T. C. İStanbul 13. AĞIr ceza mahkemesi



Yüklə 0,58 Mb.
səhifə4/7
tarix02.11.2017
ölçüsü0,58 Mb.
#27166
1   2   3   4   5   6   7

Sanık Oktay Yıldırım söz istedi, verildi:" Sayın Başkanım, yaklaşık 41 ay oldu ben tutuklanalı. Konuşmaya nereden başlamak lazım neyi anlatmak lazım açıkçası onu saptamakta çok zorluk çekiyoruz. Çünkü bu geçen zaman içerisinde anlatmadığımız söylemediğimiz bir şey kaldı mı bizde bilmiyoruz kalmadı. Davanın bu ülkedeki hukuk sistemini ve mahkemeyi ne hale düşürdüğünü mü anlatsak, ülkenin kendisini ne hale düşürdüğünü mü anlatsak, neresinden başlasak bilmiyorum. Şuna dikkatinizi çekmek istiyorum Sayın Başkanım, bakın burada yaptığımız yargılamada biz bir şey yapıyoruz biz fiili ve eylemi sorgulamıyoruz biz süreci sorguluyoruz, zamanı bir düzlem olarak düşünün Sayın Başkanım düz bir çizgi olarak düşünün. O çizginin sonu da suç oluşturan fiil olsun suçun eyleme dönüştüğü fiil olsun o çizginin başında da bir adam olsun bir yere gitsin çizginin biraz ilerisinde birisiyle buluşsun suç mudur? Değildir, biraz daha ilerlesin zaman çizgisi o adamla bir kere daha karşılaşsın bir kere daha toplantı yapsın bir kere daha otursun suç mudur? Hayır değildir. Biraz daha ilerletin bu çizgiyi başka bir şey daha yapsın suç olmayan suç mudur? Değildir biz neyi sorgulamalıyız o çizginin sonundaki suçu oluşturan eylemi sorgulamalıyız. Ha bu çizginin o suç eylemine varıncaya kadar ki bölümleri eğer suç gerçekse suç gerçekten o kişiler tarafından işlenmişse. Ancak o suçun varlığını destekleyici karineler olabilir tanık bile olamaz karineler olabilir ancak. Şimdi burada hayali bir suç var, suçu işleyen belli, suç belli, fakat biz bu suçu hayali kişiler üzerine atarak fiilide bırakıp o sürecin ta başına dönüp 2 kişinin birbiriyle konuşması üzerinde yoğunlaşıyoruz. Sorular bunlar, filancayı tanıyor musun, tanıyorum size ne, falan yere gittin mi, gittim kimine suç mu? Hayır, ama insanlar öyle bir noktaya geldi ki Sayın Başkan, öyle bir noktaya geldi ki insanlar artık suçun oluştuğu o zaman çizgisinin sonundaki eylemi konuşmuyor o, oraya gitmiş olması da iftira o kişiyle konuşmuş olması da iftira ama iftiradır kendi şalınla dolaş oyna demiyor, diyemiyor artık insanlar. Hayır, gitmedim hayır konuşmadım bunu ispatlamaya çalışıyor insanlar ve ola ki hasbelkader savcılık makamı o 2 kişinin birbiriyle görüştüğüne dair bir tek imaya rastlasa bir tek imaya rastlasa eylemi oluşturan suçu oluşturan eylemle hiç kimse ilgilenmeyecek Sayın Başkanım, ona gerek kalmayacak çünkü. Suç teşkil etmeyen bir karşılaşma bir konuşma doğrudan o eylemi yapmış olduğu yolunda hüküm kurmaya karine sayılacak iş o noktaya dönüştü artık, sorulan sorular bunlar. Bütün sorular şunun üzerine toplanmış sayın üyeler ve savcılık makamı Alparslan Arslan içki içiyor muydu? Sanane, sanane Alparslan Arslan’ın dini eğilimleri yoğun muydu? Kime ne günde 2 şişe şarap içen bir adamın başörtüsü yüzünden adam öldüremeyeceğine dair hukuksal bir karine var mı? Ben size bir örnek anlatayım; Neyzen Tevfik bir gün büyükte bir mutasavvıftır, bir gün Allah’a sitayiş ederken şöyle demiş; Ey demiş büyüklüğüyle övünen, şu halime bak da büyüklüğünden utan yanındaki arkadaşlarından biri dürtmüş hemen manyak mısın demiş Neyzen ne biçim konuşuyorsun çarpılırsın demiş. Sanane lan demiş ben o kapının köpeğiyim, ister çemkiririm, ister yamanırım demiş, her gün şarap içen bir adam. Şimdi iş öyle bir noktaya geldi ki biz oturduk işi gücü bıraktık bütün sorular bunun üstüne kurulu, Alparslan Arslan namaz kılar mıydı? Kaç gün önce başladı namaza, 6 ay önce mi başladı 1 sene önce mi başladı. Size ne size ne o belki takla atarak ibaret ediyor, size ne kime ne buradan nasıl bir karine oluşturacaksınız, ha buradan şu çıkacak; hükümeti kurtaracak cinayet dini motivasyonlarla işlenmemiştir. Çünkü o adam içkicidir çünkü o adam keştir sonucu çıkarılacak bütün sorular bunun üzerine kurulu herkese Alparslan Arslan içki içer miydi? Kaç gün önce namaza başladı, şöyle miydi böyle miydi. tanık cevapları da standart gelen Süleyman Esen efendim safın tekiydi çok saftı. Hiç böyle şeyleri olmazdı, yani içki içmezdi ama oturur kağıt oynardık falan tanık cevapları da tamamen Süleyman Esen’i korumaya yönelik. Bu o kadar kolay görünüyor ki Sayın Başkanım o kadar bariz ortadaki bu artık biz burada Alparslan Arslan’la veya Osman Yıldırım’la bizim ilişkimizi konuşmuyoruz artık. Bizim iddia edilen ilişkimizi bir ilişkimiz var mı yok muyu konuşmuyoruz bu oradan çıkalı çok oldu. Hatta belki de hiç o düzleme girmedi bu o ilk günden itibaren belliydi, mahkeme öyle bir duruma düştü ki artık eylemleri meylemleri konuşmuyoruz bunları konuşuyoruz. Şimdi en son bir Ataşehir keşfi yapıldı Sayın Başkanım. Sayın Başkan, bu olur mu ya bu anlatılır Sayın Başkanım siz bunu kimi anlatabilirsiniz, benim avukatıma niye yazmıyorlar biz Ataşehir’e keşif yazmaya gideceğiz ey avukat gel de müvekkilinin haklarını kolla diye niye yazılmıyor savcı nasıl teklif edebiliyor o arabanın içinde devletin hakimine sayın hakimim gel biz bulamadık ama şu eve gidelim diye nasıl yapıyor bunu. Biz burada bas bas bağırdık zamanında bomba bomba bo… Nerde kim imha etti kardeşim bu bombaları bu kararı nasıl verdiniz dedik, kimin haberi var bu karardan benim bunu görmeye hakkım var, o delil torbası açılırken müvekkilim, avukatımın orada olmaya hakkı var, imha kararı verdiğinden avukatımın haberi olmak zorunda, itiraz etme hakkı var. Parmak izi incelemesi yapmamışsın, avukat görmemiş, imha kararı veren hakim görmemiş, bir tane holdingin bahçesinde 2 tane polis masa başında bir tutanak tutmuşlar biz bunları imha ettik, nasıl benziyor değil mi Sayın Başkanım. Benim avukatlarım o gün gelip Beşiktaş Adliyesinin kapısında nöbet tutamadığı için ondan haberdar olamadılar. Avukat Zeynep Küçük gelip burada nöbet tutmasaydı bu keşiften de kimsenin haberi olmayacaktı. Gazeteciler evin önünde pusuya yatmış, polis orada pankart açmış neredeyse, Osman bak biz buradayız. Osman Yıldırım gelecek evi bulacak ondan sonra orada bir şov Osman Yıldırım evi gösterdi falan. Zavallıca çabalar bunlar başkanım yazık yazık ayıp. Şimdi biz burada aylarca 41 aydır tutukluyum 2 yılı geçti biz burada size yoku anlattık Sayın Başkanım, yoku anlatmaya çalıştık biz burada bir imkansızı yapmaya çalıştık yok nasıl anlatılır. Osman var ya size yoku gösterdi aldı bu muteber Osman, tamam mı aldı bir ifade verdi bu dedi ki; ben dedi biliyorum dedi koca devlet koca devlet düştü bu Osman’ın peşine bak şimdi ben size bir şey söyleyeyim Sayın Başkanım. bakın, bir şey okuyayım ben size bu muteber Osman burada çıkartmışız zamanında, 12 Mart 2008 de diyor ki; dubleks villalar, gizli tanık 9 diyor ki; dubleks villalar, aynı ifadenin 132. sayfasında diyor ki; villa değil diyor site diyor ki; ikili daireler vardı karşılıklı, 122. celsede diyor ki; yine villa diyor aynı celsede diyor ki; yok bu defa site değil diyor tekrar vazgeçiyor siteden villa villa diyor tamam mı Sayın Başkanım, 125. celsede tekrar bu defa diyor ki; dubleks diyor yeni yapılan dubleksler diyor. Bu defa bir sayfa sonra diyor ki, 3 katlı, 2 katlı, 4 katlı yani 3 ay mı desem, 3 gün mü desem, 3 yıl mı desem böyle bir şey yerseniz. Bir soruyoruz burada o da nasıldı ev nasıldı, falan filan dubleks olduğunu kanıtlayabilmek için burada bana cevap veriyor oturduğum odanın diyor balkona açılan kapısı var mıydı yok muydu bilmiyorum diyor şeye mutfağa açılan kapısı yani dubleks evlerde mutfak genelde salonun orta yerinde olur oradan bir giriş çıkış olur falan ya ona şey yapmak için. Devam ediyor Osman Yıldırım ondan sonra tekrar geliyor bir daha diyor ki; hayır siteydi falan bu adamın ifadelerine güvenerek siz koca devlet düşüyorsunuz Sayın Başkanım bu adamın peşine sonra bu adam bu evden de vazgeçiyor burada yok diyor o ev değildi diyor 2. bir ev vardı diyor düşüyorsunuz kilometrelerce koca devlet orada yol geziyor Sayın Başkanım. Onun sonucuna gelmeden sonra burada bütün o fiyaskodan sonra bütün o utançtan sonra Savcı Fethullah Kaya’ya soruyor; Recep Özkan'ın diyor hangi evine gittiniz diyor, Sayın Başkanım Recep Özkan'ın diyor hangi evine gittiniz diyor Fethullah Kaya’ya soruyor burada. Yazıktır ya devletin Savcısına yazıktır Sayın Başkanım vallahi yazıktır, burada sonra Osman bize yoku gösteriyor size yoku böyle çatır çatır gösteriyor size bütün mahkemeye Türk hukuk sistemini oradaki hakime, savcıya herkese. Sonra biz yokun komşularını dinlemeye başlıyoruz Sayın Başkanım, yokun komşusu bunlar. Şimdi bu adam burada dedi ki; o ev değildi dedi 2. bir ev vardı dedi başka bir ev, ve buna itibar edilerek o 2. evi dedi elimle koymuş gibi bulurum buna itibar edilerek gidildi keşif yapıldı. Şimdi eğer biz Osman Yıldırım’ın 1. beyanına itibar ettiysek yani Recep Özkan'ın evini kastettiğini itibar ettiysek bir o keşfe niye gittik niye gidildi o keşfe. Yok, 2. beyanına biz itibar edip o keşfe gittiysek bize 2. bir gösterecek şeyiyle umuduyla gittiysek o komşular neyin nesiydi niye dinledik o karardan neden rücu edilmedi. Adam burada ayan beyan kalktı dedi ki; bu ev değildi başka bir evdi dedi bende onu elimle koymuş gibi gösteririm size dedi, polisler orada pankart açtılar basın pusuya yattı, şurada her söylediğimi tam tersinden yazan adamlar bunlar her söylediğimizi tam tersinden yazan adamlar pusuya yattı. Bulunamadı biz niye dinledik o komşuları geldi buraya bir kadıncağız. Sayın Başkanım o kadın burada hüngür hüngür ağladı ben tanımıyorum bu adamların hiçbirisini görmedim diyor kadın, kadına soruyor kafasında şapka vardı diyor kadın, saçı ne renkti diyor. Şapka vardı kafasında şapka görmedim, şapka ucu görünüyordur belki saçının zorla belki Veli Küçük’e benzer. Belki ucundan çıkarırız bir ima alırız belki, Sayın Hakim soruyor; biz bu soruyu bilgisayarda Excel programına sorarız, bir liste hazırlarsınız rakamları yazarsınız, sorarsınız size yüzdesini verir Excel programı o rakamları kıyaslar birbiriyle yüzde kaç benziyordu diyor otomasyon sistemi mi bu kadın Sayın Başkanım. Bu kadın böyle bir rakam verebilir mi, burada diyor bu kadın ben yüzde rakamı vermedim bunu polis eklemiş diyor. Böyle bir şey veremem ben yani ben şimdi şurada herhangi birisinin suratıyla Türkiye’nin en ünlü ressamlarından birisidir Nurettin Orhan, rahmetli oldu benim öğretmenimdir ben onun atölyesini girmeye izin verdiği nadir birkaç öğrencisinden biriyim böyle karakalem falanda çalışırım. Hakikaten bir fotoğrafınızı herhangi birisinin fotoğrafını önüme koysanız ben fotoğrafın üzerinde yüzde 50 oranında yüzde 40 oranında oynama yapsam sizi temin ediyorum o fotoğrafı Bülent Ersoy’a benzetirim ben. Yüzde 40’la Bülent Ersoy’a benzetirim ben o fotoğrafı böyle bir şey var mıdır? Burnu benzemiyorsa o adam değildir tanıma ve teşhis güvenlik birimlerinde bir kurstur bir uzmanlıktır, alnı üst dudağı, çenesi, bunlardan biri benzemiyorsa o adam değildir. Ama yüzde kaç benziyordu diye sorduğunuzda, otomatik olarak benziyordu algısını kabul etmiş olursunuz benzemenin oranını belirlemiş olursunuz. Biz ne diyelim buna çok zekice bir hilemi mi diyelim ayıp mı diyelim Başkanım ne diyelim biz buna. Gözlerim aynı renktir ama benim burnum Gargamel burnudur, aynı adam değilimdir ben. Ama çaba şuysa eğer bunu anlayabilirim o iki evden birinden hangisi uyuyorsa onu uyduralım yani gidelim Osman’la o evlerden hangisini gösterirse bir tanesinde karar kılarız. Evde mi gösteremedi komşuları dinleyelim belki onların ağzından imalı bir şeyler duyarız. O da olur yani imalı şöyle bir baksa ya bu adam andırıyordu dese o da olur mu amacımız bu mu bizim Sayın Başkanım. Bomba davası mahkemenizden tefrik edildi Sayın Başkanım ben burada 1000 sayfalık bir kitap tutarında konuştum bunun 420 sayfasını yazdım onu gideceğim o mahkemede yine konuşacağım onları Sayın Başkanım nasıl parmak izi raporu 3 gün sonra çıkıyor nasıl jandarma kriminal raporu, bunların hepsini tek tek konuşacağız burada değil artık onu konuşmayacağız burada. Burada neyi konuşacağız ben Osman Yıldırım’la bir yerde oturdum mu, Osman Yıldırım’a talimat verdim mi, bomba verdim mi, Danıştay cinayetine giden adamları ilişkim var mı benim bunlarla onu konuşacağız değil mi Sayın Başkanım. Bir de burada bir Ergenekon örgütü var mı ben onun üyesi miyim ve bütün bu ifadeleri şeylerin iddiaların yegane kaynağı Osman Yıldırım’ın ifadesi. Osman Yıldırım muteber adam, polis Osman’ın ifadelerine dayanarak 2007 yılında dayanıyor Ataşehir’in kapısını 2007, bu kışta olabilir yazda olabilir güzde olabilir tarihini hatırlamıyor. Ama kesin 2007’ydi diyor; oradaki komşu hayırlı olmuş yani komşuyu dinlediğimiz doğru değil ama hayırlı olmuş 2007’de polis dayanmış oraya o kapıya. Bu durum polisin nasıl büyük bir rahatlıkla soruşturma Ergenekon olduğu zaman ben hakimi de savcıyı da sinkaf ederim demesini açıklıyor Sayın Başkanım işte. Açıklıyor yani polis kafaya koymuş, bu durum Savcı Zekeriya Öz’ün ben 12 Haziranda gözaltına alındım 15 Haziranda Ankara’dan Danıştay dava dosyasını niye istediğini açıklıyor. 15 Haziranda dava dosyasını istiyor Savcı Zekeriya Öz müneccim mi savcı. Bu durum savcının polislerle beraber bütün yasaları çiğneyerek Sincan Cezaevine geceleyin gidip gece tutukluları sizi revire götüreceğiz diye kandırıp odalara gelip onlarla nasıl ilişki kurduğunu nasıl bugüne gelen sürecin taşlarını döşediğini açıklıyor Sayın Başkanım. Bu hepsini açıklıyor işte ve bunun gibi açıklayan bir sürü burada olay var. Ama biz bunların hepsini anlattık Sayın Başkanım, ne hikmetse biz şey olamadık bu burada bir ikna duvarını mı yıkamadık, başka bir bizim aşamadığımız bir şey mi var bilmiyorum yani 41 ay 41 ay Sayın Başkanım adam öldüren çıkıyor 41 ay. Ondan sonra ne oldu biliyor musunuz, biz bunları size anlatamadık Osman yoku da gösterdi yetmedi Osman bizi yumrukladı sonra siz anlamıyor musunuz dedi bak ben size bi anlatayım dedi Osman yolda Doğu Perinçek’i yumrukladı. Ben Doğu Perinçek’le burada en fazla fikri tartışmaya giren adamlardan biriyim yazılarımızla birbirimizi eleştiririz, çok büyük bir zevkle yaparız bunu. Onu tanıdığım her dakikadan onur duydum, ne dedi biliyor musunuz; o yumruğu yedikten sonra ne dedi biliyor musunuz, dağda dedi Mehmetçik ölüyor dedi ya dağda asker kurşun yiyor dedi ben burada bir yumruk yemişim çok mu ne olacak. O yumruk size atıldı, bize atıldı, o yumruk mahkemeye atıldı, o yumruk Doğu Perinçek’e atılmadı ki Sayın Başkanım. Ama bizim bunu anlamamız gerekirdi nereden anlamamız gerekirdi biliyor musunuz, savcının korumasının şurada Türk askerini dövdüğü gün bizim bunu anlamamız gerekirdi. Ha bu süreç nereye gidiyordu dememiz gerekirdi, o polis burada o askere giriştiği gün bizim onu anlamamız gerekirdi Sayın Başkanım, biz anladık da zaten, anlattık da sonra Osman yumruk attı. Şimdi memleketin geldiği duruma bakınız ve bu Osman Yıldırım’ın şeyleri ifadeleri ne kadar muteberse bakın buraya çıkarttım tek tek anlatmayacağım size artık ben yoruldum bunları işte 12 Martta diyor ki; Muzaffer Tekin’in koruması verdi, 3 sayfa sonra kendisi verdi diyor, sonra diyor ki; Veli Küçük verdi, ondan sonra tekrar diyor Muzaffer Tekin verdi öbürü talimat verdi, sonra diyor ki; bizzat Oktay Yıldırım verdi bombaları, sonra tekrar diyor ki; hayır diyor Veli Küçük verdi, böyle bir reza… Bunu nasıl anlatayım burada işte Sayın Başkanım burada, burada şu kadar ben bunu anlatmayacağım artık siz bunu dinlediniz Sayın Başkanım bu muteber adam bu adamın beyanları ifadeleri koca devleti peşine taktı keşfe götürdü bu adamın beyanları ifadeleri bizi burada tutuyor. Bu adam yumruklarını biz muhatap oluyoruz burada, bu adamın tekmelerine Mehmetçik burada muhatap oluyor dışarıda da Mehmetçik bu devleti bölmek isteyenlerin tekmelerine, alçakça saldırılarına muhatap oluyor Sayın Başkan. Türkiye Cumhuriyetinde bir tane adam kalması bunu savunacak, ben bunu ölünceye kadar savunacağım. Şimdi Ogün Samast şey olmuş çocuk yasasından yararlanacakmış Sayın Başkanım, taş atan çocuk sınıfına girecekmiş Ogün Samast. Ogün Samast ne yaptı biliyor musunuz, Hrant Dink’i öldürdü, ben ne yapmıştım biliyor musunuz, Hrant Dink’in Türklüğe hakaret ettiği bir davaya müdahil olmuştum ve bu mahkeme huzurunda şöyle demiştim; Ogün Samast, Hrant Dink bugün mezardan kalksa Türk milletine aynı hakareti gene etse ben bugün yine gider o mahkemeye müdahil olurum. Ben bugün o dava açılmamışsa bizzat kendim gider açarım ama dava açarım, dava ederim onu Ogün Samast Hrant Dink’i öldürdü, 19 Ocaktı Sayın Başkanım ben 20 Ocakta, 20 Ocakta Yeni Hayat Dergisinde yayınlandı bakın bu yazı, ben ne yazdım biliyor musunuz? Ben şöyle yazdım; Hrant Dink vuruldu başına 4 el ateş edilerek gazetesinin önünde vuruldu. Elbette çok üzüldüm Hrant Dink’in vurulmasının hem de bu ülkede vurulmasının doğuracakları sonuçları tahmin edebildiğim için çok üzüldüm. Bu ölümün bu ülkeye verebileceği zararı bildiğim için çok üzüldüm, benim kaygım, marjinalleştirilmeye çalışılan milli duruşla ilgilidir. Benim kaygım, bundan sonra oluşacak olan tüm milli tepkilerin bu tramvaya takılıp kalacağıyla ilgilidir. Benim kaygım namus bayrağını taşıyan namussuzların namus kavramına zarar vermesiyle ilgilidir. Benim kaygım bu olaydan önce neredeyse suç sayılan ben Türküm cümlesinin bu olaydan sonra belki de en provokatif cümle olarak algılanabileceğiyle ilgilidir. Bu ortamı fırsat bilen millet ve vatan düşmanlarının ise pervasızlık sınırlarının nereye kadar genişleyeceğiyle ilgilidir ve sadece sonunda şu bölümü okuyayım. Şimdi Irak’taki Türkmen katliamına gösterilecek tepki bu tramvaya takılacak. Kıbrıs için oluşmaya başlamış olan hassasiyet bu olaya kurban edilecek. Türk varlığı için söylenecek her söz ve yazılacak her kelime derhal Şişli’deki kanlı sokağın müsebbibi olması suçlamasıyla karşılaşacak. Hrant Dink vuruldu ve öldü. Basılan bu düğmeden sonra ölecek her şey için ölecek Türk ulusunun başı sağ olsun. Bu ölümden ve bundan sonrakilerden kim nemalanacaksa onlar sevinecek, mutlu olacak biz çok üzüldük. Çünkü kayıp çok büyük olacak Hrant Dink’ten daha büyük olacak bu kaybı önlemek için sessizce toprağa düşen kahramanlar ise ölmeye devam edecek sessizce Türk ulusu basın sağ olsun. Şimdi o kahramanlara fuhuş çetesi, suçlamasıyla Sayın Başkanım baskınlar yapılıyor, her gün gazetelerde sayfa sayfa manşet manşet ve demişim ben sizin bu kitabı okuduğunuz tarihte yaşananları tanık olduğunuz hukuk katliamını dahi o zamandan görüp yazmışım işte bugün, Atatürkçüyüm, milliyetçiyim, AB’ye, ABD’de mandasına karşıyım diyenler derhal Ergenekoncu diye yaftalanarak sabaha karşı evinden alınmıyor mu. Sayın Başkanım, Ogün Samast serbest kalacak, Ogün Samast, Hrant Dink’i öldürdü. Ben Hrant Dink’in ölmesini istemezdim Hrant Dink’in söylediği sözden dolayı utanarak özür dilemesini isterdim Türk milletinden ben bu yaşıma kadar Türk milletinin ekmeğini yedim beraber yaşadık. Bu kastını aşan bir sözdü demesini isterdim, bunun için uğraştım ama o gitti Hrant Dink’i öldürdü o şimdi serbest kalacak biliyor musunuz. Çocuk o yargılayacaklar onu taş atan çocuklar, geçen gün polisi vuran çocuk taş attığı için serbest bırakılan çocukmuş biliyor musunuz. Yarın Osman Yıldırım’da serbest kalacak yarın Osman Yıldırım da bu davada şu kadar tutukluluk, bu kadar tutukluluk diye serbest kalacak Sayın Başkanım. biz çünkü rehineyiz KCK, PKK, Kürdistan projesinin rehinesiyiz biz bak adam çıkmış orada diyor ki Sayın Başkanım, ben diyor Kürdistanı kuracağım diyor. Bayrağını da sallandıracağım diyor biz bunların hiçbirisini söylemedik Sayın Başkanım. Adam diyor ki; cumhuriyet rejiminin bu ülkeye dayattığı zulüm bu hale getirdi bizi diyor, diyor ki; 2. cumhuriyetin kurulacağı bu dönüşümü anlamayan statükocular diyor, herkes ikiye bölündü Sayın Başkanım bir hukukçu Anayasa Mahkemesi Başkanı da çıkıyor diyor ki; statükonun kibirli temsilcileri diyor, bakar mısınız hukukçular bölündü hukukçular doktorlar bölündü. Ben burada 2,5 yıldır uzun oturduğum zaman çok yoğun ağrılara muhatap olmak zorunda kalıyorum ve ara ara yürüyorum siz bunu biliyorsunuz, gidiyorum çok daraldığım zaman bir iğne vurduruyorum kendime ve devam ediyorum sürece. Çünkü artık tamamen kaslar yok oldu neredeyse geçen gün yine 19 Ekimde dayanılmaz hale geldi ağrılarım akşama doğru, ben yine doktora gittim Sayın Başkanım. Nasıl karpuz gibi bölünmüşüz ortadan ikiye bir doktor ne hale gelmiş onu anlatıyorum size, anlattım uzun bir hikaye özetleyerek dedim ki; hocam sadece bir iğne vurun ağrı kesici adını da söyledim bir de etkisini gösterene kadar 10 dakika o şeyin ambulansın sedyesinde yatayım sonra duruşmaya geleceğim. Beni bir odaya soktular doktor, doktor dedi ki sizin durumunuz ambulansta yatmayı gerektirecek bir durum değil peki iğneyi nerde vuracaksınız dedim, buradakiler dedi iğnenin vurulacağı bir yer tesis etmemişse bu benim sorunum değil dedi. O tahtanın üzerine yatıp orada iğne, ben dağda ayakta da iğne vurdurdum Başkanım şöyle 45 derece eğildim doktor geldi pantolonun üstünden vurdu iğneyi ama ben o intikalden geriye kalmadım onu yapardım da doktor böyle dedi Sayın Başkanım. Kendi kendime dedim ki senin vuracağın iğnenin de, senin doktorluğunun da, bıraktım çıktım 10 dakika sadece orada uzanacağım ve iğne vuracak nefret ediyor adam nefretle bakıyor adam bana. Ben 40 yaşındayım hayatım boyunca asker eğittim insanların bakışlarından ne dediklerini anlayabilirim ben. Benim sorunum değil diyor senin iğne vurduracak bir yer burada olmaması durumunuzda diyor; ambulansta yapmaya uygun değil, gaddarlığa bakar mısınız, jandarma geldi biz güvenliğini sağlarız dedi. Size bir şey olmaz biz güvenliğinizi sağlarız dedi, sonra beni ikna ettiler ve ben iğnemi vurdurdum sadece Sayın Başkanım. Doktor bu doktor, bu kafa bir de hakim oluyor işte bu kafadan polis var Sayın Başkanım, bu kafadan gazeteciler var, geldiğimiz duruma bir bakar mısın ülke ikiye bölündü Sayın Başkanım. Zekeriya Öztürk çıkıyor burada anlatıyor, ne işe yarayacaksa efendim 350 tane telefon varmış gibi göstermiş hakimde aslında 9 telefonmuş da falan filan Oktay Yıldırım çıkıyor, Avukat Zeynep Küçük çıkıyor efendim telefon irtibatları şöyleymiş de bunu gösteriyormuş da neyi değiştirecek ki, neyi değiştirecek neyi değiştirdi Başkanım bugüne kadar. Olmayan dava dosyaları üzerinden karar verilmiş mahkeme kararları gösterdik size sahte mahkeme kararı gösterdik neyi değiştirdi. Polis pazarlık yapıyor biz bu tutanağa şurada tutarsak mahkemede ne açıklama yaparız diyor, o da diyor; siktir et boş ver diyor bir şey söyleriz diyor sinkaf ederiz diyor gerekirse bunları dinlettik size neyi değiştirdi Sayın Başkanım, neyi değiştirdi 5 yaşında benim oğlum 5 yaşına geldi benim oğlum. Şimdi Türk ordusu fuhuş çetesi muamelesi görüyor, basında perde perde manşet manşet alçakça ve hayasızca bir saldırı aynı basın burada şuanda konuştuğumu 180 derece çarpıtarak yazacak ve Adalet Bakanı çıkacak şöyle diyecek Sayın Başkanım; Şamil Tayyar’ı veya bir başkasını kurtarmak için o gazeteciler için yeni yasa hazırlığı yapıyoruz diyecek, diyecek ki bunlara sövün iftira atın biz sizi kurtaracak yasaları da çıkarırız diyecek işte bu hale geldi Sayın Başkanım bu ülke. Son bir cümle kuruyorum Sayın Başkanım, halk artık duyduğunu gördüğünü anlayamaz duruma geldi halka gözlerine kulaklarına ve aklına ihanet etmesi telkin ediliyor ve halk ne yazık ki bunu yapıyor ne acı ki bunu yapıyor. Türk milleti muhatabı olduğu hedefi olduğu her gün saldırısını uğradığı alçakça bir savaş karşısında savaşmadan kaybetmeyle mahkum ediliyor savaşmadan, kendini savunmadan kaybediyor Sayın Başkanım Türk milleti. Bu savaşın farkında bile olmaması sağlanarak bu savaş değil diyorlar sırtında toz var biz o tozları alıyoruz vururken öyle diyorlar Sayın Başkanım. Ben artık bu mahkemede bu kadar kanıt belge ortaya konduktan sonra duruşmaların başında lehime tanıklık edeceğini duyurduğum insanların yapacakları hiçbir tanıklığın Osman Yıldırım gibi bir adamın bu mahkemede gördüğü itibar karşısında kıymeti harbiyesi olmayacağına inandığım için o tanıklıkların artık hiçbir anlamı olmadığına inandığım için onların tanıklıktan feragat etmelerini istiyorum. Hiçbir tanığım yok benim Sayın Başkanım bu mahkemede dinletecek hiçbir tanığım yok onlara da bildireceğim bunu beni sabırla dinlediğiniz için size çok teşekkür ederim Sayın Başkanım sağ olun.”

Sanık Mehmet Demirtaş söz istedi, verildi:"Değerli Başkanım, beyanıma geçmeden önce bir serzenişim olacak. Ben sizin çocuğunuz yaşındayım ama çocuk değilim, biliyorum ki mahkememiz asla geri dönmüyor ama sıkıntı şu biz bir santim ileri gidemiyoruz başkanım siz bize gözlüğünüzün üzerinden böyle hafif baksanız biz buna alınıyoruz Başkanım, alınıyoruz. Niye çünkü bizim de yaşımız 40’a geldi artık az çok nerede nasıl oturulur nasıl kalkılır bu bilinçteyiz bunu bilebiliyoruz. Sürekli söylüyorum ben bir çobanım ama oturup kalkmamı bilirim siz yarım baksanız bize yeter Başkanım. Bize bana daha doğrusu kabadayılık yapma diyorsunuz ben kimim ki kabadayılık yapayım Sayın Başkanım, kabadayılık son dönemde siyasette konuşulan bir kavram haline geldi. Şimdi büyük siyasetçimiz kabadayılık yapmasınlar tahliye keyfini sürsünler demiş ve eklemiş çıkıp konuşanlar tekrar içeriye alınma riskiyle karşı karşıyadır bunu da bilsinler demiş. Değerli Başkanım, ben tahliye olmadım ki kime kabadayılık yapayım nasıl yapayım yani. Benden kabadayı olmaz Sayın Başkanım, mutlaka bir kabadayılık örneği istiyorsanız onu da vereyim yine dosya içerisinden sizin kararlarınızdan Sayın Başkanım uzak tarihli de değil 01.10.2010 tarihli karar, kararda diyorsunuz ki; sanık Aykut Metin Şükre müdafiinin müvekkilinin duruşmadan vareste tutulma talebinin halen Danıştay saldırısı ile ilgili olarak tanık beyanları alındığından bu aşamada talebinin reddine. Nerde bu adam Sayın Başkanım bundan yüzlerce var nerede bu adam oturuyorum mu salonda yok şu çıkıyor; biz yapamayız yapmayız zaten Sayın Başkanım, siz benim babam yaşındasınız üzerinizde devletin cüppesi var kimliği var olmaz. Ama bu adamlar yani sizin aldığınız kararlara kabadayılık yapan adamlar belli Sayın Başkanım belli sonra polislerimiz var kabadayılık yapan çok büyük kabadayılık. Başlamadan söyleyen bizden olmaz Sayın Başkanım bizden kabadayı olmaz. Şimdi talebime geçmek istiyorum, neticede burada yapılan hiçbir konuşmanın savunmanın şeyh onaylı Osman tasdikli olmadıktan sonra bir anlam ifade etmeyeceğini biliyoruz. Neticede burada Türkiye’nin en iyi hukukçuları savunma adına söylüyorum en iyi hukukçuları savunmalarını yapmış olmalarına rağmen bir arpa boyu yol alamadığımız aşikardır. Açıklamam gereken bir iki konu var, bu konular hakkında bir şeyler aktarmaya çalışacağım. 2 teşekkürüm olacak birisi, savcıların hakkında diğeri de Özese Başkanlığındaki 13. Ağır Ceza Mahkemesinin hakkında olacak. Öncelikle teşekkürü bildiğim 2 konu hakkında açıklama yapacağım. İlki, 27.08.2010 tarihli celsede Sayın Özese Başkanlığındaki 13. Ağır Ceza Mahkemesi Heyetine talebim doğrultusunda yaptıkları korkunç tahliyeleri için teşekkür ediyorum. Benim talebim şöyleydi; Özese Başkanlığındaki heyet korkunç tahliyeler vermekte o gün için tahliyeler beklediğimi iletmiştim Özese Başkanlığındaki heyet o celsede bombayı atanı tahliye etmiştir, bana da teşekkür etmek kalmıştır. Sayın Özese Başkanlığındaki Heyete teşekkür ediyorum, teşekkürün ikincisi ve büyüğü de sayın savcılarımıza olacak Başkanım. Ben yıllardır düşünüyorum acaba akıllarda kalan hangi şey var ki yıllardır düşünüyorum. Çünkü yıllar oldu 3 yıl bitti 4. yıla giriyoruz 41 ay. Acaba akıllarda kalan hangi şey var ki şahsıma düşmanlığı olamayacak olan savcılar her celse sonu o malum tek düze ifadelerle tutukluğa devam mütalaası vermekteler. Bu soruma cevabı Sayın Savcılar 27.08.2010 tarihli celsede yaptıkları mütalaayla ihsası rey yapmışlardır. Beni bu cevabını bulamadığım soru için aydınlattıklarından dolayı savcılarımıza da müteşekkirim 27.08.2010 tarihli celsede savcılık mütalaasında şöyle deniyor Sayın Başkanım; özetle soruşturmanın en başında 27 adet el bombasıyla ilişkilendirilenler şüpheli olarak yer almıştır. Bunlardan birisi bomba sandığındaki bantta parmak izi bulunan Oktay Yıldırım bir diğeri bombaların bulunduğu evde tasarruf sahibi olduğu anlaşılan Mehmet Demirtaş’tır. Bu anlaşılan konusuna geri döneceğim tekrar anlaşılan. Savcılar, anlıyorlar Sayın Başkanım anlıyor, görüyorlar ve anlıyorlar. Şimdi devam edersek yani buraya kadar tamam devam ediyor mütalaa soruşturmanın ilerleyen bölümlerinde Oktay Yıldırım ve Muzaffer Tekin’de internetten aldıklarını söyledikleri lobi isimli belge falan filan öyle gidiyor. Ya hepsini bir tarafa bırakın Muzaffer Tekin’e nasıl ulaşıldı bunu da bir açıklayın bunu da bir açıklayın. Adam geldi dedi; Ümraniye Polis Karakolundan Muzaffer Tekin’in bana fotoğrafı gösterildi, büstü de ağırdı belki bilmiyorum kollarının altında taşıyorlar. Onu da geçiyorum sorulacak çok soru var aslında ama onu da geçiyorum. Ben merak ettim Türk Dil Kurumu sözlüğünden tasarruf kelimesinin acaba bizim bilmediğimiz veya 40 aylık esaret döneminde kelime anlamının değişip değişmediğine baktım. Değişmemiş aynı kullanım hakkı yani, aynen okuyorum, tasarruf; bir şeyi istediği gibi kullanma yetkisi, kullanım bu kadar. Sözlük anlamı bu, bu kelimenin bir yerde yanlışlık var deyip tekrar düşünmeye başladım bir belge sunabiliyorlar mı benim tasarrufum altında olan yerler hakkında, ben bana ait olan her yerin belgesini sunabilirim. Ha derlerse ki ait olmayan yerlerin belgesini de sun bize böyle bir şey yok Başkanım olmayan şeyin belgesini zaten sunamıyoruz onu onların adamları biliyor sunuyor, gösteriyor onlara soracaklar. Dışarıda işler emniyet ve adliye koridorlarında yürüdüğü gibi yürümemektedir, öğrendik ki birtakım insanlar birilerinin tasarrufu ve tahakkümü altında çirkin işlere bulaşmışlardır. Ben babamdan kalan arazilerde bile tasarruf sahibi değilken bir dönem kiracı olarak oturduğum 2005 yılında taşınmış olduğum bir yerin tasarrufunu nasıl bana mal ediyorlar açıklamak zorundadırlar Sayın Başkanım. Polisin savcılıkta, savcılığın mahkemede, cemaat denen varlığında her tarafta tasarrufu vardır ama dışarıda normal hayatta işler böyle yürümez maalesef. Olmayan şeyin belgesini Osmanları bile sunamıyor. Savcılar sunabiliyorlarsa şuraya masaya koymalıdırlar Sayın Başkanım. Sonra araştırmaya devam ettim acaba biz savcıyı mı yanlış biliyoruz tasarruf tamam baktım sözlükten tamam, bir sıkıntı yok. Acaba biz savcıyı mı yanlış biliyoruz yine Türk Dil Kurumu sözlüğünden savcı kelimesinin anlamını bulup çıkardım aynen okuyorum Sayın Başkanım, Savcı; devlet adına ve yararına davalar açan, kamu haklarını ve hukuku yerine getirmek üzere yargıç katında sanıkları kovuşturan görevli, müddei umumi. Birkaç tane anlamı var hepsi eşdeğer sözcü, mektupçu. Adalet Bakanlığına bağlı olarak tüze yargılıklarında yürütme organının temsilcisi ve türe örgütünün yönetimiyle görevli yasaların uygulanmasına yar, yardımcı ve daha çok ceza türesiyle uğraşan kişi, diyor Türk Dil Kurumu sözlüğünde. Bütün sözlüklerde anlamlar hemen hemen aynı birkaç kaynağa baktım çünkü sonra rastlamadığım bir savcı tanımı var yani burada fiili yaşadığımız bir savcı tanımı var. O da birden fazla var savcı; uyduran, uydurduğunu da iddianame adını verdiği metne uyduran hiç uymayacak olanları da Osman’ın takviyesiyle uyduran cüppeli şahsa savcı denir. Diye bir kelime anlamı hiçbir yerde yok, baktım. Başka bir anlam savcı; kraldan çok kralcı polislerin uydurma tutanaklarını biraz daha uydurarak iddianame diye adlandırılan uydurma olduğu ispatlanınca da maddi hatadır diyen cüppeli şahsa savcı denir diye hiçbir yerde bir kelime anlamı yok. Devam ettim 1. iddianamesinde uydurma olduğu ispatlanan yalanları geri çekip, aynı yalan ve uydurmaları 2. iddianamesine de uyduran cüppeli şahsa savcı denir, diye bir kelime anlamı da yok. Devam ettik iddianamesini ve delil klasörlerini yargılama başlangıcında teslim edip, yargılamanın 1. yılını geride bıraktıktan sonra Başkan ben yeni bir şey buldum deyip dosyaya sıkıştırmaya çalışan cüppeli şahsa savcı denir diye de bir sözlük anlamı hiçbir yerde yok. Olmayan şikayet dilekçesini varmış gibi gösteren ve bunu dayanak yaparak kısıtlama kararı aldıran asılsız olduğu delilleriyle ispatlandıktan sonra pardon bu da matbuu hatadır deme yetkisine sahip cüppeli şahsa savcı denir diye de hiçbir yerde bir sözlük anlamı yok. İmar kirliliği yaratmak suçundan yargılanan bir vatandaşın dava dosyasını isim benzerliği dahi olmaksızın başka biri adına silahla müessir fiil ve tehdit suçları olarak uydurup sözde suç vasfını kabartmak adına başka dava dosyasını aradan sıkıştıran cüppeli şahsa savcı denir diye de bir kelime anlamı hiçbir yerde yok Sayın Başkanım. Kralcı polis memurunun hakimine de savcısına da sövdüğü bir ses kaydı için önce biz duymadık deyip sonra bunları sanıklar monte etmiştir diyerek tekrar analiz ettirmek isteyen cüppeli şahsa savcı denir diye de bir kelime anlamı hiçbir sözlükte yok Sayın Başkanım. Bütün bu anlattıklarımı dava dosyamıza fiili olarak sıkıştıran ve celse sonunda da iddianamede gösterilen iftiralar ve yalanlar içi boş kağıt dolu kapsamlı dosya durumu, kaçma şüphesi, delillerin doğurabilme özelliği diyerek esaret isteyen cüppeli şahsa savcı demekte benim içimden gelmiyor maalesef. Savcı iftira etmez Sayın Başkanım itham eder, bence tabi. Şimdi tekrar tasarruf kelimesine dönelim, bahse konu yerin benim tasarrufumda olmadığını gösteren ve size sunabileceğim onlarca belge var elimde aksini gösteren savcının belgesini istiyorum. Şunu söyleyeyim peşinen bendeki belgeler önceden resmi kurum olan özelleştirmeyle hakkın rahmetine kavuşan kurumların belgeleri. Savcılık katında geçerli olur mu bilmem. Çünkü bu belgelerin tamamı dosyadan almış olduğum belgelerdir, Şeyh onayı ve Osman tasdiki yok yani. Bu belgelerin bir bölümünü daha önce gördünüz Sayın Başkanım bende almadım zaten yani bunlar bizim dosyamızda mevcut belgeler görmedikleriniz var ikametgah 12.06.2007 tarihli muhtardan alınma ikametgah bunu polisler aldı dosyaya koydu tarihi 12.06.2007 adresi Mithatpaşa Caddesi 219/7 yani savcıların hayal ettiği adres değil. İşin garibi o tarihte ben bu adreste de değilim ben buradan da taşınmışım, ispatı var belgeli elimde 3 adet fatura var, fatura tarihleri ve adresleri, 219/7 adresli olan faturanın tarihi 06.06.2007 ve üzerinde benim kimseye borcum olmaz Sayın Başkanım üzerinde 3 tane ödenmemiş fatura vardır ben burayı terk ettiğim için faturalar gelmiş ama ödenmesi yapılmamıştır. Yani bu şunu gösterir; 06.06.2007 tarihinde 2-3 ödeme yani 3. aya tekabül eder anlamak isteyene tabi. Ve diğer iki fatura, İstiklal Mahallesi Mihrac Sokak numara: 14 daire: 10 geleceğim tekrar ötekinin tarihi de aynı, adresi de aynı tarihi de 16.08.2010, 17.09.2010 yani günümüze yakın yani şuan hala orada ikamet ediyorum. Başka bir belge İgdaş’tan yine Şeyhten tasdiksiz onaysız, adres olarak yine Mithatpaşa Caddesi 219/7 geçiyor savcıların hayal ettiği yer değil. Yine terörle mücadelenin düzenlemiş olduğu belgeler var, ikametinde yapılan aramada diyor parantez içinde Ümraniye ilçesi İstiklal Mahallesi Mihrac Sokak diyor. İşyeri de var Ümraniye ilçesi Atakent Mahallesi Mithatpaşa Caddesi Gün Sitesi numara: 100 diyor bu benim işyerim. Yine başka bir belgede ev adresi veriliyor, aynı adres Ümraniye ilçesi İstiklal Mahallesi Mihrac Sokak olarak ev arama tutanağı ev arama tutanağı adres olarak İstiklal Mahallesi Mihrac Sokak numara: 14 diye geçiyor Sayın Başkanım oturduğum ev halen de oturduğum ev mülkiyeti, zilliyeti, illiyeti her şeyi bana ait olan ev belgeli olarak. Bu saymış olduğum belgelerin tamamı bahsi geçen tarihte nerede tasarruf sahibi olduğumu görmek isteyene gördürür anlamak isteyene de anlatır durumdadır. Bunca gözle görülür belge ortadayken anlamakta güçlük çekenlere tavsiyelerim olacak Sayın Başkanım. Ulemaya sorsunlar, döngel namazı kılsınlar veya kıldırsınlar, zamanın kutbuna gitsinler başka çare yok ne dediysek olmadı Sayın Başkanım yine de olmazsa cinlerine baktırsınlar zira kafir cin musallat olmuşsa bütün kötülükleri o yaptırıyor olabilir. Bir insanın bu kadar kötülük yapması mümkün değil Sayın Başkanım bir şeye maruz kalmıştır ona bir şey musallat olmuştur. Allah bu milleti cin tutan cinlerden korusun Sayın Başkanım. Peki, bahsi geçen adreste kim ikamet etmektedir ve meşguliyeti nedir, Değerli Başkanım eskiden töre konuşur han susardı. Şimdi belge konuşuyor kim susacak belgeleri konuşturalım Sayın Başkanım. Adres veriyorum kira sözleşmesi, Çakmak Mahallesi Mithatpaşa Caddesi Güngör sokak numara: 1, manav dükkanım sebze meyve satışı tarih veriyorum 01.03.2006 isim veriyorum Ali Yiğit, Mehmet Demirtaş demiyor imza sirküsü noterden, resmi belge. İmza beyanı, adresi Ali Yiğit Çakmak Mahallesi Mithatpaşa Caddesi Güngör sokak numara: 2 daire: 1 tarih veriyorum 24.03.2006 Maliye Bakanlığı yoklama fişi Yiğit Ticaret aslı sizin dosyanızda var Sayın Başkanım bunun aslı sizin dosyanızda var ama orada zor oluyor evrak çok Çakmak Mahallesi Mithatpaşa Caddesi Güngör sokak numara: 2, Yiğit Ticaret geçersiz. Tekel Ruhsatı Çakmak Mahallesi Mithatpaşa Caddesi numara: 2 daire: 1, isim olarak Yiğit Ticaret Gıda Tekel diyor olmuyor. Bunların hepsi organize Sayın Başkanım organize, buraya geleceği zaten biliniyordu polisler söylemiş hakim karşısına gidince şöyle diyeceksiniz demiş, demiş duyduk biz bunu. Hepsi düşünülmüş olduğu için ara ara yanlışlar olmuş onlarda dosyaya girmiş Sayın Başkanım. Bu İçişleri Bakanlığı şüpheli ve sanık hakları formu Ali Yiğit polisler düzenlemiş ben düzenlemedim savcı da düzenlemedi. Adres yazmış Ümraniye ilçesi Samanyolu Caddesi Gürgör Sokak tarih 12, 13’te olabilir 06.2007, imza var sağ terörle mücadele büro amirliğinin evrakı sonra bakmışlar ki bu olmadı bunu olursa hani elimizde olursa olmayacak bunu tekrar değiştirmişler o adresi beni yerleştirmişler bir şeyle yapmışlar olmuş mu olmuş Başkanım olmuş 10 numara olmuş 40 ay oldu olmuş. Sayın Başkanım ben burada zaman zaman sizlere ben bir çobanım derken içi boş olarak söylemiyorum bundan 25 yıl önce Kaçkar Dağlarının eteklerinde Anzer Yaylasında 130 küçükbaş, 20 büyükbaş, 2 at ve 1 itle çobanlık yapmışlığımda var bir dönem. 2500 rakımlı yaylalarda koyun güderken ara ara köpeğimiz gelir yabanilerden korunmak için elimizde tuttuğumuz kalın sopaya sürtünür dururdu, çocuk aklıyla buna anlam veremezdik günün birinde yaşlı bir çoban amcaya rastladık ve bu hayvancağızın neden böyle yaptığını sorduk o da bize Karadeniz’de bilinen bir atasözünü söyledi itin kafası kaşınınca çobanın sopasına sürünür derler bizim oralarda. Demem o ki; o dilden de anlarım biraz peki bunu neden anlattım şimdi açıklayayım, malum ben burada bir kişi dışında hiç kimseyi tanımıyorum Sayın Başkanım. ne kimseyle bir derdim olur ne de bilip bilmeden kimseye iftira atmam, atamam yapım buna müsait değil sizler solunun ahengi bozulmasın diye azami gayret gösteriyorsunuz bu da bir gerçek. Ama bu hiç kimseye bize iftira atma hakkını vermez hele bu her celse tekrarlanan hale gelir ve Özese Başkanlığında sayın heyet buna müsaade etse ben buna müsaade etmem Sayın Başkanım, salonun ahengi de bozulur. Bu savcıların Osman’ı heyetinizin de Osman Bey tarafından yapılırsa buna asla müsaade etmem. Dikkat buyurun çobanım dedim, koyunum demedim Sayın Başkanım. Olay şudur birçok celsede temcit pilavı gibi savcıların Osman’ı, heyetinizin Osman Beyi tarafından sıkça dile getirilen şu metni okuyorum; 27.08.2010 tarihli 156 celse tutanağından aynen okuyorum Sayın Başkanım sayfa 60, bunu sık sık yapıyor bu adam; el bombaları ETÖ soruşturmasının başlamasına neden olan el bombaları yakalatan Oktay Yıldırım ve Mehmet Demirtaş cezaevinde Cumhuriyet Gazetesine atılan el bombaları bizim verdiğimiz anlaşılırsa yanarız şeklindeki iftiralarını, itiraflarını Trabzon Jandarması yaptıkları ses kaydını burada hep birlikte dinledik. Ayrıca yakalattıkları el bombaları parmak izi tespit edildiği balistik raporu dosyada mevcut olmasına rağmen ihbarcıların ihbarını değerlendiren polislerin tutanak tutma şeklini çarpıtarak kendilerine dayanak yapıp alenen devlet, devlet çatıştılar. Ümit Sayın’ın niçin tayin edildiği, Ümit Sayın Cumhuriyet Gazetesine atılan el bombalarının bizim verdiğimiz anlaşılırsa yanarız şeklindeki itiraflarını ve Türk Silahlı Kuvvetlerimizin içerisinde gizli illegal bir oluşumun varlığını dile getirip beni teyit ettiği için tahliye edildi Ümit Sayın bu nedenle tahliye edildi. Böyle durup durup bunu konuşuyor bu adam burada şunu söyleyeyim Sayın Başkanım, ben bu talebimi bir ay önce yani hazırlamıştım. Yani şu anlaşılmasın arkasıdır o dur budur bu çıkmasın buradan ben bunu bir ay önce hazırlamıştım. Yalnız acı bir olay yaşadım o yüzden geçen celse hazır olmasına rağmen dile getirmedim bu beyanımı yalnız bu siz izin vermezseniz sevinirim Başkanım. Herkes çıksın kendi savunmasını kimseye iftira etmeden okusun, biz dinleriz ama Özese Başkanlığındaki Sayın Heyetiniz yapılan itiraza herkesi dinledik, Osman Beyi de dinleyeceğiz dedi ve ben salonu terk ettim. Mademki dinlenecek benim hakkımda verilmiş mahkeme kararı varsa dileyen okusun ama birinin savcılarla yaptığı pazarlık sonucu attığı iftirayı hiç alakası olmayan biri çıkar tekrarlarsa bende size her celse mahkeme kararı okurum. İftira atmam burada 65. celsede okunan mahkeme kararlarını ve okuyanın beyanını aynen okuyorum tek kelimesi bile bana ait değildir bununda altını çiziyorum. Osman Yıldırım’ın yalanlarına, yalanlarına geçmeden önce savcıların çok inandırıcı bulduğu, itibar ettiği Osman’ım diyerek yakınlıklarını hissettirdikleri Osman Yıldırım’ın kim olduğuna bir bakalım. Bir, Eyüp Ağır Ceza Mahkemesinin 1995/78 esas sayılı dosyasında kasten adam öldürmeye teşebbüs ve ruhsatsız silah taşıma suçundan 9 yıl 4 ay 15 gün hapsine karar verilmiştir. İki, Akhisar Ağır Ceza Mahkemesinin 1989/32 esas sayılı dosyasından ablasını öldürmek suçundan 20 yıl hapis cezasına mahkum olmuştur. Üç, Kırklareli Asliye Ceza Mahkemesinin 98/215, 98/391 esas sayılı dosyasından fuhuşa aracılık etmek suçundan 2 yıl 6 ay savcıların kıymetli Osmancıkları 13.07.93 tarihinde 18 yaşındaki öz yeğeni Zübeyde Güzelce’yi gezdirmek maksadıyla Erzurum’a getirdiği bir evde 200 TL karşılığında 3 erkeğe fuhuş yaptırdığı sabit bulunarak mahkumiyetine karar verilmiştir. Böyle bir nitelikte bir insan yeğenini pazarlayan, ablasını öldüren, sahtecilikten sabıkalı bir sahtekar, pezevenk, dolandırıcının savcılığın önünde muteber adam olmasının nedenini engin tecrübelerinizle heyetinizin değerlendireceğini düşünüyorum, diyor. mahkeme kararı okuyorum bir şey yok, peki savcıların Osman’ı heyetinizin Osman Beyi neden böyle yapıyor. Ben anlıyorum Sayın Başkanım savcılar da anlıyor da anlamamazlıktan geliyor. Ümit Sayın iftira etti, pazarlık yaptı tehdit etti, tahliye oldu Sayın Başkanım gözümüzün önünde e Osman’da onun yüz katını yaptı niye tahliye olmasın ki Osman, Ümit Sayın’ın yaptığının yüz katını yaptı bu mahkemede. Tahliye olmak onun tek karın ağrısıdır Sayın Başkanım o yüzden oraya sarıyor buraya sarıyor ona bir de yumruk işi başladı yani şimdi. Neticede biz savcıların pazarlığından sual edemeyiz Sayın Başkanım, Osman biliyor ve yaşatıyor savcı takviyesi olmadan Osmanları elimle koymuş gibi bulurum dediği yeri bile bulamadı Sayın Heyet. Sayın Heyet, Osman’ı açık açık tahliye etmek zor, siz gizli tanık Osman’ı tahliye edin ona o da yeter veya başka bir yol o savcıların Osman’ı, heyetinizin Osman Beyini bir de gizli tanık olarak götürün Ataşehir’e o zaman avukat da olmaz yanında ve size bir ev mutlaka buluverir Sayın Başkanım, bizde bunu izleriz. En azından bir yıl daha o Bulunacak olan evin tanıklarını, tavuklarını, kazlarını dinleriz. Zaman kazanır mahkeme faydası olur Sayın Başkanım bu sefer faka basmaz kesin Sayın Heyet, siz iki Osman’dan birini tahliye etmelisiniz nasıl olsa sizden hiç kimse hesap soramaz meslektaşınızı şehit eden silahı satan dışarıda, bu ticarete aracılık eden dışarıda, azmettiricinin ben bombayı şu adamdan satın aldım dediği şahsı ifadesi dahi alınmadan sizin tarafınızdan tahliye ettiniz. yetmedi bombayı atanı da tahliye ettiniz ee Osman tahliye beklemesinde haksız mı Sayın Başkanım. Ne yapsın yani şimdi sayın savcılar hala tasarrufun peşinde böyle bir bakışta anlayıveriyorlar her şeyi, her şeyi anlıyorlar bir baksınlar yeter Sayın Başkanım. Doğrusu haktan, hukuktan, adaletten elbirliği ve oy çokluğuyla bayağı tasarruf ettiniz Sayın Başkanım, geride bıraktığımız 40 ay sonunda bir nal bulabilseydiniz işiniz kolaydı. Geriye 3 nal 1 at kalırdı ama maalesef elinizde Ali, Osman ve Tuncay’ın polis takviyeli savcı uydurmalı yalanlarından başka hiçbir şey yok Sayın Başkanım. Başladığımız noktaya döndük şuan hiçbir şey yok bu malzemeleri de bu kadar yani. Değerli Başkanım, size bir çoban olarak acizane birkaç tavsiyede bulunmak istiyorum. Bundan 10-15 yıl sonra bana çoban olduğunu söyleyen biri söylemişti dersiniz; hukukçu katiliyle hukuku bir safta tutmayın artık, hatırlarsınız 2 yıl kadar önce sizi etki altında kalabilirsiniz diyene biz etki altında kalacak yaşı çoktan geçtik dediniz Sayın Başkanım. Bunu öyle bir söylediniz ki buna inanmamak mümkün değildi Sayın Başkanım, bakınca insan gözünden anlaşılır biz bu söyleme inandık Sayın Başkanım evet bizim Başkanımızı hiç kimse etki altında bırakamaz lakin sanırım bizimde göremediğimiz sizinde göremediğiniz ama zamanla kendini gösteren bir şeyler oldu evet etki altında kalmadınız Sayın Başkanım. Ama etkisiz hale getirildiniz bir üye sağda hayır, bir üye solda hayır etkisiz hale getirildiniz Sayın Başkanım. İkinci tavsiyem şudur, bunu benim konumumda olan hiç kimse istemez Sayın Başkanım hiç kimse. Çünkü ben istiyorum ama çünkü siz bu heyetten gidince siz bu heyetten çekilin ve bu oyuna artık ortak olmayın. Benim için siz heyette olunca ikiye bir mahkemesi siz yoksanız Osman’ın yeri halini alan bu mahkemeden çekilin Sayın Başkanım. Çekilin ki çocuklarınıza anlatabileceğiniz güzel bir şeyleriniz olsun. Toparlarsak ben 40 aydır tutuklu esirim Sayın Başkanım size insanın 40 ayda neleri kaybedebileceğinin küçük bir tablosunu sunayım. Biliyorum heyet için bir anlam ifade etmez ama ben yine de sunayım insan anneannesini kaybedebilir 40 ayda, insan çocukluk arkadaşını da kaybedebilir, insan halasını kaybeder 40 ayda, insan ağabeyini kaybeder Sayın Başkanım 40 ayda insan ağabeyini de kaybedebilir hiçbir şey kaybetmezse ki bu mümkün değildir. Ömürden 40 ay kaybeder Sayın Başkanım. Ve sizler Osman’ınızdan veya Osman Beyinizden acaba 40 yalan daha duyabilir miyiz gayretiyle sürükleyip götürüyorsunuz bizleri bu 40 ayda şahsıma ayırdığınız sorgulama süresi nedir biliyor musunuz Sayın Başkanım tamı tamına koca 2 saat, ben 40 ay bitti 41 aydır esirim 2 saat konuştuk Sayın Başkanım siz sordunuz 2 saat bu kadar. Aksesuar gibi oturuyorum ben burada oturuyorum git diyorsunuz gidiyorum gel diyorsunuz geliyorum kabadayılıkta yapmıyoruz ha yapmayız. Siz buna adil heyet adil yargılama diyebiliyorsanız Sayın Başkanım söz çoktan bitmiştir, teşekkür ediyorum.”

Sanık Hikmet Çiçek söz istedi, verildi:"Sayın Başkan, bu ay içinde Belma Akçura isimli bir yazarın teşkilatın adamları isimli bir kitabı çıktı bu kitabı ben okudum. Kitapta eski MİT yöneticisi Mehmet Eymür’ün heyetinize 19 sayfalık bir mektup gönderdiği belirtilmekte bu mektupta kitaba göre Doğu Perinçek ve Aydınlık Grubu hakkında heyetinize bilgiler ilettiği ifade edilmektedir. Ben kitabı okudum ve her ne kadar Eymür’ün bu davayla uzaktan yakından hiç ilgisi olmayan ve Mehmet Eymür’den aşağı yukarı 40 yıldır duyduğumuz İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek ve İşçi Partisi ve Aydınlık Grubu hakkındaki yalanları ifade ediliyor. Sözünü ettiğim mektup halen dava dosyamızda olan 8 sayfadan ibaret Eymür’ün savcılara verdiği bilgi alma tutanağı değil heyetinize sunulan 19 sayfalık bir mektuptan söz ediliyor.”

Mahkeme Başkanı:" Efendim 19 sayfalık bir mektup gönderilse muhatabına verilmez mi bilgilendirilmez mi olur mu öyle şey öyle şey olur mu, gönderdi bize ne yaptık biz kapadık mı gizledik mi, ne yazıyor devamında ne yazıyor.”

Sanık Hikmet Çiçek:”Arz edeyim efendim, kitabın 108. sayfasında Eymür, Ergenekon davalarının duruşmalarında davanın sanıklarından başta Doğu Perinçek olmak üzere Aydınlık Grubu hakkında mahkemeye 19 sayfalık bir mektup gönderdi, denilmekte 114. sayfada da, yazar yargıçlara 19 sayfalık açık bir mektup yazdınız ilginç hatta inanılmaz iddialar var diye soruya devam ediyor. Ben bu mektup eğer sizin dosyanızdaysa savunma hakkım kapsamında bunun bir örneğinin tarafıma verilmesini talep ediyorum, arz ederim efendim.”



Mahkeme Başkanı:" Buyurun, öyle bir şey olsa sizin teklifinize kalmaz size verilir muhakkak.”

Sanık Kemal Kerinçsiz söz istedi, verildi:" Değerli Başkanım Sayın Üyeler, sorgum sırasında yargıçların mutlak surette sahip olması gereken bir kısım nitelikleri arz etmiştim. Şimdi sunacağım konuyla alakalı bu özelliklerinden bir kısmına değinmek zorunluluğunu hissediyorum. Yargıç duruşma salonuna girerken bütün inançlarını, dünya görüşlerini, zaaflarını, eşikte bırakmak zorundadır. Yargıçların suçlulardan tiksinme ya da hayran olma hakları yoktur. Yargıçlar sadece eylemi iddianamede belirtilen fiili yargılarlar sanığın yaşam biçimini, dünya görüşlerini, politik fikirlerini ve inançlarını yargılayamazlar. Yargıçlar, yansız ve nesnel hukukun soğuk kanlı mantığıyla düşünmek ve karar vermek zorundadırlar. Kişisel yargılarını işlemlerine ve kararlarına yansıtamazlar aksi halde adaletin en küçük yabancı katkıdan kirlenmesi de engellenmesi mümkün olamayacaktır. Yargıç kendi vicdanının sanığın en büyük güvencesi olduğunu unutmamalıdır. Yargıcın psikolojik her tasarrufun keyfi ise yargıcın takdir yetkisini etkileyebilecek her davranışta hatalıdır. Bu hatalı davranışlardan doğan keyfi tasarruflar sadece adalete olan güveni sarsacaktır. Yargıç kendi duygu, öfke, kızgınlık, şahsi düşünce, bireysel menfaat ve tutkularına karşı da bağımsız ve suretle yansız olması gerekir. Onurlu bir yargıcın adil bir şekilde hukukun ve yasaların yorumunu yapabilmesi için öncelikle sabırlı ve soğukkanlı olması gerekir. Yargıç çıkar gözetmeksiniz hukukun buyruğunda ve gerçeğin ardında olmalıdır. Yargıç yargıladığı sanığa öç, öfke, taassup, kin, gibi adaleti kirleten duyguları beslemekten mutlaka imtina etmek zorundadır. Yargıçlar Tanrısal adaleti yeryüzüne indiren kimselerdir, bu sebeple de önemsiz işlerle uğraşmamaları gerekir. Bir insanın yine bir insan tarafından yargılanması korkunç bir mesuliyeti mükemmel bir azameti mukaddes bir gücü de beraberinde getirir. İşte böylesine kutsal bir görev ifa ederken yargıcın beşeri zaaf ve İhtirasların fevkinde bulunmak, nefsin yol açacağı olumsuzluklardan arınarak vicdanın kendisine sağlayacağı sakin bir huzur ortamı içerisinde olmalıdır. Sizlerin kafası beklentisiz yüreği kaygısız belleğinizin de önyargılardan arındırılmış olması gerekir. Yargıçlar onurlu insanlardır, asla başlarını kuma gömmezler bu özelliklerin değerli Mahkeme Başkanında fazlasıyla olduğu konusunda hiçbir kaygım yoktur. Ancak huzurunuzda yargılanan bir sanık olarak diğer üye hakimlerin de aynı özellikleri taşımasını beklemem bir sanık olarak en tabi hakkımdır. Maalesef üye hakimler açısından bu beklentilerimin karşılandığını söylemek mümkün değildir. Değerli Başkanım Sayın Üyeler, tüm bu hususlara belki neden değindim merak edeceksiniz, Sayın Üye Hakimimiz Özese 25.01.2010 tarihli celsede bir yıldan bu yana Danıştay sanığının çevresiyle ilgili onlarca tanık ve sanık dinlenmesine rağmen hiç sormadığı ortadaki tüm mevcut deliller dikkate alındığında sorunun davaya hiçbir katkı sağlamayacağının bilenmesine rağmen sorulması karşısında Üye Hakim Özese ile diğer Üye Hakim Sedat Beye Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 2010/37 esas sayılı dosyasından yargılanmamda gösterdikleri kişisel kusur nedeniyle hukuk usulü mahkemeleri kanununun 573/2. maddesi uyarınca şahsiyet haklarımın ihlalinden ötürü aştığım manevi tazminat davasının dava dilekçesinin kendilerine tebliğ edildiğini anladım. Bir davanın delili o dava kapsamında ve dosyasında toplanmalıdır, Sayın Üye Hakimlerin tazminat davasına delil toplamak amacıyla iş bu ceza davasındaki şahsıma karşı olan tutum ve davranışlarını yukarıda belirttiğim bir hakimde olması gereken özellikleri bir kenara iterek kişisel kin, öfke, hınç, kızgınlık göstererek beşeri zaaf ve zafiyet dahilinde gösterdikleri takdirde büyük bir vebal ve vicdani sorumluluk taşıyacaklarının da idraki içerisinde olduklarını tahmin ediyorum. Bir sanık olarak yasal haklarımı kullanarak 2 Üye Hakim hakkında hukuka aykırı eylem ve işlemlerinden ötürü dava açmam şahsıma husumet duymalarının bir gerekçesi asla olmamalıdır. 2 yıllık yargı süreci içerisinde verdikleri kararlara hukuka aykırı olsa da beni yargılayan devletime, anayasaya, yasalara, kurumlara ve kutsal yargıya bağlılığımdan ötürü bir sanık olarak nasıl saygı gösteriyorsam Sayın iki Üye Hakiminde anayasanın 36. maddede belirlenmiş hak arama özgürlüğü çerçevesinde dava açma hakkına saygı göstermeli bugün burada yürüyen ceza davasıyla açtığım manevi tazminat davasını birbirine karıştırmamalı ceza davası hukuk davasının delil toplama aracı ve tazminat davasını akamete uğratacak bir platform olarak kullanılmamalıdır. Dün olduğu gibi Üye Hakimlerce bu ayrım yapılamıyorsa o takdirde şahsıma karşı tarafsızlıklarını koruyamayacakları anlamına gelecektir. Bir hakimin sanığını yargılarken kendisinin de bulunan o azametli yargılama yetkisinin mükemmelliği ve muhteşemliği karşısında içinin titremesi gerekir. Çok sıkıntılı bir görevdir bu yapılmadığı takdirde yukarıdaki beyan ettiğim hususların hiçbirine riayet edilmediği takdirde elbette ki adalet temizlenmeyecek ölçüde kirlenmiş olacaktır. Değerli Başkanım, bu konudan sonra 2. bir konu olarak değinmek istedim ilk yargılanmamızın başladığı 20.10.2008 tarihinde ben burada bulunan geçmiş dönemde şüpheliyken müdafilik görevi yapmış olduğum Muzaffer Tekin ve Ergün Poyraz'ın müdafisi olduğumu müdafilik görevimin tutuklanmam sebebiyle engellenmesinin mümkün olamayacağını ifade etmiştim. Sizler, 23.10.2008 tarihinde sadece bir gerekçe göstererek bunun mümkün olamayacağını ifade ettiniz ve engellenilmemesi gereken o talebimi reddettiniz gerekçenizde sadece tutuklu olmam ve tutukluluğumun söz konusu salonda müdafilik görevlerini fiziken yerine getirmeme engel olacağı gerekçesiyleydi. Ancak herhangi bir yasa hükmü belirtmediniz, aradan bir yıl geçti ben ikinci bir talepte bulundum ikinci talebimde de eğer söz konusu yasak kararını CMK 151. madde kapsamında vermişseniz o takdirde bir yıllık süre söz konusudur o bir yıllık süre dolmuştur o takdirde söz konusu yasağı kaldırınız diye ikinci bir talepte bulunmuş. Siz bu talebimi de 30.12.2009 tarihli celsede yine aynı şekilde tutukluluk halimi gerekçe göstererek bu talebimi de reddettiniz. Ancak yine herhangi bir yasa hükmü belirtmediniz. Bugün gelinen noktada 26.10.2010 tarihi itibariyle kamu davasının açıldığı iddianamenin kabul edildiği 25.07.2008 tarihinden itibaren geçen süre 2 yıl 3 aydır. Sizlerin ilk talebimi reddettiğiniz 23.10.2008 tarihinden geçen süre 2 yıl 3 gündür. Bugün gelinen tarihte 151. maddede belirtilen bir yıllık ana süre yine ek olarak verilebilecek altışar aydan iki ek sürenin toplam iki yıllık süresi de dolmuş bulunmaktadır. Eğer sizler 151. maddeye göre yasaklama kararı vermişseniz artık bu anlamda bu süreler dolduğundan bu yasağın mutlak surette kalkması gerekir. Yok eğer biz 151. maddeye göre değil tamamen takdir hakkımızı kullandık derseniz Ceza Hukukunda ve Ceza Usul Hukukunda sizlerinde çok iyi bildiği halde mutlak bir hakimin yasa koyma, yasayı yorumlama yetkisi, daha doğrusu kıyas yapma yetkisi yoktur. Özel hukukta medeni kanununun 1. maddesinde belirtilen hakimin yargıcın hukuk yaratma yetkisi ceza hukukunda son derece sınırlıdır. Bu ancak sanık lehine kıyas hallerinde tatbik edilebilir ama asla ceza usulü hukukunda veya ceza hukukunda siz bir yasak hükmünü yasada açıkça belirtilmediği takdirde getirmeniz yorum yoluyla nakletmeniz mümkün değildir. Sizlerden özellikle bu konuda eğer bu yasağı devam ettirecekseniz açık net bir maddeyi Ceza Muhakemeleri Kanununda şu hükme istinaden ben sizin yasaklamanızı devam ettiriyorum demenizi arz ediyorum. Çünkü Değerli Başkanım, eğer 151. maddenin ötesinde başkaca bir maddeye gitmediyseniz yasanın hiçbir hükmünde sadece tutukluluk bir avukatın müdafilik görevini ortadan kaldıran bir sebep olarak öngörülmemiştir. Hatta 151. maddede kriter kıstas olarak tutukluluk değil kamu davasının açılması olmuştur, orada tutuklama bir gerekçe değildir. Ancak siz takdir hakkını kullanırken orada bir takdir hakkını vermiştir tutukluluğu takdir hakkına gerekçe yaptınız. Ama süreler doldu başka bir madde de olmadığına göre bu takdirde bu yasağın kalkması gerektiği kanaatini taşıyorum Değerli Başkanım. Diğer değineceğim bir konuda, Sayın Başkanım iddianamenin şahsım ile ilgili 1841. sayfasında, şahsımın iştirak ettiği etkinliklerin içerisinde yer alan 5. sırada bulunan Fener Rum Patrikhanesinin önünde yapmış olduğumuz basın açıklaması ve buna istinaden başlatmış olduğumuz Patrikhanenin Yunanistan’a taşınması kampanyasıydı. Bu kampanya çerçevesinde yaklaşık 4 aylık süreç içerisinde Türkiye’nin genelinde basın ve yayın organlarıyla birlikte yaklaşık 3 milyona yakın imza topladık. Bu 3 milyona yakın buradaki bütün sivil toplum kuruluşlarıyla birlikte yapılan bir etkinliktir bu 3 milyona yakın imza Cumhurbaşkanlığına ve Başbakanlığa gönderilmiş ve ayrıca bu dilekçelerin ekinde de bizatihi tarafımdan hazırlanmış Patrikhanenin 1924 yılından itibaren Lozan Antlaşmasına aykırı düşen tüm faaliyetleri tek tek belirtilmiştir. Bu sebeple bu aykırı faaliyetlerinden ötürü uluslar arası sözleşmenin gerektiği müeyyidenin yürütme organı tarafından tatbik edilerek söz konusu kurumun dışarı çıkarılmasını kapatılmasını istemiştik, idari bir işlem yoluyla bu dilekçeye şahsım olarak ben ve büyük hukukçular birliği dernek başkanı olarak da imza atmıştım. Söz konusu idari talebimiz Başbakanlık tarafından reddedildi, bu ret işlemine karşı tarafımdan Ankara 1. İdare Mahkemesine dava yoluna gidildi. Ankara 1. İdare Mahkemesi 2570 sayılı idare yargılama usul yasasının 2. maddesinin b bendi uyarınca ortada etkin icrayı kesin yürütülebilir bir işlem olmadığı gerekçesiyle bu davamızı reddetti bunun üzerine söz konusu karar tarafımdan temyiz edildi ve Danıştay 10. dairesine gitti bu dava yaklaşık 5 yıldan bu yana da devam ediyor en nihayet kısa bir süre önce Danıştay 10. Dairesi Başbakanlık işleminin kesin icrai ve yürütülebilir özelliği sahip olduğunu bu sebeple davanın esasına girilerek Patrikhane’nin 1924 tarihli Lozan Antlaşmasına aykırı davranıp davranılmadığının esas yönünden de tartışılması gerektiğine dair bir karar verdi bu kararda şahsıma yeni tebliğ edildi. Bu durumda mahkeme tabi bu aşamada Patrikhane’nin Cumhuriyet dönemindeki eylem ve işlemlerini Lozan Antlaşmasına aykırı olup olmadığını incelemek ve yapacağı araştırma sonucunda da esasa ilişkin bir karar vermek zorunda. Uluslar arası güçlerin desteğini almış Patrikhane’nin hemen her gün Lozan Antlaşmasını kemiren faaliyetlerini gördükçe içimizin karardığı bir dönemde yaptığı aşikar hukuk ihlallerin yargı nezdinde tartışma konusu yapılması Atamızın vasiyetinin yerine getirilmesi noktasında da önemli bir hukuki kazanım olarak görmekteyim. Atatürk’ün Türk milletinin evlatlarına bıraktığı en önemli vasiyetlerden biri ihanet odağı olarak gördüğü bu köhne fesat yuvasının topraklarımızdan atılması olmuştur. Bu uğurda yapmış olduğu hukuki mücadele asla sözde örgüt mücadelesi olarak da kabul edilmesi mümkün değildir. Her Türk hukukçusunun da yapması gereken Lozan antlaşmasının ki bu devletin temeli olan antlaşmadır bu antlaşmanın hukuki kazanımlarının mutlak suretle korunmasının sağlaması olmalıdır. İstanbul’da Bizans artığı feodal bir Hıristiyan devletçiğinin kurulması Sevr’in yeniden hortlanmasından başka bir neticede vermeyecektir. Bu davaların açılması içinde iddianamede belirtildiği gibi tarafıma hiçbir kimse ne bir emir ne bir talimat vermesi mümkün olmadığı gibi olmadığı gibi asla da olmamıştır. Nitekim bu hukuk mücadelesi ki bu davada diğer davalarımda devam etmektedir 5 yıllık süreç içinde birçok hukuki işlemlerim temyizlerim tamamen tarafımdan cezaevinden devam etmiştir. İşin ilginç yönü bu hukuk mücadelesi dindar ama laik yapıda bir Türk hukukçusu tarafından sürdürülürken bu orta çağ Hıristiyan kalıntısına en fazla desteği veren kurumlarında başında bir cemaatin gelmiş olmasıdır. Bu tablo bile Türk milletinin sözü edilen cemaat ve cemaatler eliyle dini düşünceler üzerinde oynanarak nasıl oyna getirildiğini açıkça göstermektedir. Cemaat ve Patrikhanenin el ele vererek köhnemiş bir Hıristiyan devletçiğini ekümeniklik adı altında İstanbul’un göbeğinde kurma girişimlerine karşı hukuk mücadelesini yapmak, sahte din tüccarlarına rağmen Atatürk’ün evlatları olan dindar ama laik Türk hukukçularına kalmaktadır. Değerli Başkanım, bu konudaki kararları dosyayı sizlere takdim ediyorum bunu takdim etmemin sebebi bu faaliyetimin şahsımla ilgili iddianamenin bölümünde sözde örgütsel faaliyet olarak gösterilmesidir. Yüksek yargı makamlarının dahi yapmış olduğum bu hukuk mücadelesine onaylamaları hukuki açıdan onay vermeleri temyiz veya diğer aşamalarda beni haklı çıkaracak şekilde kararlar vermeleri zaten yapılan mücadelenin tam bir hukuksal mücadele olduğunu yeterince ortaya koymaktadır. Bu anlamda da tüm tavır ve davranışlarım Anayasanın 36. maddesindeki hak arama özgürlüğü ve avukatlık yasasının ikinci maddesi belirtilen mesleki görevimin içerisinde değerlendirilmesi gerektiği kanaatindeyim. Değerli Başkanım, bir başka hususta özellikle davada bir kısım sanıklarda şahsımın telefonunun fihristlerinde çıkmış olması veya şahsıma bir veya iki telefon açılmış olması veyahut resmim bulunması bir sözde örgütsel bağlantı olarak öngörülüyor ve bu suallerde sanki bu telefonlarla bir örgüt oluşmuş gibi bir intiba yaratılmak isteniyor. Değerli üye yargıçlarımın sualleri hep bu yönde gelişiyor. Oysa şahsım olarak telefonlarım ve adresim son derece maruf olup, ulusal basında birçok etkinlik nedeniyle yayınlanmıştır. Bu sebeple telefon ve adresime birçok kişi tarafından ulaşılması son derece kolay ve basında yer alan sosyal faaliyetler nedeniyle olduğundan sözde örgütsel ilişki olarak değerlendirilmesi hayatın olağan akışına da uygun değildir. Buna bir örnek vermek istiyorum bu örnekleri de çoğaltmak mümkündür değerli başkanım. Örneğin 2005 yılında az önce bahsetmiş olduğum patrikhanenin Yunanistan’a taşınması kampanyasında bugün 55 bin tirajı olan yaklaşık en az 250-300 bin insanın okuduğu internetle birlikte Türkiye’nin dört bir tarafında yarım milyon insanın Yeni Çağ gazetesinin ilk manşetinde birinci sayfasında ki bu dört ay boyunca devam etmiştir. Şu sür manşetin üstünde yer alan telefon numaralarının tamamının bana ait olduğu görülecektir. Burada cep telefonum, faks numaram, büro numaralarım ve adresimde mevcuttur. Yani bu, bu kadar aleni bir telefon numarasının Türkiye’nin genelinde okunan ve dağılan bir gazeteden çok rahatlıkla bu tür sosyal etkinliklere katılan insanların notları arasında yer alması son derece tabi ve doğal karşılanmalıdır. Örnek olarak, ikinci ve üçüncü iddianamenin sanıklarından Kemal Aydın’a soruluyor deniliyor ki; sizin herhangi bir irtibatınız var mı tanıyor musunuz? Tanımıyorum diyor. Ancak diyor düzenlenen söz konusu kampanyaya katıldım. Kampanyaya katıldıktan sonra bir teşekkür telefonu açtım diyor. Bu tabi derhal defalarca sorgulanıyor. Sayın Sedat Bey Kemal Aydın’a bu konuda tam 7 defa soru soruyor, 7 defa soru soruyor. İki sayfa iki buçuk sayfa boyunca bu konu işleniyor veya Neriman Aydın. Yine aynı şekilde doğrudan beni hiçbir şekilde tanımadığı, sırf bu gazetede görmüş olduğu kampanya nedeniyle göndermiş olduğu faksa binaen şahsımın geri döndüğünü teşekkür ettiğimi söylüyor. Ama buda aynı şekilde bir sözde örgütsel ilişki olarak değerlendirme gayretine giriliyor. Bu noktada telefon numaralarımın Türkiye’nin genelinde özellikle aynı düşünceye sahip olan benzer düşüncelere sahip olan insanların hiç tanışmadığımız halde, bulunması son derece tabidir. Bir veya iki telefonun açılması da son derece doğaldır. Bununda asla değerli mahkeme tarafından bir sözde örgütsel bağ olarak değerlendirilmemesi gerektiği kanaatini taşıyorum. Değerli Başkanım son olarak, şunu arz etmek istiyorum. Daha önce savcılara karşı ikame etmiş olduğum İstanbul 2 Asliye Hukuk Mahkemesindeki manevi tazminat davasında, Sayın savcılarımız vermiş oldukları cevap dilekçelerinde çok net bir şekilde, söz konusu tapelerin çözümlerin seçimlerinin doğrudan doğruya emniyet tarafından yapıldığını, kendilerinin görevinin sadece seçilen telefon tapelerinin iddianameye koymak olduğunu ifade etmişlerdir. Bu anlamda zaten 251/1. maddedeki görevlerini ihlal ettikleri açıkça ortadadır. Ancak burada sıkıntı şu seçilen şahsım olarak dosyada binlerce on binlerce telefon tapesinin çözülmemiş telefon tapesinin olduğu bir gerçektir, dosyada delil olarak vardır. Bu dosyada ki mevcut çözümlenmemiş telefon tapelerini dinlediğimizde iddianamede belirtilen iddiaların tamamının gerçek dışılığı sadece bu telefon konuşmalarıyla dahil ortaya çıkmaktadır. Bu bakımdan cezaevindeki imkan şartları dahilinde bu telefon konuşmalarını dinleyerek iddianamede belirtilen hususların tek tek gerçeğe aykırı olduğunu, çözümlenmemiş bu telefon kayıtlarıyla dahi ispat etmenin gayreti içine girmiş bulunmaktayım. Bu konuda birkaç hususa değinmek istiyorum değerli başkanım. örneğin, iddianamenin birçok bölümünde hatta onlarca diyebilirim. Çünkü hem kişilerin hususi bölümlerinde hem genel bölümde Semih Tufan Gülaltay tarafından Dağlık Karabağ katliamının kınanmasına ilişkin bir etkinliğin düzenlendiğini, bu etkinliğe bu kişi tarafından çağırılmış olduğumuzu ve orada bulunmamız nedeniyle de bu kişiyle de sözde örgütsel bağlantı kurulmaya çalışılmıştır. Oysa burada gerek Semih Tufan Gülaltay gerekse ben sorgumda kesinlikle birbirimizi tanımadığımızı görmediğimizi ilk defa burada tanıştığımızı ifade etmiştik ve nitekim bu etkinliğin de Semih Tufan Gülaltay tarafından değil, Azerbaycanlılar derneği tarafından Azerbaycanlılar dayanışma derneği tarafından düzenlendiğini ifade etmiştim. Burada sunacağım bir telefon tapesi de söz konusu Taksim’de yapılan bu kınama olayına doğrudan doğruya söz konusu Azerbaycanlılar dernek başkanı tarafından çağırıldığımın bir kanıtı olarak sunuyorum. Sadece bu telefon tapesi de yeterli değil onun ötesinde yine kayıtlarımın arasından bulduğum o mitingin dernek tarafından düzenlendiği bizatihi şu karttan da anlaşılıyor. Bu bakımdan bu telefon tapesinin dinlendiği takdirde sorgumdaki beyan etmiş olduğum savunmamın da doğru olduğu ortaya çıkacaktır. Yine iddianamenin 1863. sayfasında belge ve dokümanları İstanbul adliyesinde görevli şüpheli Atilla Aksu’nun kardeşine iş bulma vaadiyle cumhuriyet başsavcılıkları adli yargı ilk derece ceza muhakemeleri kalem hizmetlerinin yürütülmesine dair yönetmenliğin 45. maddesinde belirtilen prosedürün dışında el altından gizlice temin ettiğim ve bunun karşılığında da bu kişiye iş bulma konusunda yardımcı olduğum veya taahhütte bulunduğum ifade edilmiştir, bu da gerçek dışıdır. Bunun da kanıtı olarak değerli mahkemenize bu konuda sayı itibariyle yaklaşık 10 konuşmayı sunuyorum. Bu 10 konuşmada görülecektir ki benim siyasi faaliyetlerimden ötürü bulunduğum çevrede gerekse müvekkil çevremden iş arayan insanlara yine müvekkil çevremden fabrika sahiplerini veya işyeri sahiplerine imkan nispetinde yardım insani yardım dolayısıyla bu insanları buralara gönderdiğim bu telefon konuşmalarımda da görülecektir. Tamamen insani bir maksatla yapılan iş bulmanın nasıl kötüye yorumlanarak bir örgütsel bağ içerisinde yorumlandığını da bu 10 tapenin dinlenmesiyle ortaya çıkacaktır. Yine değerli başkanım bir başka iddianamede suçlandığım konu 1824. sayfasında müdafilik görevini yapmış olduğum Muzaffer Tekin ‘in delilleri emniyet tarafından tarafıma teslim edilmiş bu delillerin arasından üç tanesi benim bilgisayarımda çıkmıştır. Hangileridir kızının CV’sidir diğeri kendi dönemine ait subayların tayin listesidir. Bir diğeri de yeniyıl.doc isimli Muzaffer Tekin‘e gönderilmek üzere hazırlanmış yeni yıl tebrik mesajlarıdır. Bunların söz konusu bu üç dosyanın da diğer dosyalarla beraber emniyetten hard disk yoluyla tarafıma teslim edildiğine ilişkin beyanda bulunmuştum. Nitekim ona ilişkin belgeleri de sunmuştum. Ancak o dönemde yapılan konuşmalar alınması sırasından, alınmadan önce, alındıktan sonra bütün bunlarda bu yaklaşık 19 adet tape var. Bu 19 adet tapede de bunların doğrudan doğruya emniyetten müdafilik sıfatıma istinaden alındığını kanıtlamaktadır. Yine bir başka suçlandığım konu iddianamenin 1825 sayfasının 12. sırasında bilgisayarımdaki dava çalışmalarım maalesef yine sözde örgütsel bağ olarak değerlendirilmiştir. Örgütsel doküman faaliyeti olarak görülmüştür. Benim soruşturma aşamasında müdafii sıfatıyla dinletmek istediğim tanıklara ilişkin çalışmalarım, ki bunlar tamamen mesleki bir çalışma. Bir yönlendirme gayreti olarak görülmüştür. Oysa o dönemde tanıklar dinlenirken yine eklerde bulunan iki sayfalık bir belge tanıklar dinlenirken hazır bulunmam konusunda savunma tanıkları olduğundan yasada bu konuda yasaklayıcı bir hüküm yok sadece soruşturmanın gizliliği konusu var. Tabi Zekeriya Öz kabul etmemiştir. Soruşturma gizlidir savunma tanıkları dahi olsa siz müdafii sıfatıyla savunma tanıkları dinlenirken bulunamazsınız demişti. Ben bu konuda iki sayfalık dilekçe yazmıştım. Bu talebimi reddetti. Tabi bu da söz konusu eklerin arasında bulunmaktadır. Ancak bunun ötesinde benim değerli bir meslektaşım Hüseyin Buzoğlu ile yapmış olduğum bir telefon görüşmesi de zaten ben bu tanıklara özgü yapmış olduğum çalışmamın neler olduğunu o telefon içeriğinde bahsetmişim konuşmuşum. Bu da bunun delili olarak söz konusu iddiayı çok rahatlıkla çürütmektedir. Yine değerli başkanım az kaldı. 1866 ve 67. sayfalarında gözaltına alındığım tarihten 7 gün önce Doğubey Akıncı isimli hiç tanımadığım daha önce bir zatın bana bir idare mahkemesinin dosyasını gönderdiğini ifade etmiştim ve idare mahkemesinin dosyasını tetkik ettikten sonra kendisine bilgi verdiğimi ifade etmiştim. Bu da bir delil olarak kullanılmıştı ve her nedense bu şahısla ilgili yapmış olduğum telefon konuşmaları eğer iddia doğru olmuş olsaydı, doğrudan doğruya iddianameye konması gerekirken konulmamıştı çünkü gerçekten iddiayı çürüktü sakattı ve nitekim söz konusu konuşmalarda benim bu şahsı bir hafta önceden tanıdığım tamamen avukatlık mesleğinin gereği olarak bir danışma olarak bu dosyanın gönderildiğini bu konuşmalarda ortaya koymaktadır. Değerli başkanım yine bir başka iddianamede suçlandığım 1865. sayfasında 5. paragrafında sanıklardan Asuman Özdemir ile güya yapmış olduğum konuşmada telefonda konuşmayalım diye kullanmış olduğum iddia edilen bir tabirden ötürü güya sözde örgütün gizlilik prensiplerine uymuş olduğumdan dolayı bu tabiri kullandığım iddia edilmiştir. Oysa ben mesleki hayatımda hiçbir sorunu mesleki sorunu hukuksal sorunu telefonda konuşmadığımı birçok defa burada sorgumda da dile getirdim. Nitekim tarafınıza ibraz ettiğim üç adet tapede de bu tür hukuksal sorunlarımı, lütfen hatta konuyu açmıştır bir iş davasıdır, ceza davasıdır lütfen gelin büromda ayrıntılı konuşalım. Çünkü telefonda vereceğim bilgi sizi yanlış yere yönlendirebilir. Ben meseleyi algılayamam ve tedavi etse de yanlış yaparım demişimdir. Bu da bunun kanıtı olarak bu tapeleri de sunuyorum. Değerli mahkemenin dinleyeceğini umut ediyorum. Yine değerli başkanım burada söz konusu oldu Türk Dünyası Vakfında yapılan konferansların seminerlerin katılımların sözde örgütün toplantı yeri olduğu iddia edildi. Burada bende bir defa konferans vermiştim Türk Dünyası Vakfında, buradaki konferans verilen konuların seçimi, kimlerin katıldığı konusunda son derece net bir bilgi var, tarihleri kimlerin saptadığı bu konuların kimler tarafından belirlendiği Sayın Turan Yazgan tarafından vakıf başkanı ve müdürüyle yapmış olduğum telefon tapeleri ve konuşmalar buradaki konferans konularının belirlenmesi gününü, zamanının belirlenmesi, kimlerin katılacağı bütün bu konular telefon tapelerinde var. Bu tapelerin dinlenmesi halinde de Türk Dünyası Vakfındaki konferansların asla bir sözde örgüt toplantısı olarak değerlendirilemeyeceğini ortaya koyacaktır. Değerli başkanım yine yanımda geçmiş dönemde 20 yıldan beri benim müvekkilim olan bir dönem benim bürolarımın bulunduğu iş hanında çalışmış bulunan Dursun Koç’un bana açmış olduğu bir telefon nedeniyle ki sabıkaları olan bir kişidir. Nefsini ıslah etmişimdir, doğru yolu göstermişimdir, iş imkanları vermişimdir. O doğrultuda da bu insan kendi hayatını kurtarmıştır. Orada kullandığı bir kelime nedeniyle iddia makamı bu tür geçmişte sabıkası olan insanları suça itmem veya suç yolunda kullanmam kullandığım iddiasıyla iddianamede belirtilmiştir. Oysa kendisine ne böyle bir talimatım olmuştur ne bunun bir ispat vesikası vardır, ne bir telefon konuşması vardır. Tam aksine bu kişiyle benim şahsi ilişkilerimin ne olduğunu ortaya koyan iki adet telefon konuşması o da bu şahısla olan ilişkimin somut olarak ortaya koyar. O iddiaları çürütecek mahiyette. Yine değerli başkanım, Aydın Yüksek’in benim ofisime getirdiği hukuki danışma amacıyla getirdiği o CD’nin ki bilgisayarımda kalan kısmını Genelkurmay Başkanlığına bu belgelerin mahiyetinin ne olduğunu öğrenmek amacıyla gönderdiğimi ifade etmiştim ki onlar zaten dosyada mübrez. Eğer temin maksadıyla olsaydı zaten böyle bir gönderme yapmazdım. Bu konuda bu belge, Aydın Yüksek’in söz konusu o CD’yi bana neden getirdiği. Benim ne yaptığım Genelkurmay Başkanına hangi maksatla gönderdiğim oradan gelen belgeler bu konuda yapmış olduğum konuşmalar var 3 adet görüşme onlarda somut olarak öyle bir belgeyi, CD’yi temin etme gayretiyle asla herhangi bir faaliyet göstermediğim tamamen doğrudan doğruya hukuki danışma maksadıyla bana geldiğini yani bir suç kastımın ve irademin olmadığını açıkça ortaya koymaktadır. Üç adet telefon konuşması. Son olarak değerli başkanım, Ali Yiğit’in Kardak lokantasında ne şekilde ve hangi şartlar altında geldiği nasıl buluştuğu kimlerin huzurunda beyanda bulunduğu, ne beyanlarda bulunduğu, benim o söz konusu lokantaya nasıl intikal ettiğim ve yine Ali Yiğit’in cezaevinden çıktıktan sonra Muzaffer Tekin ‘in Sayın eşi Müge Tekin ve ağabeyi Rıza Tekin ile yaptığı görüşmeler. Mahmut Öztürk’ün yeğeniyle yapmış olduğu kardeşiyle yapmış olduğu görüşmeleri ihtiva eden burada 7 adet tape vardır. Bunların tamamı bu 7 adet tapede benim sorgumda belirttiğim tüm hususları net bir şekilde kanıtlamaktadır. Bu konuşmalarda benim tutuklanma tarihimden önce soruşturma aşamasında müdafilik görevimi yaptığım sıradaki samimi görüşmelerdir değerli başkanım bu tapeleri de mahkemenize sunuyorum. Delil olarak dosyama insak edilmesini arz ediyorum, çok teşekkür ederim.”


Yüklə 0,58 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2025
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin