Stephen King Kara Kule Cilt5 Calla'nın Kurtları



Yüklə 2,69 Mb.
səhifə47/54
tarix30.05.2018
ölçüsü2,69 Mb.
#52130
1   ...   43   44   45   46   47   48   49   50   ...   54

"Gurur duydum, Roland."

"Bu bir evet mi?"

Slightman başını salladı.

Roland, .ma dikkatle baktı. "Kaybedersek çocukların başında olanların büyük ihtimalle öleceğini biliyorsun, değil mi?"

"Kaybedeceğinizi düşünseydim bu görevi en baştan kabul etmezdim." Duraksadı. "Ya da oğlumu diğer çocuklarla göndermezdim."

"Teşekkür ederim, Ben. Sen iyi bir adamsın."

Slightman sesini daha da alçalttı. "Çocukları hangi madene saklayacaksınız? Gloria'ya mı, Redbird'e mi?" Roland hemen cevaplamayınca telaşla devam etti. "Tabi bana söylememeyi tercih edersen sana hak..."

"Ondan değil," dedi Roland. "Hangisi olacağına daha karar vermedik."

"Ama ikisinden biri olacak."

"Elbette, başka neresi olabilir?" dedi Roland dalgınca ve bir sigara sarmaya koyuldu.

"Üstlerine çıkmayı mı deneyeceksiniz?"

"Yapamayız," dedi Roland. "Açı uygun değil." Kalbinin üst kısmına hafifçe vurdu. "Onları buradan vurmamız gerek, biliyorsun. Diğer yerler... işe yaramaz. Zırhını delip geçen bir kurşun bile bir zombiye zarar vermez."

"Bu sizin için bir sorun, diil mi?"

"Bu bir fırsat," diye düzeltti Roland. "Eski lâl madenlerinin girişinde-10 yatay geçidin altındaki kayşatı biliyorsun, değil mi? Tıpkı bebeklerin ön'üğüne benziyor hani?"

"Evet?"

"Oraya saklanacağız. Altına. Atlarıyla üzerimize geldiklerinde beklemedikleri anda ortaya çıkıp..." Roland işaret parmağıyla başparmağım kaldırarak Slightman'a tetik çekme hareketi yaptı.



Kâhyanın yüzünde geniş bir gülümseme belirdi. "Roland bu harika bir fikir!"

"Hayır," dedi Roland. "Sadece basit. Ama basit çözümler daima en iyileridir. Onları şaşırtabileceğimizi düşünüyorum. Tuzağımıza düşecekler. Bu taktik daha önce işime yaramıştı. Tekrar yaramaması için bir sebep yok."

"Sanırım öyle."

Roland etrafına bakındı. "Böyle konuları burada konuşmasak daha iyi, Ben. Sana güvenebileceğimi biliyorum ama..."

Ben başını hızla salladı. "Daha fazla konuşmana gerek yok, Roland. Anlryom."

Çocukların oynadığı top, Slightman'ın ayaklarının dibine yuvarlandı. Oğlu gülümseyerek ellerini uzatmıştı. "Baba! Topu at!"

Ben hızla fırlattı. Top, büyükbabanın hikâyesindeki Molly'nin tabağı gibi havada uçtu. Benny zıplayıp topu tek elle yakaladı ve bir kahkaha attı. Babası, ona sevgiyle sırıttı, sonra Roland'a döndü. "Tam bir ikili oldular, diil mi? Seninki ve benimki?"

"Evet," dedi Roland. "Neredeyse kardeş gibiler."


6

Ka-tet, rahvan giden atları üzerinde pederin evine doğru ilerliyordu. Bütün kasaba halkının gözlerini üzerlerinde hissedebiliyorlardı: at üstünde ölüm.

"Toplantı istediğin gibi geçti mi, hayatım?" diye sordu Susannah, Roland'a.

"Fena değildi," dedi Silahşor ve bir sigara sarmaya koyuldu.

"Ben de onlardan bir tane denemek isterdim," dedi Jake birdenbire.

Susannah, ona şaşkınca baktı. "Ağır ol, tatlım; daha on üçünde bile değilsin."

"Babam on yaşında başlamış."

"Ve ellisinden önce ölmüş olacak," dedi Susannah sertçe.

"Büyük bir kayıp sayılmaz," diye mırıldandı Jake, ama daha fazla ısrar etmedi.

"Mia ne durumda?" diye sordu Roland tırnağıyla bir kibriti yakarken. "Sessiz sakin duruyor mu?"

"Siz de şahit olmuş olmasaydınız öyle birinin varlığına inanmayacaktım, çocuklar."

"Karnında bir hareket yok, değil mi?"

"Yok." Susannah herkesin yalan söyleme hususunda kuralları olduğunu düşünüyordu; onun kuralı, söyleyeceği yalanı olabildiğince kısa kesmekti. Karnında bir yaratık varsa (bir tür canavar) dostlarının yardımlarını bir hafta sonra isteyecekti. O zaman hâlâ endişelenebilecek durumda olurlarsa elbette. Karnında ara sıra kendini gösteren krampları henüz bil-meseler de olurdu.

"O halde her şey yolunda," dedi Silahşor. Bir süre sessizlik içinde ilerlediler. Sonra Roland, "Umarım kazmakta iyisinizdir, çocuklar," dedi Roland. "Kazılacak yerler var."

"Mezarlar mı?" diye sordu Eddie espri yapıp yapmadığından emin olamayarak.

"Mezarlara daha sonra sıra gelecek." Roland gökyüzüne baktı ama bulutlar ilerlemiş ve yıldızları saklamıştı. "Unutmayın, mezarları galipler kazar."

ALTINCI BÖLÜM FIRTINADAN ÖNCE
1

Ulu bilge ve yüce keş Henry Dean'in hüzünlü, suçlayan sesi karanlığın derinliklerinden yükseldi. "Cehennemdeyim kardeşim! Cehennemdeyim, mal bulamıyorum ve hepsi senin suçun!"

"Burada ne kadar kalmak zorundayız sence?" diye sordu Eddie, Cal-lahan'a. Geçit Mağarası'na henüz gelmişlerdi ve ulu bilgenin küçük kardeşi bir çift kurşunu avucunda zar gibi sallamaya başlamıştı bile; sessizlik ve huzura ihtiyacı vardı. Büyük toplantının ertesi günüydü ve peder ile atları üzerinde kasabanın ana caddesinde ilerlerken ortalığın alışılmadık bir sessizliğe bürünmüş olduğunu fark etmişlerdi. Tüm Calla önceki gece verilen kararın ağırlığı altında ezilmiş, kendinden saklanıyor gibiydi.

"Korkarım biraz uzun sürecek," dedi Callahan. Özenle giyinmişti (dikkat çekmeyeceğini umuyordu). Gömleğinin cebinde, bir araya getirebildikleri tüm Amerikan parası duruyordu: on bir buruşuk dolar ve bir çift çeyreklik. Kendini tekliklerin üzerinde Lincoln, elliliklerin üzerindeyse Washington'un olduğu bir Amerika'da bulmamayı umdu. "Ama sanırım evreler halinde yapabiliriz."

"Küçük lütufları için Tanrı'ya şükürler olsun," dedi Eddie ve pembe çantayı Tower'in kitap sandığının arkasından çıkardı. İki eliyle kaldırıp dönüyordu ki durdu. Kaşları çatılmıştı.

"Ne oldu?" diye sordu Callahan.

"Burada bir şey var."

"Evet, kutu."

"Hayır, çantada. Sanırım astarının içine dikilmiş. Küçük bir taşa benziyor. Belki çantanın gizli bir cebi vardır."

"Ve belki," dedi Callahan. "Açıp bakmak için doğru zaman şu an değildir."

Eddie yine de hissettiği kabarıklığı şöyle bir sıktı. Tam olarak taş hissi verdiği söylenemezdi. Ama Callahan muhtemelen haklıydı. Önlerinde yeterince bilinmeyen vardı. Çantanın sırrını bir başka güne bırakmaları daha iyi olacaktı.

Eddie kutuyu çantadan çıkarınca o mide bulandıran dehşet yine zihnini ve yüreğini istila etti. "Bu şeyden nefret ediyorum. İçimdeki, bir anda üzerime saldırıp beni bir mısır cipsi gibi yiyecekmiş hissi, bir türlü yok olmuyor."

"Muhtemelen yiyebilir," dedi Callahan. "Kötü bir şeyler olduğunu hissedersen kahrolası kapağı kapat, Eddie."

"Kapatırsam kıçın diğer tarafta kalır."

"Oranın yabancısı sayılmam," dedi Callahan, bulunmamış kapıya bakarak. Eddie, ağabeyini, Callahan, annesini duyuyordu. Tacizleri hiç kesilmiyordu. Annesi, Callahan'a sürekli Donnie diyordu. Öyle çağrılmaktan hayatı boyunca nefret etmişti. "Tekrar açılmasını beklerim."

Eddie kurşunları kulaklarına yerleştirdi.

"Bunu yapmasına neden izin veriyorsun, Donnie?" diye inledi Calla-han'm annesi karanlığın içinden. "Kulaklara kurşun koymak çok tehlikeli!"

"Haydi," dedi Eddie. "Şu işi bitirelim." Kutuyu açtı. Çınlamalar anında Callahan'ın beynini sardı. Ve kalbini. Her yerin kapısı, bir tıkırtıyla açıldı.


2

İki şeyi düşünerek kapıdan geçti: 1977 yılı ve New York Halk Kütüp. hanesi'nin zemin katındaki erkekler tuvaleti. Adımını duvarları yazılarla kaplı bir tuvalet bölmesine attı (BANGO SKANK daha önce orada bulunmuş, imzasını duvara bırakmıştı). Sol tarafında biri, sifonu çekti. Callahan, sifonu çekenin gitmesini bekledikten sonra bölmeden çıktı.

Aradığını bulması on dakika sürdü. Kapıdan geçip mağaraya geri döndüğünde koltukaltında bir kitap vardı. Eddie'den kendisiyle birlikte mağaranın dışına çıkmasını istedi. Eddie bu isteği ikiletmedi. Temiz havaya ve parlak gün ışığına çıktıklarında (sabah çıkan rüzgâr, bu utları dağıtmıştı) kurşunları kulaklarından çıkarıp kitabı incelemeye koyuldu. İsmi, Amerika Otoyolları 'ydı.

"Bir kitap hırsızlığın eksikti," dedi Eddie. "Gecikme cezaları senin gibiler yüzünden artıyor."

"Bir gün geri götüreceğim," dedi Callahan. Çok ciddiydi. "Şansım yaver gitti, aradığımı ikinci denemede buldum. Yüz on dokuzuncu sayfaya bak."

Eddie sayfayı açtı. Fotoğrafta, toprak bir yolun gerisindeki tepeye inşa edilmiş bembeyaz bir kilise vardı. Altında, Doğu Stoneham Metodist Toplantı Salonu yazıyordu. 1819'da inşa edildi. Eddie rakamların toplanınca on dokuz ettiğine dikkat etti.

Bunu, başını sallayıp gülümseyen Callahan'a söyledi. "Başka bir şey dikkatini çekti mi?"

Elbette çekmişti. "Resimdeki tıpkı Calla'nın Toplantı Salonu'na benziyor."

"Evet. Neredeyse bire bir kopyası." Callahan derin bir nefes aldı. "İkinci raunt için hazır mısın?"

"Sanırım."

"Bu seferki daha uzun sürebilir. Okuyacak bir sürü kitap var, oyalanabilirsin."

"Okuyabileceğimi sanmıyorum," dedi Eddie. "Fazlasıyla gerginim. Belki çantanın astarının içinde ne olduğuna bakarım."

Ama Eddie pembe çantanın astarının içindeki nesneyi unuttu ve sonunda onu bulan Susannah oldu. Ama bulduğunda, artık Susannah değildi.
3

Callahan 1977 yılını düşünüp elindeki kitaptaki resme bakarak bulunmamış kapıdan bir kez daha geçti ve kendini güneşli bir New England sabahında buldu. Kilise hâlâ oradaydı ama Amerika Otoyolları'ndaki resmin çekilmesinden sonra boyanmış, toprak yola da taş döşenmişti. Hemen yanında, resimde olmayan bir bina vardı: Doğu Stoneham Levazı-matçısı. Güzel.


Kendi kendine para kesesinden çıkan çeyrekliği mecbur kalmadıkça kullanmaması gerektiğini hatırlatarak ardı sıra havada süzülen kapıyla beraber dükkâna doğru yürüdü. Jake'in verdiği çeyreklik, 1969 tarihliydi ve kullanmasında sorun yoktu. Ama onun çeyrekliği 1981 yılındandı ve kullanması sakıncalı olabilirdi. Mobil benzin pompalarının yanından geçerken (normal benzinin galonu kırk dokuz sentti) çeyrekliği arka cebine koydu.

Dükkâna girdiğinde (tıpkı Took'unki gibi kokuyordu) bir çıngırak sesi duyuldu. Sol tarafında bir yığın Portland Press-Herald vardı. Gazetenin üzerindeki tarihi görünce kötü bir şok yaşadı. New York Halk Kütüp-hanesi'nden kitabı alırken; yani vücut saatine göre sadece yarım saat kadar önce tarih, 26 Haziran'dı. Oysa dükkândaki gazetelerin üzerinde 27 Haziran yazıyordu.

Birini alarak başlıklara şöyle bir göz gezdirdi (New Orleans'ta sel baskını olmuştu, Ortadoğu'daki karışıklıklar sürüyordu) ve fiyata baktı. On sent. Güzel. 1969 çeyrekliğinden geriye bozuk para alacaktı. Belki o "ildik, Amerika yapımı salamlardan bir parça alırdı. Tezgâhın gerisindeki adamın dikkatli bakışları altında oraya doğru yürüdü.

"O kadar mı?" diye sordu tezgâhtar.

"Şey, size uyarsa postanenin yerini tarif edebilirseniz sevinirim," dedi Callahan.

Tezgâhtar tek kaşını kaldırarak gülümsedi. "Bu civarlardan gibisiniz."

"Öyle mi dersiniz?" dedi Callahan da gülümseyerek.

"Evet. Her neyse, postanenin yeri çok kolay. Yolun bir kilometre kadar aşağısında, solda." Sözcükleri tıpkı Jamie Jaffords'un yapacağı gibi telaffuz ediyordu.

"Güzel. Salamı dilimle satıyor musunuz peki?"

"İstediğin şekilde satarım," dedi tezgâhtar yumuşak başlı bir tavırla. "Yaz ziyaretçisisin, diil mi?" Callahan, adamın söyle bana, yalvarırım, diye eklediğini duysa hiç şaşırmayacaktı.

"Öyle de denebilir," dedi.
4

Mağarada bekleyen Eddie, hafif ama yine de etkili olan çınlamalarla mücadele ediyor, bir yandan da aralık kapının ötesine bakıyordu. Callahan bir kasaba yolunda yürüyordu. Belki Bayan Dean'in küçük oğlu bu arada bir şeyler okumayı deneyebilirdi. Soğuk (ve hafifçe titreyen) elini kitap sandığına uzattı ve yüzüstü duran ve okuyacak olsa gününü değiştirebilecek kitabın iki altındakini çekip aldı. Sherlock Holmes'dan Dört Kısa Roman. Ah Holmes bir başka ulu bilge ve yüce keş. Eddie Kızıl Soruştur-ma'yı açıp okumaya başladı. Ara sıra başını kaldırıp Siyah On Üç'ün tuhaf bir güç yaydığı kutuya bakıyordu. Cam kürenin bir bölümünü görebiliyordu. Bir süre sonra okumayı tamamen bırakıp büyülenmişçesine küreye bakmaya başladı. Çınlamalar hafifliyordu, bu iyiydi, değil mi? Bir süre sonra çınlamaları duymamaya başladı. Ve ardından bir ses, kurşunların gerisine ulaşarak onunla konuşmaya başladı.

Eddie sesi dinledi.
5

"Pardon, hanımefendi."

"Buyurun?" Postane memuru, ellili yaşların sonlarında veya altmışların başlarında, güzellik salonundan çıkma kusursuz bir mavi-beyaz tonda saçlarıyla halkın önüne çıkmış bakımlı bir kadındı.

"Arkadaşlarım için bir mektup bırakmak istiyorum," dedi Callahan. "Kendileri New York'tan geldi ve muhtemelen postrestant müşterileri." Eddie ile kellesini büyük ihtimalle hâlâ isteyen tehlikeli haydutlardan kaçmakta olan Calvin Tower'in kendine bir adres alacak kadar büyük bir aptallık yapıp yapmayacağını tartışmışlardı. Eddie, ona Tower'in ilk basım kitaplar konusunda nasıl davrandığını hatırlatınca Callahan hiç olmazsa bu kadarını denemeye razı olmuştu.

"Yazlıkçılar mı?"

"Öyle," dedi Callahan. "İsimleri Calvin Tower ve Aaron Deepneau. Sanırım bu bilgileri sokaktan gelen sıradan vatandaşlara vermeniz yasak ama..."

"Ah, buralarda öyle kurallara pek aldırmayız," dedi kadın. Callahan yine Calla'dan biriyle konuştuğu hissine kapılmıştı. "Listeyi bir kontrol edeyim... Şehitler Günü'yle İşçi Bayramı arasında pek çok turist oluyor..."

Tezgâhın kendi tarafından, içinde yıpranmış dört beş sayfanın bulunduğu bir dosya aldı. El yazısıyla eklenmiş birçok isim vardı. Kadın ilk sayfadan ikinciye, sonra üçüncüye geçti.

"Deepneau!" dedi. "Evet, onun ismi var. Şimdi bir de diğer isme..."

"Boş verin," dedi Callahan. Diğer tarafta bir terslik olmuş gibi ani bir huzursuzluk hissetmişti. Omzu üzerinden geriye bakınca sadece kapıyı ve mağarayı gördü. Eddie yerde bağdaş kurmuş, kucağındaki kitabı okuyordu.

"Peşinizde biri mi var?" diye sordu kadın gülümseyerek. Callahan güldü. Kahkahası kendi kulaklarına bile zorlama ve aptalca gelmişti ama postane memuru kadın fark etmiş görünmüyordu. "Aaron'a bir not yazıp pul yapıştırılmış bir zarfa koysam buraya geldiğinde eline ulaşmasını sağlar mısınız? Ya da Bay Tower gelirse?"

"Ah, pul almanıza gerek yok," dedi kadın. "Notunuzu memnuniyetle iletirim."

Evet, burası Calla'ya hakikaten benziyordu. Kadından aniden çok hoşlandı. Hem de çok çok.

Pencerenin yanındaki masaya yürüyüp (bulunmamış kapı, dönerken onu sadık bir köpek gibi takip etmişti) bir not yazdı. Önce kendini, Tower'i Jack Andolini'den kurtaran kişinin arkadaşı olarak tanıttı. Tower ve Deep-neau'ya arabalarını olduğu yerde bırakmalarını, kaldıkları yerin birkaç ışığı-nı yakmalarını ve yakınlarda bir yere (bir ahır veya bir baraka) gitmelerini söyledi. Dediklerini hiç vakit kaybetmeden yapmaları gerekiyordu. Gideceğiniz yere nasıl ulaşdacağını anlatan bilgileri ufak bir kâğıda yazıp arabanın sürücü tarafındaki paspasın veya arka verandanın basamaklarının altına bırakın, diye yazdı. Sizinle temasa geçeceğiz. Doğru olanı yaptığını umuyordu, bu ayrıntıları daha önce etraflıca konuşmamışlardı. Notu, Roland'ın söylediği gibi imzaladı. Eld soyundan Callahan. Artan huzursuzluğuna rağmen bir satır daha ekledi. Kâğıdı neredeyse parçalayacaktı. Ve bu, postaneye SON gelişiniz olsun. Bu ne büyük aptallık???

Notu zarfa koyup ağzını kapattı ve üzerine AARON DEEPNEAU VEYA CALVİN TOWER POSTRESTANT yazıp postane memuruna götürdü. "Pul almak beni memnun eder," dedi kadına.

"Gerek yok, zarf için iki sent verseniz yeter."

Callahan, ona dükkânda para üstü olarak verilen beş sentliği uzattı ve üç senti geri alarak kapıya yöneldi. Normal kapıya.

"İyi şanslar," diye seslendi kadın arkasından.

Callahan teşekkür etmek üzere kadına döndü ve o arada bir anlığına bulunmamış kapıyı ve mağarayı gördü. Ama Eddie'yi göremiyordu.
6

Callahan postaneden çıkar çıkmaz garip kapıya döndü. Aslında bunu yapamaz, o döndüğü an kapı da bir dans partneri gibi onunla beraber dönerdi ama kapı, içeri girmeye niyetlendiği zamanı anlıyor gibiydi. Öyle anlarda kapıya doğru dönülebiliyordu.

Döner dönmez çınlamalar beynini sararak kulaklarını tırmalamaya başladı. Annesi, mağaranın derinliklerinden haykırdı, "Yaptığını beğendin mi, Donnie? O hoş çocuğu yalnız bıraktın, o da intihar etti! Sonsuza dek cehennemde yanacak, hepsi senin suçun!"

Callahan, onu zar zor duyuyordu. Bir kolu altında Doğu Stoneham Levazımatçısı'ndan aldığı Press-Herald olduğu halde mağaranın ağzına atıldı. Kutunun niye kapanmayıp 1977'nin Doğu Stoneham'inde tutsak kalmasına sebep olmadığını görecek kadar vakti olmuştu. Kapağın altında kalın bir kitap vardı. Callahan kitabın adını bile okuyabiliyordu: Sherlock Holmes'den Dört Kısa Roman. Sonra apar topar gün ışığına çıktı.

Önce, patika üzerindeki büyük kayadan başka bir şey görmedi ve annesinin sesinin doğruyu söylemekte olduğunu düşünerek dehşete kapıldı. Sonra sol tarafına döndü ve Eddie'nin üç metre kadar ileride, uçurumun kıyısında durmakta olduğunu gördü. Pantolonunun üzerine çıkardığı gömleğinin etekleri, Roland'ın büyük tabancası üzerinde dalgalanıyordu. Genç adamın genelde zekâ dolu olan keskin hatlı yüzünde dalgın, boş bir ifade vardı. Saçları, kulaklarının çevresinde uçuşuyordu. Öne doğru hafifçe sallandı... sonra dudakları kısıldı ve gözlerindeki boş bakış yok olur gibi oldu. Bir kaya çıkıntısına tutunup kendini geri çekti.

Onunla mücadele ediyor, diye düşündü Callahan. Ve eminim elinden Seleni yapıyor ama mücadeleyi kaybediyor.

Seslenmek, kötü bir etki yapabilir ve uçurumdan aşağı düşmesine sebep olabilirdi; Callahan bunu bir silahşorun kriz anlarında daima son derece keskin ve güvenilir olan önsezileri sayesinde biliyordu. Onun yerine "ızla Eddie'ye yaklaştı ve tam elini kaya çıkıntısından çekip komik bir ifadeyle gözlerine götürerek (Elveda, zalim dünya) tekrar öne savrulduğu an, gömleğinin eteğini yakaladı.

Eddie Dean, gömleği yırtılsaydı hiç şüphesiz ka'nm büyük oyunundan affedilecekti ama belki Calla Bryn Sturgis'deki el yapımı gömlekler bile (Eddie'nin üzerindeki onlardan biriydi) ka'ya. hizmet ediyordu. Sonuç olarak gömlek yırtılmadı ve Callahan düşmesine engel olmak için yollarda elde ettiği fiziksel gücün büyük bir bölümünü kullanmak durumunda kaldı. Eddie'yi can havliyle geri çekerken kafasını az önce tutunduğu kaya çıkıntısına çarpmasına engel olamamıştı. Genç adam gözlerini kırpıştırarak ona boş gözlerle baktı ve anlaşılmaz bir şeyler mırıldandı: Uğğabileciği söğğli.

Callahan omuzlarını kavrayarak onu sarstı. "Ne? Anlamıyorum!" Anlamak istediğini sanmıyordu ama bir şekilde iletişim kurmalı, kutudaki lanet şeyin gönderdiği yerden geri gelmesini sağlamalıydı. "Ne dedin?"

Bu kez sözcükler daha belirgindi. "Uçabileceğimi söylüyor. Kule'ye. Beni bırakabilirsin, gitmek istiyorum!"

"Uçamazsın, Eddie." Söylediklerinin anlaşılıp anlaşılmadığından emin değildi, bu yüzden başını yüzleri neredeyse birbirine değecek kadar eğdi. "Seni öldürmeye çalışıyordu."

"Hayır..." diye başladı Eddie ardından bakışları bir anda keskinleşti. Callahan'ınkilerden birkaç santim ötede olan gözleri kavrayışla irileşti. "Evet."

Callahan doğruldu ama Eddie'nin omuzlarını sıkıca tutmaya devam ediyordu. "Şimdi iyi misin?"

"Evet. En azından öyle sanıyorum. Gidiyordum, peder. Yemin ederim gidiyordum. Yani, çınlamalar rahatsız ediyordu elbette, ama bunun dışında iyiydim. Bir kitap alıp okumaya bile başladım." Etrafına bakındı. "Tanrım, umarım kitabı kaybetmemişimdir. Yoksa Tower derimi yüzer."

"Kaybetmedin. Kutunun kapağının altına sıkıştırmışsın, çok da iyi yapmışsın. Aksi halde ben diğer tarafta kısılacaktım, senin de cesedini iki yüz metre aşağıdan kazımak zorunda kalacaktık."

Uçurumun kıyısından aşağı bakan Eddie'nin beti benzi attı. Calla-nan tam fazla açık sözlü davrandığı için pişmanlık duymaya başlamıştı ki gddie dönüp çizmelerinin üzerine kustu.


7

"Bana sinsice yaklaştı, peder," dedi tekrar konuşabildiğinde. "Beni büyüledi ve ele geçirdi."

"Evet."

"Diğer tarafta planladıklarını yapabildin mi?"



"Mektubumu alıp dediğimi yaparlarsa ne âlâ. Haklıymışsın. Deep-neau postrestant için kaydolmuş. Tower'i bilmiyorum." Callahan başını öfkeyle iki yana sallıyordu.

"Sanırım Deepneau'yu Tower'in ikna ettiğini öğreneceğiz," dedi Eddie. "Cal Tower bulaştığı belanın büyüklüğünü hâlâ kavrayabilmiş değil. Az önce başıma gelenlerden (neredeyse geleceklerden) sonra onu biraz olsun anlayabildiğimi söyleyebilirim." Callahan'ın kolunun altında taşıdığı şeye baktı. "O nedir?"

"Gazete," dedi Callahan ve Eddie'ye uzattı. "Golda Meir hakkında bir şeyler okumak ister misin?"
8

Roland, Geçit Mağarası ve ötesinde yaşadıklarını anlatan Eddie ve Callahan'ı o akşam dikkatle dinledi. Calla Bryn Sturgis ve Doğu Stone-ham arasındaki benzerlikler Silahşor'un ilgisini Eddie'nin ölümden dönmesinden daha fazla çekmişti. Callahan'dan tezgâhtarın ve postanedeki memurun aksanlarını taklit etmesini bile istedi. Eskiden Maine'de yaşan Callahan için bu isteği yerine getirmek hiç zor olmadı.

Roland, onu dikkatle dinledikten sonra bir ayağını verandanın tırabzanına dayayarak düşüncelere daldı.

"Sence bir süre daha güvende olacaklar mı?' diye sordu Eddie.

"Umarım," dedi Roland. "Birinin hayatı için endişeleneceksen Deep. neau'nunki için endişelen. Balazar boş arsadan vazgeçmediyse Tower'ir hayatta kalmasını isteyecektir. Deepneau, onun için hiçbir anlam ifade etmiyor."

"Onları Kurtlar'ı halletmemizden sonraya bırakabilir miyiz?"

"Başka bir seçeneğimiz olduğunu sanmıyorum."

"Tüm bu saçmalıkları boş verip onları korumaya gidebiliriz!" dedi Eddie ateşli bir ifadeyle. "Bu seçeneğe ne dersin? Dinle Roland, To-vver'ın arkadaşını postrestanta kaydolmaya ikna etme sebebini biliyorum: birinde istediği bir kitap var, sebep bu. Muhtemele .1 uzun süredir kitap için pazarlık ediyordu ve ben karşısına çıkıp oradan ayrılması gerektiğini söylediğimde görüşmeler son aşamaya varmıştı. Tower... Tanrım herif çok inatçı. Mantıklı düşünemiyor. Balazar bunun farkındaysa (ki muhtemelen öyledir) bu adamı bulmak için posta koduna falan ihtiyaç duymayacak. Tower'in iş yaptığı insanların bir listesi yeter. Öyle bir liste varsa dilerim Tanrı'dan dükkânla birlikte yanıp kül olmuştur."

Roland başını sallıyordu. "Anlıyorum ama buradan ayrılamayız. Söz verdik."

Eddie bir süre düşündü, içini çekti ve başını iki yana salladı. "Burada üç buçuk, diğer tarafta ise anlaşmada belirtilen tarihin dolmasından önce on yedi günümüz var. Muhtemelen idare etmeyi başaracağız." Dudağını ısırarak durdu. "Belki."

"Elimizdekinin en iyisi belki mi?" diye sordu Callahan.

"Evet," dedi Eddie. "Korkarım şu an için öyle."


9

Fena halde ürkmüş bir Susannah Dean, ertesi sabah tepenin altındaki tuvalette iki büklüm halde oturuyor, sancı nöbetinin geçmesini beklı-

rdu. Sancılar, bir haftadan biraz uzun bir süre önce başlamıştı ama en şiddetlisi buydu. Ellerini fazlasıyla sert olan karnına bastırdı.

Yüce Tanrım ya şimdi doğuruyorsam? Ya vakit geldiyse?

Kendi kendine doğum yapıyor olamayacağını, suyunun gelmediğini, gerçek doğumun ondan sonra başladığını söylüyordu. Ama doğum hakkında gerçekte ne biliyordu ki? Pek az şey. Çok tecrübeli bir ebe olmasına rağmen Rosalita Munoz bile ona yardım edemezdi, çünkü o sadece, anneleri gerçekten hamile görünen insan bebekleri dünyaya getirmekte ustaydı. Calla'ya geldikleri gün Susannah'nın görünümü hamile bir kadına daha çok benziyordu. Şimdiyse buna kendi bile inanmakta zorlanıyordu. Roland bu bebek konusunda haklıysa...

Bu bir bebek değil, bir canavar ve bana değil, Mia'ya ait. Hiçliğin kızı Mia'ya.

Sancılar kesildi. Karnı sertliğini kaybederek gevşedi. Susannah parmağıyla bacaklarının arasını yokladı. Bir fark yoktu. Birkaç gün daha iyi olacaktı elbette. Buna mecburdu. Ka-tet'leri içinde hiçbir sır olmaması gerektiği konusunda Roland ile hemfikirdi ama bu sırrı saklamak zorunda olduğunu hissediyordu. Çarpışma başladığında kırk veya elli kişiye karşı sadece yedi kişi olacaklardı. Kurtlar bölünmeden, bir bütün halinde saldıracak olursa sayıları yetmişi bile bulabilirdi. Konsantrasyonları ve formları en üst düzeyde olmalıydı. Bu da sancısı olmaması gerektiği anlamına geliyordu. Ve elbette ^-yoldaşlarının yanında yer almalıydı.

Kot pantolonunu çekti, düğmelerini ilikledi ve sol şakağını dalgınca ovarak parlak gün ışığına çıktı. Kapının üzerinde Roland'm takılmasını istediği yeni sürgüyü görünce gülümsedi. Sonra gözü gölgesine ilişti ve gülümsemesi dondu. Tuvalete girmeden önce gölgesi, saatin sabahın dokuzu olduğunu işaret edecek uzunluktaydı. Şimdiyse neredeyse öğle vak-Üymiş gibi kısacıktı.


Yüklə 2,69 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   43   44   45   46   47   48   49   50   ...   54




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin