Stephen King Kara Kule Cilt7 Kule



Yüklə 2,92 Mb.
səhifə49/62
tarix03.12.2017
ölçüsü2,92 Mb.
#33720
1   ...   45   46   47   48   49   50   51   52   ...   62
2

Karlarla kaplı geniş alanda yavaşça ilerlemeyi sürdürdüler. Oy önce bir süre Roland'ın ayaklarının dibinde yürümüş, sonra Susannah'yı kontrol et-fflek için geride kalmış, ardından tekrar Roland'ın yanına gitmişti. Bazen üstlerinde parlak mavi delikler açılıyordu. Roland bulutları durmaksızın güneydoğuya çeken Işın'ın işbaşında olduğunu biliyordu. Bunun dışında gökyüzü bir ufuktan diğerine bembeyazdı ve ikisinin de çok iyi bildiği, yüklü bir görüntüsü vardı. Görünüşe bakılırsa kar geliyordu ve Silahşor'un içinde, bu seferki fırtınanın o güne dek gördüklerinin en kötüsü olacağına dair bir his vardı. Rüzgâr şiddetleniyordu ve içindeki nem, teninin açıkta kalan kısımlarını (üç hafta süren verimli dikiş işi sonucu elde ettikleri sayesinde açıkta sadece burnunun ucu ve gözleri kalmıştı) uyuşturacak kadar kötüydü. Sert esinti ince kar perdeleri havalandırıyordu. Kar taneleri şekil değiştirebilen baletler gibi yanlarından dans ederek geçiyordu.

"Çok güzeller, değil mi?" diye sordu Susannah arkasından neredeyse özlem dolu bir sesle.

Güzellik hakkında hiçbir zaman fazla kafa yormamış olan (Mejis'te geçirdiği günler hariç) Gilead'h Roland homurdandı. O an kendisine neyin güzel geleceğini biliyordu: yaklaşan fırtınadan korunabilecekleri kuytu bir alan, sık bir ağaçlıktan biraz daha fazlası. Bu yüzden rüzgâr sonunda durup kar başlayınca gördüklerinden emin olamadı. Kızağı çekmekte kullandığı kayışı bıraktı, içinden çıktı, Susannah'mn yanma gitti (tekrar artmaya başlamış olan erzaklarını kızağın üzerine, Susannah'mn arkasına yerleştirmişlerdi) ve tek dizi üzerine çöktü. Tepeden tırnağa deri parçalarıyla kaplı olduğu için bir adamdan ziyade perişan halde bir kar adama benziyordu.

"Sence şu ne?" diye sordu Susannah'ya.

Rüzgâr bir anda o ana dek olmadığı kadar şiddetlendi ve görüş alanını daralttı. Hafiflediğinde üzerlerinde bir delik açıldı ve güneş yüzünü kısa bir an için gösterdi. Karla kaplı açıklık, bir anda milyonlarca elmasla kaplıymış gibi parıldadı. Susannah bir eliyle gözlerini gölgeleyerek eğimli alanın bittiği yere baktı. Gördüğü, karın içine kazınmış, tersyüz edilmiş bir T şekliydi. Onlara yakın duran kolu (yine de en az üç kilometre uzaktaydı) nispeten kısa, belki altmış metre uzunluktaydı. Uzun olan kol ise çok uzundu. Ufka kadar uzanıyor ve gözden kayboluyordu.

"Bunlar yol!" dedi Susannah. "Birileri aşağıya yol döşemiş, Roland!" Roland başını salladı. "Ben de öyle düşünmüştüm ama senden de duymak istedim. Ben bir şey daha görüyorum."

"Ne? Senin gözlerin benimkilerden çok daha keskin." "Biraz daha yaklaşınca kendin görürsün."

Ayağa kalkmaya davranınca Susannah kolunu yakalayıp sabırsızca çekti. "Benimle oyun oynamaya kalkma. Ne gördün?"

"Çatılar," dedi Roland. "Sanırım aşağıda kulübeler var. Hatta belki bir kasaba."

"İnsanlar? İnsanlar olabileceğini mi söylüyorsun?"

"Eh, evlerin birinden duman tütüyor gibi. Ama gökyüzü bu kadar beyaz olunca emin olmak güç."

Susannah başka insanlar görmek isteyip istemediğini bilmiyordu. Görmek durumu karmaşıklaştıracaktı mutlaka. "Roland dikkatli olmalıyız."

"Evet," dedi ve kızağın kayışını yerden aldı. Çekmeye başlamadan önce kemerini, tabancasına sol eliyle hemen uzanabileceği şekilde hafifçe indirdi.

Bir saat sonra ana yolun tali yolla kesiştiği noktaya vardılar. En az dört metre yükseklikte bir kar yığınının önündeydi. Yolları kardan temizleyen buldozere benzer aracın palet izlerini görebiliyorlardı. Kar yığınının içinden bir direk yükseliyordu. Direğin üzerindeki tabela, Susannah'mn New York kasabalarındaki yol ağızlarında defalarca gördüğü türdendi. Kısa yolu işaret eden tabelanın üzerinde şöyle yazıyordu:

ODD s LANE•

Ama Susannah'mn yüreğini heyecanla dolduran diğeri oldu. Üzerinde,

KÜLE YOLU

yazıyordu.
3

İki yolun kesiştiği bölgedeki kulübeler, biri hariç terk edilmiş ve çoğu, üzerlerinde biriken karın ağırlığıyla çökmüştü. Ancak bir kulübenin -Odd's Lane'in sol kolunun dörtte üçlük bölümünün hemen sonundaydı- diğerlerinden farklı olduğu ilk bakışta anlaşılıyordu. Çatısı, ağırlığıyla gö. çertme potansiyeline sahip kar yığınlarından temizlenmiş, ön kapının önündeki karlar ise kürenmişti. Uzaktan gördükleri duman, etrafı ağaçlarla çevrili bu acayip kulübenin bacasından tütüyordu. Pencereden sağlıklı bir sarı ışık yayılıyordu, ama Susannah'nın dikkatini çeken duman oldu. Artık zihnindeki tek soru, kapıyı kimin açacağıydı: Hansel mi, yoksa kız kardeşi Gretel mi? (Bu ikisi ikiz miydi? Konuyu araştıran olmuş muydu hiç?) Belki de Kırmızı Başlıklı Kız açardı ya da ağzının kenarına çorba bulaşmış, suçlu bir ifadeyle bakan Goldilocks.

"Belki geçip gitsek daha iyi olur," dedi Susannah fısıltıyla konuşmakta olduğunu fark ederek. Oysa hâlâ iki yolun kesiştiği yerdeydiler. "Hiç uğramadan geçelim ve teşekkürler diyelim." KULE YOLU yazan tabelayı gösterdi. "Gitmemiz gereken yol belli, Roland... belki burdan devam etmemiz en iyisi."

"Peki biz öyle yaparsak Mordred da aynısını yapacak mı?" diye sordu Roland. "Sence o da aynı yolu seçip kulübenin içindekilere dokunmadan

gidecek mi?"

Susannah bunu düşünmemişti ve cevap elbette hayırdı. Mordred ku-lübedekileri öldürebileceğini düşünürse öldürecekti, bu kadar basitti. İçeridekiler yenebiliyorsa besin için öldürecekti, ama ondan da öncelikli bir başka sebebi olacaktı. Geride bıraktıkları ormanlık alan av hayvanı kaynıyordu. Mordred kendi yiyeceğini yakalayamayacak durumda bile olsa (ve Susannah örümcek bedenindeyken bu konuda zorluk çekmediğinden emindi) pek çok kampta yiyemedikleri etleri arkalarında bırakmışlardı. Mordred karnını bu artıklarla doyurabilirdi. Hayır, karlı açıklıktan geldiğinde aç olmayacak... ama mutsuz olacaktı. Hem de çok mutsuz. Ve yolunun üzerine çıkanları da mutsuz edecekti.

Öte yandan, diye düşündü... ama öte yan diye bir şey yoktu ve zaten artık çok geçti. Kulübenin ön kapısı açıldı ve eşikte yaşlı bir adam belirdi.

Ayaklarında çizmeler, üzerinde bir kot pantolon ve başlığının kenari kürklü kalın bir parka vardı. Susannah parkanın Greenwich Village'dakı Ordu Fazlası Malzemeler Mağazası'ndan alınabilecek türde olduğunu düşündü.

Yaşlı adamın yanakları sağlık belirtisi olan bir pembelikteydi, ama I e]jndeki kaba baston yardımıyla yürüyor, fena halde topallıyordu. Baysaldan tüten dumanıyla masallardan fırlamış gibi görünen acayip evin arkasından bir atın keskin kişnemesi yükseldi.

"Elbette, Lippy! Onları görüyorum!" diye bağırdı adam sesin geldiği yöne dönerek. "Hiç olmazsa bir gözüm hâlâ sağlam!" Sonra Roland'ın bir yanında Susannah, diğer tarafında Oy ile dikilmekte olduğu yere döndü. Hem neşeli, hem korkusuz görünen bir ifadeyle bastonunu kaldırıp onlara selam verdi. Roland elini kaldırarak selama karşılık verdi.

"Görünüşe bakılırsa istesek de istemesek de bir görüşme yapacağız," dedi Roland.

"Biliyorum," dedi Susannah ve Hantal Billy'ye döndü. "Uslu ol, tamam mı, Oy?"

Oy, ona baktı ve hiç ses çıkarmadan tekrar yaşlı adama döndü. Görünüşe bakılırsa uslu olma konusundaki fikirlerini bir süreliğine kendine saklamaya niyetliydi.

Yaşlı adamın bacağının çok kötü olduğu açıkça görülüyordu -Mose Carver Baba olsa "Nerdeyse bitmiş," derdi- ama bastonunun yardımıyla Susannah'nın hem takdir ettiği, hem de hoşuna giden seri adımlarla yürüyordu. "Bir çekirge gibi çevik," Mose Baha'nın pek çok sözünden bir başkasıydı ve bu, karşısındaki yaşlı adama daha çok uyuyor gibiydi. Susannah, bastonuna dayanarak yürüyen ak saçlı adamda (yaşlı adamın saçları bebek saçı gibi ince telli ve omuzlarına değecek kadar uzundu) herhangi bir tehlike sezmemişti. Yaklaştığında, gözlerinden birinin kataraktla perdelenmiş olduğunu gördü. Artık zorlukla seçilen gözbebeği, hafifçe sola bakıyor gibiydi. Ancak Odd's Lane'in görünürdeki tek sakininin di-§et gözü yanlarına yaklaştığı sırada onlara büyük bir ilgiyle, canlı bir şedide bakıyordu.

At tekrar kişneyince yaşlı adam bastonunu bembeyaz, alçak gökyü. züne doğru vahşice salladı. "Kes sesini seni saman çuvalı, gübre fabrikası baş belası hayvan, daha önce hiç insan görmedin mi? Bir ahırda mı doğ. dun, hıı? (Eğer doğmadıysan ben de mavi gözlü bir Habeş maymunuyum ve böyle bir şey yok!)"

Roland gerçek bir kahkaha atınca Susannah'nın temkinli tutumu yok oldu. Kulübenin gerisindeki derme çatma binadaki at yine kişnedi -bir ahır demeye bin şahit isterdi- ve yaşlı adam, ona bastonunu tekrar salladı. Az daha dengesini kaybedip düşecekti. Garip, seri adımları onu yolun yarısına dek getirmişti. Dengesini sağladı, yan tarafına doğru geniş bir adım attı ve bastonunu bu kez onlara doğru salladı.

"Selam olsun, silahşorlar!" diye bağırdı yaşlı adam. Ciğerlerine diyecek laf yoktu doğrusu. "Kara Kule yolundaki hacı silahşorlar, öylesiniz, öyle olmalısınız, çünkü sarı kabzalı koca demirleri göremiyorum? Işın da tüm güzelliği ve gücüyle geri döndü, bunu hissediyorum. Lippy de hissediyor! Noel'den beri bir tay gibi zinde, daha doğrusu Noel olduğunu sandığım zamandan beri zira ne bir takvimim var ne de Noel Baba'yı gördüm. Görmeyi de beklemiyordum zaten, uslu bir çocuk oldum mu? Hayır! Asla! Uslu çocuklar cennete gider, ama benim tüm dostlarım diğer tarafta şekerleme kızartıp şeytanın mekânında Nozzy katılmış viski içiyor! Aman boş verin, dilim durma zamanını pek bilmez! Selam olsun yine size ve aranızdaki tüylü küçük yaratığa da selam olsun! Bir Hantal Billy! Yaşarken bir daha göreceğimi sanmazdım! Sizi görmek ne güzel! Joe Collins benim adım, Odd's Lane'den Joe Collins. Kendim de biraz tuhafımdır zaten. Tek gözlü topal hizmetinizde!"

Artık Kule Yolu'nun bittiği... ya da başladığı (Susannah kişinin gidiş yönüne ve bakış açısına göre değişebileceğini düşündü) yerdeki kar yığ1' mna ulaşmıştı. Tek gözü bir kuşunki gibi parlayarak onlara baktı. Diğe11 beyaz topraklara bulanıkça bakıyordu.

"Uzun günler ve hoş geceler, evet böyle derim ve başka türlüsünü di-ecekler artık burda değil, hem onların ne diyeceği kimin umurunda?" cebinden bir şekerleme çıkarıp attı. Oy şekerlemeyi havada yakaladı: Ham-'

Buna hem Roland, hem Susannah güldü. Gülmek garip geliyordu ama güzel bir histi; kaybedilen değerli bir şeyi uzun zaman sonra tekrar bulmak gibiydi. Oy bile sırıtıyormuş gibi görünüyordu ve at (kar yığını üzerinde durup sai Collins'in yaklaştığını izlerlerken yine kişnemişti) onu rahatsız ediyorsa da belli olmuyordu.

"Size sorulacak milyonlarca sorum var," dedi Collins. "Ama sadece bir taneyle başlayacağım: o kar yığınının üzerinden nasıl ineceksiniz yahu?"
4

Susannah kızağın üzerinde kayarak indi. Odd's Lane'in kar altında kaybolduğu kuzeybatı ucunu seçmişti çünkü orada kar tabakasının kalınlığı nispeten azalıyordu. Yolculuğu kısa ve sorunsuz oldu. İnişin dörtte üçlük bölümünü tamamladığı sırada bir yığına çarptı, kızaktan düştü ve yolun geri kalanını kahkahalarla yuvarlanarak aldı. Kızak ters dönmüş (kaplumbağa gibi, size uyarsa) ve erzakları etrafa saçılmıştı.

Roland ve Oy geriden hızla geldi. Endişelendiği belli olan Roland hemen Susannah'nın üzerine eğildi, Oy da yüzünü kokladı, ama Susannah hâlâ kahkahalarla gülüyordu. Yaşlı adam da öyle. Mose Baba olsa kahkahası için "yaşlı babanın şapka şeridi gibi neşeli" derdi.

"İyiyim, Roland... küçükken daha kötü düşüşlerim olmuştu, inan bana."

"İyi olan her şey iyi biter," dedi Joe Collins. İyi olup olmadığını gör-mek için sağlıklı gözüyle Susannah'ya dikkatle baktıktan sonra bastonuna uyanarak dağılan erzakları toplamaya başladı. İnce telli beyaz saçları kılmış yüzünün etrafında uçuşuyordu.

"Yok, yok," dedi Roland uzanıp adamın kolunu kavrayarak. "Ben hallederim. Bırak yoksa düşüp çömleği kıracaksın."

Yaşlı adam bunun üzerine kükrercesine güldü ve Roland da coşkuy. la ona katıldı. At kulübenin gerisinden bu neşeli havayı protesto etmek istercesine kişnedi.

'"Çömleği kıracaksın!' Çok iyi yahu! Düşseydim bu kadar komik bulmazdım belki ama yine de çok iyi!" Roland yere saçılan erzakları hızla toplayıp kızağın üzerine geri yerleştirirken yaşlı adam Susannah'nın geyik derisinden ceketinin üzerindeki karı silkeledi. Oy da ağzında taşıyabileceği büyüklükte et paketlerini toplayarak kızağın üzerine bırakıyordu.

"Çok zeki bir ufaklık!" dedi Joe Collins takdirle.

"İyi bir yol arkadaşı," dedi Susannah. Durdukları için artık çok memnundu; dünyaları verseler bu iyi huylu yaşlı adamın tatlı ahbaplığından vazgeçmezdi. Kaba eldiven içindeki sağ elini adama uzattı. "Ben Susannah Dean... New York'lu Susannah. Dan'in kızı."

Yaşlı adam, Susannah'nın elini sıktı. Elleri çıplaktı ve parmakları kireçlenme yüzünden hafifçe çarpılmış olmasına rağmen kavrayışı çok güçlüydü. "New York demek! Ben de bir zamanlar orada yaşamıştım. Ayrıca Akron, Omaha ve San Francisco'da. Bilmek isterseniz Henry ve Flo-ra'nın oğluyum."

"Amerika tarafından mısın?" diye sordu Susannah.

"Ah Tanrı'm, evet. Ama çok, çok uzun zaman öncesinde kaldı," dedi adam. "Sizin delah diyebileceğiniz yıllar öncesinde." Sağlam gözü parladı, hasta gözü ise karlı alanı aynı ilgisizlikle süzmeye devam etti. Sonra Ro-land'a döndü. "Peki sen kimsin, dostum? Aksi ortaya çıkana dek herkesi dostum kabul eder, öyle seslenirim. Aksi olursa da onlara Bessie adım verdiğim bastonumla günlerini gösteririm."

Roland sırıtıyordu. Susannah, Silahşor'un kendine engel olamadığı111 düşündü. "Gilead'lı Roland Deschain. Steven'm oğlu."

"Gilead! GileadF' Collins'in sağlam gözü hayretle irileşti. "Geçmişin derinliklerinden gelen bir isim, değil mi? Vay canına! Tanrı'dan bile yaşlı olmalısın, ahbap!"

"Bazıları öyle der," diye kabul etti Roland. Artık sadece gülümsüyor-du... ama sıcak bir ifadeyle.

"Ya küçük dostumuz?" diye sordu yaşlı adam eğilerek. Cebinden biri yeşil, biri kırmızı iki yumuşak şekerleme daha çıkardı. Noel renkleri. Susannah şekerlemelerin rengini fark edince hafif bir deja vu hissi yaşadı. Bir kanat gibi zihnine sürtündükten sonra kayboldu. "Senin adın ne, küçük dostum? Seni çağırmak istediklerinde ne diyorlar?"

"O artık..."

...konuşmuyor, ama bir zamanlar konuşurdu diyecekti Susannah, ama lafını bitiremeden Hantal Billy, "Oy!" dedi. İsmini Jake'in hâlâ hayatta olduğu zamanlardaki gibi coşkuyla söylemişti.

"Aferin sana!" dedi Collins ve şekerlemeleri Hantal Billy'ye verdi. Sonra parmakları çarpılmış elini uzattı, Oy da patisini kaldırdı. Odd's Lane ve Kule Yolu'nun kesiştiği yerin yakınında tanıştıklarına memnun halde tokalaştılar.

"Şu işe bak," dedi Roland yumuşak sesle.

"Işın olsun olmasın sonunda hepimizin işi bitecek," dedi Joe Collins Oy'un patisini bırakarak. "Ama bugün değil. Şimdi içeri girelim ve kahvelerimizi yudumlayarak -evet, kahvem var, biram da var- sıcağın tadını çıkaralım derim. Biraz da laflarız. Size uyarsa yumurtalı içkim bile var. İçine bir gıdım rom katınca bana çok uyuyor ama kim bilir? Beş yıldan fazladır hiçbir şeyin tadını gerçekten alamadım. Discordia'nın havası burnumu ve tat alma duyumu etkiledi. Her neyse, ne diyorsunuz?" Parlak bir ifadeyle onlara baktı.

"Kulağa çok iyi geliyor derim," dedi Susannah. Söylediklerini nadiren bu kadar içten hissederdi.

Yaşlı adam Susannah'nın omzunu dostça kavradı. "İyi bir kadın paha "içilmez bir incidir! Bu söz Shakespeare'den mi, İncil'den mi yoksa ikisinden birden mi bilmiyorum ama...

"Off Lippy bir zamanlar gözlerin olan o işe yaramaz organlara lanet olsun, nereye gittiğini sanıyorsun? Sen de dostlarımızla tanışmak mı iste-din? Öyle mi?"

Sesi evcil hayvanlarıyla yaşayan yalnız insanlara özgü gibi görünen o sevecen tona bürünmüştü. Atı yalpalayarak yanlarına geldi ve Collins kısrağın boynuna şefkatle sarıldı ama hayvan, Susannah'nın o güne dek gördüğü en çirkin dört ayaklıydı. Yaratığı görünce neşesi biraz söndü. Lippy kördü -her iki gözü de- ve bir korkuluk kadar sıskaydı. Yürürken kemiklerinin derisi altındaki hareketlerini net bir şekilde görmek mümkündü. Susannah hayvanın kemiklerinin her an deriden dışarı fırlayacakmış gibi göründüğünü düşündü. Bir an için Discordia Şatosu'nun altındaki karanlık koridoru kâbuslara yakışır bir netlikle hatırladı: onları takip eden yaratığın sürünme sesi ve kemikler. Tüm o kemikler.

Collins duygularını yüzünden okumuş olmalıydı, konuştuğunda sesi neredeyse savunur bir tondaydı. "Biliyorum, yaşlı ve çirkin bir hayvan, ama onun yaşına geldiğinde senin de güzellik yarışmalarına girecek halde olacağını sanmıyorum!" Atın yaralı görünen boynunu okşadı, sonra seyrek yelesini kökünden çekip koparacakmış gibi kavrayarak (ama Lippy canı yanmış gibi görünmüyordu) yol üzerinde yüzü tekrar kulübeye dönecek şekilde çevirdi. O bunu yaparken beklenen karın ilk taneleri düşmeye başladı.

"Haydi Lippy, seni ihtiyar ki... kutusu, gübre fabrikası, dört bacaklı uyuşuk kemik torbası! Havadaki kar kokusunu almıyor musun? Burnum beş yıl önce güneye gitti ama ben bile alıyorum!"

Roland ve Susannah'ya dönerek, "Umarım yemeklerimi beğenirsiniz, umarım öyle olur, çünkü bu kar fırtınası en az üç gün sürecekmiş gibi görünüyor. İblis Ayı yüzünü tekrar gösterene dek devam eder! Ama tanışmamız hayırlı oldu, evet oldu ve buna her şeyim üzerine bahse girebilirim! Misafirperverliğimi atımın görüntüsü ve yaptıklarıyla değerlendirmeyin yeter! Hehee!"

Bunu ben de istemem, diye düşündü Susannah ve hafifçe ürperdi. Yaslı adam arkasına dönünce Roland, Susannah'ya sorarcasına baktı. Su-nnah gülümsedi ve başını yok bir şey dercesine iki yana salladı ama var-M elbette. Silahşor'a bir deri bir kemik kalmış, gözleri katarakt yüzünden süt beyazı bir perdeyle kaplanmış atın tüylerini ürperttiğini söylemeye niyeti yoktu. Roland, onu hiçbir zaman vesveseli bir aptal olarak görmemişti ve Susannah, ona bir sebep vermek istemi...

İhtiyar at düşüncelerini duymuş gibi başını arkaya çevirdi ve kalan tek tük dişini göstererek Susannah'ya baktı. İğrenç sırıtışının üzerindeki gözleri zayıf kafasında irinli birer ak tıkaç gibiydi. Susannah'ya istediğini düşün, Kara Kuş, der gibi kişnedi. Siz yolunuza gidip geberdikten çok uzun süre sonra ben hâlâ burada olacağım. Rüzgâr o an şiddetlenerek kar tanelerini yüzlerine savurdu, kar yüklenmiş köknar dallan arasında uğuldadı ve Collins'in küçük evinin çatısının saçaklarından öterek geçti. Biraz hafifledikten sonra tekrar şiddetlendi ve kısa bir an, insan sesine benzer bir çığlık attı.
5

Ek binanın bir kenarında bir tavuk kümesi, diğer tarafında da Lippy' nin bölmesi vardı. Üst kat samanla doluydu. "Yukarı çıkıp yabayla aşağı atabiliyorum," dedi Collins. "Ama sakat kalçam yüzünden her seferinde can korkusu yaşıyorum. Yaşlı bir adama zorla yardım ettiremem, sai Deschain ama eğer istersen?..."

Roland asma kata dayanmış merdiveni tırmandı ve Collins yeterli olduğunu söyleyene dek aşağı saman fırlattı. Lippy'nin dört günlük yiyeceği hazırdı. ("Baktığınızda da anlayabileceğiniz gibi fazla yediği söylenemez," demişti yaşlı adam.) Sonra Silahşor tekrar aşağı indi ve Collins'in kulübece kadar olan kısa mesafeyi yürüdüler. İki tarafta birikmiş kar Ro-land'm baş hizasına kadar yükseliyordu.

"Kendinizi evinizde hissedin falan filan," dedi Joe ve onları mutfaöa soktu. Mutfağın duvarları, çam görünümlü plastiktendi. Susannah yakın, dan bakınca gerçek ahşap olmadığını anlamıştı. İçerisinin sıcaklığı insanı bir anda keyiflendiriyordu. Elektrikli ocağın markası Rossco idi, Susan-nah bu markayı daha önce hiç duymamıştı. Buzdolabı Amana markaydı ve ön tarafında, tutamağın hemen üzerinde özel, küçük bir kapak vardı Susannah yaklaşınca kapağın üzerinde SİHİRLİ BUZ yazdığını gördü. "Bu şey buz küpleri mi yapıyor?" diye sordu neşeyle.

"Şey, tam sayılmaz," dedi Joe. "Buzları yapan buzluk, güzelim. O öndeki şey sadece bardağına düşmelerini sağlıyor."

Susannah bunu komik buldu ve güldü. Aşağı bakınca Oy'un o eski sırı-tışıyla ona bakmakta olduğunu gördü ve kahkahaları arttı. Modern aletler bir yana, mutfağın kokusu muhteşem bir şekilde nostaljikti: şeker, baharat ve tüm güzel şeylerin kokusu hâkimdi.

Roland'ın tavandaki floresan lambalara baktığını gören Collins başını salladı. "Evet, evet, burda elektrik var. Kalorifer kazanım da var, hoş, değil mi? Ve kimse bana fatura göndermiyor! Jeneratör diğer tarafta küçük bir barakada. Markası Honda ve pazar sabahı kadar sessiz! Barakanın üzerine çıksanız bile hafif bir mırıltıdan fazlasını duyamazsınız. Kekeme Bili propan tankını değiştiriyor ve gerektiği zaman bakımını yapıyor. Burda olduğum onca zaman içinde sadece iki kez gerekti. Yok yok yalan oldu, Joe'nun hakkı doldu. Üç kereydi. Üç kez bakım yaptı."

"Kekeme Bili kim?" diye sordu Susannah. Roland da aynı anda, "Ne kadar zamandır hurdasın?" diye sormuştu.

Joe Collins güldü. "Teker teker sorun, dostlarım, sırayla!" Parkasını çıkarmak üzere bastonunu bir kenara koydu, ağırlığını sakat bacağına verdi ve homurdandı. Neredeyse düşüyordu. Roland, onu yakalamamış olsa düşecekti.

"Teşekkürler, teşekkürler, teşekkürler," dedi Joe. "Doğruyu söylemek gerekirse bu, burnumun yerdeki naylon kaplamayla ilk buluşması olmayacaktı! Beni düşmekten kurtardığına göre önce senin sorunu cevaplayayirn. Odd's Lane'in Tuhaf Joe'su, yani ben, yaklaşık on yedi yıldır jayım. Size kesin süreyi söyleyemiyorum, çünkü zaman bir ara garipti, anlarsınız ya."

"Anlıyoruz," dedi Susannah. "İnan bana anlıyoruz."

Collins şimdi üzerindeki kazağı çıkarıyordu. Altında bir başka kazak vardı- Susannah'nın ilk düşüncesi tıknaz, neredeyse şişman denebilecek ujr adam olduğuydu. Ama artık kilo sandıklarının kat kat giyilmiş kıyafetler olduğunu anlıyordu. Atı gibi sıska değildi, ama tıknaz olduğu kesinlikle söylenemezdi.

"Kekeme Bill'e gelince," diye devam etti yaşlı adam ikinci kazağı çıkarırken. "O bir robot. Jeneratörümün bakımını yapmakla kalmıyor, aynı zamanda evimi temizliyor... ve elbette karları küreyen de o. Burdaki ilk günlerimde arada sırada kekelerdi. Şimdiyse her iki üç kelimeden sonra kekeliyor. Sonunda iş görmez hale geldiğinde ne yapacağım bilmiyorum." Yaşlı adamın sesi Susannah'ya hiç de endişeliymiş gibi gelmemişti.

"Işın tekrar işlemeye başladığı için onun da durumu belki daha iyiye gider," dedi.

"Işın ömrünü biraz uzatabilir ama durumunun iyileşeceğinden şüpheliyim," dedi Joe. "Makineler canlı varlıklar gibi iyileşmiyor." Sonunda uzun kollu yünlü iç çamaşırına vardı ve soyunmayı bıraktı. Susannah buna memnun oldu. Bir deri, bir kemik atın fırlamış kaburgalarını o kadar yakından görmek yetmiş de artmıştı bile. Atın sahibinin kaburgalarım da görmeye meraklı değildi.

"Ceketlerinizden ve tozluklarınızdan kurtulun bakalım," dedi Joe. "Bir 'ki dakikaya kadar size yumurtalı içkilerinizi veya ne isterseniz onu getiri-nm, ama önce oturma odamı göstereyim. Orası benim gurur kaynağımdır."


6

Oturma odasının zemininde. Büyükanne Holmes'ün evinden fırla-"^l gibi görünen, çaputlardan oluşmuş bir halı vardı. Bir kanepe, hemen yanında da bir masa göze ilk çarpan mobilyalardı. Masanın üzerinde der giler ve karton kapaklı kitaplardan oluşan bir yığının yanı sıra bir gözhji. ve içinde Tanrı bilir neyin olduğu kahverengi bir ilaç şişesi vardı. Bir & televizyon vardı ama Susannah, Joe'nun ne seyredebileceğini bilmiyordu (Eddie ve Jake olsa televizyonun altındaki video cihazını görür görme? tanırdı). Ama Susannah'nın (ve Roland'ın) bütün dikkatini üzerinde top. layan, duvarlardan birindeki fotoğraf oldu. Raptiyelerle tutturulmuştu ve saygısızlık hissi uyandıran bir şekilde (en azından Susannah için öyleydi) hafifçe yamuk duruyordu.

Kara Kule'nin fotoğrafıydı.

Susannah'nın nefesi kesildi. Halının üzerindeki yumruları zar zor hissederek elleri ve dizleri üzerinde duvara doğru ilerledi ve kollarını uzattı. "Kaldır beni, Roland."

Silahşor söyleneni yapınca Susannah yanaklarında iki kızıl nokta haricinde ince teninin kâğıt gibi solmuş olduğunu gördü. Mavi gözleri pırıl pırıl parlıyordu. Kule, arkasındaki tepeleri turuncuya boyayan günbatımında ihtişamla dikiliyordu. Yarık pencereler spiral şeklinde sonsuzluğa uzanıyor gibiydi. Bazılarından cılız, tekin olmayan bir ışıltı yayılıyordu. Susannah her iki üç katta bir koyu gövdeden dışarı uzanmakta olan balkonları ve balkonların gerisindeki, hepsi kapalı olan alçak kapıları görebiliyordu. Kilitli olduklarına şüphe yoktu. Kule'nin önünde gül tarlası, Can'-Ka No Rey vardı. Alacakaranlığa rağmen harika görünüyordu. Güllerin çoğu karanlık yaklaştığı için kapanmıştı, ama birkaçı uykulu gözler gibi hâlâ açıktı.


Yüklə 2,92 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   45   46   47   48   49   50   51   52   ...   62




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin