Sunuş dolhanlarli köYÜNÜ ve kendiNİ tani!


Yağla Göçü ve Yayladaki Yaşantı



Yüklə 0,62 Mb.
səhifə3/9
tarix02.11.2017
ölçüsü0,62 Mb.
#27162
1   2   3   4   5   6   7   8   9

Yağla Göçü ve Yayladaki Yaşantı

Yayla göçünde bir bayram sevinci ve heyecanı olur. Hazırlıklar çok önceden başlar.Bulgurlar yarmalar,unlar hazırlanır.Orada yatılacak yatak yorgan ayarlanır. Hele yayla çulları ayrı olur.Sonra göç günü dağıtılacaklar hazırlanır. Bunlar ekseriyetle buğdayın suda pişirilmesi i1e yapılan bulgurdur. Buna gölle denir. Pişirirken içerisine nohutta katarlarsa daha iyi olur.Kuru üzüm, incir. leblebide olabilir. Hele nohut karası çok meşhurdur .Nohut bir müddet ıslatılır sonra tuzlayarak saçta kavururlar.

Önde keçiler oğlaklarıyla, koyunlar kuzularıyla salınır yola çıkılır. Çünkü oğlaklar kuzular daha körpedir. Yalnız yola dayanamazlar. Fakat anneleri ile yorulduklarını bilmezler.Meleşerek kokla­şarak giderler.Çocuklar bunlarla gider­ler .Arkadan pırtıları eşşeklerle taşırlar. Tavuklar bir gün sonra gider.

Köpekler sağ kollarıdır. Ayrılmak bilmezler. Hazırladıkları gırıntıları çömleklere helkelere doldururlar yolda önlerine gele ne verirler. Yolda türküler ordan burdan coşkulu coşkulu gelir. Herkeste bir sevinç bir başkalık vardır.Bunun yanında bazılarının da dertleri artar askerde veya gurbette nişanlısı olanlar,oğlu kızı olanlar gibi. Bu gibilerde şarkı türkü ya­nıktır. Sevinçle hüzün karışıktır.

Sadece bu işte mahrum ve mahsun olan kedilerdir. Kedileri yaylalara götürmez­ler. Yaylada süt yoğurt çok.Çok kerede açıkta üzerlerinde duvak denen ufak yas­sı taşlar kapak görevini yaparlar.Ara­larından hava alması yoğurdu bozmaz.

Tavuklar geldi mi onlar içinde bir bayramdır. Devamlı surette dışarıda dururlar. Otları böcekleri yerler. Yumurtlayacaklarında bolluklarına girerler. Akşamın olduğunda çok iyi bilirler. Hiç ihmal etmeden yerlerini bulurlar.

Tavukların yayladakileri koruma, yaşantılarını rahat sürdürme yönünden faydalı ve elzem oldukları da önemsenmiyecek bir gerçektir. Besleyici yumurtaları yanın da yılanları, çıyanları ve buna benzer böcekleri börtüleri yiyerek evlerin etraftan yok olmalarını sağlarlar. Eğer onlar olmazsa evlerde rahat uyku uyumak mümkün olmaz.

Evlerin dışı kuru taş duvar dikdörtgen şeklinde. Önde ve arka da iki direk, bunların ikicini bağlayan bir kiriş var. Bu kiriş duvarlardan biraz yüksek. Kirişlerden duvara uzatılmış ar­dıçtan yarılmış pardılar uzatılır. Aradaki boşluklar ardıçların kabukları havacarla kapatılır. Üzerine yassı duvak denilen taşlar konur rüzgardan sın diye ön tarafında tahtadan yapılmış kapı var. Kapılardan ve aradaki deliklerden sızan ışıklarla ev aydınla­nır. Hiç pencere konan yayla evi görme­dim.Zaten herkesin evi bir gözdür.

Evin dışında bir köşesinde küme veya kuzuluk denen ufacık evleri yaparlar. Buraya danası olan dana koyar.

Yağmurlar çok olduğu zaman oğlak kuzu konur. Geç doğan sürüye oğlak ve kuzular hasta olanlar, bacak­ları kır ilanlar. Sarıldıktan sonra iyi oluncaya kadar buralarda bakılırlar.

Evin ortasında ocak var. ısınma ve yemeklerin, sütlerin pişirilmesi burada olur.

Bir köşesi de kilerdir. Süt, yoğurt, keş ve yağlar burada bulunur. Burası serin­de Tabanı topraktır, ıslaktır. Süt çok bekletilmez fakat diğerleri mecburen bekletilecektir.



Yayık

Yayık tuluk denen işlenmiş eğlenmiş sahtiyana benzetilmiş fakat kırmızı boyalı bacakları uzun deri kafa tarafından bağlanır. Üç ağaç getirilir. Bunlara yayık dağanı denir.Üçü bir araya getirilerek bir iple bağlanır. Ayalar açılar. Tulukda da üç kol vardır. Uçlarından her biri ağaca bağlanır. İçine yoğurt konur. Bu sabahın serinliğinde olur. Çeşmeden taze soğuk suda özel olarak bulundurulur.

Süt değişiği olan kişiler gelir. Bişek denen bir tarafı yuvarlak, fakat ortalarında delik olan,uzun sapı olan alettir.Bunu içine uzatarak yukarıdan aşağıca sallarlar. Buna vurma denir. Bişeği tuluğun içine vurdukça “güm güm” sesler gelir. Usta olanlar dışına çirpitmez. Ama yinede altına bir çul parçası koyarlar. Çirpeni tutsun diye. Halk arasında beğenmedikleri minderlere veya .a giyeceklere “Bu ne yayık çulu gibi” diye bir deyim bulunmaktadır.

Bişeği yayığın içine yoruldukça değiş­me sureti ile vururlar. .Bir müddet sonra yağ yüzüne vurur.Bunu bir kepçe ile alırlar. Eğer ustalıkla yapılmamışsa yağ geç ve zor gelir.

Yağı ayrılınca kalan sulu kısma ayran denir. Yağı gelsin diye soğuk su ilave ettiklerinden bu beyaz sıvı sulu olur. Ama çok leziz ve keyif vericidir. O özel makinelerle yapılan ayranlardan çok üstündür.

Bu ayranın bir kısmını keşikleri da­ğıtır. Taze iken kullanılsın diye. Bir kısmı orada bulunanlar içer. Ayranlaş yapar yerler. O evin halkı da yer.



Ayranlı Aş

Ayranlı aşta bize mahsus ve özel, güzel bir yemektir. Yarmadan yapılır. İçine nohut yarması da konur. Pancarda doğrarlar. Pancar taze iken yapraklarını (pörçüklerini) toprakta büyüdükten sonra kendisini doğrarlar Lapa gibi pişirirler. Ayranla eritirler kaşıkla yerler. Çok lezzetli olur. Karnın şişer gider. doymasını bilemezsiniz.

Hayvanlar, çocuklar gençler bazen de yaşlılar lüzumlu bir iş olduğu zamanlar gelir. Ekseriyetle yaşlılarla kediler köyü beklerler. Köydekiler yayladan kaymak gelecek diye beklerler.Köyde avarlar yetişecek bakılacak sulanacak otları alınacak. Köyde kalanlar boş durmaz, bunlarla uğraşırlar.Bazen de, hanımlar köydekilere yardıma gelirler.

Her şey yaylada olur. Ama çamaşır yıkama köyde olur.Bu nedenle cuma günleri köye gelirler çamaşırlarını yıkarlar.Çocuklar yaylada değişiverir, ancak saçların kestireceklerinde gelirler. Eğer yaylaya göçülmezse malları, tavukları hele çocukları baş etmek çok zor olur. Onlar yaylada iken sebzeler meyvelerde büyür olgunlaşır.

Yaylanın temiz havası ile sağlık yönünden halka büyük yararı vardır.

Yaylada karasinek varsa da sivrisinek yoktur. Sular daha soğuk ve daha temiz. Moral yönünden de yararlı.



Yaylada Sosyal Yaşantı

Yaylada herkes sevinçli, herkes neşeli, herkes iyi niyetli. O köydeki çekememezlikler dedikodular döğüş kavgalar yok gibidir. Bazen çocuk kavgaları olursa da köyden çok çok azdır. Hem de orada insanlar daha hoşgörülüdür. Kavgayı ilerletmez. Komşular değişmiştir .Uzak akrabalarla konuşmak görüşmek imkanları vardır.

Delikanlıların evinden radyo sesleri gibi türkü sesleri duyulur. Çocukların bellerinde sapı kırılmış kaşık sapları her zaman hazır. Eğer bunu temin edemez­lerse küçük küçük avuçlarına sığacak taşlar bulurlar. Hemen kendilerine bir oyun düzeni temin ederler. Şarkı söyler oyun oynarlar. Bazen delikanlılarında bir araya gelip davul çalıp oynadıkları olur. Çok az kişide saz ve ud çalar. Fakat kızlar ve yeni gelinler hemen hemen her gece bir evde toplanırlar. Zaten her yerden bir ses duyulur. Sesin geldiği yerde toplanırlar. Dışarıda münasip bir yere ateş yakarlar. Onun ışığında davul çalar oynarlar. Davul bir kaç kişide bulunur. Ancak kaşık herkesin özel olarak birkaç tane vardır. Belinde kuşağında saklamıştır.

Kızların çalıp oynadıklarını erkekler seyre giderler. Gidenler ya bayramda olduğu gibi gizlenirler. Kızların başında da bazı kadınlar vardır. Hem onları korur, hem de onlarda çalar oynar. Erkeklerin olduğunu fark edince o tarafa taşlarlarla hücum ederler. Erkekler kaçarlar.

Erkekler dedimse her erkek seyre gitmez. Delikanlılar, erkek çocukların yeni yetmelerni kastediyorum. Ancak çok erkekler kadınların çalıp oynamalarını onaylamasalar da men’i için bir çaba göstermezler. “Onların huylarıdır buraya geldi mi azarlar” derler.

Gündüzlerde çeşitli oyun oynarlar. Fakat geceler kadar yaygın değildir.

Gündüz yonadıkları oyunları; bunları erkekler de oynar. Arastı kesti, köle, beş taş, gıncırlak, birdir bir, yağlıbiş, asar, saklambaç, atlama çebiç, uzun eşşek başlıca oyunlarıdır.

Yaylada yukarı doğru çıkıldı mı “öf” diye yüksek bir sesle bağırırlar. “Ben buradayım, keyfini çıkarıyorum” der gibi çocukları bunu yaparsa bunu hoş karşılamazlar. Onu bir hakaret kabul ederler. Izzeti nefs meselesi yapıp onu kovalarlar, döverler. Burada obalar birer ailedir. Bireyleri korumak herkesin birer görevidir.

Diğer yayladan gelen konukları ağırlarlar. Obanın hepsinin misafiridir. Kim olsa karnını doyurur. Çay kahve içirirler. Velhasılı yayla hayatı bambaşka bir yaşantıdır. Dışarıda olanlar hep özlemini duyarlar. Köyleri akıllarına düşse yaylayı da konuşmadan edemezler.

Gıncırlak

Oynanan oyunlar içinde saydım. Ileride tüm oyunları ayrı ayrı anlatacağım. Ana gıncırlak, çok yaygın bir oyun oludğu gibi yaylalara mahsus bir oyundur. Mutlaka yaylalarda oynanır, erkeklerde oynar kadınlar da. Buna biner demek gerekir. Çünkü tahtaravalli gibi binilerek oynanan bir oyundur. Başka hiçbir yerde görmedim duymadım.

Ardıçtan bir ağaç kesilir. Toprak bir metre kadar eşilerek bu ağaç yerleştirilir. Etrafı taşlarla iyice sıkıştırılır. Buna “çük” denir. Büyük birde ladin ağacı kesilir. Bunu en aşağı on delikanlı getirir. Ortasından biraz kalın tarafına yuva açılır. Ağacın kalın tarafına “göt” denir. Ince tarafına “uç” denir. Göt tarafının üstüne rahat oturabilmek için kertik kertilir. Çükün ucu sivridir. Açılan yuva oraya getirilir, konur. Arka tarafına bir kaç kişi biner uç tarafına bir kişi biner. Sonra göt tarafının ucundaki ayağı ile döndürür. Ikisinin birbirine geçtiği yere katran sürülür. Döndükçe büyük bir gürültüyle ses çıkarır. Bu da binenlere keyif verir. Eğer ucuna binen iki bacağının arasına koyarak binmiş, hızla döndüğü zamanda düşmüyorsa usta ve cesurdur. Korkulu anlarda yanda bulunan, sıra bekleyenler tarafından müdahale edilerek durdururlar. Iyi usta olmayanlar karınlarının üzerine binerler. Kızlar hep karınlarının üstüne binerler. Karının üstüne binince düşme olasılığı az olur. Hem de bu tür binişte düşülse fazla zarar yapmaz. Bu nedenle çok hızla yaparlar. Tabi biniciye de seyirciye de çok keyifli olur.

Kanvutçu Mehmetin oğlu düşüp olmuş. Bir daha kıncırlığa binen olmamış.

Yaylanın bir de fırın kömbesi çok hoş olur. Toprak biraz kazılır. Dört köşesine uygun duvak dedikleri taşlardan yerleştirilir. Içine bol ateş yakılır. Tanıtır gibi. Taşlar iyice ısınır. Buna hazırlanmış hamur elle yapıştırılır. Hemen hemen parmakların izleri kalır üstünde. Piştiği zaman hakık gibi kızarır. Çıkarılır tuzsuz yağla veya keşle yemesine doyum olmaz. Bu kalabalıkla da yapıldığından tadı lezzeti çok, çok güzel olur.

Yayla geçici evlerde küçük olduğu için ekmek aygıtlarının hepsini herkes getirmez. Kimisinin teknesi, kimisinin sacı, kimisinin de oklavası, eksiranisi ve buna benzerleri eksik olabilir. Bazıları yukarıda anlattığım gibi yaylanın geçiciliğinden kimisinin de çift aygıta sahip olmadığından eksiktir. Köyde bu tür ihtiyaçlar istenmez ayıptır. Fakat yayla da gayet normaldir.

Ekmek yetişmediği acele hallerde kor ekmeği, şipleme gibilerini de yaparlar. Adı üstünde hamur korda pişirilirse kor ekmeği olur. Tatlı olur fakat zahmetlidir. Şipleme cıvık hamuru sacın üstüne atarlar, orda pişer. Sıcakken pek fena sayılmaz ama soğuyunca yemek zor olur. Hatta beğenmedikleri ekmeklere “Bu ne şipleme gibi” derler. Bu acele hallerde olur. Bulur unu ve kükürt umumdan olur.

Kömbe

Ekmek yapımının sonunda bir miktar hamuru somun şekline koyarak külün içine koyarlar. Külde pişer zaten ekmeğin sonuna doğru yanan odunu azaltırlar. Kül birikir. Kül sıcak alakorlu olur. Kömbeyi ateşin azalması ile bir an evvel bitsin diye yapabilir. Hamuru iyi yuğurmadıkları zaman, un iyi öğütülmezde özsüz olursa ekmek zor olur. Kömbe ile sovuşturabilirler.

Ama asıl ve özel çok sevdikleri için kömbeden karıştırma yapmak için, çocuklarına ayrı ziyafet çekmek için yaparlar.

Kömbeyi sıcak sıcak yemek güzel olur. Ufak ufak kıyma gibi doğrarlar. Sade yağda kavrurlar, sıcak sıcak yerler. Bunu bazen yufka ekmeğin içine sıkarlar.

Sade yağın içine pekmez dökerek kıylımş kömbeleri karışttırarak da yapılabilir. Bu şekilde zevk ve keyifle yedikleri gibi dağa taşa iş için gittiklerined ya da çobancılıkta yemek için azığın içine de koyarlar. Azıklara keş, pişmiş yumurta, kuru üzüm mevsimine göre taze üzüm de koyulabilir. Yağlı ekmek, pekmez helvası gibi şeyler koyarlar. Dört ekmeği birleştirerek katlarlar. Böyle katlanmış ekmeğe dürüm denir. Azık miktarı konan dürümle ölçülür.

Pekmez Helvası

Pekmez tavaya konur. Iyice ısındıktan sonra unu az az koyarak kaşıkla karıştırılır. (İyice koyulaşıp pişinceye kadar) eğer gereği gibi ustalığınız yoksa arada un kalabilir. Böylesi hiç iyi olmaz. Layıkı ile yapılan ayrı tavada erimiş sade yağda kızartılır. Çevirerek ik itarafı da kızardıktan sonra yemeye hazır olur. Bu azıklara konduğu gibi sofralara da bir çeşit olarak konur.



Keş

Önce anlattığım gibi yayıktan çıkan ayran bir müddet ekşidikten sonra kazanlara konur, ateşte pişirilir. Pişerken kepçe ile durmadan karıştırılır. Ayran bir müddet sonra kesilir. Ateşten indirilir. Soğumaya bırakılır. Soğuyunca suyu yüzüne çıkar, koyu su dibine çöker. Bunu keş torbalarında süzerler.

Süzülmüş keş sonra derilere basılır, serin soğuk yerlerde saklanır.

Eskiden yağ ve keş derilere dağlardaki inlere konur, kış gelicne alınırmış. Herhalde hırsızlar rahat vermediler ki şimdi böyle bir adet yok.

Keşek bazı yerlerde çökelekte derler. Değişik şekillerde saklarlar. Fakat bizim köyün keşi çok leziz olur. Kışın ortasında hafif yeşil bir küf meydana gelir. Bu ayrıca bir tat, tezzet verir.

Keş herkeste aynı miktarda olmaz, çünkü herkeste sağılır ayın olmaz. Sağılırı çok olanda çok bulunur. Hasta ziyaretlerinde hediye olarak keş götürürler. Hastalarca pek makbule geçer.



Çiğdem Yağı

Yaylada alınan yağa çiğdem yağı denir, çok lezzetli, çok kıymetlidir. Eridiği zaman kokusu pek hoş bir şekilde cihanı sakar. Yağın kokusundan da değeri anlaşılabilir. Yayladaki ilk günlerde çiğdem çok bol olur. Kekik, yavşan, karamuk ve diğer çeşit otların veridği sütten yapılmış olan yağlara bu nedenle “Çiğdem yağı” denir. Köye geldiklerinde bazılarında süt kalmaz. Inekli olanlarda tükenmez. Yayık yayıldıktan sonra olmayana, fakirlere, tek başına yaşayan dul kadınlara birer helke ayran dağıtırlar. Bu diğer bazı şeylerde de adettir. Eğer yaygın olarak yoksa akrabalarına, komşularına, mutlaka verirler.



Köyümüze Ait Bazı Yemekler

Ekmek Dökmesi

Kurumuş ekmekleri (dıkımları) ufalayarak bir tabağa koyarlar. Tavada doğranmış soğanları kıymayla pişirirler. Buna zamanına göre domates ve biber de ilave ederler. Pişme biterken üzerine yumarta da kırarlar. Tabaktaki ekmek parçalarının üzerine dökerler. Çok leziz olur. Hem de ekmeklerin boşa gitmemesi sağlanır.



Ayrana Dıkım Dokrama

Biraz ekşimiş ayranın içine ekmek kurularını doğrarlar. Bekletmeden kaşıklar yerler. Bununda ayrı bir zevki var. Biri böbrek hastası olmuş. Buna doktor bazı yiyeceklerin yenmesini yasaklamış. Bu adam bana dedi ki: “O ayrana ekmek dıkını doğramayı hiç yiyemeyeceğim. Halbuki onu bir şeye değişmezdim.”



Çalma Aşı

Bilinen yoğurt çorbasına benzer. Yayla çorbasına da benzetilebilir. Önceki anlattığım ayranlı aşla da ortak yanı vardır. Fakat bunun ayrı bir özelliği ve ayrı bir tadı vardır. Yarmayla yapılır. Nohut yarması da karıştırılır. Ayranın ekşisi ile yapılır. Hem ekşi ayran değerlendirilir. Hem yeni v eleziz bir çorba yapılır. Ayran kızgın ateşte kaynarken açı geçen yarmalar katılarak karıştırılarak pişmesi yapılır. Iyice soğumadan servis yapılır.



Gaygana ve Mıkla

Yumurtanın yağda pişirilmesine denir. Kıyma, soğan ve biber karışımı ile de yapılır. Böylesine “mıkla” denir.



Topla Pişirmek

Topla, patatesin ya da şalganın pancarın suda haşlanmasına denir. Bunlar karışık olduğu gbii ayrı ayrı da olabilir. Toplu olarak bir yerde otururken ev sahibi pişirir. Diğer kırıntıların yanına eklerler. Tabi bu yalnız böyle yerlerde pişer anlamı çıkmaz. Evlerde de pişirirler patatesten salata, püre gibi yemeklerde yapılır. Yağda soğan kızartılarak kaşığın ters tarafı ile ezilmiş patatesle karıştırılır. Yemeklerin yanına eklerler. Bunu yufka ile sıkıp yemekte çok hoş olur.

Birde pişmiş patatesler bıçakla doğranır, top pişirilmiş yumurtaları da doğranır. Çiğ soğan doğranır, zeytinyağı dökülür, limon sıkılır veya sirke ilave edilirek yenir. Bunlar o güzel sularda, o güzel havalarda yufka ekmekle yemek ayrı bir tat, ayri bir lezzet verir.

Şalga toplası, çok sulu olur. Karını çabuk şişirir. Çabuk da acıktırır. Köylüler severek yerler fakat yine de küçümserler. Beğenmedikleri yemeklere şalga toplası gibi” derler. Bilmedikleri bir şey var şalga böbrekleri temizler, prostatı giderir.

Şalgadan yemekte yaparlar. Buna şalgalı aş denir. Bulgur pilavı gibi pişiriilr. Içerisine şalga doğranır. Bunun sulusu, koyusu hatta sütlüsü de olur.

Şalganın yaprakları da sarma yapmakta kullanılır. Çok hoş olur. Ben şahsen asma yapraklarından yapılan daha çok severim. Lahana bizim köyde hiç adet değil. Hiç ekeni görmedim. Ispanakda aynı. Her halde arazinin dar oluşu buna imkan vermemektedir. Şalga ekinlerden sonra olurda ondan çok ekilir.



YENEN OTLAR

Yemlik

Yemlik başta gelir. Dağlarımızda çok. Circivelekte yaygın bir ot. Tarlalarımızda bol bulunur.

At kuyruğu, gerçekten at kuyruğu gibi olur. Yemliklerle kardeş gibidir. Onların çok olduğu yerlerde bu da vardır. Bunlara Teke sakalını da eklemek gerekir.

Tavşan ekmeği: Dağlık kayalık yerlerde olur. Çiğ yendiği gibi çorbası da yapılabilir.

Kuzu kulağı: Tavşan ekmeği gibi yaprakları biraz enli olur. Fakat ekşi olur. Kuzu kulağının birde çalı şeklinde olanı vardır. Her iki çorbada da kullanılır.

Labada: Aynı ıspanak gibi olur. Bunu kavurulur yumurta kırılır ya da sarımsaklı yoğurtla yenir. Bizde sarımsak ekmekte adet değil. Her ev soğanı ekerde sarımsaığı ancak bazı ev eker. Hal bu ki pek çoklarında guvatır görülür. Sarımsağın iyot verdiğini, guvatırın iyot eksikliğinden olduğunu, bu eksikliğin sarımsakla telafi edilebileceğini burada öneririm. Gerçi sarımsarığın bir çok dertlere iyi geldiğine inanır. “Havayı kestirir” derler.

Özel olarak havanın kestirilmesi nasıl olur? Yazın hastalanan, güneş geçen, zayıf ve hastalıklı olanlara: Ceviz yaprağı, yılan bıçağı, Ebegümeci, iğde yaprağı, kokarot, ısırga, yaprızları toplayıp güneşli havada toplayıp dışarıya yatak yaparlar. Hastayı çırıl çıplak yaparlar. Tokmakan denilen semizotu, sarımsak, pise, katran karışımını sırtına sürerler. Bu yatakta terletirler. Sabahın erken saatlerined akşama kadar bu yatakta kalır. Yazın olur. Zaten yaz hastalıklarına karşı olur. Çıkardıktan sonra sıcak suyla yıkayarak kaldırırlar.

Buna benzer bir de deriye girme var.

Yukarıdaki işlemleri aynen uygularlar. Fakat bu sefer yatak yeni kesilen bir keçinin derisi olur. Derinin içinde terletilir.l hemde etinden yedirilir. Hastayı kurtarmaya çalışırlar. Benim küçüklüğümde pek çok kişi biliyorum böyle yapanı. Şimdi doktor çoğaldı. Şehre gelip gitme imkanı çoğaldı. Eskisi kadar kocakarı ilaçları kullanılmıyor. Fakat bugün denize giden kuma gömülen, kaplıcalara gidenler o zamankiler kadar şifa buluyorlar mı bilmiyorum.

Köyümüze has yiyeceklere devma.



Kükürüt:

Boz armut dediğimiz dağlarımızda bol bulunan ahlatların meyvesini erginleştikten sonra tokmakla döverler. Kurutulur. Buna kükürt denir. Bunu kak gibi yerler, fakat bazıları kum gibi olur. Böyleleri tatsız vesert olur. Bu şekilde olanları değirmende öğütülürler. Hayvanlara yem olarak verilir. Arpa ve buğday unu ile karıştırarak ekmek yapanlar da olur. Buna kükürt unu denir. Bunun ekmeği çok büyümez. Unun iyi olmadığında “Kükürt unu gibi” derler.

Buğdayı arpa ile karıştırarak ekerlerse göremez derler. Göremezin ekmeği daha lezzetli olur. Yalnız iyi öğütmek lazım. Dişenmemiş değirmende öğütürse yanar. Yeni dişenmiş değirmene de dişeğe kaptırma denir. Iyi olmaz. Kıtlık yıllarında halka meden olur kükürt. Ben küçüktüm. Ekinler olmadı. Arpa buğday pahalı idi. O yıl armutta çoktu. Kükürt unu pek çok işe yaradı. Ekmek de yapıldı. Bulamaçta.

Kavut:

Günaşık çekirdeği, kabak çekirdeği, nohut, arpa mısır ayrı ayrı kavrularak karıştırılır. Bazıları buğdayda kavurur, karıştırır. Değirmen de öğütülür. Çıkanına kavut denir. Kavutu değirmenciler zor öğütür. Ücrete değirmenciler hak alma derler. Hak alırken kıymetli sayılmaz. Kavuta pekmez karıştırarak yerler. Pek hoş olur. Tabi biraz kaba olur. Iyi öğütülmemiş unlara “kavut gibi” derler.

Şemdi şehirlerde bazıları bu kavuta benzer bir şey yapmışlar. Içine karıştırmışlar. Küçük küçük kutularda bakkallara vermişler. Bakkallardan alınan bu çerez tozları bizim kavutların yanında çok basit kalır.

Köyde yapılsa da şehirde satılsa. “Dolhanlar kavutu” diye de isim yapılsa, hem para kazanılsa hem de köyümüzün adı duyulsa olmaz mı?



ARAP AŞI

Buna başka yerlerde de rastladım. Hemen hemen aynısı. Bizdeki önceki anlattığım çıkla bulamaça gibi. Bulamaını yaparlar. Tavşan ya da tavuk etini pişirdikten snora tel tel dağıtırlar diderler. Bolca biber katarlar. Bulamacı sinilerde yaparlar. Ortasını oyarlar. Buraya sıcak çorbayı koyarlar taslara. Kaşıkla bulamaçtan alırlar çorbaya batırırlar. Çorba buz gibi olan hamuru ısıtır.

Ağızda çiğnenmeden yutulur. Eğer kaşıktaki hamuru çorbaya batırdığında düşüren olursa ordaki topluluk ona uygun bir ceza verir. Zaten bu aş topluluklarda yapılır ve yenir. Ekseriyetle büyükler avenesini toplar bir muhabbet olsun diye yaparlar. Bununla da ilgili bir deyim var: “Arap aşına döndermişsin” derler beğenmediklerine.

AŞURE (AŞIR AŞI)

Aşır aşı aşureye derler. Aşure, Türkiye’nin her yerinde var. Nuh Peygamberden sürüp gelmektedir. Bizim köyde bu da farklı, kendine mahsus özelliği var. Bana göre asıl aşır aşı dediğimiz bizim köyün aşıdır. Çünkü biz adıyla aş pişiririz. Belki daha bir çok yerde de aynısı vardır. Fakat yaygın olanı aş ve çorba türünden ziyade tatlılar grubuna girdiğini idida ediyorum.

Aşır aşı en az yedi besin maddesinden yapılır. Başta ana maddeyi buğday meydana getirir. Buğdayı önce ıslatıp tavlarlar. Sonra köyün bir kaç yerinde mevcut olan dibeklerde döğerler. Bunu erkekler döğer tokmaklarla. Bizde bir çok şeyi kadınlara ait gördüklerinden yapmaktan ar duyarlar, yapmazlar. Yapanlar olursa çevrede alay konusu olur.

Döğülen buğdayın kabuğu savrulur. Bu döğmeden başka en az altı madde gerekmektedir. Nohut, fasulye, mısır, et, kişniş, ceviz gibi şeylerdir. Hepsi karıştırılır. Büyük kazanlarda pişirilir. Bu yakın komşuların ve akrabaların eşti miktarda katkılarıyla beraber yaptıkları gibi şahsen de yaparlar. Piştikten sonra orada bulunan kim varsa toplanır. Elğenlerden kaşıkla yerler. Zaten çevrede görülmüş duyulmuş olduğundan kime ait olursa olsun çoluk çocuk toplanırlar. Kadınlar erkekler barana olup yerler. Böyle topl uyemeninde ayrı bir tadı, ayrı bir zevki olur. Kalanını taslarla evlere dağıtırlar. En sonunda bir kısmını da tencerelerine veya helkelerine koyup evlerinde yemek üzere götürürler.

Içine atılan et kurban etidir. Aşır ayı kurban ayına müteakiben geldiği için kurbanın kaburga kemiklerinden kurutularak hazırlarlar. Kırılmadna tüm atarlar. Bu etler ekseriyetle kendilerine kalır. Parçaları, suyu, tadı, aşurenin olur.

Böyle olunca nereden bakarsanız ya aş, ya çorbaadır. Tat lezzet iyidir, sevilerek yenir. “Allah bu aylara yine kavuştursun” derler.



HALK SAĞLIĞI KÖY HEKİMLİĞİ

Halk sağlığı ve köy hekimliğinden biraz bahsetmeden geçemiyeceğim. Bunlar köyümüzde mevcuttur fakat yalnız bizm köye mahsus değildir. Yöremizdeki köylerde de var. Hatta Anadolunun pek çok yerlerinde var.

Insanlar aydınlandıkça, imkanlar çoğaldıkça azalacağı ya da kalkacağı sanılır. Ama hiç de öyle değildir. Bu şehirlerde de çok yaygındır. Ehli olanlar bir kazanç matağı olarak sürdürmekteler. Televizyonda Uğur Dündar çıkardı İstanbulda, Ankarada, Konyada ve her yerde var.

Dedemli, Avdan, Ilgın Çarpık Karamanibrala gibi bir çok yerlerde isim yapmıştır.



Kurşun Döktürme:

Kurşun bir saç tavada eritilir. Bir eleğin içine soğan kabuğu, sarımsak kaubğu, yüzerlik, ayna ve ekmek konur. Eleğin altındaik bir kaptaki suya eritilmiş kurşun dökülür. Kurşun topluca soğursa dil değmiş denir, eğer parça parça dağılırsa “Çürümüş hastalık içini sarmış” derler. Suyundan hastaya içirirler, elini yüzünü yıkarlar hastanın evinin dört köşesine serpilir. Kalanı gün doğmadan bir oluğun altında kıbleye karşı dökülür.



Yüklə 0,62 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin