyu iki metre vardı. Boynundaki ipin ucundan tahta bir haç sallanıyordu. Erkek olan, diğerinden en az on beş santim daha uzandu. Yabancılara utangaçça bakıyordu. Sonra başparmağını emmeye başladı. Diğer eliyle de bacaklarının arasını tutuyordu. Eddie'ye en inanılmaz gelen iki devin boyutları değil, Tian ve Zalia'ya olan tüyler ürpertici benzerlikleriydi. Son derece başarılı bir sanat eserinin çala kalem yapılmış ilk eskizine bakmak gibiydi. Zekâlarında bir gerilik olduğu ayan beyan ortadaydı ve akılları başında, zeki insanlara öylesine benziyorlardı ki durumun tuhaflığı karşısında afallamamak elde değildi. Tüyler ürpertici tanımı bu duruma çok uygundu.

Hayır, diye düşündü Eddie. Asıl tanım deforme.

"Bu benim kardeşim Zalman," dedi Zalia. Sesinde alışılmadık bir resmiyet vardı.

"Ve bu da kardeşim Tia," dedi Tian. "Selam verin sizi salaklar."

Zalman parmağını emmeye ve bacaklarının arasını tutmaya devam etti. Ama Tia beceriksiz hareketlerle (bir ördeğe benziyordu) reverans yaptı. "Uzun günler uzun geceler uzun dünya!" diye bağırdı. "TATLI VE ETYÎYECEĞİZr

"Güzel," dedi Susannah. "Tatlı ve et güzeldir."

"TATLI VE ET GÜZELDİR.*" Tia burnunu kırıştırdı ve üst dudağını gererek dişlerini ortaya çıkardı. Sırıtışı domuza benzemesine yol açmıştı. "TATLI VE ET! TATLI VE ET! ÇOK GÜZEL TATLI VE £77"

Hedda, Susannah'nın eline kararsızca dokundu. "Ona susmasını söy. lemezseniz bütün gün böyle devam edebilir, hanım-sai."

"Sus, Tia," dedi Susannah.

Tia başını gökyüzüne kaldırarak anırırcasına güldü, kollarını devasa göğsünde kavuşturdu ve sustu.

"Zal," dedi Tian. "Gidip çişini yapman gerekiyo, diil mi?"

Zalia'nın kardeşi hiçbir şey söylemeden bacaklarının arasını tutmaya devam etti.

"Git de yap," dedi Tian. "Ambarın arkasına git ve oradaki kabaklan sula, teşekkürler derim."

Bir süre boyunca hiçbir şey olmadı. Sonra Zalman badi badi yürüyerek ambarın arkasına gitti.

"Küçükken..." diye söze başladı Susannah.

"Her ikisi de zehir gibi zekiydi," dedi Zalia. "Şimdi çok kötü. Kardeşim ondan da beter."

Aniden elleriyle yüzünü örttü. Aaron bunu görünce neşeyle güldü ve annesini taklit ederek ellerini yüzüne götürdü (Ce-eee! dedi parmaklarının arasından bakarak) ama ikizlerin yüzünde ciddi ifadeler vardı. Biraz da endişeli görünüyorlardı.

"Anamın nesi var?" diye sordu Lyman babasının paçasını çekiştirerek. Arkasında olan bitenlerden bihaber olan Zalman hâlâ bir eli bacaklarının arasında, parmağını emerek ambara doğru ilerliyordu.

"Hiçbir şeyi yok, evlat. Anan iyi." Tian bebeği yere bıraktı ve koluyla yüzünü sildi. "Her şey yolunda. Diil mi, Zee?"

"Evet," dedi kadın ellerini indirerek. Gözlerinin kenarları kızarmıştı ama ağlamıyordu. "Ve Tanrı yardım ederse yolunda olmayanlar da yoluna girecek."

"Senin dudaklarından Tanrı'nm kulağına," dedi Eddie devin ambara doğru sarsakça ilerlemesine bakarak. "Senin dudaklarından Tanrı'nın kulağına."
2

"Büyükbaban iyi bir gününde mi?" diye sordu Eddie, Tian'a birkaç dakika sonra. Tian, onu Piç Kurusu adını verdiği tarlayı göstermek için arka tarafa götürmüş, Susannah ve Zalia'yı çocuklarla beraber bırakmışlardı.

"Fark edilecek kadar diil," dedi Tian yüzü asılarak. "Son yıllarda benimle konuşmuyo zaten. Zalia ile aynı şey söz konusu diil elbet. O onu elleriyle besler, sonra akan salyalarını siler ve teşekkürler der. Beslemem gereken iki dev ahmak yetmiyomuş gibi o huysuz ihtiyara da bakmak zorundayım. Kafasının içi eski bir menteşe gibi paslanmış. Zamanın yarısında nerede olduğunu bile bilmiyo."

Yürürlerken uzun otlar paçalarına sürtünüyordu. Eddie iki kez kayalara takılıp düşecek gibi oldu. Bir keresinde de Tian, onu kolundan yakalayıp bacak kırmaya bire bir görünen bir çukura girmesine mani oldu. Buraya Piç Kurusu adını koymasına şaşmamalı, diye düşündü Eddie. Ama yine de ekili bölgelerden izler vardı. Bu rezil toprak parçasında sabanın ilerlemiş olduğuna inanmak güçtü, ama görünüşe bakılırsa Tian Jaffords bunu başarmıştı.

"Karın söylediklerinde haklıysa onunla konuşmam gerekiyor," dedi Eddie. "Hikâyesini dinlemem lazım."

"Büyükbabamda hikâyeden bol bir şey yok! Binlercesini anlatabilir. Sorun şu ki; çoğu baştan sona yalanlardan ibaret ve artık hangisi gerçek hangisi diil karıştırıyo. Aksanı zaten ağırdı, son yıllarda birkaç dişini daha kaybetti ve söyledikleri iyice anlaşılmaz oldu. Muhtemelen anlattıklarından hiçbir şey anlamayacaksın. Sana onunla iyi eğlenceler dilerim, New York'lu Eddie."

"Sana ne yaptı, Tian?"

"Sebep bana değil, babama yaptıkları. Uzun hikâye, bunlarla bir ilgisi de yok. Boş ver."

"Hayır sen boş ver," dedi Eddie durarak.

Tian, ona şaşkınca baktı. Eddie hiç gülümsemeden başını salladı: beni duydun. Yirmi besindeydi, Jericho Tepesi'nde ölümle buluşan Cuthbert Allgood'dan bir yaş büyüktü ama günün solan ışıklarında elli yaşında gibi görünüyordu. Taviz vermez bir kararlılığa sahip bir adam.

"Bir Kurt görmüşse onunla konuşmamız gerek."

"Anlamıyom, Eddie."

"Bence çok iyi anlıyorsun. Onunla derdin neyse bir kenara bırak. Kurtlar'ı halledersek onu şömineye itebilir veya kahrolası çatıdan atabilirsin, sana izin veriyorum. Ama şu an için ona duyduğun öfkeyi unutacaksın. Anlaşıldı mı?"

Tian başını salladı. Elleri cebinde, Piç Kurusu adını verdiği kuzey tarlasına baktı. Yüzünde endişeyle karışık bir açgözlülük ifadesi vardı.

"Sence bir Kurt'u öldürme hikâyesi uydurma mı? Öyle olduğunu düşünüyorsan vaktimi boşa harcama."

"Bu hikâyeye diğerlerinden fazla inanıyom," dedi Tian huysuzca. ■ "Neden?"

"Şey, bu hikâyeyi kendimi bildim bileli anlatır ve anlattıkları fazla değişmez. Ayrıca..." Tian bundan sonraki sözlerini dişlerini sıkarak söylemiş gibiydi. "Büyükbabamın korkak olduğu söylenemez. Doğu Yolu'na gidip Kurtlar'a kafa tutacak biri varsa o da Jamie Jaffords'dur. Diğerlerini kendisiyle gelmeye ikna ettiğine de şüphem yok."

"İkna mı?"

"Kafanı bir dağ kedisinin ağzına sokmak için cesaret gerekir, diil mi?"

Eddie bunun için cesaretten ziyade aptallık gerektiğini düşünmekle birlikte başını sallamakla yetindi.

"Sizin dinh'imz de ikna edebilen biri, diil mi?"

Roland'ın ona yaptırdığı bazı şeyleri hatırlayan Eddie başını salladı. Roland'ın insanı ikna etmekte usta olduğu muhakkaktı. Hem de ne usta. Eddie, Silahşor'un eski yoldaşlarının da aynı kanıda olacağından emindi.

Tian bakışlarını tekrar kuzey tarlasına çevirdi. "Büyükbabamın ağzından akla uygun bir hikâye dinlemek istiyosanız akşam yemeğinden sonrasını beklemenizi salık veririm. Yemek yiyip bir graf içince aklı biraz olsun başına geliyo. Karımın da yanınızda, büyükbabamın onu görebileceği bir yerde olması iyi olur. Biraz daha genç olsa sadece bakmakla yetinmeyip başka şeyler yapmaya kalkacağından hiç şüphem yok." Yüz ifadesi yine sertleşti.

Eddie elini adamın omzuna koydu. "Eh, genç değil. Ama sen öylesin, ^eşelen bakalım, olur mu?"

"Tamam." Tian söyleneni yapmak için gözle görülür bir çaba harcadı. "Tarlam hakkında ne düşünüyosun, Silahşor? Önümüzdeki sene buraya madrigal ekeceğim. Evin önünde gördüğünüz sarı bitki."

Eddie, Tian'ın büyük bir hayal kırıklığına uğrayacağını düşünüyordu. Tian'ın da aslında aynı fikirde olduğunu hissedebiliyordu. İnsan ürün almayı umduğu bir tarlaya Piç Kurusu adını vermezdi. Ama Tian'ın gözlerindeki bakışı tanıyordu. Aynı bakış, mal bulmaya gittiklerinde Henry'nin gözlerinde de olurdu. Bu sefer en iyisi olacak, derdi bakışları. Baş ağrıtan ve bağırsakları boşaltan Meksika Kahverengisi değil, Çin Beyazı. Kafaları bir hafta boyunca iyi olacaktı. O zamana kadar olmadığı kadar iyi ve sonra tamamen bırakacaklardı. Yanında duran Tian değil, Henry olabilirdi. Hasat zamanı geldiğinde, burada hiçbir şeyin yetişmeyeceğini söyleyenlere kıçıyla güleceğini söyleyecekti muhakkak. Sonra da Hugh Anselm'in tarlasını satın alma planlarından bahsedecekti. Birkaç adam da tutacaktı. Ne de olsa bu tarla bir sene sonra bir altın madenine dönüşecekti. Hatta pirinci tamamen bırakıp kendine bir madrigal krallığı kurabilirdi.

Eddie doğru düzgün sürülmemiş tarlaya doğru başını salladı. "Sabanla sürme işi yavaş ilerliyor gibi. Katırları çok dikkatli idare etmelisin."

Tian kısa bir kahkaha attı. "Bir katırı oraya sokup tehlikeye atamam, Eddie."

"O halde nasıl..."

"Kız kardeşimi kullanıyom."

Eddie'nin ağzı bir karış açıldı. "Dalga geçiyorsun!"

"Ciddiyim. Zal'ı da kullanabilirdim (gördüğün gibi o daha iri ve daha güçlü) ana zekâsı Tia'dan da geri. O kadar uğraşmaya değmez. Daha önce denedim."

Eddie başını şaşkınca iki yana salladı. Gölgeleri, dikenlerle kaplı taş-hk arazi üzerinde daha da uzamıştı. "Ama... o senin kardeşin, ahbap!"

"Öyle. Ama bütün gün başka ne yapacak? Ambarın önünde oturup tavukları mı seyredecek? Saatlerce uyuyup yataktan sadece tatlı ve et yemek için mi kalkacak? İnan bana, böylesi daha iyi. Onun umurunda değil zaten. Sekiz on adımda bir çukurlar ve kayalar olmasa bile düz bir çizgide ilerlemesini sağlamak güç ama deli gibi çekebiliyo. Ve bir kaçık gibi gülüyo."

Eddie'yi ikna eden, adamın dürüstlüğü oldu. Görebildiği kadarıyla kendini savunmaya çalışır gibi bir hali de yoktu.

"Ayrıca muhtemelen on yıl sonra da ölecek. Yapabiliyoken yardım etsin diyom. Zalia da benimle aynı fikirde."

"Tamam ama neden tarlanın bir kısmını olsun sürmesi için Andy'yi kullanmıyorsun? Bahse girerim çok daha çabuk halledecektir. Sizin gibi küçük çiftlik sahipleri onu ortaklaşa kullanabilir, bunu hiç düşündünüz mü? Tarlalarınızı sürebilir, kuyularınızı kazabilir, tek başına bir ambarın kirişini kaldırabilir. Siz de tatlı ve etten tasarruf etmiş olursunuz." Tekrar Tian'ın omzunu tuttu. "Bu size yaramalı."

Tian'ın dudakları kıvrıldı. "Bu gerçekten de güzel bir hayal." "İşe yaramıyor, öyle mi? Daha doğrusu Andy çalışmıyor." "Bazı şeyleri yapıyo ama tarla sürmek veya kuyu kazmak yaptıklarının arasında yok. Bunları yapmasını istediğinizde o da sizden şifreyi isti-yo. Şifreyi söyleyemeyince tekrar denemek isteyip istemediğinizi soruyo. Sonra..."

"Sonra da size On Dokuz Yönetmeliği'nce başka hakkinizin kalmadığını söylüyor."

"Madem biliyodun neden sordun?"

"Kurtlar konusunda böyle yaptığını biliyordum, çünkü sormuştum. Diğer işler söz konusuyken de aynısını yaptığını bilmiyordum."

Tian başını salladı. "Pek işe yaradığı söylenemez. Bazen insanı bezdi-riyo (bunu şimdiye kadar görmediysen çok yakında anlayacaksın) ama Kurtlar'ın geldiğini haber veriyo ve bunun için ona teşekkürler diyoz."

Eddie dudaklarının ucuna kadar gelen soruyu sormamak için iradesini epey zorladı. Verdiği haber onları mutsuz ettiği halde niçin teşekkür ediyorlardı? Bu kez haber vermesi bir işe yarayabilirdi, elbette. Andy'nin haberleri bir değişime yol açabilirdi. Yoksa Bay Bugün-İlginç-Bir-Yabancıyla-Tanışacaksmız'ın amacı en baştan beri bu muydu? Kasaba halkının Kurtlar'la savaşması mı? Andy'nin sırnaşık gülümsemesini hatırladı ve başkalarını bu kadar fazla düşünmenin biraz tuhaf olduğuna karar verdi. İnsanları (hatta robotları) gülümseyişlerine veya konuşma tarzlarına göre yargılamak haksızlıktı ama herkes böyle yapıyordu.

Şimdi düşündüm de, sesine ne demeli? Ya o siz-bilmiyorsunuz-ama-ben-biliyorum ukalalığı? Yoksa bu da mı hayal gücümün ürünü?

Bilmiyordu.
3

Susannah'nın şarkı söyleyen sesini ve çocukların (hem küçüklerin hem büyüklerin) kıkırdamalarını duyan Tian ve Eddie, evin diğer tarafına yöneldi.

Zalman kalınca bir ipin bir ucunu, Tia ise diğer ucunu tutuyordu. İpi yüzlerinde geniş gülümsemelerle sallıyorlar, bu arada Susannah da Ed-die'nin hayal meyal hatırladığı bir çocuk şarkısı söylüyordu. Zalia ve dört çocuğu aynı anda zıplayarak ip atlıyor, saçları uyum içinde havalanıp iniyordu. Alt bezi neredeyse diz hizasına inmiş olan Aaron bebek bir kenarda durmuş, sırıtarak onları izliyor, tombul yumruğuyla ipi havada çeviriyormuş gibi hareketler yapıyordu.

'"Pinky Pauper çağırınca gelir! Çok yaramazlıklar etmiştir! Onu yakaladım bir iki üç, elimden kurtulması güç!' Daha hızlı, Zalman! Daha hızlı, Tia! Haydi, zıplatın onları!"

Tia ipi daha hızlı sallamaya başladı. Bir an sonra Zalman da ona ayak uydurdu. Bunun yapabilecekleri arasında olduğu açıkça görülüyordu. Susannah gülerek daha hızlı söylemeye başladı.

"'Pinky Pauper dersini aldı! Kötü çocuk alınca hazinesiz kaldı! Dört-beş-altı geldik yediye, kötü çocuk gidemeyecek cennete!' Hey Zalia, dizlerini gördüm, kız! Daha hızlı çocuklar, daha hızlı!"

Dört ikiz kardeş tavşanlar gibi zıplıyordu. Heddon yumruklarını kol-tukaltlarma sokmuş, kanat çırpma hareketi yapıyordu. Hareketlerini sakarlaştıran ilk şaşkınlıklarını atlatan ikizler uyum içinde zıplıyordu. Saçları bile aynı şekilde dalgalanıyor gibiydi. Eddie çilleri bile aynıymış gibi görünen Tavery ikizlerini hatırladı.

"Tinky... Pinky Pauper...'" Sonra durdu. "Hay aksi! Eddie, daha fazla hatırlayamıyorum!"

"Daha hızlı çocuklar," dedi Eddie ipi çeviren devlere dönerek. Söylediğini yaptılar. Tia başını gökyüzüne kaldırıp bir nara atı. Eddie ipin hareketlerini dikkatle izliyor, dizleri üzerinde yaylanıyor, zaman ayarı yapıyordu. Düşmeyeceğinden emin olmak için elini Roland'ın tabancasının kabzasına koydu.

"Eddie Dean! Yapamazsın!" diye bağırdı Susannah gülerek.

Eddie ipin bir sonraki yükselişinde yerinden fırlayarak Hedda ve Za-lia'nın arasına girdi. Zalia ile karşı karşıyaydı. Kadının yüzü terle kaplanmış, kıpkırmızı olmuştu. Diğerleriyle tam bir uyum içinde zıplayan Eddie şarkının aklında kalan kıtasını söyledi. Ritme uydurmak için bir müzayede görevlisi kadar hızlı söylemesi gerekmişti. Şarkıda geçen ismi değiştirdiğini daha sonra fark etti.

"'Piggy Pecker paramı çaldı, annemin gümüş kutusunu aldı, on dokuzda uykusunda yakalandı, kutu yine bana kaldı!' Daha hızlı çocuklar! Çevirin!"

O kadar hızlı sallıyorlardı ki ip bulanık bir şekil halini almıştı. Dünya, hızla bir aşağı bir yukarı hareket ediyordu. Eddie seyrelmiş ak saçlarıyla yaşlı bir adamın, deliğinden çıkan bir kirpi gibi demirağacından yapılmış bastonuna dayanarak verandaya çıktığını gördü. Merhaba büyükbaba, diye düşündü ve yaşlı adamı o an için düşüncelerinden uzaklaştırdı. O an tek istediği uyumla zıplamak ve oyunu bozan olmamaktı. Küçükken ip atlamayı çok severdi. Roosevelt İlkokulu'na başlayınca ip atlamaya devam edemediği için daima çok üzülmüştü. Ya vazgeçecek ve ip atlamayı kızlara bırakacak ya da hayatının geri kalanı boyunca hanım evladı damgası yiyecekti. Lisedeyken beden eğitimi dersinde bu zevki kısa bir süreliğine tekrar keşfetmişti. Ama böyle bir deneyimi hiç yaşamamıştı. Sanki Susannah ve onun New York'taki hayatıyla bu dünyadaki yaşamı sihirli kapılar, geçiş yapmak veya küreler gerektirmeksizin birbirine bağlayan muhteşem bir büyü keşfetmişti. Çılgınca gülmeye ve ayaklarını havada çaprazlamaya başladı. Zalia Jaffords da onu taklit ederek aynı hareketleri yapmaya başladı. Pirinç dansı kadar güzeldi. Hatta belki daha da güzeldi zira hepsi uyum içinde hareket ediyordu.

Yaşadıkları bu an, Susannah için de büyülü bir andı. Yaşadıkları ve yaşayacakları anlar içinde Jaffordsların avlusunda geçirdikleri bu sihirli dakikaların daima özel bir yeri olacaktı. İki değil, dört değil, tam altı kişi muhteşem bir uyum içinde zıplıyor, iki sırıtan dev ipi, geniş kollarının gücüyle, olabildiğince hızlı bir şekilde çeviriyordu.

Tian gülerek çizmesinin topuğunu yere vurdu. "Vay canına! Bu dansı geçer! Aynen öyle!" Verandadan izleyen büyükbaba güldü. Öylesine paslı bir sesti ki Susannah yaşlı adamın en son ne zaman güldüğünü merak etmekten kendini alamadı.

Sihir, beş saniye kadar daha devam etti. Uğultu çıkaran ip öylesine hızlı dönüyordu ki gözle takip edilemiyordu. İpi altındaki altı kişi (Zal-man'ın hemen önünde olan, en uzun boylu Eddie'den Tia'nm tarafında olan en kısa boylu Lyman'a, boy hizasına göre sıralanmışlardı) bir makinenin pistonları gibi zıplıyordu.

Sonra ip birinin topuğuna takıldı (Susannah'ya Heddon'unki gibi gelmişti ama daha sonra kimsenin kendini kötü hissetmemesi için suçu hepsi birden üzerine alacaktı) ve kahkahalar içinde nefes nefese yere yuvarlandılar. Göğsünü tutan Eddie, Susannah'ya baktı. "Galiba kalp krizi geçiriyorum canım, 911'i araşan iyi olur."

Susannah, ona doğru ilerledi ve öpmek üzere eğildi. "Hayır geçirmi-yorsun," dedi. "Ama benim kalbimi çarptırdığın kesin, Eddie Dean. Seni seviyorum."

Eddie yattığı yerden ciddi gözlerle ona baktı. Susannah, onu ne kadar severse sevsin, ona duyduğu sevginin daima daha fazla olacağını biliyordu. Ve içinde, böyle şeyleri düşündüğü her seferde beliren his, yani ka'mn dostları olmadığı, bir gün aralarında her şeyin kötü bir biçimde sonuçlanacağı düşüncesi kendini gösterdi.

Öyle olacaksa elinde fırsat varken değerini bilmeye ve ona en iyisini sunmaya bak. Bunu yapacak mısın, Eddie?

"Büyük bir zevkle," dedi.

Susannah'nın kaşları yükseldi. "Anlamadım?"

"Ben anladım," dedi Eddie sırıtarak. "Bundan emin olabilirsin." Kolunu ona dolayıp kendine çekti; kaşını, burnunu ve son olarak dudaklarını öptü. İkizler gülüp alkışlamaya başladı. Bebek kıkırdadı. Verandadaki yaşlı büyükbaba Jamie Jaffords da aynısını yaptı.
4

Bu yorucu dakikalar hepsini acıktırmıştı. Zalia Jaffords, Susannah'nın da yardımıyla evinin arkasındaki uzun sehpa üzerine kurulmuş masaya yaptığı leziz yemekleri dizdi. Eddie manzaranın muhteşem olduğunu düşünmekten kendini alamamıştı. Tepenin tam altında çeltikler omuz hizasına dek yükselmişti. Ötesinde nehir, batan güneşin ışıklanyla altına bulanmış, gibi parlıyordu. Gökyüzünü tatlı bir kızıllık sarmıştı.


Yüklə 2,69 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   22   23   24   25   26   27   28   29   ...   54




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin