KÜTÜK DÖKME
Kütük dökmede delikanlılar amahsus işlerdendir. Delikanlılar, köyde kütük dökülecek kişileri tespit edip sıraya koyarlar. Sıraya konan bu kişiler ilk erkek çocuğu olanlardır. Böyle şahıslar keyfinden yapmıyor. Mecbur olduklarından yaparlar. Bu nedenle zamanına ve mevsimine göre hazırlıklı olurlar. Böylece delikanlılar gelince mahçupta olmazlar.
Delikanlıbaşının başkanlığında her delikanlı tüfeğini alır sıra ile önceden planladıkları evlere varır. O evin damında kütüklerden bir cerge yaparlar. Evin çocuğunu kucaklayıp sevevrek dama götürürler. Yaptıkları cergenin içine koyarlar. Eğer yalnız duramayacak kadar küçükse ya da korkacak durumu varsa biri tarafından kucaklanır. Üstünden herkes bir kaç defa havaya ataş eder. Müsait yerlerde bazan hedef de koyarak nişan atarlar. Kütük dökmeyi “Ben yapmam” diye hiç kimse itiraz etmez.
Zaten böyle hiç kimse babalar içinde bir murattır. Zevkle, keyifle kabul ederler. Istediklerini bol bol verdikleri gibi. Silahlara atacak mermi de hazırlamıştır. Ne kadar fazla eğleşirler, ne kadar fazla ilgi gösterilrese o kadar memnun olur ve zevk alırlar.
OKUNMUYOR
hazırlamışlar. İstenecekleri ayarlamışlardır. Hatta bazan dedeler keçileri önceden hediye etmişlerdir. Bunlardan başka dama gelen misafirlere üzüm, mısır, çerez gibi şeylerle ağırlarlar.
Toplanan bu maddeleri, keçileri delikanlılar yalnız yemezler. Çünkü çok kere keçilerin sayısı onu bulur. Köyün meydanına köylüyü toplar birlikte gülüş oynaş yerler.
DİŞ GÖLLESİ
Göllenin ne olduğunu bir vesile anlatmıştım. Çocuğun dişinin çıktığını ilk gördüğü zaman bunu kutlamak için yakın akrabaları, komşuları toplarlar. Gölle pişirip birlikte yerler. Bunlarda çocuklara çeşitli hediyeler verirler. Bu da birbirleriyle kaynaşmalarını, muhabbetlerini pekiştiren iyi bir gelenektir.
Batıda veya moderin yaşamda; Yaş günü, evlenme yıl dönümü oluyorsa, bizde de böyle kendimize has muhappet günlerimiz çoktur.
Asker Uğurlama
Bizde damlar bir top sahası kadar var. Çünkü birkaç ev birbirine bitişiktir. Ileride anlatacağım düven bile damlarda sürülür. Iki üç düvenin aynı anda döndüğü damlar var.
Askere gidecekler, sevk kağıtlarını alacakları zaman yaklaştı mı bu damlarda toplanırlar. Dışarıda olanlara da gelir. Hep askerlikten konuşurlar. Askerliğini yeni yapmış kişiler de katılır bunlara. Askerliğini yeni bitirmiş yeni kişiler öğütler verirler. Askerlikten konuşuverirler. Aralarda yaşlılarda katılır. Konuşulanları dinlerler “Eskiden böyle değildi” der. Başladı mı. “Bizim yüzbaşı vardı, bizim bir binbaşı vardı” diye anılarını öğütlerini saymakla bitiremezler.
Askere yeni gideceklerin yürekleri küp küp eder. Bir taraftan sevinçliler, bir taraftan üzüntüleler. “Acaba uyum sağlayabilecek miyiz?” diye.
Arada bir sıra olur, yürüyüş yaparlar. Sağa dön, geriye dön emirleri ile çark ederler. Bazen biri komut verir, bazen de kendi kendilerine komut verirler.
Nihayet son gün gelir çatar.
Askere gidecekler bir gün evel evlere tek tek Allaha Ismarladığa giderler. O gün herkes yollara düşer, köprünün yanıan kadar giderler. Orada hoca duasını okur, herkes “amin” der. Halk hoca ve yaşlılardan itibaren sıra olurlar. Askere gidecekler sıra ile ellerinden öperler. Anne, baba ve kardeşler biraz daha ileriye kadar giderek uğurlarlar. Hatta şehire kadar gidenler de olur. Ne kadar ileri giderlerse sevgilerinin o kadar fazla olduğunu göstermek isterler. Tabi yakınlar çok verir. Ama herkes mutlaka gönlünden koptuğu kadar ceplerine harçlık koyarlar. Köyde kimin uğurlamak için nerelere gittiği ağızndan, ağıza dolaşır.
Asker Dönüşü
Asker dönüşünde haber alabilirlerse karşılamaya çıkarlar. Askerden gelenin çantasında başta kına bulunur. Kahve, çay, sığara da vardır. Büyüklere bunlardan takdim ederler. Küçüklere çerez gibi şeyler verirler. Üzüm, elma, erik, salatalık gibi bazı mevsimine göre bulunanlardan da verirler. Mahalleye ve uzaktaki akrabalara kağıt içinde kına dağıtırlar.
Mevlüt Okutma:
Bizde ekseriyetle kadınlar arasında olur Mevlüt okutma. Pek şaşalı sayılmaz. Kadın hocalar da pek çok değildir.
Mevlüt yemeklide, yemeksizde olabilir. Ancak şerbet mutlaka verilir.
Iskat, Büyük Devir:
Iskat, büyük devir, alt üst aynı anlamdadır. Ölenin vasiyeti varsa onlar verilir. Yoksa varisleri hocaları çağırır. Hocalar hatim iner. Büyük devir denen yemin ve savum parasını hesaplar. “Kabultü, kabültü” diye elden ele dolaştırılır. Belli kişilere içindeki paralar dağıtılır.
Tespih Çekme
Yaşlılardan her ölene tespih çekerler. Tespih ceviz büyüklüğünde tanelerden olur. Adedi doksandokuz tanedir. Bir alana toplanır. Erkekler serilen çulların üzerine oturur. Herkesin önünden geçirilir. Eller tutar tespihi. Hoca ile dua edilerek çekilir. Tespih sahibi davar keser. Et pişer bulgur pilavı pişirilir. Düğünlerde olduğu gibi herkes barana olur, yer. Yemek dua ile biter.
Bir adam öldüğünde tespihi keçilerden biri ayrılır, bekletilir. Zamanı gelince hazır olur. Bu da bizim köye mahsus bir adettir.
Sünnet
Biz de en garip, en çirkin, en kötü adetlerden biri sünnette yaşanır.
Doktor bilinmez, dikiş yapacak, ilaç yapacka tedbir alacak kimseler yok.
Sünneti yapanların sanırım hiç birinin yetki belgesi yok.
Bir şairin herhalde Yunus Emre olsa gerek “Bir garip ölmüş diye yuyalar” misali çocuk daha küçükken çok kere babasınında haberi olmadan, ana aptalların geldiğini duyar. Elleri ile iletir oraya. Onlar kucaklar, “Sana boncuk takacağım” diye. Çöpün arkasına kıstırırdığıyla basar usturayı! Biraz da tuz! Kanlı kanlı “çığırarak” anasına koşar çocuk.
Ana: “Baban gelsin söyleyelim, o da onların bülüğünü kessin. Nasıl kıydılar benim oğluma” der. Baba gelir. Bıçak alır. Tüfek alır koşar. “Bulamadım oğlum, köyden kaçmışlar” der. Avutur. Arkamı arayanım var diye böbürlenir içinden çocuk.
Bazıları tesadüfen çabuk iyileşir. Bazıları yara bağlar. Zaman zaman acıların yanında kanar. Iki bacağnıın arasına tezek yakarlar da tezek buğuna verirler. Epey çektikten sonra güç bela savuşturulur. Başka yeler gibi ilaç bulundurulmaz. Davul çalınmaz. Mevlüt okutulmaz. Hediye verilmez. Pilav dökülmez. Sünnet düğünü nasıl olur bilinmez. Kirve neye denir duyulmaz. Elbiseleri özel kesilmez.
“Ekmek olup gelirke hamur biter.
Adam olup ggelirke ömür biter.”
Ferfene ve Bahçe
Aynı yaş grupları bir araya gelir. Yumurta pişirip yerler. Helva pişirip yerler. Kömbe gömer yerler. Azık karıştırırlar. Çeşit, çeşit yiyecek getirir beraber yerler. Yediklerinden bazıları bir kısmını saklar. Toplantı biteceğinde o ayırmış olduğu parçayı koyar. “Bahça!” der. Herkes: “Bahçasını çıkarsın.” der. Ayıranlar çıkarır. Ayırmayanlar şaşkına döner. Bunlar ya unutmuşlardır ya da biraz şaşkınlardır. Onlara bir ziyafet cezası verilir.
Sürütme
Biri diğer bir arkadaşına kalleşlik yapsa, yalandırsa, iftira etse, sözünde durmasa, yalınız bırakıp gelse gibi hallerde karşı taraftan bunun telafisi için ziyafet ister. Eğer böyle bir ziyafeti kabul etmezse “Seni sürüteceğim” der. Arkadaşlarına bu gibiler bir ziyafet verir. Onu sürütür.
Cenaze
Köyümüzde sela vermek adet değil. Bilmem neden? Hocalar mı bilmiyor, halk mı istemiyor. Eskiden hocaların maaşları köy salmasından karşılanırdı. Şimdi her iki caminin hocası devletten aylıklı.
Çıplak sesle her yere ezan duyulur. Hele yukarı köyünkünü duymayan kalmaz. Dedemli köyünkünü bile gayet iyi duyulmakta...
Şimdi elektrik geldi hoparlör kondu. Köyü çın çın çınlatır.
Birisi öldüğü zaman yakınlardan biri davetçi olur. Ev ev dolaşarak “Kabire buyurun, felan adam rahmetli oldu” der. Herkes kulak kesilir. Nasıl öldü, ne zaman öldü der, hastalığı ve anıları hakkında konuşulur.
Erkekler cenaze yerinde toplanır. Kimi yıkamaya yardım eder, kimi kabir kazmak için mezarlığa gider. Iş yapmayan ihtiyarlar dahil toplanır kalabalık yaparlar.
Kadınlarda tek tük ziyarete ve yardıma giderler. Saldan tutmak, kabier toprak atmakta büyük bir saygı ve gayret vardır.
Akşamları toplanarak kiremit yemeği yediklerini acılarını paylaştıklarını önce bir bahiste anlatmıştım. Alt üst işide hemen zaman geçmeden yapılır, çok kere. Bundan da ileride bahsettim.
İmece ve Angarya
Son zamanlarda bu imece denen iyi geleneğin zayıfladığını, önemini yitirdiğini üzülerek kayıt ettikten sonra nasıl olurda anlatmadan geçemeyeceğim.
Biri ev yaparken komşulardan akrabalardan karşılıksız olarak çalışıverir. Ev ucuz ve kolaylıkla biterdi. Ekinini yetiştiremeyene önce bitirenler yardıma giderdi. Bağ kazmaya toplanır zevkle giderdi. Mal sahibi para vermezdi ama yemek içmekte en kıymetli şeylerle gönüllerdi.
Angarya köye ait işleri yapmakta çalışmaya denir. Bir yol yapılacaksa, ark açılacaksa, köy okulu veya odası yapılacaksa, köprü yapılacaksa köy ihtiyar heyeti muhtarın başkanlığı altında karar alır. Bekçi ile tebligat yapılır. Bazen topluca bazende sıra ile çalışılır. Bunda da karşılık yoktur. Var olan mecburiyettir. Uymayana ceza yazılır. Eğer çalışacak erkek yabanda ise o atlanır. Arka sıralara konur. Köye gelince çalıştırarılarak ödetmiş olunur.
Kırkkazık ve Tuzla
Kırkkazık Dedemli köyü ile bizim köyü ayıran Göksu’nun kolunu teşkil eden derenin bizim köy yakasındaki yamacın üstünde bulunan Kozgu kayasının göğsündedir. Birer metre ara ile kırk tane kazık bulunmakta. Kazıkların bittiği yerde ufak bir seki var. Birkaç ağaç görünür. Üst tarafı da yine sarp ve dik ulaşmak mümkün değil. Bu şekilde arıların olduğu belli. Bazen güneşten balın eriyerek aşağı aktığı görülür.
Burası nedir. Neden bu kazıklar çakılmış, ne zaman çakılmış bilen yok.
Tuzla köye yakın yine bu derenin kuzeyinde Gürlevik suyunun üstünde kayalkı taşlık yerlerdir. Bunada inler var. Ceviz var. Eskiden yaşanmış olmanın izleri var. Bir bölümünde de yerde düz taşlar bulunmakta. Bu düz taşlara tuz serperler, davarları tuzlarlar. Tuzla denmesinin nedeni buldur.
1950 yıllarında yurdun muhtelif yerlerinde yer altı araması yapıldı. Ben İvriz’de idim. Bu yerlerde de kazılar yapılmış bulunan paraları heykelleri dışarıdan gelenlere yok pahasına verilmiş.
Buralarda yaşayaanlar kimlerdi, ne zaman nereden geldiler, ne zamana kadar yaşadılar, nereye gittiler bilen yok.
Ancak bir zamanlar şimdi “Üçpınar” olan Hocaköy şıhlarının elinde imiş. Bazı yerlerin onlardan alındığı söylenir. Örneğin benim babamın dedesi tıkırlıdaki tarlamızı onlardan almış. Zala yeri onlardan kız alınmış hakkına düşen yermiş. Çebiç yerini onlara çebiç verenler aralarında bölüşmüşler.
1950 yıllarına kadar dere boyundaki değirmenin ilerisindeki cevizleri Hacılar sülalesininin toplayarak bir kısmını onlara götürdüklerini söylerler. Oraya cevizlerden dolayı Cevizli Koyak derler. Köyün davarları hele Güneyolukluların davarları yayladan göçtüklerinde dağda otladıktan sonra sulanmaya, dinlenmeye, sağılmaya oraya gelirler. Böylece sağılmaya gelen davara Ilkı denir. Köylülerin ılkıya gidişi de ilginçtir.
Kadınlar güney dağdaki ekin ve ot işlemeden gelince küme küme renkli giysileri ile ellerinde huttu, çömlek, helke gibi şeylerle düğüne gider gibi sohbet ede ede giderler. Ellerinde tespih delikanlılarda onları takip ederler. Değirmenin üstünde damda toplanır. Ilkıdan gelen kadınların hayvanları mor mor, kabış kabış, kara kara, çomu çomu, ger ger, kabak kabak, çomuş çomuş, gibi çağırmaları çok şenliklidir. Tabi bekar erkeklerin kız beğenmeleri çoğu kez burada olur. Ya da nişanlısını uzaktan izleme fırsatı bulmuştur buralarda. Kadınların gurup gurup konuşa dertleşe ılkıdan dönmelerinden sonra delikanlılarda kendi aralarında sohbet ede ede geri gelirler.
Ilkısı cevizli koyakta olmayanlarınki ya çakılda ya da çat arasındaki köprünrün kulağında olur.
Son zamanlarda hepsi yaylım yerine yakın olması nedeni ile gavurcukta olurlar. Ilkıya gidişler kadınların ve delikanlıların cevizli koyağa gidişlerine benzer. Fakat kalabalık burada daha çok. Aynı zamanda her mahallenin ayrı ayrı verdiği manzara daha zevkli ve coşkulu olur.
Aydıncı Karşılama ve Aydından Gelenlerin Getirdikleri Hediyelerin Dağıtımı
Sonbaharda tarlaların sürülüp ekinlerin ekilmesinden odun bozumu yapılıp, yaprakların getirilmesinden sonra işler azalır. Köydeki kaldırılan ürün köylüye yetmez. Arazimiz dar ve verimsizdir. Köylülerin dışardan para kazanıp gelmesi lazım. Bu parayla yetmeyen yiyecekler, giyecekler alınır. Vergiler verilir. Ilaçlar alınır.
Çalışmak için bizde en elverişli yer, eğe bölgesidir. Bizimkiler o tarafa “Aydın” derler. Onlar bizimkilere “Kırlı “derlermiş. Son zamanlarda bilhassa Milas ve Ortaca ilçelerinde köylülerden yerleşip kalan pek çok insanımız var. Eskiden herkes şimdi anlatacağım halen devam eden aydıncılar gibiydiler.
Çalışmaya gidecekler önce baranayı tamamlarlar. Aydın yolunu tutarlar. Aydında amelelik yaparlar. Ya günlük hesabı ile ya götürü hesabı ile çalışırlar. Iş ekseriyetle kök köklemektir. Oranın insanları dağlardaki yabani ağaçları kökleri ile temizletip zeytin ağaçları dikiyorlar. Bazan belli bir yeri dayı başı ile pazarlık ederler götürüverirler. Beş altı çalışma arkadaşı ile birlikte iş yaparlar. Bunlara barana denir. Bunlardan biri, ekseriyetle oraları iyi bilen gözü açık, ağzı laf yapan, iş bilen dayıbaşı olur. Bu dayıbaşları iş bulur. Yiyeceklerini temin eder. Yeni işler arar. Eğer aldıkları işte yemek kendilerine aitse “yemek çiğden” denir. Yemeklerini kendileri yaparlar.
Iki üç ay çalıştıktan sonra bahar gelir. Köye dönmeler başlar.
Köye geldikleri zaman getirdikleri hediyelerden tabaklara koyarak komşulara dağıtırlar. Bundan kimlerin geldiğini herkes duyar. Hediye olarak ekseriyetle çerez dedikleri leblebi olur. Incirde karıştırdıkları olur. Incire dizi derler. Çünkü ipte dizili olur. Hoşgeldin diyen, aydıncıları sormaya gelenler olur. Onlara da şekerden leblebiden ikram ederler.
Aydından geleceğini haber alan çocuklar karşılamaya giderler. Haber alma telefon, telgraf gibi seri ve medeni araçlarla olmaz. Önce gelenlerin ifadeleri ve ön sezileridir. Gelecekler, babaları, ağabeyleri, amcaları, dayıları olabilir. Fakat babaların hasreti daha çok ve candan olur.
Karşılamaya giden çocuklar yollarda saatlerce beklerler. Hatta sabahladıkları bile olur. Bekleyip, bekleyip de gelmedikleri zaman boynu bükük döner çocuklar. Üzgün ve keyifsiz olurlar. Ama birde karşılaşırlarsa yaylada oğlakların analarıyla buluştukları gibi sevinç çığlıkları ile kucaklaşırlar. Konuşa konuşa eve gelirler. Onlarda eve gelmeden köydeki haberleri öğrenmiş olurlar.
Aydıncılar çalışmaktan gelirler. Bir kaç ayda uzak kalmışlardır. Bu nedenle üzerleri elbette pek hoş olmaz. Çoğu kere köye erken gelseler bile yolda akşamın olmasını beklerler. Akşamın karanlığında gelirler.
BAYRAMLAR
Biliyoruz yılda iki bayram var. Biri Ramazan Bayramı diğeri Kurban bayramı. Bizde her ikisi de çok mühimdir. Her ikisine de gereken önem verilir. Eğer işlerin sıkıştığı zamanlara raslasa bile katliyen ihmal edilmez. Gerektiği şekilde kutlanır. Iş sonra gelir gelenek bozulmaz.
Bayram günü namazdan çıkınca hoca başta ve sıra ile en yaşlılardan başlayarak bayramlanır. Hiç kimse atlanmaz. Böylece hiç de küs kalmamış olur.
Bundan sonra evlerden yemekler gelir. Tabi bu birinci bayramdır. Aşağı mahalle getirir yemeği. Halk ve yemekler meydan yerine bırakır. Erkekler ve çocuklar akranları ile barana olurlar. Bir barana on on beş kişi arasında olur. Evden yemek getirenler sonra kendi kabını bulabilmesi için bir işaret koyarlar. Bu işaretlerden yemekten sonra kendi tabak ve sinilerini bulurlar. Yemekleri baranalara hökeler dağıtır. Yemekten sonra hökelerde bir kenarda karınlarını doyururlar.
Herkes kurban bayramı ise kurban kesmeye gider. Ama gençler kendi aralarında oyunlar oynarlar.
Öğleye doğru akran gurupları oluşur. Her gurup birlikte evleri tek tek ziyaret ederler. Ev sahipleri sıcakkanlı ve sevecen bir tavırla karşılarlar. Mümkün mertebe hoşnut olacak şekilde ağırlarlar. En mühim özellikte her evde yemek yenir. Hiç doyulmaz. Bununla da kalınmaz bulundukları evde bal, üzüm gibi şeyler isterler. Olmayanı ille bulacaksın diye zorlamazlar. Bu kurban bayramında etsiz geçilmez. Koraş ocaklarında meşe odunu yanar. Bazıları közlemeyi yetiştiremez kavurma koyarlar. Bayram beği tutar. Bayramda doyulmaz derler, hakikatende her evde yemek yerdik de doyduk demezdik. Ne günlerdi! Sevinçli idi, heyecanlı idi. Ev sahipleri sanki yarış ederlerdi hizmette. Böyle dediğime bakmayın hala öyle. Şimdi ben bayramlarda aralarında olamadığım için böyle diyorum.
Akşam olunca yine herkesin yani her grubun bir eyleştiği yer olur. Orada kalır oyunlar oynar eğlenirler. Geçmişten yarenlik ederler.
Geçmişi anlatmak yenilere gelenekleri aktarmak yönünden bir ders yeri oluyor.
Ikinci günün sabahı yine arkadaş grupları birleşir. Yukarı mahalleye kadar evleri dolaşarak varırlar. Öğleyin o mahalle yemekleri getirir meydan yerine. Yemek yenen yere meydan yeri denir. Burada da baranalar oluştuktan sonra hökeler yemekleri dağıtırlar. Yemekten sonra bir gün evvel diğer aşağı mahallede oludğu gibi yemek getirdikleri işaretlenmiş sini ve tabakları toplarlar. Köşe başlarında bekleyen kadınlarla veya gençlerle eve yollarlar.
Ihtiyarlar gölgelere serilmiş çul ve minderlere otururlar. Gençler kıyılardaki yatırılmış ağaçların üzerlerine, çelenlerin üzerlerine yuvakların üzerlerine otururlar. Bazan büyüklerin sohbetlerine katılırlar.bazan kendi aralarında oyun oynarlar.
Ihtiyarlar köyün geçmişini, bazı kişilerin hayatlarını anlatırlar. Bu bazan iyi kişilerin bazan da kötü kişilerin olur, ballandıra ballandıra biri anlatırken yanlışlarını, eksiklerini diğerleri tarafından tamamlanır.
Ikindiye doğru yine yukarıda varılmayan evlere gidilir. Hemen hemen hiçbirini görmeyen bayramlaşmayan kalmaz. Hemde bayram sayesinde her eve görülmüş olur.
Kadınların bayramı daha bir başka neşeli ve heyecanlı olur. Birinci gün erkekler aşağıdaki mahallede olurlar ya, kadınlar yukarı mahallede toplanır.
Bayramlıklardan bahsetmedim. Bayram günü herkes bayramlığını giyer. Bilhassa çocuklar bayramlıklarını binbir itina ile giyerler. Fakat kadınlarda da daha başka olur. Birkaç entariyi üst üste giyerler, üstüne şal kuşak veya Alanya kuşağı bağlarlar. Bayrama gidenler rengarenk bir durumda olurlar. Eve gelen misafirlere hizmet edecekler kalırsa da misafiri geçirir geçirmez herkes bayram yerini boylar.
Kadınlar bayram yeri olarak biraz tenha yerleri seçerler, erkekler öteki mahallede olsalar da her ihtimale karşı yerlerini açık seçik alanlardan ziyade önü arkası kapalı yerleri bulurlar.
Orada davul çalarlar, davul dedikleri deftir, kendilerine mahsus bir çalmaları var ki insanı yerinde durdurmaz. Kadınlardan herkes çalamasa da ekseriyetle çalıp oynamasını bilirler.
Yeni yetme dedikleri erkek çocuklar, delikanlılar hele nişanlılar, yeni evliler kadınlara bakmaya giderler. Fakat gizli giderler. Kendilerini göstermekten utanırlar. Kadınlarda erkeklerden gizlenmek isterler. Gerçi dışarıda olur fakat oynamayan kadınlarla çocuklar çevresini kapatırlar. Biraz önce bahsettiğim kadınlara bakmaya gelen gençler uzaklarda kendilerine bir yer seçerler. Çokları önünü kapatır. Keklik avında tüfeğe hazırladıkları mazgal deliği gibi ayarlarlar.
Kadınlar bunların bulunduğu yeri fark edince taşlarla saldırıda bulunurlar. Erkekler kaçar gizlenirler. Bu da bayramın bir cilvesidir.
“Davulun sesi uzaktan hoş gelir” derler ya. Işte burada göreceksiniz nasıl da hoş gelir. Nasıl da canlılık verir. Nasılda heyecan verir, zevk verir.
Yaşlı kadınlarda genç kızlarırn, gelinlerin bu bayram şenliklerini onaylarlar. “Deyin kızlar deyin, bayram yılda bir iki defa gelir, hakkını verin.” Bu şekilde oyunlar düğünlerde ve yaylalarda da olur. Düğünlerde bu derece çokluk bulunmaz. Güpegündüz olmazk. Yaylalarda ileride anlatacağım gibi köy ayrı ayrı obalara bölünmüş olduğundan fazla kalabalık olmaz.
Bayram bahsine girmişken bayram öncesini de anlatmam gerekir. Bayramdan üç gün önceye birinc ikazan denir. Kazan çamaşır günü demektir. Çamaşırlar yıkanmaya başlanır. Bayramdan iki gün önceki güne de ikinci kazan denir. Geriye kalanlarda ikinci kazan günü çamaşırları yıkarlar.
Çamaşırlar ekseriyetle dere kenarlarına veya çeşme yakınlarına götürülrü. Orada ateş yakar suyu ısıtırlar. Kül suyu, ladinlerin kozalarından alınan yapışkan sakız, piseden yapılmış güç denen kir çıkaran, son derece sağlığa elverişli suyu kullanırlar. O hazırlanan su yani güç yüzündedir. Azalır veya tükenirse güç kalmadı denir. Ya yeniden yapmak gerekir, ya da ertelemek gerekir. Oradan kirli çamaşırların geri getirilemeyeceğine göre ayarlı yaparlar. Evde ne varsa dipten tepeye iyice yıkarlar. “Arba buğday çiğ ayıp”, Eski yeni kir ayıp”. Diğer günlerde bu kadar itina gösterilmeyebilir.
Burada çocukları da sıcak su veya sasbunla yıkarlar. Hava elverişli ise çamaşırlarda tokucak kullanılır.
Bayramdan bir gün önceki gün arefedir. Buna koksu da derler. Bugünün de ayrı özelliği var, yapılacak işleri var. Her mahallede aileler evlerde koksu yaparlar. Koksu dedikleri ufak ekmekler yapılarak sade yağla yağlanmış bittiklerdir. Bazıları daha uafk ve kalın ekmek yaparlar. Buna kalın bittik denir. Bunun üzerine pek mezden bulamaç yaparlar. Yaş pasta gibi sürerler. Üzerine karacot (Karacotcam)da serperler. Buna da külçe denir. Mahallede bulunan her eve mutlaka verilir. Bunu dul ve yetimlerle çok dar durumda olanlar yapmazlar.
Arefe gününe “koksu” dedikleri gibi yaptıkalrı yağlı ekmekle bulamaçlı ekmeğe de koksu derler. Bugüne koksu denmesinin sebebi her evde yapıldığı için güzel bir kokunun sardığındandir.
Bunlar dağıtılırken hısımlara çift verilir. Uzaktaki yakın akraba ve hısımlara göre gönderilir. Hele yen ihısım olanlara özel gönderilir. Tabi oralardan da karşılığı gelir. Bayram içinde ekmek yapılır, yemekler hazırlanır.
Bayram günü güneş doğmadan her kadın çeşme başındadır. Güneş doğmadan akan su zemzem olurmuş inancı vardır. Bu nedenle herkes suyunu hazırlar.
Not: Bayram günü düğme dikmek, dikiş dikmek hatta yırtık, sökük dikmek günahtır diye yapmazlar.
Arefe günü erkekler ikindi namazından sonra mezarlıklara ziyarete giderler. Bilenler Kur’an okur, bilmeyen surelerden okur dualarını yakınlarına yaparlar. Yakınlarının kabirlerini ayrı ayrı ziyaret ederler, üzerlerine su dökerler. Uzaktan gelen ya da zamanıda ziyarete yetişemeyenler bayramın birincü günü sabahleyin giderler. Fakat bizde pek adet değildir.
Kabirlik köyde iki yerde vardır. Biri aşağı köy (Aşağı mahalle) de diğeri yukarı köy (Yukarı mahallede) dedir.
Mezarlıkta kavak ağaçları, meşe ağaçları dut ağaçları ile karamuk ve böğürtlen gibi çalılıklar vardır. Bunların yanında gül ve itburnu ile diğer bazı çiçekler bulunmaktadır.
Ağaçlar köy muhtarlığı tarafından korunuyor, eşekler ve davarlar zarar ederse cezalandırılır. Fakat pek de bakımlı olduğu söylenemez.
DÜĞÜNLER
Halihazirda Konya’da oturmakta olduğumdan yapılmakta olan düğünleri inceledim. Konyanın yerli halkı yanında çok çeşitli bölgelerden gelip yerleşen halk olduğundan çok çeşitlidüğün şekilleri gördüm. Her bölgenin kendi gelenekleri hakim oluyor. Ana konular bir ise de teferruata geçince bu ayrılık görülür. Yerli adaletlerle çeşitli köy ve kasa balardan illerden, ilçelerden, izler açıkça belli oluyor.
Düğün sahipleri aynı yörenin insanı ise düğünde uyum kolaydır. Ama ayrı, ayrı yörenin insanı ise orta bir düzen kurulur. Bu bazan bozulmalara, kırılmalara da neden olabilir.
Düğün çeşitlerinin çokluğuna: Zengin ve fakir olmakta etkendir. Zenginler isterlerse neler türetirler, neler, hiç gelenek görenek tanımazlar. Isterlerse diyorum. Çünkü her zengin çok masraf etmeyi sevmez. Masraf olmayınca da değişiklikler mümkün olmaz.
Bizdeki düğünlerde de bunlara benzerlik yok değil. Fakat ayrıntılar epeyce fazladır. İŞTE BUDUR KÖYÜN KARAKTERİNİ ÇİZEN.
Bizdede ev, ev dolaşraak kimde kız bakalım. Beğendimize talip olalım. Onlar bizi sorsun. Biz onları soralım. Istihareye yatalım gibi şeyler olması mümkün değil. Zaten köylük yerde gerek bayramlarda, gerdek düğünlerde, yaylada ılkıda birbirlerini görürler. Dağda bağda çalışırken komşulukları olur. Yollarda rastlantıları olur. Ama karar verdikelir kızlara bir kerede alıcı gözle bakarlar. Evini, annesini, babasnıı incelerler. Iyice huyunu, hünerini öğrendikten sonra talip olurlar. Önce kadınlar arasında ön anlaşma yapılır. “Gece gözü ile bez, Erkek sözü ile kız alma” derler. Kız tarafı kabul etmezse ricacı aracılar bulunur. Anlaşma sağlanmışsa erkek düğürü gider. Resmen tdalip olur. Vermediklerinde hatırlı kişilerden aracı yollamaya devam edilir. Bazen kız kaçırma olayları da olur. Böyle kız kaçırmaları zorla yapılan kaçırmalarıdır. Kavgalı hapisli olabilir. Eğer kızla oğlan anlaşıyorsa problem anne ve babada ise barış kolaydır.
Evet kız istemelerinde olumlu yanıt alınmışsa şerbet günü kararlaştırılır. O gün hocayı, yakınlarını çağırırlar. Dua edilir, şerbet içilir. Şerbet tabaklarına olğan evinden önce kaynata olmak üzere tabaklara para atılır. Artık nişan resmileşmiştir. Herkes tarafından bilinir.
Nişandan sonra sıra absaba girmeye gelir. Buna absap bozma da denir. Kız tarafından anne, baba, oğlan tarafından anne, baba, kardeşler ve yengelerden icap edenler birlikte gerekenleri almak için şehire giderler. Şehirden getirdiklerini bir heybeye koyup içine, leblebi, bisküvi, lokum gibi ağız tadı da eklerler. Kız evine götürürler. Buna özel heybelerde götürdüklerinden “Heybe iletme” denir. Heybe ile gelenlere kız tarafı yemek verir.
Hoca nikahı ile birlikte izinname için ilçeye gidilir. Nianlı kızla oğlan bir aradadır. Başlarında adamlarda olur. Bunlar hem şahitlik yapar hem bunların başını boş bırakmazlar. Köyde eved veya herhangi bir yerde nişanlı kız nişanlısnıın yanında durmaz. Hemen kaçar. Nişanlılık döneminde bir iş zuhur etse kız oğlan tarafına, oğlan kız tarafına yardıma gider. Hatta anne babalarda giderler. Fakat kızla oğlan bir arada durmaz. Halbuki derler ki: Oğlan tarafıkız tarafına gezmeye gitmiş. Içlerinde oğlanda varmış. Kız çay dağıtırken nişanlısına verdiği bardakta şeker yokmuş. Herkes karıştırırken oda karıştırmaya başlamış. Kız alaylı: “Çan sesleri geliyor. Her haldeveci var” demiş. Bunu oğlan anlamış. “Yükü şeker olsaydı bari” diye cevap vermiş. Bu gösteriyor ki daha önceleri biraz daha değişiklikler gösteriyormuş.
Bazı gözü açık nişanlıların gizli, gizli buluştukları da olur. Böyle zamanda aralarında uygun bir yenge vardır. Haberlerini taşır. Uzaktan konuşmalarını sağlarlar.
Fazla nişanlı durmak pek iyi olmaz derler. Araya kara kedi girer derler.
Bir adam bilhassa gece yolda yürürken önünden karakedi geçerse uğursuzluk sayar.
Bu da anlama gelirse de ekseriyetle orada dedikodu üreten fesat kişiler girebilir. Piymiş aşa şu sarıştırır. Arayı bozmaya çalışır kendi istediği biri varsa onu yapmaya çalışır.
Nitekim kız kaçırmaların bazılarında böyle nişanlı dönemlerde olabilir. Burada da kızın oğlanı istemesi problemi kolaylaştırır. Aksi halde kavgalar ve hapislik olaylar takip eder.
Kız kaçırmalarda yaş meselesi mühimdir. Eğer kız reşit değilse ana-babanın rızasını almak pek kolay olmaz.
Ancak adamını bulur, yaş tahsisi yaptırılırsa mümkün olur. Bunda da jandarmalarla, kızın ana-babasına, yakalanmamak şartı ile.
Normal de düğün hazırlıkları başlayınca oğlan evi buğday, bulgur, kesilecek davarları ayarlarlar. Düğün sahibinin yakınları, damat adayının arkadaşları koru’ya muhtardan izin alarak düğün odununa giderler.
Buğdayı öğütmek için değirmene giderler, değirmende sıra beklemek yok, kim varsa onları geriye koyarlar. Düğüne de saygı duyulduğundan ve adetleri bildiklerinden ses çıkarılmaz.
Düğünde bir sağdıç, bir bayraktarseçilir yakınlarından. Bunlar genç olur. Sağdıç güveyin bekçisidir. Hiç yanından ayrılmaz. Çünkü güveyinin herhangi bir şeyini çalmak, onu zor duruma sokmakta adettendir. Böyle durumlardan sağdıç sorumludur.
Bayrağı bayraktaş taşır. Hemde daima göz kulak olur. Onu da çalmak, saklamak zor duruma sokmak adettendir.
Dostları ilə paylaş: |