Tarım – Sanat (Halkın Geçimi)
Eskiden bayağı sanat vardı. İnşaat ustaları, marangozlar, demirciler, kalaycılar, semerciler, ayakkabı tamircileri, sıvacılar, boyacılar, kalıpçılar bulunmakta idi. El işlerinden kaşık, kepçe ve tespih gibi işler yaparlardı. Şalvar dokuyan ıstarda çul, çuval, heybe dokuyanlar vardı. Sabah kuranlar çoktu. Beraberliği kendileri becerirlerdi.
Şimdilerde köye en büyük medeniyet kaynağı elektrik gelmesine karşın hiçbir sanatın kaldığını sanmıyorum. Herkes yakında Dedemli kasabasından bu ihtiyaçlarını karşılıyorlar. Bu çok acınacak bir şey. Bana burukluk veriyor.
Ancak bir iki esnaf var. Köyün giyecek ve yiyecek ihtiyacını görüyorlar.
Eskilerde yoktu. Son zamanlarda bir iki kahve açıldı. Dinlenme sohbet aracıdır. Kumar, içki bilmezler. “Gönül ne çay ister, ne çayhane, gönül sohbet ister çay bahane” hakimdir.
Tarımda arazinin dağlık taşlık olması karın fazla kalması nedeni ile çok iptidai ve yetersizdir.
Çift karasabanla yapılır. Köye hiç pulluk girmemiştir. Bu nedenle kitabın adını pulluk girmeyen köy diye yazılabilirdi.
Karasaban bir ökçe ile bir oktan ibarettir. Ökçe meşe, çimşir gibi ağaçlardan kesilen eğri bir ağaçtır. Eğri ağacın ince ve kalkın tarafı sapıdır. Bazı yerlerde bi sapı eklerler bizde hiç öylesini görmedim. Ökçenin kalın tarafına ökçe denir. Ucuna özel yapılmış demir geçirilir. Buna saban demiri denilir.
Ökçe ile sapın arasına bir yuva açılır. Ladin ağaçlarından keserek kurutulup hazırlanmış ok buraya yerleştirilir. İkisi arasına da çabuk ayrılmaması için bir ağaç geçirirler. Buna kılıç denir. Okun ucuna da el matkabı veya burgu ile açılmış delikler vardır. Buraya zelveler girer. Boyundurukla sabanın okunu bağlar. Araya keçi derisinden özel yapılmış kayış vardır.
Boyunduruk yuvarlak pek de uzun olmayan bir ağaçtır. Bunun da her iki ucunda ikişer delik var. Buralardan zelveler geçirilir. Zelveler özel olarak hazırlanmış, biri eğ3ri, biri düz iki meşe çubuğudur. Ucundan ketselle sıkıca bağlanır. Birde övendere var. İnce uzun bir değnek ucuna batırarak hızlı gitmesi sağlanır. Övendirenin arka tarafında yatsı bir demir bulunur. Burada sabah giderken çamurlanırsa döneklerde sasban sıyırmaya yarar. Tüm bunlara çifkt aygıtı denir. Buna benzer her evde düven aygıtı, marangoz aygıtı, berber aygıtı, ekmek aygıtı gibi hemen hemen her şeyin aygıtı bulunur. sırası gelince üven aygıtını da anlatacağım. Köyümü anlattığıma göre onunda ilginç yanı var, anlatmam gerekir. keser, balta, testere gibi şeylere de avadanlık denildiğini kayıt etmeden geçmeyeyim.
Ekin işleme genellikle orakla olur. Yazlık ekinleri elleri ile yolarlar. Sapları yerde çok kalmasın, daneler dökülmesin diye.
Nohut, mercimek, fasıl, çavdar, buğday ekilir. Yulaf hiç eken olmaz.
Ekinleri tarlalardan harmanlara taşıma eskiden kağnılarla olurmuş. Kolların bozukluğundan mıdır nedir bilmiyorum bu adet kalkmış. Benim çocukluğumda hiç yoktu. Babam da görmemiş.
Şimdi saplar eşeklerle çekilir. Kara sabanla ne kadar zor ekilirse işlemek bir yana sapların çekilmesi çok zor olur.
Ekinle beraber otlarda işlenir. Ekin ot zamanı köyde işi beceremeyen yaşlılarla çocuklar kalır. Yürüyen ayağa uyan çocuklar da gider. Çok küçüklerde mecburen analarının sırtında gider.
Herkeste çocuk çok olur. Çocukların bir kısmı babaanne, anneanne varsa buralarda kalır. Babaanneye, anneanneye ebe derler. Çaresiz olanlar az büyük çocukları başlarında koyarlar. Ya da ellerine azıklarını katarak ekine gidemeyen komşu birinin yanına bırakırlar.
Tabi böyle komşular kadın olur. Erkekler bakamazlar. Zaten güçlü olanlar kalmaz mutlaka ekine giderler.
Ekin tarlasında sap fazla olursa eşeğe yükletirler hanede en genç olanlar harman yerine yıkarlar gelirler. Ekseriyetle akşama kadar işledikleri bir eşek yükü olur. Her gün işlenen mutlaka akşam getirilir. Dağda kalırsa hem kurur danesi dökülür, hem de başka hayvanların yemesinden korunmuş olur. Kadınların sırtlarında da gelir. Kadınlar boş gelmez. Kadının çocuğu varsa kucağına alır. ya da yanında boş gelen varsa ona verir. Götürebilecek çocuğu varsa ona habıç eder sargı ile sararlar. Erkek çocuklarının bunu yapmasını ayıp sayarlar. Fakat çaresiz annenin zoru ile yapmak mecburiyetindedirler.
Ekin işlerken yakınındaki komşularla azık karıştırırlar. Pilav yaparlar. Ayran yoğurt götürürler. Soğuk sulardan taze su getirirler, boduçlarla.
Harman yeri de büyük bir sorundur, bizim köyde. Her şey dar ya, harman yeri de dar.
Bazılarının harmanı var. Birkaç aile aynı yere geldikleri için koyacak yerlerde müşkülat çekerler. Ben önce, sen önce düven süreceğim diye sürtüşmelere neden olur. Çünkü geç kalınca güz geliverir, yağmur yağıverir.
Bazılarının harman yeri var dedim ya bazılarınınki ne oluyor. Bu tarafı işte belki de Türkiye’de tek özelliği olan bir durumdur.
Bunlar hem köyün ekseriyetini teşkil eder. Harman yerleri evlerin damlarıdır. Yığınlar damlara vurulur, otlar toplanır. Böyle damlar beş altı haneden aşağı değil, her haneninkiler ayrı ayrıdır. Biri birine karıştı mı, diğerleri tarafından çiğnendi mi ya da mallara kaptırıldı mı kavgaların tüttüğü olur.
Damlarda bir, iki, üç düven birden sürülenleri var. Fakat tınaz yapıldıktan sonra savrulması için biri diğerini beklemesi lazım. Çünkü samanın dağılıp gitmemesi için çul sererler. Bu da diğerinin yelini keser, yerini daraltır.
Harman, düğen denilen altları çakmaktaşı çakılmış tahtalardır. Bir kollar çifte olduğu gibi öküzlerin boynuna geçirilir. Boyunduruklar tıpkısı olmaz. Daha küçük ve biraz ayrı olur. Düvene bir de zılgarla bağlarlar. Öküzler bir miktar döndükten sonra çevirirler. Dıştaki içe içteki dışa gider. Dıştaki daha fazla yol katettiği için yorulur. Hak geçmesin diye yaparlar.
Harmanda sapların yüzü eridi mi ince dirgenle, biraz eriyince yabalarla çevrilirler. Kenarlara dağılanları karamuklardan yapılmış özel çalılarla toplarlar.
Tınaz yapılınca ortasına biri çıkar iyice teper. Kenarlarından toplanır üstüne çıkan çabuk yıkılmasın diye bir ağaçla kenarlarına vurarak iyice sıkıştırırlar.
Rüzgar geceleri eser. Herkes sabaha kadar tınazın başını beklerler. Çok zahmetli yanında sohbetleri, ziyafetleri ile fenerin ışığında yumuşacık samanın içinde bu geceler çokta keyifli olur.
Rüzgar ülkerterazi çıktı mı çoğalır. Ülker çıkmadan harman yelleri esmez bizde. Ülker çıkınca da bazen esmez. Üzgün bir gece geçer. İşin bitmediği bir şey değil. Arkadaş bekleyenler var. Acele ederler. Bekleme dilerde geç çıkmadı derler. Endişesi var.
Zorda olsa bir zaman, saman ayrılır damlarda samanlık delikleri vardır. Toplayarak doldururlar. Damlarda düven sürmenin bu iyilikleri var.
Uzaktaki harman sahipleri çuvallarla samanlıklara birde çekmesi var.
Samanın ayrıldıktan sonraki daneli kısma çec denir. Bu önce gözerlerle gözerler. Üzerine kesmikler çıkar ayrılırlar. Dibine tozu çıkar. küçük küçük samanları da kalburlarda çevirerek toplayıp elleri ile atarlar.
Ayrılmış buğday ya da göremez çuvallara ambarlara konur. Yalnız bulgurlarına yetecek kadar buğday ekerler.
Köyde hiç kimse buğday veya göremez satmaz. En zengini zahirenin kendisine yetenidir. Yüzde doksanı yiyecek buğday ve un ihtiyacını dışarıdan karşılarlar. Üstelik bizim köyde aileler un ile bulguru çok yerler. Günün üç öğününü bunlar karşılar.
Otlarda düvenle sürülür. Ot samanı samanlığın bir tarafında ayrı olur. Koyunlara ve eşeklere verilir.
Diken sanmanı karıştırılarak eşeklere verilir. Kesmikler tekrar sürülür. Buna kesmik samanı denir. Bu da samana karıştırılarak hayvanlara verilir.
HAYVANCILIK
Köyde davar, ancak kendini geçindirecek kadar var. Hatta tam ihtiyacını gideriyor da denemez. Zeytin yağı, ayçiçeği yağı, çeşitli margarinler köye girmektedir.
Halbuki köylülerimizde hayvan sevgisi, hayvana ilgi oldukça fazla. Çocukların çobanları karşılayarak ellerindeki oğlan kuzu ne varsa alarak sahibine ulaştırınca honçalarını aldıkları ve mal sahibinde bunu getirenlerinde sevinçlerini hiç unutmam.
Bizde arazi dağlık olduğundan koyun çok yaşamaz. Ayrıca saman sorunda fazla olması nedeni ile koyun elverişli değil, kılkeçi ekseri beslenen hayvanlardır.
Keçi eti sert olur derler. Fakat bizdeki keçilerin etleri bilhassa yaprağı yedikten sonra çok leziz olur. Hiç sert olduğu görülmemiştir.
Antiparantez olarak şunu da kayıt edeyim. Bizde pek çok kişi koyun etini, balık etini yemezler. Bunlar yedi yıllık derdi söker derler. Halbuki ilim böyle bir şeyi asla kabul etmez. Bu olsa olsa hoca kılıklı softaların uydurması olabilir.
Keçilerinde gelir getirdiği söylenemez. Ancak erkek çebiçlerle kısır kalmışlar satılır. Erkeklerden bir tane teke kalır. Dişiler damızlık olur.
ARICILIK
Arıcılık bizde herkeste olmaz. Halbuki arıcılığa çok elverişli dağları, yaylaları var. Bazı evlerde kütük kovanlarda üretilir. Bizim köyün balı da her yerin balından üstündür.
Çünkü buradaki arılar çiğirdiklerden, kekiklerden, çiğdemlerden, yavşanlardan elasılı dağların yamaçlarındaki envayi çeşit çiçeklerden alırlar ballarını. Herkesin evinde derde derman olacak kadar bulundurulabilir.
Ancak son zamanlarda bazı kişilerin aracılığı ile ege yöresinden dağlarımıza getirilen fenni kovanların gelmesi ve bizde de birkaç kişinin bu işe karışması fenni kovanların gelmesini sağlamıştır. Fakat bunlarla çeşitli hastalıklar gelmiş, yerli üretim kovan usulü ile yapılan arıcılığı öldürmüş, kökünü kazımıştır. Çünkü çeşitli hastalıklarda beraberlerinde gelmiş. Kovanla yapılan arı beslemede savaşmak mümkün olmamıştır. Çok kişi arıcılıkla uğraşmaktadır. Nedense fenni usullerle arcılık yapmaya itibar etmemektedir.
“Arı kahrını çekmeyen, ne bilsin balın kadrini” demiş atalarımız. Bizde üzerinde en çok durulacak bir konudur bu.
Bağcılık ve Bağbozumu
Arazinin darlığı, yerin yüksekliği nedeni ile geniş bağ alanlarına rastlanmaz. Ancak her evin mutlaka az çok mutlaka bir bağı var.
Karşıyaka veya ötekiyaka adı ile anılan Dedemli tarafında dereden İğdeye kadar olan yerde boyalık denen köyün güney dağında yamaçlarda akyokuş ve gökseki mevkilerinde bulunmaktadır.
Evlerin önündeki asmalar yaşken yenir. Bağlardaki üzümler pekmezlik olarak kullanılır. bağ miktarı kestiği üzüm yükü ile ölçülür. Bir kısmının dört- beş yük, bir kısmının kırk-elli yük olur. Bir yük iki köfündür eşeklere yüklenerek getirilir.
Bağlardaki tüter üzüm, dökülgen üzüm yaşken yemesine doyum olmaz. Bunlardan başka pekmez üzüm dedikleri göğ üzüm, kızıl üzüm, ak üzüm gibi çeşitleri var.
Bağların budanması, kazması, hele bozumu çok neşeli ve zevkli olur. Bunlardan başka filiz alma sağmaları kaldırma gibi işleri de vardır.
Bekçiler hak alırken herkesin getirdiği yüke göre alırlar haklarını, bağ sahiplerinden.
Bekçilerin taşların başlarında birer kümeleri var. Ellerinde düdükleri var. Herhangi bir tarafta çocuk görürlerse, hayvan otlatanlar olursa düdük öter. “Ben buradayım, dikkatli ol” ihtarını yapar. En çok bağ bekçilerinden çocuklar korkar. Çünkü bekçiler çocukların bağ aralarında bulunmalarını istemezler. Suçlu da olsa suçsuz da olsa bekçilerin hakaretine uğrarlar.
Bazı yerlerde ayılar, domuzlar bağlara dadanır zarar verirlermiş. Bizde birkere Kafes Şükrü karadomuz vurdu. Bekçi iken. Domuzun ölümlü cevizli koyağa sürükleyerek getirdiler. Domuzu ilenmelerde çok kullanan kişilerde orada gördü.
Ancak köpeklerde alışırlarsa üzümleri yerler bekçiler onlarında takipçisidirler. Nerelerde görürlerse sert biçimde kovalarlar. Korkutarak bir daha gelmemelerini sağlarlar. Bağ bozumu çok zevklidir. O gün herkes iyi giysilerini giyer. Evlerini derer toplarlar. Çocuklar bayram sevinci içindedirler. Bağda sepetlerle yolun kenarına köfüllere doldurulur. Yük tamamlanınca evlerdeki şırahanlara dökmek üzere biri eşeklere gider gelir. Yolda bekçiler var. Herkesin getirdiği üzüm yükünü sayar. Yüklerin haricinde sepetlere yolda rastladıkları çocuklara, çobanlara veya o yörede bağı olmayanlara vermek üzere doldururlar. Dağıtarak giderler. Üzüm sermek adet değildir. Çünkü hem bağlar az olur. Hem yüksek rakımda kurumaz. Yaş iken üzüm satmayı da kimse bilmez, yapmaz. Artarsa pekmez satanlar olabilir.
Üzümler şırahanlarda toplanınca iş tepmeye gelir. Tepme deyince bir de şalvar tepme var. Aklıma gelmişken onu da nakledeyim.
Köyümüzde dokunan koyunyününü erkmeçte eğrildikten sonra meydana gelen ipten ıstarda dokudukları şalvarı tepmezsen seyrek ve yakışıksız olur. Şalvar teknesi denen iki tarafı açık oluk şeklindeki teknenin iki ucuna ayaklarını dizlerine kadar çemreyip oturanlar orta yerdeki ıslatılmış şalvarı ayakları ile döndüre döndüre vururlar. Yanda kazanda su ısınmaktadır. Bu sudan maşrapa ile şalvarın üstüne dökülür. Şalvarın enini karışlarlar. Ne kadar eni azalmışsa o kadar fazla tepildiği anlaşılır.
Şalvar bahar yününden yapılmışsa yapağı, güz yününden yapılmışsa kara şalvar denir. Üzüm gibi karaşalvar makbuldür.
İşte üzüm teperlerken de ayaklar çıplak, bacaklar dize kadar çemre olur. Ayakları ile züümleri eze eze vururlar. Ezilen sıvıya şıra denir. Şıra şırahanının olduğundan kaplara akar. Buradan “Dağar” denen koca koca küplere doldururlar. Bizim köyde olmayıpta uzaktaki köylerden getirdikleri “Pekmez toprağı” denen beyaz özel toprağı çalarlar. Pekmez kestirilince pekmez leğenlerinde kaynatırlar.
Bu ekseriyetle gece olur. Alev etrafı sarar. Pekmezin kokusu bizde kokusu denmezde tütüsü denir. Pis şeylere “kokar”, iyi şeylere “tüter” derler. Bu da mis gibi tüttüğünden mahalleyi ve köyü sarar. Böyle zamanlarda herkes sevinçli, herkes neşelidir. Adeta bir bayram havası yaşanır. Güzün alasoğuğunda hem ısınırlar, hem zevkinden dört köşe, etrafında seyrederler. Ateş çoğalmıştır. Mısır patlatılır. Patates gömülür. Onlar da burada daha tatlı daha lezzetli olur. Seyredenlere dağıtılır.
Kaynatılan pekmezler soğutulduktan sonra küplere, gümlülere doldurulur. Zamanla yenmek üzere saklanır.
Dağlarımız yamaç olduğundan erozyon nedeni ile toprak akıp gitti. Bazı hastalıklarda geldi. Bağcılığında neşesi bozuldu. Harap derdik. Bazı yamaçlardaki eskiden kalmış çubuklara. Böyle çubukların yaprakları cılız, salım yerine çingil olurdu. Bakımsız bağlara “Harap üzümü gibi” denirdi. Şimdi hep bağlar harap olma yolunda boşuna dememişler: Bakarsan bağ, bakmazsan dağ.
YAYLALAR
Erenlerin arkasında bir yayla,
Biraz ileri gidersen, gelir bayla,
Dağı, taşı, ağaçları, her biri bir kıymet,
Gezsem, görsem diyorum doya doya.
Erenlerin bu yüzünde bizim söbüce,
Dağları kekik, yavşan biraz güllüce,
Karamukları, dikenleri, çiğdemleri,
Gezsem görsem diyorum gönlümce.
Güneyoluktan beyaz örtülü gigi görünür,
Eteklerinde çayırlar, çimenler bürünür,
Çıksam tepeçala, seyretsem doya doya,
Yüreğimde katmer, katmeryağlar dürülür.
Söbüceden seyredilir, güneydağın ekinleri,
Gakbudak, gakbudak öter keklikleri,
Orak elde, silah belde, gitsem oralara,
Belki düzelir, kamburlaşan belimin kemikleri.
Mustafa İldan Haziran 1992
YAYLA
Köyümüze ait yayla iki tanedir. Biri Söbüce, diğeri Güneyoluk. Birde Katıran çukuru var. Ama burası Güvlet mahallemizindir. Güvlet bizden dört kilometre kadar mesafededir. Güvlet hakkında pek geniş bilgiye sahip olmadığından hiçbir yerde bahsetmedim. Ben köyde yaşamıyorum. Küçük yaşta köyden ayrılmış olmam belki de bu noksanlığın sebebidir. Yoksa Güvleti de çok severim, çok dostlarım var. Köyümüze bağ ve bahçeleri sulayan arka arkla oradan gelir. Kaynağı Güvletteki deliktaştır. Güvlete yakın olduğu için önce oranın Avarları sulanır. Muhtarlık bir olduğu için bir düzene sokarlar. Fakat yine de Güvlet tarafından bozulduğu olur. Bu yüzden bazı itilaflar olur. İki köy arasında. Zaten birçok tarlalarımızda orada bizimde körük suyu ve yukarı deliktaştan gelen su ilede sulanır.
Bizim köyün içinde ve yakınında Karapınar ve Gürlevik denen yerlerden haritadaki Göksu’nun ilk kolları çıkmaktadır. Çatdereden gelen su ile büyük bir dere oluşturur. fakat bizim köy yamaç ve dik vadide olması nedeni ile pek az tarlaları sular. Dedemli köyü ile sınır teşkil eder. Gerçi iki yakasında kişilere mahsus tarlalar var. Dedemli köyünden bizim köye, bizim köyden onların arazilerine gidiliyor. Gürlevik tamamen bizim köyün içinden çıkar kaynağı. Bekir değirmeni döndürür.
Gürlevik suyu Dedemli köylülerinin tarlalarını da sular. Geniş bir kısmını sulayan kanalda Karapınar ve Çatdere’den gelen çayın Sinkaya dedikleri yerden yapılan bentle yapılan kanaldır. Bu kanaldan Kıraç değirmeni dedikleri değirmeni de döndürür. Bazen bizim köyle Dedemlilerin arası dağdaki sınır yüzünden açılır. Bizim davarlar onların meralarına girer onların davara ve çobanlarına zarar verirler. Dedemli bizim köyden büyük bir köy. Üstelik bizim yolumuzun üstünde ilçeye ve ile gitmek için oradan geçmek gerekir. bu yüzden yolda da hakaret yaparlar. Bir keresinde pekmez toprağı almışlar eşeklerle uzaktan geliyorlarmış. Köyden geçerken Diliçıklık adıyla maruf Mehmet Bildik, Abdullah Sinik, Koçteke Mehmet Efilti, Seyit hocanın Durmuş ve birkaç kişi varmış. Döğüşmüşler. Yara bere içinde ağır bir şekilde Konya Devlet Hastanesine yatmışlardı. Koçteke sonradan felç oldu. Beş altı sene sonra çektikten sonra öldü. Böyle zor durumlarda onlara bir zarar olsun diye bizimkilerde su bendiniz bozarlar. Onlar orayı yapıncayı kadar epeyce uğraşırlar ve bir müddet susuz kalırlar.
Bu çay Dedemlilerle bizim köylülere ait üç adet değirmeni de döndürür. Daha Dedemli bendine ayrılmadan. Değirmende de ileride ayrıca bahsedeceğim.
Konum yaylalardı biraz dağıttık, toparlayalım. Söbüce yaylası köyün yakınında güney dağın karşısında Karagöz adıyla anılan geniş orman ile Kuzan adı ile anılan ormanların yukarısında Tepeçal ve Erenler tepesinin eteğindeki düzlükte bulunmaktadır. Bu düzlükler Karamuk çalıları, geven ve dikenlerle kaplıdır. Arada azda olsa çayır, sütlük, yılanbıçağı, şalba, kekik, yavşan var. Çiğdem, kardelen, çiyirelik, sümbül, nergis, nevruz, süsen, zambak gibi çiçeklerde bulunmaktadır. Ama çiğdem çok miktarda var. Çiğdemi sapları kuruyana diplerini küçük kazmalarla kazarak toplarlar, yerler. Çok lezzetli ve besleyicidir.
Erenlerin yamacındaki Erenler Pınarı, aşağı düzlükte yeni pınar, Karagözün karşısında Zeybek pınarı, kuzanın karşısında Baypınarı ve burada birde musluk var. Bu pınarlar durmadan akar. Güze doğru azalırlar. Fakat obaya yeter. Hayvanlarda buralardaki tekeneklerden sulanırlar. Bu sular soğuk ve tatlı, lezzetli içmeye doyum olmaz. Yemeklerin üzerine bir içsem karnında bir şey kalmaz gibi hafif, zevkli ve keyiflidir. Nerelere giderseniz gidin bu suların eşini bulamazsınız. Köyümü anımsadığım zamanlar yaylayı ve bu suları hatırlamadan, onun özlemini çekmeden edemem.
Söbüce obası pek söbüde değil ya, neden böyle denildi bilmem. Bulunduğu yer hafif yamaç bir düzlüktür. Toprağı kıpkırmızı güneyinde konacak (oyuncak sekisi) denen bir düzlük var. Elle yapılmış belli. Ama nasıl ve ne zaman yapıldığını bilmiyorum. Kızlar oyun oynamak için bazen oraya giderler. Tepsi şeklinde tam düz. Altı halı serilmiş gibi çimen. Gerçekten de oyun oynanmaya elverişli. Sanki özel olarak yapılmış adeta bir tiyatro yeri gibi.
Oba oldukça toplu orta yerde. Ilki yeri var. Ilkı diye sağılır davarlara denir. Oba büyüyünce davarlar köydeki mahallelerin duruma göre birkaç kürüye ayrılmış. Ama kuruluş bir sürüye göredir. Ilkı yerinin karşısında ağıl var. Ağıl sürüden ayrılan oğlak ve kuzuların kaldığı yerdir. Gece orada kalırlar. Sabah salınır davar gelinceye kadar kenarlarda yayılırlar. Davarlar kuşluk gelir obaya meleşmeler, bağrışmalar netatlı ve ne heyecanlı. Kadınlar, kızlar sağılırları bulurlar. Tuzluk denen ufacık keseler içinden curba ve tuzu az verirler. Çok yedirmeden sağarlar.
Curba, üzümlerin pekmez olması için tepidikten sonra kalan kabuk ve posa kısmıdır. Kuruturlar tuzla karıştırıp sağacakları davarlara yedirirler. Tuzluk, ıstar denen tezgahlarda kıldan özel olarak dokunur. Heybenin bir gözü gibidir, ufaktır.
Davarlar sağılınca çoban “Haydi ha!” diye yüksek sesle bağırır. Zaten oğlak çobanı kulağı seste bekler. Sesi uyunca oğlakları koyuverir. Oğlak çok olduğu için mi, yoksa neden bilmem? Genel olarak kuzularla karışık bütün sürüye Oğlak adı verilir. bu nedenle oğlak deyince kuzularla karışımı yavrular akla gelir. Siz oğlakların analarına meleşerek koşuşlarını bir görseniz, yerinizde duramazsınız. Heyecanınız zevkiniz dört köşe olur. En sevilen bir solistin verdiği konser bu derece zevkli ve heyecanlı olmaz.
Analarının yanına gelen oğlaklar; analırını pek çabuk bulurlar. Çünkü karşılıklı meleylemeleri vardır. Seslerinden tanırlar. İnsanların şaşkını olduğu gibi, onların da olsa gerek ki; bazen raslgele anasının memesine saldıran oğlaklar da olur. Böyle zamanda ana bir koklar, kıçını yukarı kaldırarak tekmeler ve boynuzu ilede süserek kovalarlar. O da zaten fazla ısrar etmez, meleyleyerek uzaklaşırlar, analarını ararlar.
Bazen sağıcılar oğlakları emerken hemen tutarlar tekrar sağmaya başlarlar buna ikileme denir. “Keçi indirmedi” derler. Bol süt vermedikleri zaman böyle ikilemek zorunda kalırlar. Oğlaklar, cumbul cumbul kuyruk sallayarak öyle bir emişleri olur ki görmeye değer.
Davarlar sağıldıktan sonra seçilmeye geçilir. Seçilme, oğlakların analarından ayrılmasına denir. Herkesin elinde çalgı vardır. Çalgı, karamuk çalışından yapılmış ufak paketlere denir. Seçim yaparken çalgıları yerlere vururlar önlerine vururlar elleri ilede iterler yönlendirirler ağıla katarlar.
Yine de duvar kalkarken bir göz gezdirirler. Kaçan omuşsa tutar kucaklayarak ağıla getirirler. Davarlar uzaklaştıktan sonra oğlakları da salıp gütmeye giderler. Akşam olunca yine davarlar sağılık. Oğlaklar gelir emişir ayrılır ve ağıla girerler. Oğlakların annelerini emmelerine emişme denir.
Kadınlar sağdıkları sütleri değişiğe verirler. Değişirmeden önce çöplerler. Herkes birkaç kişi ile değişik olurlar. Sıra ile birkaç gün biri alır. Birkaç gün sonra sıra başkasına gelir. Böyle devam eder.
Çöpleme herkes kabının içine bir küçük odun parçası bulur. Dik olarak daldırır. Sonra ıslak yerin başladığı yeri bıçakla kerterler. Bıçak yoksa, ekseriyetle her kadının belindeki şal kuşağında bir bağla bağlı bıçağı vardır. Ama olmadığı zaman kül ya da toza batırır. Islak yerlere kül ya da toz yapışır çöpte sınır belli olur.
Süt buruşturması; işte bu çok zor ve dikkat isteyen zeka ve mantık isteyen bir iştir. Erkeklerin aklı ermez buna. Ama kadınların nasıl erer. Her kadının mutlaka erer mi bilmem. Ben matematikten, cebirden hayli anlayan adamlardanım. Gerçekten benimde bunu iyice anladığım sayılmaz. Bu olay çok müthiş bir iştir. Köyümüzün yalnız bu olayı bile çok ilgi çekici çok başkalıklarla dolu bir konu teşkil eder. Herkesin kabı ayrı sağılır malları ayrı. Kiminin sekiz, kiminin dokuz. Kiminin daha fazla veya az. Sonra her mal aynı miktarda süt vermez. Malların cinsleri etkendir. Yayılmalarına da bağlı olarak gün gün değişik olabilir. Sağış ustalığı da bir etken olabilir. Öyleyse tartı, ölçü yok. Bu buruşturmalarla çöplerin marifeti ile nasıl beceriyorlar. Bildiğim kadarı ile anlatmaya çalışayım ama gerçek icenileklerine kadar anlayamadığımı, aklın zor erdiğini yukarıda söylemiştim. Şimdi anlatacağım olsa olsa yakın olabilir. Herkesin kabı alınır. Bu ekseriyetle çömlek olur. Helke de olabilir. Çömlek toprak kaptır. Sütü kısa zamanda bozmadığı için mi bilmiyorum. Kırılan bir madde olmasına karşın tüm kullanılan bir kaptır. Bu kaplar çöpün hizasına kadar su doldurulur. Bu su büyük başka bir kaba konur. Kaç çöpü varsa o kadar sayıda suyu büyük kapta toplanır. Süt verenin bu kadar alacağı olur. Alanda borcu olur o kaba. Bunlar iki kişide değiller. Bazen dört, bazen beş ve daha fazla olabilir. Hepsi bu şekilde ayrı ayrı kaplarda toplanır. Yeniden çöplenir. Bu ayrı yere konur. Eski çöpler atılır. Borçlu bu yeni çöpe göre borcunu öder.
Esas yazılması gereken yayla göçü ve yayladaki günlük hayata geçmeden önce, GÜneyolukluk yaylasını da anlatayım.
Güneyoluk’a aşağı köy (aşağı mahalle) lilerle Tatlıdan, Süleymenliden bazıları gider. Yaşantı aynı. Fakat yerleşim ayrı. Sömbüceye Tatlıdan ve Süleymenliden gidenlerle pancar köprüsünü geçince kuzanın yokuşuna sararlar. Biraz yukarıda sağa giden yol GÜneyoluk’a gider. Buraya yol ayırdımı denir. Yol ayırdımından ladin ağaçlarının gölgesine giderkenyol epeyce yokuştur. Tepeye çıkınca konacak var orada dinlenilir. Yokuş biraz azalır. İlerlerken Güneyoluk yaylasını son kısmını geçirdikleri hacıharmanı yaylası gelir.
Güneyoluk köye çok uzaktır. Köyde ekin ot ve avar işleri var. Gidip gelmek zor olur. Bu nedenle yaylalılar son birkaç haftada burada kalırlar. Yalnız burada su yok. Bir sarnıç var. Topal Hasan adı ile maruf Hasan Hakyemez içini temizletti. Kenarlarını betonlattı. Üstünü çinko ile kaplattı. Ama biriken su az olduğundan çabuk kirlenir ve yetmez.
Hacıharmanından çıkınca yukarıdaki çıyanlıca gelir. Solunda Kuzkovuğu ve aşağıdan Çatdereden gelen su uzaktan görünür. Dereye inen yol yok. Yamaç pek dik fakat yaylaya gitmek için ağaçlarının arasının pek dik olmayan yolunda ilerlenir. Burada Çingen Hasanın musluk kazdığı yere varılır. Çingen Hasan yolcular içsin diye musluk kazdığı yere varılır. Koç benim Mustafa Tahıl dayımdır. Halen sağdır. Askerlikte çok su sıkıntısı çekmiş. “Eğer imkanım olursa bir bu hayrı yapayım” demiş. Bu nedenle buraya musluk kazdırmıştı. Birazda su birikmişti. Çok yaşamadı selle doldu.
Yine ardıçlı, andızlı ve karamuklu kıvrım, kıvrım yollardan ilerlerken esas musluk gelir. Musluk biraz düzlüktedir. Yukarı yanı yamaçtır. Suyu derindir. Çok soğuk suyu vardır. Bir kaynak kadar iş görür. Birden bulanmaz. Suyu hiç kesilmez. Ancak yanında davar yattığı zaman yağmur suları ile gübre girdiğinden az da olsa gübre kokar.
Güneyoluk çok uzak dedik. Bu nedenle daha epey yol yürümemiz gerekir.
Musluktan sonra yine bir dik yol var. Ta Gözet’e kadar Gözet atı üstünde gözleme seyretme uzaktakileri görme demektir. Tepenin başındadır. Bundan sonra yine eğri büğrü yazılardan giden yollar başlar. Biraz gidin tepeçalın arka yanında Gigi dağına bakan yamaçtaki mihrabı da geçince güneyoluk yaylasına varılır. Obanın yamacına doğru hemen çok yakında aynı adı taşıyan Güneyoluk pınarı yer alır. pınarın yeri ilki yeridir. Bu yayla daha alımlı göz alıcıdır. Orta yerinde ağıl var. Pek kalabalık olmadığından tek sürü tek ağıl bulunmakta.
Ağılların etrafı taş duvar. Üstünün bir kısmı çalılar ve ağaçlarla örtülü. Güneşin yakıcı sıcağında ya da yağmurun yağdığı zamanlarda siperlerine sığınırlar.
Bu yayla daha alımlı daha göz alıcı demiştim. Gerçekten çevreyi seyretmek içinde bir arada sıkıfıkı hayat daha keyifli. Karşıdaki dağların tepesinde karların beyazlığı eteklerindeki yeşil çimenlikler hiç eksilmez. O yeşilliklerin üzerinde ta uzaktaki çevre köylerin yaylaları görülür. Arada büyük bir koyak var. Çok derine kalır. Hayli mesafeli ama karşı karşıya görünüşü keyifli. Horozların sesi, köpeklerin havlamaları duyulur.
Güneyine doğru giderseniz oğlak yalısıyla başlayan küçük küçük yalılar görünür. Daha ileride taşın başı gelir. Oraya vardığınızda çok büyük sarp kayalıklar var. Daha aşağılarda çok derinde önce bahsettiğim vadi var. İçine su akmakta diğer tarafta yukarıdan uçaktan bakar gibi bakarsınız. Kesik piramide benzeyen çat dereyi görürsünüz. Buranında görünümü pek hoş olur.
Köyümüzün bir adeti daha var. İlkbaharda havaların ısınması otların görünmesi ile ellerinde sığır ve eşek gibi büyük baş hayvanları birer yumurta içirerek dua ederler. “SALDIM ÇAYIRA – MEVLAM KAYIRA” deyip yaylaların bulunduğu demirli dağına ağdırırlar. Başlarında çoban filan olmaz. Onlar istedikleri yerde otbulur yayılırlar. İstedikleri yerlerde su bulup içerler. Ekseriyetle su içmeye bu Güneyoluk yaylasındaki suya gelirler. Zaten dağda karların eteklerindeki yalaklarda biriken sulardan başka yerde su bulunmaz.
Söbüce yaylasındaki önce bahsettiğim Erenler pınarı, yenipınar ve beypınarına da gelirler. Fakat oralarda davar, oğlak, inek, dana ve eşekler çok olduğundan yoz dediğimiz her gün kullanılmayan sağılmayan hayvanlar uzaktaki karların eteklerine ve bu bahsettiğim Güneyoluk yaylasındaki sulara gelirler.
Böyle durumlarda yerli hayvanlar her yerleri gayet iyi bilirler ve kendilerini ayarlarlar. Ancak başka yerlerden yeni alınanlar acemilik çekseler de, arkadaş edindikleri hayvanlardan öğrenirler.
Dağlara kendi başına ağdırılan hayvanlardan az da olsa bazen kurt saldırısına uğrayan veya taştan yuvarlanan hayvanların olduğu görülür.
Ben Söbüceliyim. Güneyoluk’un yollarını tanıttım. .Söbüceninkini tanıtmazsan ayıp olur.
Güneyoluk yaylasına giderken yoldan az yokuşları, ladin ağaçlarının altından “vızzz” öten çırçır böcekleri eşliğinde bir şarkı tutturarak ilerleyin. Bu yollarda giderken ve gelirken herkesin mutlaka bir şarkı tutturduğunu duyarsınız. Bazen de iyi sesliler koyuverirler seslerini. Karşıyakada kuzana bakan güney dağdan dinlemeli.Çok hoş olur. Kadınlar pek utangaç olmalarına karşın bu yollarda bülbül kesilirler. Utanmak akıllarına gelmez. Öteki yaylalılarda öyle. Sanki yayla yollarında mubahmış gibi. Ayaklarla beraberi ağızlarda çalışır-Birkaç kişi beraber gidiyorsa tatlı,tatlı sohbetin yanı sıra ya biri yada birkaçı tutturur türküyü.Ter buram buram akar.Dizler sızlar.Fakat yorulmak bıkıp usanmak bilmez.Ama gene de konacak gelince yinede dinlenmek isterler.İş buradan giderken konacağa varınca yukarı köyden gelen yaylalarda karışır.Yukarı köylüler tevgi yerinden dolanarak köprüye varınca bazıları şimdi bahsettiğim kuzanın içinden dolanarak yoldan giderler.Dik yol kuzanla karagöz arasındadır.Hakikaten çok diktir.Bu doğrudan yaylaya varır.Fakat o yokuşu tırmanmak herkesin harcı değildir.
Konacakta birleşen yaylacılar lafı çoğaltırlar. Her iki taraftan da haber getirmişlerdir. Konuşa konuşa yaylanın içine giderlerken annelerini bekleyen çocuklar buluşurlar. Oğlaklarla analarının sevitikleri gibi. Analar çocukları ile sarmaş dolaş olurlar. Getirdikleri hediyeleri verirler. Ekseriyetle yanlarında bulunan başka çocuklara da vermekten kaçınmazlar. Bu kuru üzüm, incir, leblebi, nohut karası, gölle, elma gibi yiyeceklerle gül, zambak süsen gibi çiçekler olur.
Bundan sonra çocuklar obada olanları haber verirler.Bu çocukların kavgaları olur.Yapılan oyunlar,şenlikler olur.Sabahleyin sağdıktan sonra uzaklara yayılması için sürülen ineklerin l bazılarının erkenden obaya geldiğini,hele ineklerle danaların buluşup da emişmelerini yanaya kıla anlatırlar.
Söbücenin iki tarafında ekinlikler var. Güne yine de fakat biraz uzakta mavuşelin ekinliği.Bu ranın etrafı taş duvarlarla çevrili hissedarlar ekin ekerler.Bazı azılı hayvanlar duvarı atlayarak veya yıkarak girdikleri olur. Mal sahibi böyle hayvanları, yakalarsa insafsızca döğerler. Hayvanların sırtlarında yaralar açarlar.
Diğer yerlerdeki ekinlikler ekilmez olmuş. Hiç duvarları yok.Bazı sekilerin,sınır yerlerinin belirtileri görülmektedir.
Kuzeyindeki ekinlik tıkırlının. Buranın duvarları bazı yerlerde görükürsede yıkılmış, bozulmuş ekilmez. İçinde ahlat denen biraz boz armutlar bulunmakta.Zaten yaylaların her ikisininde yazılarında ve dağlarında seyrekte olsa bozar mutlar bulunmaktadır.Bunlardan çalın altındakiler koçteke armuttur. Koçteke; demek geç eren de mektir.Oraya koçteke armutların yanı, yukarısı aşağısı gibi ifadeler kullanılır.
Tıkırlının ekinliğinin üst taraflarına kösü relik derler. Kösüre diye bileği taşına denir. Bu dağlarda çok bulunmaktadır. Burada birde Fatmanın Deliği var. Fatma adlı bir kızı köylünün biri kaçırmış bu delikte bir kaç ay saklamış. Anası, babası bunlara vermek istememiş. Kızda istememiş çünkü nişanlısı varmış. Sonra jandarmalar muhtarın öncülüğünde bulmuşlar. Kız annesinin yanına kaçıranlarda habise gitmiş.
Bu ekinliğin kuzeyine doğru gidilirse, yayla konusuna başlarken bahsettiği» güvlet mahalle sine ait katran çukuru yaylası var. Daha ilerde Soğucak Köyüne ait örtülü görünür.
Biraz sağda köyümüzün kıymetli serası gövez var. Burası sulak ve çayırlıklı.İçinde güzel bir çeşmede var.Bir zamanlar ekiliyormuş.Orada bir de ağıl var.Bu ağılın adı tokattır. Bu addan ötürü bu taraftaki tarlalara tokat denir.Katran denen sedir ağaçları buranın yakınlarındadır. İlerde orman ağaçları bulunan çıplak var. Körpınar gökseki ,tıkırlı adlarındaki tarlalarla güvlet mahallesi bu taraftadır.
Dostları ilə paylaş: |