T. C. Firat üNİverstiESİ aleviLİK İnançlari ve teolojik temelleri (tunceli Örneğİ) Prof. Dr. Erkan Yar son rapor



Yüklə 1,26 Mb.
səhifə17/47
tarix27.12.2018
ölçüsü1,26 Mb.
#87120
1   ...   13   14   15   16   17   18   19   20   ...   47

6. Tanrı’dan Yardım Dileme


Allah’tan yardım dileme olgusunun ortaya çıkışı, kulun isteğini doğrudan Allah’a iletmesi anlamındadır. Bu olgu, dua terimi ile ifade edilmektedir. Allah’ın kula yardımı ise, doğrudan olduğu gibi, Alevilik inançları açısından başka bir varlığın aracılığı ile de olmaktadır.

a. Gülbenk/Dua


Yaratıcıya dua etme eylemi, kutsal dinlerin inanç yapısı içerisinde önemli bir yer tutar. Dua sözcüğü, çağırmak anlamına gelen “deâ” fiilinin mastarıdır ve “çağrı” anlamındadır. İbadet dili Arapça ve Farsça’nın etkisinde geliştiğinden, pek çok dinsel eylem bu dillerdeki kelimelerle ifade edilmektedir. Alevilik literatüründe dua, “gülbenk” sözcüğü ile ifade edilir. Gülbenk, tertip edilmiş secili dualara denmektedir.313 Alevi-Bektaşi erkanında, doğrudan doğruya dua ifadeleri kullanıldığı gibi, diğer ibadetlerin içerisinde de dua ifadeleri yer almaktadır. Gülbenklerin bitiminde de, “amin” sözcüğü yerine, “Allah Allah” sözcüğü kullanılmaktadır. Amin sözcüğü Arapça bir kelime olmayıp, duaların sonunda “öyle olsun” anlamında kullanılmaktadır. “Allah Allah” ise, aynı şekilde Tanrı’nın ismi anılmak suretiyle duaların kabul edilmesi için bir temennidir.

Alevilikte en sık kullanılan dua cümleleri, “Yetiş yâ Muhammed”, “yetiş yâ Ali”, “yâ Muhammed”, “yâ Ali” gibi ifadelerdir. Ali’nin ihtiyaç anında yardıma çağırılması, bir söylenceye dayanmaktadır. Buna göre, Uhud Savaşında inkarcıların saldırılarından korunmak için Hz. Muhammed bir çukura düştü ve oradan çıkamadı. Cebrail geldi ve Ali’yi çağırmasını söyledi. Peygamber “Ali dağın arkasındadır işitmez” diyince Cebrail “işitir” dedi. Allah’ın elçisi dua etti ve “yetiş yâ Ali” dedi. Ali işitti ve geldi. Peygamberi inkarcılardan ve kuyudan kurtardı.314 Diğer bir söylenceye göre de, Hz. Muhammed Şam seferine giden Ali’yi yoldan döndürdü. Şam’da Müslüman askerler ve inkarcılar savaşa girdiler. Ordu komutanı Halit ile amcası Abbas peygambere geldiler. Zaferden ümidini kesip ağlayarak “Ey Allah’ın elçisi! Ali’yi çağır. Askerde güç kalmadı. Yenildiler artık” dediler. O sırada Ali Medine’de bir hurma ağacının üzerinde ve Hz. Fatma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin de ağacın altındaydılar. Allah’ın elçisi “yâ Ali” diye çağırdı. Hz. Ali “lebbeyk yâ Reselallah” diyerek cevap verdi. Hz. Ali anında Şam’da hazır oldu. İslam askerini kurtardı”315

Bu söylenceler, Alevilikteki Hz. Muhammed ve Hz. Ali’yi yardıma çağırma eyleminin dinsel temelleri bağlamında kullanılmaktadır. Bununla birlikte bu eylemi, dinsel temellerine vurgu yaparak açıklamak yerine, insan psikolojisine göre açıklamak daha tutarlı bir yöntem olabilir. Bu da, kişilerin ihtiyaç anında sevgi ve saygı duyduğu kişilerin isimlerini anmasından kaynaklanmaktadır.

Alevlikte, Allah’tan ayrı olarak Hz. Muhammed ve Hz. Ali gibi insanların isimlerinin anılarak onlardan yardım istenilmesi, insana tanrısal erklerin verilmesi olarak algılanmamalıdır. Gülbenklerin dinsel kaynakları olarak söz konusu söylencelerin literal yorumlanmaları neticesinde bu fikre ulaşmak mümkün olsa bile, psikolojik açıklaması sonucunda bu yoruma ulaşmak mümkün değildir. Bir insanın, ihtiyaç duyduğu anda diğer bir insanı yardıma çağırması, yardıma çağırılan kişinin kendi gücüyle sınırlı olduğundan, insanın gücünün üstünde bir eylemin gerekli olduğu bu şekildeki bir çağrıya karşılık vermesinin, akılcı ve olgusal bakış açılarıyla imkansız olduğu bilinmektedir.


b. Hızır veya Hızır-İlyas


Hızır-İlyas inancı, pek çok İslami ekolde mevcuttur. İnancın bir yansıması olarak da dilimizde “Hızır gibi yetişmek”, “kul sıkışmayınca Hızır yetişmez” gibi deyimler kullanılmaktadır. Bu inanca göre, yaşam suyu /ab-ı hayat içen Hızır ve İlyas ölümsüzdür ve farklı toplumsal algılamalarla birlikte, asıl olarak, Tanrı tarafından onlara, sıkıntı içerisindeki insanlara yardımcı olma ve bolluk-bereket verme görevi verilmiştir. Hızır ve İlyas birlikte anılmalarına rağmen, ayrı varlıklar olarak kabul edilmektedir. İkisinin ayrı varlıklar olarak kabul edilmesi durumunda da Hızır karada, İlyas da denizde görev yürütmektedir.316 Ahmet Yaşar Ocak, görev taksiminde Hızır’ın denizde ve İlyas’ın da karada hizmet gördüğünü belirtmekte ve şifahi veya yazılı efsane ve menkıbelere bakıldığında, bu görev taksiminin her zaman sabit kalmadığı ve ara sıra da olsa yer değiştirdiğini, yani Hızır’ın karada ve İlyas’ın denizlerde görev yürüttüğünün ifade edildiğini317 söylemektedir.

Allah’ın izni ile sıkıntı içerisindeki insanlara yardım eden ölümsüz varlıkların, karada ve denizde hizmet etmeleri olarak biçimlenmesi, insanların ulaşım yolları ile ilişkilidir. İnsanlığın teknik gelişimine paralel olarak ulaşım yolları da gelişmiş ve günümüzde hava yolu ulaşımı mümkün hale gelmiştir. Bu inançlar, tarihsel olarak insanların uygulamalarına göre ortaya çıktığından, havada sıkıntı içerisindeki insanlara yardımcı olacak bir varlık, bir inanç olarak benimsenmemiştir. Kur’an’da da, bu tarihsel uygulamalar dikkate alınarak, insanların ulaşım yollarının kara ve deniz olarak yer aldığı ve sıkıntılarının da bu alanlarla ilişkili olduğu anlatılmıştır.318

Bu inanç, asıl olarak Hızır-İlyas inancı şeklindeyken, halk arasında “hıdırellez” şeklinde telaffuz edilmektedir. Eskiden Ruz-i Hızır (Hızır Günü) de denilen Hıdırellez, halk arasındaki yaygın inançlara göre, Hızır ile İlyas’ın bir araya geldiği günün hatırasına kutlanmaktadır.319 Bu inanca bağlı olarak, Hızır’ın kendilerine yardımcı olduğuna ve uluların Hızır ile görüşmelerine dair pek çok söylence vardır. Hacı Bektaş Veli, çok zamanları Hızır ile buluşmaktadır. Bu buluşmalarının birinde Kayseri’nin yukarı taraflarında Saklan kalesi yakınlarında Hızır ile birlikte bir bostana girerler. Orada gezinirken bostancıyı görürler. Onlar buraya bahar mevsiminde geldiklerinden, bostanlar henüz kavun vermemiştir. Hünkâr, bostancıdan kendilerine kavun getirmelerini ister. Bostancı ise Tanrı izin verirse bitsin, olsun da ondan sonra yeriz der. Hünkâr, bostancıdan diktiği yeri dolaşmasını ister. Bostancı, bostan ektiği yere gittiğinde kokmakta olan olgunlaşmış üç kavun gördü.320 Bu söylencelerin tasavvuf içerisinde yaygınlaşması, Hızır ile görüşen kişinin, onun Allah tarafından kendisine verilen ledünni bilgiyi bu vasıta ile elde etmeleri amacına yöneliktir.

Aleviler, şubat ayının ortalarında üç gün “Hızır orucu” tutmaktadırlar ki, bu oruç kaynak itibarıyla Hz. Ali ve Hz. Fatma’nın bu günlerde oruç tutmalarına dayandırılmaktadır. Buna göre, Hz. Ali ve Hz. Fatma, oğulları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in hastalıktan şifa bulmaları için üç gün oruç adamışlar, oruca başlamışlardır. Birinci gün iftar edecekleri zaman kapıya aç bir yoksul gelmiş ve onlardan yiyecek istemiştir. Onlar, o günkü yiyeceklerini ona verirler. İkinci gün iftar vaktinde bir yetim kapıya gelir ve o gün de yiyeceklerini ona verirler. Üçüncü gün iftar edecekleri vakit ise, yiyeceklerini bir tutsağa bağışlamışlardır. Üç gün iftar etmeksizin aç kalmışlar, buna rağmen adaklarını yerine getirmişlerdir. Aleviler, onlara üç gün boyunca yoksul, yetim ve tutsak kıyafetinde gelenin Hızır Nebi olduğuna inanırlar ve Hızır orucunun bu nedenle tutulduğuna inanırlar.321 Alevilikteki bu inancın temeli, görüldüğü gibi İslam öncesi bir zamana dayanmamakta, bizzat Hz. Ali ve Hz. Fatma’nın uygulamalarına dayanmaktadır. Hızır orucu ile birlikte, dualarda “Yetiş Ya Hızır” gibi söyleyişler, Allah’tan başka bir varlığı yardıma çağırmak veya ondan yardım istemek anlamına gelmemektedir. Bu inanç açısından Hızır, Allah’ın ona özel bir görev vermesi nedeniyle bu görevi yürütmektedir. Dolayısıyla ihtiyaç içerisindeki insanlara yardımcı olan ve bolluk-bereket veren bizzat Allah’ın kendisidir.

Hızır inancını kabul edenler, bu inancı Kur’an’a atıfta bulunularak açıklamaktadırlar. Atıfta bulunulan ayetlerde, Musa322 ve genç adam323 arasındaki olay anlatılmaktadır. Musa ve genç adam, Allah tarafından kurtuluş ve onun katından ilim verilmiş olarak nitelenen bir kula rastlamışlardır. Musa, ona öğretilen ilimden kendisine öğretmesi için ondan izin istemiş ve o da Musa’nın sabredemeyeceğini ifade etmiştir. Bu kul, Musa’nın sabredememesinin nedeni olarak, olayların içyüzünü bilmemesi olduğunu söylemektedir. Musa, sabırlı olacağını ve hiçbir işte ona karşı gelmeyeceğini söyledikten sonra, bu kişi ile anlaşmışlardır. Musa ile birlikte gittiklerinde bir gemiye binmişler ve o kişi gemiyi delmiş ve Musa, onun bu yaptığı işin geminin içindekilerin boğulmasına neden olacağı için kötü bir iş olduğunu bildirmiştir. Bu kişi, Musa’ya sabırlı olamayacağı konusundaki sözünü hatırlatmış ve Musa da sabırlı olacağına dair tekrar söz vermiştir. Yürüyüşleri sırasında bir oğlan çocuğuna rastladıklarında, o kişi bu çocuğu öldürmüş ve Musa, tekrar yaptığı işin haksız yere birini öldürmek anlamına geldiğinden kötü bir iş olduğunu söylemiştir. Bir beldeye gittiklerinde yöre halkından yiyecek ve kendilerini misafir etmelerini istemişler ve yöre halkı bundan sakınmıştır. Alim kul, o yörede yıkılmak üzere olan bir duvarı doğrultuverir. Musa, yaptığı bu işten dolayı ücret alabileceğini söylemektedir.

Alim kul, Musa’ya, onun sabredemeyerek bilmek istediği olayların iç yüzünü açıklar. Gemiyi delmesinin nedeni, sağlam gemilere el koyan bir hükümdarın, yoksul insanların gemisine el koymaması; oğlan çocuğunun öldürülmesinin nedeni, inanmış olan anne ve babasını azgınlık ve küfre zorlaması; yöre halkı kendilerini misafir etmekten kaçındıkları halde, yıkılmak üzere olan bir duvarı doğrultmasının nedeni ise, iki yetim çocuğa babaları tarafından bırakılmış defineyi kendileri ergenlik çağına erdiklerinde çıkarmaları içindir.324

Kur’an’da anlatılan bu olayın yorumlanmasında, bu kulun kimliği ve yaptığı işlerin içyüzüne ilişkin belirlemeler yoruma etki edecektir. Bu kul, “Allah tarafından rahmet verilmiş” ve “O’nun katından ilim öğretilmiş” bir kişi olarak tanımlanmaktadır. Kur’an yorumcuları, bu kişinin ismini Hızır olarak belirlemektedirler.325 Kur’an’da, vahyin kendisi rahmet olarak isimlendirildiği gibi,326 Allah tarafından kendisine rahmet verilen insanlar da elçi olarak tanımlanmaktadır.327 Vahyin rahmet olarak isimlendirilmesi, onun insana kurtuluşun yollarını göstermesindendir. Rahmet kelimesi ile ilişkili olarak, inananların kurtuluşa erecekleri,328 inananlar kendilerine Allah’ın katından kurtuluş verilmesi için dua ettikleri,329 bazı fiillerin insanı kurtuluşa götüreceği330 vs. açıklanmaktadır. Bu anlatımlarda kurtuluşun Allah katından olması, Allah’ın fiili sonucunda kurtuluşun gerçekleşmesidir. Allah tarafından kurtuluşun verildiği kimseler, diğer anlatımlarda kendilerine kurtuluşun yollarını gösteren vahiy indirilmesi nedeniyle, elçiler olarak da açıklanmaktadır.

Bu kulun, Allah’ın insanlara gönderdiği bir elçi olduğuna, bu kişinin gerçekleştirdiği olayların içyüzünü açıklarken, “bu olayları kendi görüşüme göre yapmadım” sözü de işaret etmektedir. Allah’ın elçileri, O’nun emirlerini uyguladıklarından, bir kimsenin hangi fiilleri işlediğinde öldürüleceğini de, Allah’ın kendisine indirdiği vahyin belirlemelerine göre yapmaktadırlar. Bu kişi tarafından öldürülen çocuk, gelecekte anne ve babasını azgınlık ve inkara zorlayacağı nedeniyle değil; öldürüldüğü andan önce bu fiilini gerçekleştirdiği için öldürülmüştür. Arapça ğulâm sözcüğü, ergenlik çağına erişmemiş çocuk anlamında değil, ergenlik çağına eren genç anlamındadır.331 Dolayısıyla bu genç, kendi inançsal kimliğinden dolayı değil de, başkalarını azgınlık ve inkara zorlamasından ötürü öldürülmüştür. Zorlama fiilinin şimdiki zaman kipinde kullanılması, bu fiilin o anda işlendiğine delalet etmektedir.

Kur’an’da bu kıssanın anlatılmasının nedenini, bu kıssanın ana temasını ortaya koymakla tespit edebiliriz. Bu ana tema, insanlara sıkıntı anında yardım eden beşeri suretteki veya insanlar tarafından insan biçimci bir tarzda biçimlendirilmiş bir varlığın olduğunu bildirmek değildir. Çünkü bu anlatımlarda, bu kişinin kimliği ve özellikleri hakkında herhangi bir bilgi verilmemekte; fiilleri hakkında bilgi verilmektedir. Bu kişinin yaptığı olaylar ve bu olayların içyüzüne ilişkin açıklamaları, insanlarla ilişkili olarak ilahi emirlerin uygulanmasından ibarettir. Fakat bu anlatımda, olayları gerçekleştiren kişiyle ilgili anlatımlardan çok, bir elçi olarak Hz. Musa’nın beşeri niteliklerinin açığa vurulması, daha çok önemsenmektedir. Gerçekleşen her olayın ardından onun, verdiği sözü yerine getirmeyerek, olayların içyüzünü öğrenme isteği, tamamen beşeri bir niteliktir.

Bu kıssanın kaynağının Gılgamış destanı, İskender Efsanesi ve Yahudi efsanesi olduğuna dair görüşler olmakla birlikte,332 vahyin indiği dönemde bu kıssanın Araplar arasında bilindiğinde şüphe yoktur. Kur’an’ın anlattığı kıssalar, genel olarak, vahiy gelmeden önce de Araplar arasında bilinen kıssalardan oluşmaktadır. Ocak’ın da ifade ettiği gibi, Kur’an, tarihi bir olayı anlatmak için değil, bir mesaj vermek için bu kıssayı kullanmıştır.333 Fakat Ocak’a göre bu kıssada verilen mesaj, ilahi takdirin sırrını insan aklının kavrayamayacağıdır. Bununla birlikte, gerçekte bu kıssada ilahi belirlemelerin insan tarafından kavranamayacağı ilkesi değil, olayların nedenleri konusunda bilgi sahibi olmayan bir elçinin, bu nedenler konusunda bilgi sahibi olan diğer bir elçinin bilgilendirmesine ihtiyaç duyduğudur. Bu nedenle de kıssada, Allah’ın kendi katından ilim verdiği kişinin davranışlarından çok, Musa’nın davranışlarının çözümlenmesi önemlidir.

İnsanın, ihtiyaç sahibi bir varlık olduğunda şüphe yoktur. Onun, sıkıntı anında çağırdığı ve yardım istediği varlık, gerçekte Tanrı’nın kendisidir. Kur’an da, Allah’ın insana yakın olduğunu ve onu çağıranların çağrısına icabet edeceğini bildirmektedir.334 Nitekim “De ki: Karanın ve denizin tehlikelerinden sizi kim kurtarır ki? O'na gizli ve boyun eğip yalvararak «Eğer bizi bundan kurtarırsan and olsun şükredenlerden olacağız» diye dua edersiniz.”335 ayetinde, insanın karşılaştığı tehlikelerden ötürü doğrudan Tanrı’ya yalvarması istenmektedir. Aynı şekilde, “Allah’tan başka çağırıp, sığındığınız şeylerin hepsi, hiç şüphe yok ki tıpkı sizler gibi yaratılmış varlıklardır: eğer doğru sözlü kimselerdenseniz, haydi onları çağırın da dualarınıza icabet etsinler!336 ayetinde de Allah’tan başka çağırılan varlıkların, insanlar gibi Tanrı’ya muhtaç varlıklar oldukları ifade edilmiştir. Bu anlatımlarda, insanların kendilerini tehlikelerden kurtarmak için yalvardıkları ve kendisine sığındıkları varlıkların, onların tapındıkları ve ilah olarak kabul ettikleri varlıklar olduğunda şüphe yoktur. Fakat Hızır-İlyas inancında, bu varlıklar Allah’tan aldıkları bilgi ve onun izni ile ihtiyaç içerisindeki insanlara yardımcı olmaktadırlar.


Yüklə 1,26 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   13   14   15   16   17   18   19   20   ...   47




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin