Stephen King Kara Kule Cilt7 Kule



Yüklə 2,92 Mb.
səhifə47/62
tarix03.12.2017
ölçüsü2,92 Mb.
#33720
1   ...   43   44   45   46   47   48   49   50   ...   62

"Neden zihnimden çekip almıyorsunuz?"

Yine o anlık şekil dalgalanması oldu. Bir an için yaşlı adamın karşısındaki yaratık ne tam olarak bir çocuk, ne de çocuk boyunda bir örüffl' cek şeklinde göründü. Köprünün diğer ucundaki yaratık hem bir çocuk hem de örümcek oldu. Sai Thoughtful'un ağzı, dudağının kenarından sü'rulen salyası hâlâ çenesinde parladığı halde kupkuru oldu. Sonra Mordred'in çocuk hali çürüyen, mahvolan kabuğunun içinde somutlaştı.

"Çünkü salya akıtan o yaşlı delikten duymak hoşuma gidiyor," dedi Tfıoughtful'a.

Yaşlı adam dudaklarını yaladı. "Pekâlâ, size yarasın. Kendisinin usta, sizinse genç ve toy olduğunuzu söyledi. Ait olduğunuz yerde kalmazsanız başınızı boynunuzdan ayırırmış. Sonra kafanızı balkonda hapsolmuş Kızıl Baha'nıza gösterecekmiş."

Aslında Roland bunları söylememişti (bunu biliyor olmalıyız, ne de olsa biz de oradaydık) ve Mordred için de yeterinden fazlaydı.

Ama Rando Thoughtful için yeterli değildi. Belki sadece on gün önce olsa yaşlı adamın amacına ulaşmasına yani çocuğun onu çabucak öldürmesini sağlamaya yeterdi. Ama Mordred çabuk olgunlaşmıştı. Şimdi de köprünün üzerinden şatonun avlusuna atılma, o arada şekil değiştirme ve Rando Thoughtful'un kafasını keskin tırtıklı bacaklarından biriyle bedeninden ayırma dürtüsüne karşı koyuyordu.

Adamı hemen öldürmek yerine başını yukarı, ekinkargalarına -artık yüzlercesi toplanmıştı- doğru kaldırdı ve onlar da sınıfı dolduran öğrenciler gibi dikkatle ona baktı. Çocuk kollarıyla kanat çırpar gibi bir hareket yaptıktan sonra yaşlı adamı gösterdi. Gökyüzü kuşların havalanmasıyla kararır gibi oldu. Kral'ın başbakanı dönüp kaçmaya çalıştı, ama daha bir adım bile atamadan ekinkargaları mürekkebimsi bir bulut halinde üzerine çullandı. Omuzlarını ve başını bir korkulukmuşçasına gagalarlarken yüzünü korumak için ellerini yüzüne götürdü. Bu içgüdüsel hareketin hiçbir faydası olmadı; havaya kalkmış kollarına başka kuşlar saldırdı ve ağırlıklarıyla yere çökmek zorunda kaldı. Yaşlı adamın suratını gagalıyor, kanlı deri şeritleri koparıyorlardı.

"Hayır!" diye bağırdı Mordred. "Derisini bana bırakın... ama gözlerini alabilirsiniz."

Hevesli ekinkargaları bu sözler üzerine Rando Thoughtful'un gözlerini yuvalarından söküp çıkardılar. Eski başbakanın acı dolu uluması o sırada kasabanın kıyısına varmış olan Roland ve Susannah'ya kadar ulaştı Tüneyecek bir yer bulamayan kuşlar yaşlı adamın etrafına bir fırtına bu-lutu gibi birikmişti. Yaşlı adamı topuklarından kaldırıp döndürerek köprünün ortasına gidip çömelmiş çocuğa doğru sürüklediler. Parçalanmış çizmeler ve lime lime olmuş ceket o an için köprünün diğer ayağında bırakılmıştı. Sai Thoughtful'u köprüde bekleyen, arka bacakları üzerine kalkmış, ön ayakları havayı pençeleyen, kıllı karnındaki belirgin kızıl le-keyle Dan-Tete, Küçük Kızıl Kral'dı.

Gözsüz adam çığlık çığlığa kaderine doğru götürülüyordu. Ellerini kendini korumak için önüne uzatmış, sallıyordu. Örümcek ön bacaklarından biriyle adamın kolunu kavradı, elini ağzına götürdü ve bir şeker çubuğunu yiyormuşçasına çıtırtıyla ısırıp kopardı.

Ne kadar da tatlıydı!
8

Roland o gece, tuhaf bir şekilde dar ve nahoş olan kasaba evlerinin ötesinde, muhtemelen bir zamanlar küçük bir çiftlik olan yerin önünde durdu. Ana binaya doğru yürüyerek kokladı. "Ne, Roland, ne var?"

"Buranın tahtalarının kokusunu alabiliyor musun, Susannah?" Susannah havayı kokladı. "Evet, alabiliyorum... ne olmuş?" Roland gülümseyerek ona döndü. "Kokusunu alabiliyorsak yakabiliriz demektir."

Söylediklerinde haklı çıktı. Yarım kutu Sterno ve Roland'ın ateş yakmadaki becerisine rağmen tahtaları tutuşturmakta çok zorlandılar, ama sonunda başardılar. Susannah ateşe olabildiğince yakın oturdu ve önce yüzünden, sonra göğüslerinden ve sırtından dökülen terin tadını çıkararak belirli aralıklarla dönüp tüm vücudunu ısıttı. Isınmanın nasıl bir his olduğunu unutmuştu, ateşi sürekli besliyordu. Kamp ateşi sonunda bir şenlik ateşine döndü. İyileşen Işın'ın Yolu üzerindeki açık arazideki hayvanlara dünyaya düşmüş, hâlâ ışıldayan bir kuyrukluyıldız gibi görüluyor olmalıydı. Oy hemen yanma oturmuş, kulaklarını kaldırarak ateşe .buyülenmişçesine bakıyordu. Susannah, Roland'ın itiraz etmesini -babamın hatırı için kahrolası şeyi beslemeyi kesip kendi kendine yanmaya bırakmasını söylemesini- bekledi ama Silahşor hiçbir şey söylemedi. Tabancasının parçalarını yağlamayı sürdürerek öylece oturmaya devam etti. Ate§ Ç0^ sıcak olduğunda biraz geriledi. Gölgesi kamp ateşinin aydınlığında dalgalanarak commala dansı yapıyordu.

"Soğuğa iki üç gece daha dayanabilir misin?" diye sordu sonunda.

Susannah başını salladı. "Mecbursam, evet."

"Karlı bölgelere tırmanmaya başladıktan sonra hava iyice soğuyacak," dedi Roland. "Ateşsiz tek bir gece için söz veremem ama iki geceyi geçeceğini sanmıyorum."

"Ateş yakmazsak daha kolay avlanabileceğimizi düşünüyorsun, değil mi?"

Roland başını salladı ve tabancasının parçalarını birleştirmeye başladı.

"Yarından sonraki gün av hayvanlarını görmeye başlayacak mıyız?"

"Evet."

"Nerden biliyorsun?"



Roland biraz düşündükten sonra başını iki yana salladı. "Söyleyemem, ama biliyorum."

"Kokularını mı alıyorsun?"

"Hayır."

"Akıllarına mı dokunuyorsun?"

"O da değil."

Susannah sormaktan vazgeçti. "Roland ya Mordred, kuşları bu gece bizim üzerimize salarsa?"

Roland gülümsedi ve alevleri işaret etti. Altlarında, kıpkırmızı korlar bir ejderhanın nefesi gibi dalgalanıyordu. "Şenlik ateşine yaklaşamazlar."

"Peki ya yarın?"

"Yarın Kızıl Kral'ın şatosundan Mordred'in bile onları gitmeye ikna edemeyeceği kadar uzaklaşmış olacağız."

"Ya bunu nerden biliyorsun?"

Roland sorunun cevabını biliyor olmasına rağmen başını yine iki ya. na salladı. Bilgisi, Kule'den geliyordu. Kafasının içinde uyanışının nabız gibi atışını hissedebiliyordu. Kuru bir tohumun filizlenmesi gibiydi. Ama henüz söylemek için çok erkendi.

"Yat, Susannah," dedi. "Dinlen. Gece yarısına kadar nöbet tutar, sonra seni uyandırırım."

"Demek artık nöbet tutuyoruz."

Roland başını salladı.

"Bizi izliyor mu?"

Roland emin değildi ama Mordred'in onları izlediğini sanıyordu. Hayalinde leş gibi, yırtık pırtık bir cekete sarınmış çıplak, sıska bir çocuk (ama şimdi karnı şişip sarkmıştı, çünkü iyi beslenmişti) görüyordu. O zayıf çocuk tuhaf bir şekilde upuzun olan evlerden birine girmiş, belki de görüş alanının iyi olduğu üst katma çıkmıştı. Isınmak için dizlerini göğsüne çekerek pencerenin dibine oturmuştu. Belki yan tarafındaki kapanmayan yara soğukta sızlıyor, çocuk kamp ateşini kıskançlık ve özlem dolu gözlerle izliyordu. Yoldaşlıklarını da kıskanıyordu muhtemelen. Ona sırtlarını dönmüş olan yarı-annesi ve Beyaz Baha'sının yoldaşlığını.

"Olabilir," dedi Roland.

Susannah tam uzanacakken durdu. Ağzının kenarındaki yaraya dokundu. "Bu bir sivilce değil, Roland."

"Öyle mi?" Sessizce oturarak ona bakıyordu.

"Üniversitedeyken bir arkadaşımda tıpkı bunun gibi bir şey vardı," dedi Susannah. "Kanıyor, kanama kesiliyor, iyileşir gibi oluyor, sonra yine büyüyor ve kanıyordu. Sonunda doktora gitti -dermatolog dediğimiz bir uzmana- ve bir anjiyom olduğunu öğrendi. Bir kan tümörü. Doktor ona uyuşturucu verip bir neşter ile almış. Ona gelmekle iyi ettiğini, tümörün ^n geçtikçe daha derinlere kök saldığını söylemiş. Vaktinde müdahale edilmezse damağına, hatta sinüslerine kadar bile yayılabilirmiş."

Roland sessizce dinliyordu. Susannah'nın sözleri beyninde yankılanıyordu: kan tümörü. Bu kelimeler Kızıl Kral'ı tanımlamak için kullanılabilirdi. Mordred'i de.

"Bizde uyuşturucu yok, güzelim," dedi Detta Walker. "Ve bunu biliyorum elbette! Ama vakti geldiğinde sana söyleyeceğim ve sen de o çirkin şeyi suratımdan kesip alacaksın! Bu işi şu tüylü hayvanın havadaki sineği kaptığı hızla yapacaksın! Anladın mı beni? Çaktın, di mi?" "Evet. Şimdi uzan. Biraz dinlen."

Susannah yattı. Uykuya dalmasından beş dakika sonra Detta Walker gözlerini açtı ve ona ters ters (gözüm üzerinde beyaz çocuk) baktı. Roland, ona başını salladı ve Detta gözlerini kapadı. Birkaç dakika sonra tekrar açıldılar. Bu kez ona bakan Susannah'ydı ve gözleri kapandığında bu kez tekrar açılmadı.

Gece yarısı onu uyandıracağını söylemişti ama iki saat daha uyumasına izin verdi. Ateşin sıcaklığında bedeninin bir geceliğine bile olsa gerçekten dinlendiğini biliyordu. Yeni güzel saatinin kolları biri işaret ederken takipçilerinin bakışlarının üzerlerinden nihayet çekildiğini hissetti. Mordred, onun yaşındaki çocukların tümünün yapacağı gibi sonunda uykuya yenik düşmüştü. Odası her neredeyse, istenmeyen, yalnız çocuk şimdi orada ceketini üzerine sarmış, başını kollarına dayamış halde uyuyordu.

Peki o uykudayken sai Thoughtful'un kanıyla ıslanmış dudakları sadece bir kez hissettiği göğüs ucunun ve hiç tatmadığı sütün hayaliyle titreyip büzülüyor mu?

Roland bilmiyordu. Bilmek istediği de söylenemezdi. Gecenin yarı-s'nda uyanık olup ateşi ara sıra beslemekten memnundu. Ateşin hızla söneceğini düşünüyordu. Tahtalar kasabadaki evlerin inşasında kullanılan, lardan yeniydi ama yine de eskiydi ve neredeyse taşlaşmıştı.

Ertesi gün ağaçları göreceklerdi. Algul Siento'nun yapay ışığı altın, dakiler ve Stephen King'in dünyasmdakiler sayılmazsa Calla Bryn Stur. gis'ten ayrıldıklarından beri gördükleri ilk ağaçlar olacaklardı. Güzel ola-çaktı. Bu arada zifiri karanlık devam ediyordu. Ölmeye yüz tutmuş ateş çemberinin dışında rüzgâr inleyip Roland'ın saçlarını şakaklarından uçurdu ve burnuna karın hafif, tatlı kokusunu getirdi. Roland başını kaldırıp yıldızların saatinin gökyüzünde dönüşünü izledi.

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM DERİLER


1

Bir veya iki değil, üç geceyi ateşsiz geçirmek zorunda kaldılar. Sonuncusu, Susannah'nın hayatının en uzun, en kötü gecesiydi. Eddie'nin öldüğü geceden daha mı kötü? diye sormuştu kendine bir an. Bunun o yatakhane odalarından birinde, artık hep yalnız olacağını bilerek uyanık yatmaktan daha kötü olduğunu mu düşünüyorsun? Cansız yüzünü, ellerini, ayaklarını yıkamaktan daha mı kötü? Onu yıkayıp toprağa gömmekten daha mı beter?

Evet. Daha beterdi. Bunu bilmekten nefret ediyordu ve asla bir başkasına itiraf edemezdi ama o son gece iliklere işleyen, keskin soğuk çok daha kötüydü. Karlı bölgelerden doğuya veya güneye esen her rüzgâr canından biraz daha bezmesine sebep olmuştu. Fiziksel rahatsızlığın kontrolü ele geçirip zehirli gaz gibi her ücra noktaya sızıp mutlak hâkimiyet ağlayabileceğim bilmek hem çok korkunç, hem de gurur kırıcıydı. Ke-der? Kayıp? Soğuk, parmak uçlarından girip kahrolası burnuna tırmanırken bunların ne anlamı vardı? Soğuk yolculuğuna burunda son vermiyor, fyne yöneliyordu, sizi hoşnut etsin. Ve kalbe uzanıyordu. Öyle bir soğuğun pençesindeyken keder ve kayıp sadece basit birer sözcükten ibaretti Hayır, o bile değil. Sadece seslerdi. Yıldızların altında titreyerek oturur, 0 korkunç soğuğun pençesinde sabahın gelişini beklerken insana anlamsız gelen seslerdi.

Durumu daha da kötüleştiren, etraflarında potansiyel şenlik ateşleri, nin olduğunu bilmeleriydi zira Roland'ın "kar altı" dediği bölgeye varmış, lardı. Burası art arda gelen uzun, otlarla çevrili (otların çoğu artık ölmüştü), eğimli araziler, tek tük ağacın görüldüğü alçak vadiler ve yüzeyleri buz tutmuş derelerden oluşan bir bölgeydi. Roland daha önce, güneş hâlâ batmamışken buzun üzerindeki delikleri göstermiş ve geyiklerin eseri olduğunu söylemişti. Ayrıca dışkı öbekleri de görmüşlerdi. Gündüzün aydınlığında bu işaretler ilginç, hatta umut vericiydi. Ama dişlerinin kesintisiz takırtısını dinlediği bu cesaret kıran soğukta hiçbir anlam ifade etmiyordu. Eddie de öyle. Jake de. Ne Kara Kule'nin, ne de birkaç gece önce şatonun bulunduğu kasabanın çıkışında yaktıkları şenlik ateşinin bir anlamı vardı. Görüntüsünü hatırlayabiliyor ama vücudunu terletene dek ısıtan sıcaklık hissini hatırlayamıyordu. Birkaç dakikalığına ölüp parlak ışıklarla dolu muhteşem bir yere gittikten sonra hayata geri dönen biri gibi sadece harika olduğunu söyleyebiliyordu.

Roland, ona sarılarak oturuyor, bazen sertçe, kuru kuru öksürüyordu. Susannah Silahşor'un hasta olabileceğini düşündü ama bu düşüncenin de hiçbir anlamı yoktu. Soğuk her şeye hükmediyordu.

Susannah bir keresinde -gökyüzünün doğuda nihayet ağarmaya başlamasından kısa süre önceydi- uzakta bir noktada, karın başladığı yerin ötesinde turuncu ışıkların dans ettiğini gördü. Roland'a gördüklerinin ne olduğunu sordu. Aslında pek merak etmiyordu ama kendi sesini duymak, hâlâ hayatta olduğundan emin olmasını sağlıyordu. En azından henüz ölmediğinden.

"Cin olduklarını sanıyorum."

"O... o da n... ne?" Susannah artık kekelemeden konuşamıyordu.

"Nasıl açıklayabileceğimi bilmiyorum," dedi Roland. "Ve şart da de--jl zaten. Zamanla göreceksin. Şimdi dinlersen daha yakında ve daha il-j„ç olan bir şey duyabilirsin."

Susannah önce rüzgârın uğultusundan başka hiçbir şey duymadı. Sonra rüzgâr sesi azaldı ve aralarında bir şeyin yürümesiyle otlardan çıkan kuru hışırtıyı fark etti. Ardından alçak bir çıtırtı duyuldu. Susannah duyduklarının ne olduğunu çok iyi biliyordu: ince buz üzerine indirilen bir toynak. Altındaki suya ulaşmak için buz üzerinde bir delik açılıyordu. Üç dört güne kadar o an su içmekte olan hayvanın derisinden yapılma bir kıyafet giyeceğini de biliyordu ama diğer her şey gibi bunun da bir anlamı yoktu. Karanlıkta uyanık halde ve acılar içinde otururken zaman kavramının hiçbir anlamı kalmıyordu.

Daha önce hiç üşümüş müydü? Çok komikti, değil mi?

"Ya Mordred?" diye sordu. "O da karanlığın içinde bir yerlerde mi sence?"

"Evet."

"Peki o da soğuğu bizim gibi hissediyor mu?" "Bilmiyorum."



"Buna daha fazla dayanamayacağım, Roland. Gerçekten dayanamayacağım."

"Gerek kalmayacak. Yakında gün ağaracak ve büyük ihtimalle yarın gece bir ateşimiz olacak." Eliyle ağzını kapatarak öksürdü ve Susannah'ya tekrar sarıldı. "Ellerimiz meşgul olduğunda kendini daha iyi hissedeceksin. O zamana dek hiç olmazsa bir aradayız."


2

Mordred de onlar kadar üşüyordu ve onların aksine yapayalnızdı.

Ama diğerlerine onları duyabilecek kadar yakındı: kelimeleri seçemiyor ama seslerini duyabiliyordu. Kontrolsüzce titriyordu. Roland'ın teskin kulaklarıyla takırdayan dişlerinin sesini duymaması için ağzına ot doldurmuştu. Üzerine giydiği eski püskü ceketi iyice parçalanıp giyilme? hale geldiğinde bir kenara fırlatmıştı. Bir süre sadece kollarını da olsa giymeye çalışmış ama onlar da dirsek bölgesinden başlayarak eriyince y0] kenarındaki otların üzerine sinirle atmıştı. Çizmeleri giymeye devam ede-biliyordu, çünkü uzun otlardan kaba bir ip örmüş, çizmeden geri kalanla, rı bu iple ayaklarına bağlamıştı.

Soğuğu daha az hissedeceğini bildiği örümcek şekline bürünmeyi düşünmüştü ama kısa ömrü boyunca daima açlık çekmişti ve bir parçası-nın, ne kadar yiyeceği olursa olsun açlıktan daima korkacağını biliyordu. Tanrılar biliyordu ya pek fazla yiyeceği kalmamıştı: üç kopuk kol, dört bacak (ikisi kısmen yenmiş) ve bir göğüs parçası; sepettekilerden geri kalanlar bunlardı. Şekil değiştirecek olursa örümcek tümünü bir lokmada yutardı. Mordred o bölgede av hayvanları olduğunu biliyor -geyiğin çıkardığı sesleri Beyaz Babası kadar iyi duyabiliyordu- ama yakalamak konusunda kendine güvenemiyordu.

Böylece titreyerek oturmaya devam etti ve seslerini kesilene dek dinledi. Belki uyumuşlardı. Kendisi de bir süre uyuyakalmış olabilirdi. Pes edip geri dönmesini engelleyen tek bir şey vardı: onlara duyduğu nefret. Onlar yalnız değildi. Kendisi ise tek başınaydı.

Mordred aç, diye düşündü sefilce. Mordred üşüyor. Ve Mordred'in kimsesi yok. Mordred yapayalnız.

Bileğini ağzına götürdü, ısırdı ve ılık sıvıyı emdi. Kanda Rando Tho-ughtful'un canının son damlalarını tattı... ama çok az kalmıştı! Hemen de bitmişti! O güzel tat kaybolunca ağzında yine kendi yararsız tadı kaldı.

Mordred karanlıkta ağlamaya başladı.


3

Susannah Dean şafaktan dört saat sonra, yağmur veya sulu kar (bel' ki ikisi birden) habercisi bembeyaz gökyüzünün altında, devrilmiş bir W' tüğün yanında titreyerek yatıyor, küçük vadilerden birine bakıyordu nv'u duyacaksın, demişti Silahşor. Beni de duyacaksın. Elimden geleni yalağım, onları önüme katıp sürmeye çalışacağım. Atış için uygun konum-. olacaksın. Tek bir kurşunu bile boşa harcama.

Durumu daha da kötüleştiren, Mordred'in artık çok yakınlarında olduğuna ve her an arkadan saldırabileceğine dair içindeki histi. Sürekli etrafına bakmıyordu, ama nispeten açık bir nokta seçmişlerdi ve bir kez hariç arkasına her bakışında otlardan başka bir şey görememişti; o tek seferde de kulakları yere kadar sarkan kahverengi bir tavşan hoplayarak geçip gitmişti.

Sonunda sol tarafındaki küçük korunun gerisinden Oy'un tiz havlaması duyuldu. Hemen ardından Roland bağırmaya başladı. "Haa! Haa! Haydi! Koşun! Durmayın! Hay..." Ve öksürmeye başladı. Susannah bu öksürüğü hiç beğenmiyordu. Hem de hiç.

Artık ağaçların arasında kıpırtılar görebiliyordu. Roland'ın ona içinde başka biri daha olduğunu zorla kabul ettirmesinden sonra birkaç kez yaptığı gibi yine Detta Walker'i çağırdı.

Sana ihtiyacım var. Tekrar ısınabilmek istiyorsan ellerimi sabitle ki düzgün ateş edebileyim.

Ve bedeninin kesintisiz titremesi sona erdi. Sürü ağaçların arasından fırladığı sırada -küçük bir sürü de değildi, muhteşem bir gerdanı olan iri bir erkeğin başı çektiği en az on sekiz geyik vardı- ellerinin titremesi kesildi. Sağ elinde Roland'ın sandal ağacından kabzası olan büyük tabancasını tutuyordu.

Oy son geyiğin ardından ağaçların arasından fırladı. Sonuncusu, değişime uğramış bir dişiydi. Uzunluğu birbirinden farklı olan dört bacağı üzerinde tüyler ürpertici bir zarafetle koşuyor, kemiksiz gibi görünen beşinci bacağı ise karnının ortasında gevşekçe sallanıyordu. Hepsinin ardından Roland geldi. Artık tam anlamıyla koşuyor sayılmazdı. Seri adımlar-la> kararlı bir şekilde ilerliyordu. Susannah, ona aldırmayarak dikkatini atl§ menziline girmek üzere olan iri erkeğe yöneltti. Namlunun ucu, koşukta olan hayvanı takip ediyordu.

"Bu tarafa," diye fısıldadı. "Biraz sağına, bir tanem. Haydi gel, corn. mala-ge\-ge\."

Ve küçük sürünün lideri olan erkek geyik görünürde hiçbir sebep 0|, mamasına rağmen hafifçe yön değiştirip Susannah'nın bulunduğu yere doğru koşmaya başladı. Susannah'nın içini memnuniyetle karşıladığı bit soğukluk sarmıştı. Görüşü öylesine keskinleşmişti ki hayvanın kaslarının hareketini, gözlerinin akını, en yakındaki dişinin ön bacağındaki, tüyler bir daha bitmediği için çıplak kalan yara izini görebiliyordu. Bir an Eddie ve Jake'in de yanında olmasını, gördüklerini görmelerini diledi, sonra bu his de kayboldu.

Silahımla öldürmem; silahıyla öldüren babasının yüzünü unutmuş demektir.

"Kalbimle öldürürüm," diye mırıldandı ve ateş etmeye başladı.

İlk kurşun öndeki iri geyiğin kafasına isabet etti ve hayvan sol tarafına devrildi. Diğerleri koşarak yanından geçti. Bir dişi yerde yatan geyiğin üzerinden hopladığı sırada Susannah'nın ikinci kurşununa hedef oldu. Cansız halde diğer tarafa düştü. Bir bacağı kırılmış, zarafeti yok olmuştu.

Roland'ın üç el ateş ettiğini duydu ama dönüp ne yaptığına bakmadı; halletmesi gereken kendi işleri vardı ve en iyi şekilde yapmaya kararlıydı. Kalan dört kurşunun her biri bir başka geyiği devirdi ve sadece bir tanesi düştüğü sırada hâlâ hareket ediyordu. Bunun özellikle de bir tabancayla ne kadar müthiş bir atıcılık becerisi olduğunu düşünmedi; ne de olsa o bir silahşordu ve ateş etmek onun işiydi.

Ayrıca o sabah rüzgâr yoktu.

Sürünün yarısı artık aşağıdaki otluk vadide cansız yatıyordu. Geri kalanlar, biri hariç, yokuş aşağı, dereye doğru koşmaya devam etti. Bir an sonra söğüt ağaçlarının ardında gözden kayboldular. Sonuncusu olan genç erkek doğruca Susannah'ya doğru koşmaya devam etti. Susannah hemen yan tarafında bir parça deri üzerinde yığın halinde duran kurşunlarla tabancasını tekrar doldurmaya çalışmayarak 'Riza tabaklarından birini kavradı. Eli tabağın kenarındaki kör kısmı otomatik olarak bulmuştu

'"Riza!" diye haykırarak tabağı fırlattı. Tabak kuru otların üzerinde giderek yükseklik kazanarak, o tuhaf iniltiyi çıkararak uçtu. Hızla koşan eViğin boynunun tam ortasına isabet etti. Beyaz gökyüzünün önünde kapkara görünen kan damlaları başının etrafında bir çelenk gibi uçuştu, gir kasabın satırı bundan daha temiz bir iş çıkaramazdı. Kafasız geyik bir süre daha koşmaya devam etti. Kalbi son çırpınışlarını yaparken boynundan kan fışkırdı. Susannah'nın saklandığı yere on metreden az bir mesafe kala ön bacakları büküldü ve yere yığılarak, kuruyup sararmış otları parlak kırmızıya boyadı.

Önceki gece yaşanan sefalet, çekilen işkence unutulmuştu. Ellerinde ve ayaklarında yer etmiş uyuşukluk kaybolmuştu. Artık içinde keder yoktu. Kayıp hissi ve korku da. Susannah o an tam olarak ka'nm meydana getirdiği kadındı. Yere düşen geyikten yayılan barut tozu ve kan kokusu acımtıraktı, aynı zamanda dünyanın en güzel parfümüydü.

Susannah kesik bacakları üzerine kalkarak kollarını açtı, Roland'ın tabancasını sıkıca tutarak gökyüzüne doğru bir Y harfi oluşturdu. Sonra haykırdı. İçinde sözcükler yoktu, olamazdı da. En büyük zafer anlarımız daima dilsizdir.
4

Roland doyurucu bir kahvaltı yapmaları için ısrar etti ve Susannah'nın soğuk konservenin tadının lapaya benzediğini söyleyerek yaptığı itirazlar bir kulağından girip diğerinden çıktı. Süslü püslü saati öğleden sonra ikiyi gösterdiği sırada -kesintisiz soğuk yağmur hafifleyip çiseleme-ye dönüştüğünde- Susannah, ,Roland'ın itirazlarına kulak asmamasına memnundu. Daha önce fiziksel açıdan hiç bu kadar yorucu bir iş yapmamıştı ve gün henüz sona ermiş değildi. Roland sürekli yanında olmuş, öksürüğüne rağmen en az onun kadar iş çıkarmıştı. Susannah bir ara (inanılmayacak kadar lezzetli kızarmış geyik eti yedikleri kısa öğle yemeği molası sırasında) Roland'ın ne kadar garip ne kadar etkileyici olduğunu düşündü. Birlikte onca zaman geçirmişler, pek çok macera yaşamışlardı ama Susannah, Silahşor'u hâlâ tam anlamıyla keşfedememişti. Keşfetme, ye yaklaşmamıştı bile. Onu gülerken ve ağlarken, öldürürken ve dam ederken, uyurken ve pantolonu inik halde çalıların arasına çömelmiş, jj,. tiyacını giderirken görmüştü. Onunla bir kadının bir erkekle yattığı şekilde yatmamıştı ama başka her tür şart altında gördüğünü düşünüyordu ve... hayır. Bu adam hakkında öğrenileceklerin sonu yoktu.

"O öksürük zatürreeye giderek daha çok benziyor," dedi Susannah yağmurun başlamasından kısa bir süre sonra. Günün işlerinin Roland'ın aven-car dediği bölümündeydiler: ölüleri taşıyıp başka bir şeye dönüştürmeye hazırlamak.

"Merak etme," dedi Roland. "Tedavi için gereken şey burda var."

"Doğru mu diyorsun?" diye şüpheyle sordu Susannah.

"Evet. Ve bir de hiç kaybetmediğim şunlar var." Elini cebine soktu ve Susannah'ya bir avuç aspirin gösterdi. Susannah, Silahşor'un yüzünde gerçek bir hürmet olduğunu düşündü. Neden olmayacaktı? Hayatını astin dediği bu maddeye borçlu olabilirdi.

Hayvanların leşlerini Ho Fat'in Lüks Taksisi'nin üzerine yükleyerek dere boyuna götürdüler. Üç yolculukta bütün geyikler taşınmıştı. Roland bütün leşleri yığdıktan sonra genç geyiğin kafasını en tepeye yerleştirdi. Donuk gözler onlara bakıyordu.

"Onu ne için istiyorsun?" diye sordu Susannah sesinde Detta'dan bir izle.

"Bütün beyinlere ihtiyacımız olacak," dedi Roland ve ağzını örterek kuru kuru öksürdü. "Pis bir iş ama çabuk ve işe yarıyor."
5

Silahşor öldürdükleri geyikleri buzlu derenin kıyısına yığdıktan sonra ("En azından sinekler konusunda endişelenmemiz gerekmiyor," demişti) yakacak odun toplamaya başladı. Susannah yakacakları ateşi dört gözle bekliyordu, ama önceki gece hissettiği korkunç ihtiyaç artık yoktu. Du-dinlenmeden çalışıyor ve kendini o an için yeterince sıcak hissediyordu Umutsuzluğunun derinliğini, soğuğun iliklerine işleyerek kemiklerini arna dönüştürmesi hissini hatırlamaya çalıştı, ama yapamadı. Vücudun Icötü anları unutmayı sağlayan bir mekanizması olduğunu düşündü. Vücudun işbirliği olmadığı sürece beynin elinde sadece solgun fotoğraflara benzer anılar kalıyordu.


Yüklə 2,92 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   43   44   45   46   47   48   49   50   ...   62




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin