Tasdik İle İlgili İtikat



Yüklə 0,93 Mb.
səhifə11/12
tarix28.07.2018
ölçüsü0,93 Mb.
#61127
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   12

1. Gayeli Oyunlar: Bu tür oyunlar, hayata hazırlayıcı mahiyettedir. Bunlara, ge­rek çocuklar ve gerekse de

büyükler teşvik edilmiştir. Erkekler için atış, yüzme, ata binme, atletizm; kızlar için ise bebeklerle ve ev işleriyle ilgili oyunlar gibi.



2. ZararIı Oyunlar: Bu tür oyunlar, dinen yasaklanmıştır. Uğursuzluk çıkarma, kumar, bahisli yanşmalar gibi. Bunlara mutlaka yasaklanmış bir husus bulaş­maktadır veya bulaşma ihtimali vardır. Aslında meşru olan bütün oyunlar, bu şekle döküldüğü takdirde zararlı bir hale dönüşür. Yasaklanmış olan veya bu hüviyete girmiş olan oyunlardan herkesin uzak durması gerekmektedir.

3. 0Valayıcı Oyunlar: Bu tür oyunlar, insanların hoş vakit geçirmelerine yar­dıma olan oyunlardır. Yasaklanmış cinsten olmamak kaydıyla meşgul edip eğ­lendirici her çeşit oyun, bu çerçevede değerlendirilebilinir. Örneğin, güvercin, kuş ve köpeklerle yapılacak oyunlara genelde cevaz verilmiştir. Fakat burada mekruh görülen husus, bütün vaktini bu tür oyunlara harcanmasıdır. (ç)

279[279] Cum'a: 62/11

280[280] Hadisin metninde geçen "nerd"in; ne tür bir oyun olduğu, "nerdeşir" adlan­dırmasının anlam ve kaynağı konusunda farklı açıklamalar vardır.Bir açıklamaya göre nerdeşir; kendisiyle oynanan taşlan bulunan kısa tahtadır. Kimi alimler de, nerdin; insanı çalışıp kazanmayı bırakacak şekilde yıldızlardan medet umma noktasına getirdiği ve oyunun konuluş esprisinin davranışları yönlendirme olduğu gerekçesiyle haram kılındığını ileri sürmüşlerdir. Fakat "'nerd" için getirilen açıklamaların hiçbirisi günümüzde tavla olarak ad-landmlan oyunu içerecek mahiyette ve açıklıkta değildir. Ancak Şevkanî'nin, nerd ve nerdeşirin anlamı ile ilgili olarak naklettiği açıklamalar göz önünde tu­tulduğunda, nerd ve nerdeşirin günümüzde "tavla" adıyla bilinen oyundan bi­raz daha değişik bir oyun olduğu sonucu da çıkabilmektedir.

Bu itibarla, hadislerde geçen nerd ve nerdeşir kelimelerinin günümüzdeki tavla oyununu kesin olarak anlattığını söylemek pek doğru olmayabilir. B.k.z: Heyet, İlmihal, T.D.V., 2/120 (ç)



281[281] Günümüzde daha çok hoşça vakit geçirmek için oynanan tavlanın dini hükmü konusunda değişik görüşleri ileri sürülmüştür.

Bilginlerin çoğu, konuyla ilgili yasaklayıcı hadislerden ve sahabi uygulamaların­dan hareketle tavlanın haram olduğunu ifade etmişlerdir.



282[282] Müslim, Şiir 10 (2260). Beyhâkî, İmanın Şubeleri, Polen Yayınları, İstanbul, 2005: 121-122.

283[283] İsrâ': 17/29

284[284] Furkân: 25/67

285[285] Müellif, bu hadisin sade Müslim'de geçtiğini belirtmiş olsa bile, bu hadis, sade­ce Müslim'de geçmemektedir. Bu hadis, Buhârî ile Müslim'in "Sahih"lerinde geçmektedir. Buhârî, Rikak 22'de bu hadisi şu lafızla rivayet etmiştir:

"Resulullah (s.a.v); dedikoduyu, çok soru sormayı ve malı zayi etmeyi yasak­ladı. "

Müslim'de, Akdiyye 14 (1715)'de bu hadisi şu lafızla rivayet etmiştir:

"Resulullah (s.a.v), üç şeyi yasakladı:



1. Dedikodu,

2. Çok soru sormak,

3. Malı zayi etmek."

Müslim'in rivayet ettiği bu hadis, uzunaa bir şekilde gelen hadisin bir parçasıdır. Beyhâkî, İmanın Şubeleri, Polen Yayınları, İstanbul, 2005: 123.



286[286] Felâk: 113/5

287[287] Nisa: 4/54

288[288] Müslim, Birr 24 (2559)

289[289] Resulullah (s.a.v), Müslümanlar arasında üç günden fazla devam edecek küsüşmeleri yasaklamıştır. Yalnız üç güne kadar küsmenin mubah olduğu, ha­disin mefhumunda mevcuttur. Üç güne kadar olan küsmeler, affedilmiştir. Kızgınlık ve öfkelenmek, insanoğlunun fıtratında vardır. Bundan ötürü, eski haline dönmesi ve kızgınlık halinin geçmesi İçin bu miktardaki küsmeye mü­samaha edilmiştir. Yasaklanan küsme; karşılaştığında selam vermemek, ko­nuşmamak ve ilgiyi kesmektir. Kafir kimseye küsmenin, bir müddeti yoktur. Fakat dinine zarar verecek yada meşru bir nedenle kişiyle ilginin kesilmesi ca-İzdİr. Örneğin, şer'i emirlere karşı asi olan kimselere, bundan vazgeçmesi için küsülebilir. Resulullah (s.a.v}, Tebük savaşma katılmayan Ka'b b. Mâlik ve iki arkadaşıyla elli gün boyunca konuşmayı halka yasaklamıştı, (ç)

290[290] Bu hadisin bu şekildeki lafzı, Buhârî'de ve Müslim'de geçmemektedir. Yalnız Buhârî, Edeb 57, 62'de, bu hadisi şu lafızla rivayet etmiştir:

"Bir müslümanm, diğer (Müslüman din) kardeşiyle üç günden fazla küs kal­ması helal değildir."

Müslim, Birr 23 (2559)'da bu hadisin tamamını şu şekilde rivayet etmemiştir:

"Birbirinizden nefret etmeyin, birbirinizi haset etmeyin, birbirinize sırt çevir­meyin! Ey Allah'ın kulları! Kardeş otun! Bir müslümanm, diğer (Müslüman din) kardeşiyle üç geceden fazla küs kalması helal değildir."

Müslim'in, Birr 25 (2560)'da konuyla ilgili olarak Ebu Eyyûb el-Ensâri'den rivayet ettiği hadis şu şekildedir:

"Bir müslümanın, diğer (Müslüman din) kardeşiyle üç geceden fazla küs kalması helal değildir. Birbirleriyle karşılaştıklarında, biri yüz çevirir, diğeri de yüz çevirir. Bunların en hayrlısı, ilk önce selam verendir."



291[291] Beyhâkî, İmanın Şubeleri, Polen Yayınları, İstanbul, 2005: 124-125.

292[292] Nûr: 24/19

293[293] Nûr: 24/23

294[294] Takva: Korkma, sakınma, Allah korkusuyla günahtan kaçınmakta, Allah'ın emir ve yasaklanna uymakta titizlik gösterme. Allah'ın himayesine girmek, emrini tu­tup azabından korunma anlamında Kur'anî bir terim.

Bu şekilde titiz davranan insana, "muttaki" denir



1. Ebedî olarak Cehennem azabında kalmamak için, imân edip şirkten korun­mak. Bu hususla ilgiü bir ayetin meali şöyledir: "O zaman İnkâr edenler, kalp­lerine taassubu, câhilliyet taassubunu yerleştirmişlerdi. Allah da elçisine ve müminlere sükûnet ve güvenini indirdi. Onları takva sözü üzerinde durdurdu. Zâten onlar buna pek lâyık kimselerdi. Allah her şeyi bilendir." (Feth, 48/26)

2. Büyük günahlardan kaçınmak, küçük günahları tekrar tekrar işlemekten uzak durmak ve farzlan edâ etmek. Bu husustaki bir ayetin meali de şöyledir: "O (peygamberlerin gönderildiği) ülkelerin halkı inansalar ve takva ile hareket edip (Allah'ın azabından) korunsalar di, elbette onların üstüne gökten ve yerden nice bereket (ve bolluk kapılarını) açardık. Fakat ya­lanladılar. Biz de kazanmakta oldukları kötülükler yüzünden onları ya-kalayıverdik." (A'raf, 7/96).

3. Bütün benliği ile Allah'a dönmek ve insanı Allah'tan alıkoyan her şeyden uzak durmak. Hakiki takva budur ve Kur'an'da, İnanan insanlardan bu tak­vaya sahip olmaları istenmektedir: "Ey imân edenler! Allah'tan, O'na yara­şır şekilden korkun ve ancak Müslümanlar olarak can verin" {Âli İmran, 3/102). Bu ayetin açıklaması mahiyetinde olan diğer bir ayetin meali şöyledir: "O halde gücünüzün yettiği kadar Allah'tan korkun. Dinleyin, itaat edin, kendi iyiliğinize olarak harcayın. Kim nefsinin cimriliğinden kurtulursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir" (Teğabun, 64/16).

Hz. Peygamber (s.av) bu hadiste takvanın çok geniş bir mana ifâde ettiğini ve bunun da kalbe dayanan manevî bir duygu ile olduğunu ifâde etmiştir, (ç)



295[295] Hadisin bu şekildeki lafzı, Müslim'de yoktur. Bu hadis; Müslim, Birr 32 (2564)'de şu lafızla gelmiştir:

"Resulullah {s.a.v şöyle buyurmaktadır: Birbirinizi haset etmeyin, müşteri kızıştırmayın, birbirinizden nefret etmeyin, birbirinize sırt çevirmeyin! Sizden birisi, diğerinin pazarlığı üzerine üzerine satış yapmasın. Ey Allah'ın kuilanl Kardeş olun! Müslüman, (diğer) müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez. Onu yardımsız bırakmaz. Onu küçük görmez. -Uç defa kalbine işaret ederek- Tak­va işte şuradadır. Kişiye kötülük namına Müslüman kardeşini küçük görmesi yeterlidir. Müslümanın her şeyi; kanı, malı ve ırzı (diğer) Müsİümana haramdır.)"

Hadisin metni içerisinde, "Onu tehlikeye atmaz" İfadesi yer alma­maktadır. Bu ifade ancak; Buhârî'nin, Mezâlim 3, İkrah 7; Müslim, Bırr 58 (2580)'de Abdullah ibn Ömer (r.anhümâ)'dan rivayet ettiği hadisin sonunda yer alıp hadisin lafzı şu şekildedir:

"Müslüman, (diğer) müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez. Onu tehlikeye atmaz. Bir kimse din kardeşinin ihtiyacı halinde ona (yardımda) bulunursa, Allah da o kimsenin ihtiyaç duyduğu anda ona yardımda bulunur. Kim, bir müslümanın bir sıkıntısını giderirse, bu yaptığı iyilik sebebiyle Allah da o kimsenin kıyamet sıkıntılarından birisini giderir. Kim, bir müslümanın İşledi­ği suçu örtbas ederse, Allah da kıyamet günün de o kimsenin işlediği suçu örtbas eder."

Taberânî, Mu'cemu'l-Kebîr, 12/322'de, konuyla ilgili olarak başka bîr yolla, Sâlim'den gelen bir rivayette, "O kimseye gelen bir musibet esnasında onu tehlikeye atmaz" ilavesine yer vermiştir.


296[296] Enes (r.a)'tan gelen bir rivayette, Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmaktadır: "Kim bizim namazımızı kılar, bizim kıblemize yönelir, bizim kestiğimizi yerse işte o, sizin İçin Müslümandır." (Buhârî, Salat 28; Nesâî, İman 9; Tirmizî, İman 2, (2611); Ebu Dâvud, Cihad 104, (2641).)

(Resulullah {s.a.v)'in buradaki tanımından karşımıza Ehl-i kıble kavramı çık­maktadır. Ehl-i kıbleden maksat; namazlarında Müslümanların kıblesi olan Ka'be'ye yönelen, İslam şeriatının hükümlerine tabi olmayı ve bu hükümlerin, lehine ve aleyhine olsun kendisine uygulanmasını kabul eden herkestir. Buna göre Ehl-i kıble; hükümleri hakikate uygun olarak kabul edip açıklayan "Hak Ehli" ile, hakikate uymayan şekilde tevil edenler olmak üzere iki genel gruba aynlmaktadır. Birinci gruba genel olarak "Ehl-i Sünnet" adı verilip Selefiler, Maturidiler ve Eş'ariler bunlar arasında yer ak. Ehl-i Sünnetten farklı bir takım inanışlara sahip olan "Kıble"nin diğer kesimine de Cebriye, Kaderiye, Rafİziler, Hariciler ve benzeri diğer fırkalar girer.

Bu tür fırkalar, Peygamber (s.a.v)'in bütün getirdiklerini kabul ettikleri, bütün haberlerini doğrulayıp tasdik ettikleri sürece, herhangi bir günah sebebiyle tek­fir edilmezler. Müslüman ve mümin olarak kabul edilirler. Elverir ki İşledikleri günahın (kat'i haramın} helal olduğunu kabul ve İddia etmesinler. Böyle bir günahkar kişi, -kıblemiz ehlinden oldukça ve Müslüman olduğunu söyledikçe-heva masiyet ehlinden bile olsa dahi; Resulullah'ın getirdiklerinden herhangi bir şeyi yalanlamadıkça mümindir. İşlediği günahı helal kabul etmedikçe onu tekfir etmeyiz. Allah'a ve Peygamberine kalbinden iman edip de yaptığı bid'at te'villerin bir kısmında hataya düşen kimse asla kafir değildir. Bid'arieri en açık, ümmete karşı en çok savaşmış ve ümmet mensuplannı en çok tekfir etmiş Ha­ricilerin kafir olduklarını -Hz. Ali'de dahil- sahabilerden hiç kimse söylememiş­tir. Bkz: M. Beşir Eryarsoy, İman ve Tavır, Şafak Yayınlan, İstanbul 1992, s.16-17)

Dolayısıyla bu hadis, fasıldık, küfür gibi herhangi kötü bir sıfatı başka bir müslümana isnat edip de isnat olunan kimse de, bu sıfat yoksa o zaman, bu kötü sıfatı isnat eden kimseye geri dönmesi hükmünü tespit etmiştir. Eğer fasıldık ve küfür isnat olunan kimse, gerçekten fasık yada kafir ise, isnat eden kimse, sözünde doğru olduğundan, o kötü sıfaün kendisine dönmemesi ve bu isnattan dolayı günahkar ve ahlaken sorumlu olmaması gerekir. Bununla birlikte her önüne gelen kimse, herkesi tekfir edemez. Etse bile geçerli­lik yönü yoktur. Tekfir genel itibariyle ilim adamları tarafından yapılan bir du­rumdur ki, bu da ilim adamları arasında tartışma konusu olmuştur, (ç)



297[297] Buhârî, Edeb 44. Beyhâkî, İmanın Şubeleri, Polen Yayınları, İstanbul, 2005: 126-128.

298[298] îhlâs: İbadet ve İşlerde gösterişe yer vermeme, ibadet ve taatda riyadan uzak­laşma hali ve kalbin safasına keder veren şeyden, kalbi uzak tutmak. Sırf Allah rızasını düşünmek, ona göre hareket etmek ve sadece Allah için ibadet etmek. İhlâs; bir kalp hareketi ve ruhanî bir davranıştır. Kalp temizliğinin ve sağlamlığı­nın bir delilidir. Yalnız Allah'ın rızasını arayan bir niyettir. Kişinin bütün varlığı ve benliği ile Allah'a kulluk etmesi ve bu kulluğun da ondan başkasını düşün­memesidir, (ç)

299[299] Beyyine:98/5

300[300] Şûra: 42/20

301[301] HÛd: 11/15-16

302[302] Kehf: 18/110

303[303] Müslim, Zühd 46 (2985). Bu hadisin Müslim'de geçen lafzı şu şekildedir:

'Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Ben, ortakların şirkten en uzak olanıyım. Kim bîr amel işleyip o amelde Benimle birlikte bir başkasını ortak eylerse, o kimseyi şirkiyle baş başa bırakırım."



304[304] Riya: İş, söz ve davranışlarda gösterişe yer verme; bir iyiliği veya salih bir ameli Allah'ın nzasını kazanmak niyetiyle değil, İnsanlann beğenisi için yapma. Bu davranışta bulunan kimseye riyakâr veya müraî denir.

Riya, insanlar arasında manevî nüfuz, şan ve şöhret, maddî çıkar sağlamak için yapılır. Dünyaya âit bu tür maddî ve manevî çıkarları elde etmek İçin, dinin in­sanlar tarafından kutsal değerlere karşı beslenen bağlılık ve hürmet duyguları­nın âlet edilmesi, riyanın en kötü şeklidir. Bu tür davranışlar, hilekârlık ve ya­lancılıktır. İnsan şeref ve haysiyetine hakarettir.

Riyanın her çeşidi ahlaksızlık olduğu halde, ibadetlerde riyakâr olmak çok daha büyük bir ahlâksızlıktır. Çünkü ibadet, Allah için yapılır. Allah'ın rızası dışında bir amaçla; gösteriş olarak ibadet yapmak, Allah rızasını ortadan kaldırır. Gös­teriş için ve bir çıkar düşüncesiyle Kur'ân okumak, namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek, hacca gitmek, sadaka vermek, ibadetleri boşa çıkarır, (ç)


305[305] Buhârî, Rikak 36, Ahkâm 9; Müslim, Zühd 48 (2987); İbn Mâce, Zühd 21 (4207) ;.


306[306] Bununla kast edilen her şey, Allah'ın nzasıdır. Çünkü O, bakidir. Onun dışında kast edilen şey ise, fanidir.

307[307] Beyhâkî, İmanın Şubeleri, Polen Yayınları, İstanbul, 2005: 130-133.

308[308] Müelİif belirtmiş olsa bile, bu hadis, Ebu Dâvud'da bulamadım. Bu hadis an­cak Câbir b. Semute yoluyla Hz. Ömer (r.a)'tan gelmiş olup Ahmed b Hanbel, Müsned, 1/26'da geçmektedir. Bu hadisin lafzı İse şu şekildedir:

"Sizden (her) kimi, iyilikleri sevindiriyor ve kötülükleri İse üzüyorsa, işte o kimse mümindir."

Bu hadis, uzunca bir şekilde gelen hadisin bir parçasıdır.

Yine İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/18'de bu hadisi Abdullah ibn Ömer yoluyla Hz. Ömer (r.a)'tan şu lafızla rivayet etmiştir:

"Kimi, yaptığı iyilikleri sevindiriyor ve kötülükleri ise üzüyorsa, iste o kimse mümindir."

Tırmizî'de, Fiten 7 (2165)'da bu hadisi rivayet etmiştir. Hadisin senedi hasendîr. Hadisin tamamı; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/26'da Câbir b. Semure yolundan şöyle gelmiştir:

"Ömer, (Şam'ın bir bölgesi olan) Câbiye'de vererek şöyle dedi: Resulullah (s.a.v) bu makamımda olduğu gibi ayağa kalkıp şöyle buyurmuştu: Saha bilerime, sonra onların peşinden gelenlere, sonra da onların peşinden gelenlere güzel davranın. Sonra bir topluluk gelip onlardan birisi, kendisinden yemin etmesi istenilmedi ği halde yemin eder, şahitlik etmesi isten itmediği halde şahitlik eder. Buna göre sizden birisi, cennetin (en göx®I yerlerinden bir) köşke sahip olmak isterse, (İslam) toplumundan ayrılmasın. Çünkü şey­tan, (İslam toplumana katılmayıp) tek kalan kimseyle birliktedir. (İslam top­lumundan olan) İki kişiden uzaktır. Bir erkek, bîr kadınla tek başına kalma-

sın. Çünkü üçüncüleri şeytandır. Sizden (her) kimi, yaptığı iyilikler sevindiri­yor ve kötülükleri de üzüyorsa, o kimse mümindir."

Bu hadisin bir benzerini; İmam Ahmed, Müsned, 1/18; Tirmizî, Fıten 7 (2165)'de uzunca bir şekilde rivayet etmiştir.

Yine bu hadisi; Hâkim, Müstedrek, 1/13'de kısa bir şekilde Ebu Musa el-Eş'arî'den rivayet edip hadisin sahih olduğunu belirtmiştir. Zehebî'de bunu doğrulamıştır.

Yine bu hadisi; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 3/446'da Âmir b. Bebîa'dan; 5/251, 252, 356 ise Ebu Ümâme el-Bâhilî'den rivayet etmiştir. Buna göre hadis, sahihtir. Beyhâkî, İmanın Şubeleri, Polen Yayınları, İstanbul, 2005: 133-134.


309[309] Tevbe: Rücu etmek, geri dönmek, pişman olmak, nedamet duymak, yaptığı günahı bırakıp Cenab-ı Hakk'a yönelmek. Asıl anlamı geri dönmektir. Yüce Al­lah'ın bir ismi, bir sıfatı olarak "et-Tevvâb" ise ifaata yönelerek Allah'a dönen ki­şinin istediği bağışlanmayı kabul edip o tevbekâr kulunu huzuruna alan ve onu affeden anlamındadır. Bu itibarla tevbe, kul hakkında günahlardan dönmeyi, yüce Rabb'İmiz hakkında da cezalandırmaktan dönmeyi ifade eder, yani kul Rabb'ine döner, Rabb'i de onun bu yönelişini kabul eder ve onu cezalan­dırmaktan vazgeçer.

İslâm'da tevbe; birisi Allah, diğeri kul yönünden iki farklı anlam taşır. Allah yö­nünden tevbe, yapılan kötülüğü, işlenen günahı veya kabahati affedip bağış­lamaktır. Kul yönünden, yaptığının kabahat veya günah olduğunu bilip, onu bırakıp terk ederek Allah'a dönmek, yani O'nun emirlerine uymak ve yasak et­tiği şeylerden kaçınmak suretiyle Allah'a sığınarak O'ndan affetmesini, bağışla­masını dilemek, yaptıklanndan pişman olduğunu da belirterek yalnız O'na yal­varmak demektir. Çünkü tevbe, yaptığı işin günah olduğunu, kusur veya ka­bahat olduğunu, suç işlediğini kabul etmekle başlar. İşte bu anlamda tevbe, bir ibadet olarak da sadece yüce Rabb'İmize tahsis edilmelidir. Hâl böyle olunca, şartlarına uygun olan bir tevbe, aynı zamanda Allah için yapılmış bir ibadettir. Böyle olduğu için de kabule şayan olması gerekir. Nasıl ki, şartlarına uygun olarak yapılan ibadetlerin kabulü hususunda tereddüde düşmüyorsak, şartlarına uygun bir tevbenin kabulü için de tereddüt gösteril­memesi gerekir.

Öyleyse Allah'a imân etmiş kişiler, bilerek vöya bilmeyerek günah işledikleri zaman hemen Allah'a yönelip tevbe etmekten çekinmemelidirler. Çünkü ilgili ayet ve -hadislerden anladığımıza göre; Yücs Allah samimiyetle ve şartlarına uygun olarak yapılan tevbeleri kabul eder, kullannt bağışlar. Ayrıca, günahları bırakıp kendisine yönelenleri sever, zira günahkârlar için yüce Allah'ın rahmet, mağrifet ve kereminden başka bir sığınak yoktur. Bu bakımdan inananların tevbe etmekten korkmamaları, yaptıkları büyük veya küçük günahlan için ne zaman olursa olsun, geciktirmeden hemen Rab'lerine yalvarmalan, Allah'a olan bu İnançlannın gereği olmalıdır.

Günah İşler işlemez hemen tevbenin gerekli olduğunda şüphe yoktur; çünkü Allah'ın emir ve yasaklarına karşı itaatsizlik ederek isyan etmenin azda olsa, imânı sarsacağı açıktır. Öyleyse, tevbenin de günah işledikten hemen sonra yapılması gerekir. Zira bu suretle yüce Allah'ı hemen hatırlayan kimse, bu ve­sileyle imânına dönmüş ve onu kuvvetlendirme gayretine girişmiş olur. Nitekim Yüce Rabb'imîz "Onlar fena birşey yaptıklarında veya kendilerine zulmet­tiklerinde Allah'ı anarlar, günahlarının bağışlanmasını dilerler. Günahlan Al­lah'tan başka bağışlayan kim vardır. Onlar yaptıklarında bile bile direnmezler" (Al-i Imrân, 3/135} ve 'Kim tövbe edip güzel, yararlı işler İşlerse, şüphesiz o, Allah'a gereği gibi yönelip tövbe etmiş olur" (Nisa, 4/17) buyurmaktadır. Günahın hemen akabinde tevbe edip ısrar etmemenin zorunlu olmasındaki fayda ve hikmetlere gelince; bir defa, günahlara dalarak yüce Yaradanım unutmuş olan kul, tevbe etmekle Allah'ın hatırlamış ve O'nun emirlerini yerine getirip, yasaklarından kaçınmayı zorunlu bir vazife bilerek, bu şuur içerisinde Allah'a olan inancını yeniden kuvvetlendirmek suretiyle, bu inancının gereği olan İş ve davramşlan da yerine getirmeye başlamıştır.

İkinci olarak, bu kul, işlemiş olduğu günahlarına bakarak, "Ben Allah'ın kötü kulu oldum" düşüncesiyle ümitsizliğe kapılarak daha fazla günah işlemekten kurtulur, bu yeni ümit ve inançla Rabb'ine daha fazla bağiansp yakiaşarak emirlerini yerine getirmeye ve yasak ettiklerinden kaçınmaya son derece gayret gösterir. Çünkü İnsanoğlu geleceğe dönük olan ümit ve hayalleriyle hayatını devam ettirmektedir. Bu ümit ve hayalleri yıkılmış bir İnsanın, dünyanın çeşitli dertleri ve zorluklan altında hayatını sürdürmesi gittikçe zorlaştığı için, ya de­vamlı olarak baskalanna zararlı olmakta veya kendi canına kıymaktadır. Pekâlâ bilinir ki, insanlan hayata bağlayan unsurların başında ümit ve inanç gelmek­tedir.

İşte tevbe eden kişi yitirdiği bu ümit ve inananı yeniden kazanarak hayata bağlamakta ve yaşayışında ortaya çıkan aa ve tatlı durumlara katlanma konu­sunda yerine göre sabredip, yerine göre mutlu olmasını başarabilmekte ve başkalarına da her bakımdan faydalı olmaya çalışmaktadır. Nitekim yüce Rabb'imiz bu hususu şöyle müjdelemektedir: "Onların hareketlerinin karşılığı Rab1 ler inden bağışlanma ve içlerinde ırmaklar akan, temelli kalacakları Cen­netlerdir. Böyle yapıp davrananların mükafatı ne güzeldir" (Al-i Imrân, 3/136). B.k.z: Şamil İslam Ansiklopedisi, Tevbe Maddesi fç)



310[310] Nûr: 24/31

311[311] Tahrîm:66/8

312[312] Zümer: 39/54

313[313] Bazılan bundan, gevşeklik ve zikirden gaflet kast edildiğini söylemişlerdir. Resu-lullah (s.a.v) bunu kendisi için suç sayıp bundan dolayı da Allah'a günde yüz defa istiğfar ettiğini belirtmiştir.

Bazılanna göre ise burada kast edilen husus; Resulullah (s.a.vj'in, ümmeti hak­kında duyduğu endişedir. Kendisinden sonra gelecek ümmetinin hallerine Al­lah tarafından muttali kılınıp onlar için istiğfar etmesidir.

Bazılanna göre ise burada kast edilen husus; ümmetinin işleriyle meşgul ol­ması, düşmanla savaşması gibi hususlardır. Onlarla meşgul olduğu için yüksek makamına nispetle bunlan saymıştır, (ç)


314[314] Müslim, Zikr 41 (2702); Ebu Dâvud, Vitr 26 (1515) Beyhâkî, İmanın Şubeleri, Polen Yayınları, İstanbul, 2005: 135-137.

315[315] Yani hediyelik kurbanı, akika kurbanı, Kurban bayramı günü kesilen kurban. (Ç)

316[316] Kevser: 108/2


317[317] Ayetin metninde geçen "şeâir" kelimesi, "şeîra" kelimesinin çoğuludur. Bu da; yüce Allah'ın, hakkında emri bulunan yada kendisini fark ettirdiği ve bildirdiği her şeydir. Savaşta savaşanların şiân da buradan gelmektedir. Bu da, kendisi vasıtasıyla birbirlerini tanıdıkları parolaları anlamındadır. Kurbanlık develerin alameti/parolası da, buradan gelmektedir. Bu da, kanı akıp bir aiamet haline gelinceye kadar sağ yanına bir bıçak darbesi indirmek demektir. Bu şekildeki kurbanlık hayvana şiârlandınlmış anlamında "şeîra" denilir. Buna göre Allah'ın şeâiri, dininin alametleri ve özellikle de hac ibadetleriyle ilgili olanlan demektir. Bazılarına göre de; buradaki şeâirden maksat; kurbanlık develerin kilo alma­larını sağlamak, onlara gereken önemi vermek ve bu konuda onların pahalı olanlannı tercih etmektir. Bu açıklamayı; Abdullah ibn Abbâs, Mücahid ve bir topluluk yapmıştır.

B.k.z: Kurtubî, Câmiu !i Ahkâmi'l-Kur'an, Buruc Yayınlan, İstanbul 2001, 12/91 (ç)



318[318] Hac:22/36 ,...,

319[319] Hac:22/32

320[320] Buhârî, Edâhî 7; Müslim, Edâhî 17-18 (1966)

321[321] Buhârî, Edâhî 13; Müslim, Edâhî 18 (1966) Beyhâkî, İmanın Şubeleri, Polen Yayınları, İstanbul, 2005: 137-139.

322[322] Nisa: 4/59

323[323] Buhârî, Ahkâm 1, Ghâd 109; Müslim, İmaret 32 (1835); Nesâî, Bey'a 27; Ahmed b. Hanbel, 2/244, 252, 270, 342, 416, 467,471, 511

324[324] Kolları ve bacaklan kesilmiş" ifadesiyle kast edilen; en alt mertebedeki köleler­dir. Buna göre mana; nesep iyi olmayan, hatta kollan ve bacaklan kesilmiş si­yah bir köle, emir olarak eğer bir şeyin yapılmasını itaat ediyorsa, o emiri dinle ve ona itaat et demektir. Çünkü ona itaat etmek vaciptir.

Kölenin emirliği, imamlardan birisinin tayin etmesiyle yada İslam beldelerinin ele geçirilmesi sebebiyle gerçekleşebilir. Emir olarak ona itaat etmek ve baki kalmasında, ittifak vardır. Çünkü kalplerin birlikteliği; parçalanmaktan, dağıl­maktan ve Müslümanlannın işlerinin bozulmasından daha hayrlıdır.



325[325] Buhârfnin, Ezan 56'da Enes b. Mâlik'ten rivayet ettiği hadiste Peygamber (s.a.v), Ebu Zerr'e şöyle der:

"Başı kuru üzüm (tanesi) gibi Habeşli (bir köle) olsa bile, (onun dinledikle­rini) dinleyin ve (ona) itaat edin."

Müslim'in, Mesâcid 648 (240), İmaret 36 (1837)'de Ubâde ibnuVSâmit yo­luyla Enes'ten rivayet ettiği hadiste o şöyle der:

"Dostum, bana (Müslüman yetkilileri) dinleyip itaat etmemi vasiyet etti. Velev kî, (itaat edeceğim kimse,) kolları, bacaklan kesilmiş bir köle olsun." Beyhâkî, İmanın Şubeleri, Polen Yayınları, İstanbul, 2005: 139-140.



326[326] Âl-i İmrân: 3/103 •

327[327] Müslim, İmaret 53 (1848); Nesâî, Tahrîmu'd-Dem 27; Ahmed b. Hanbel, 2/296, 306, 488

328[328] Matbu nüshada da "el-Cühenî" ifadesi geçmektedir. İbn Hacer ise "el-İsâ-be"de bu konuda "Urfuce b. Şureyh el-Eşcaî" ifadesine yer vermiştir. İbn Abdilberr'de, "el-İstiâb"da "Urfuce b. Şureyh el-Kindî" ifadesine yer vermiş, ayrıca "el-Eşcaî" ifadesi ile "Urfuce el-Eslemî" İfadesini de kullanıldığını be­lirtmiş, fakat "el-Cühenî" ifadesin; kaydetmemiştir.


329[329] Hadisin metninde geçen "henât" kelimesi, "henet" kelimesinin çoğu­ludur. Bu, her cins isimden kinayedir. Burada bu kelimeyle kastedilen; fitneler, yeni ortaya çıkan kötü işler ve fesattır.

330[330] Müslim, İmaret 59 (1852)'da bu hadisi şu lafızla rivayet etmiştir:

"Hiç şüphesiz ki bir şeyler olacaktır! Buna göre kim bu ümmetin .işi derli toplu iken onu dağıtmak İsterse, kim olursa olsun hemen kılıçla onu(n boy­nunu) vurun!" Bir rivayette, "onu(n boynunu) vurun" ifadesi yerine «jidü "onu öldü­rün" ifadesi yer almaktadır.

Yine bu hadisi; Ebu Dâvud, Sünnet 26-27 (4762); Ahmed b. Hanbel, 4/ 341'de rivayet etmiştir. Beyhâkî, İmanın Şubeleri, Polen Yayınları, İstanbul, 2005: 140-141.


331[331] Nisa: 4/58

332[332] Nisa: 4/105

333[333] Hucurât:49/9

334[334] Burada "haset etme" ile kast edilen, gıptadır. Çünkü haset; bir kimsenin din kardeşinde gördüğü bir nimetin ondan alınarak kendisine verilmesidir. Bu ne­denle de haset etme, kötü bir haslettir.

Gıpta ise; bir kimsenin, başkasında gördüğü bir nimeti, ondan alınmasını istemeden kendine temenni etmesidir. Dolayısıyla da gıpta, hasedin aksine olumlu bir davranış şeklidir, (ç)



335[335] Buhârî, İlm 15, Zekât 5, Ahkâm 3, İ'tisâm 13; Müslim, Salâtu'l-Musâfirîn 268 (816); Ahmed b. Hanbel, 1/385, 432 Beyhâkî, İmanın Şubeleri, Polen Yayınları, İstanbul, 2005: 142-143.

336[336] Al-i İmrân: 3/104

337[337] Al-i İmrân: 3/110

338[338] Tevbe: 9/111-112

339[339] Maide: 5/78-79

340[340] Maruf, şeriatın emrettiği; münker, şeriatın yasakladığı şey demektir. Başka bir deyimle Kur'an ve sünnete uygun düşen şeye maruf; Allah'ın razı olmadığı, in­kâr edilmiş, haram ve günah olan şeye de münker denilir.

Mârufun emredilmesi, münkerin yasaklanması meselesi, sadece bir fetva olayı değil; aile, hukuk, siyaset ve ekonominin her zaman iç içe geçmiş bir şekilde şeriatın gerekleri doğrultusunda savunulması ve yaşanması demektir. Bir toplumda ma'rûfu emreden, kötülükten sakındıranlar olmazsa giderek münker olan işler bîrer kural haline, bir yaşama biçimi haline gelirler. Şeytanlar hak ile bâtılı kanştınr, doğruyu bozarlar; insanlara Allah'ı unuttururlar. Böyle bir toplumda müsiümanın tavrını yine âlemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Peygamber (s.a.v)'in şu buyruğunda bulmak mümkündür:

"Sizde iki sarhoşluk ortaya çıkmadıkça Allah tarafından gelen hak din üzere devam edersiniz: Cehalet sarhoşluğu ve dünyaya aşırı düşkünlük. Siz iyiliği emreder, kötülüğe engel olur ve Allah yolunda cihad ederken içinizde dünya sevgisi oluşuverince iyiliği emretmez, kötülüğe engel olmaz ve Allah yolunda cihadı bırakırsınız. O gün Kitap ve sünnetin emirlerini uaymaya çalışanlar En-sâr ve Muhacirlerden İslâm'a İlk giren kimseler gibidirler." (Heysemî, Mecma-u'z Zevâid, 7/271) (ç)


341[341] Müslim, İmân 78 (49); Tırmia, Fiten 11 (2172); Ebu Dâvud, Salât 239-242 (1140), Melâhim 17 (4340); Nesâî, İmân 17; İbn Mâce, Fiten 20 (4013); Ahmed b. Hanbel, 3/10, 20, 49, 52, 53, 54, 92

342[342] Havariler: Peygamberlerin en yakın dostları, yardımcılarıdır, (ç)

343[343] Müslim, İmân 80 (50); Ahmed b. Hanbel, 1/458, 461

344[344] Bu hadisin senedinde; ikisi Peygamber (s.a.v)'in hanımı, ikisi de üvey kızı olmak üzere dört şahabı birbirlerinden rivayette bulunmuşlardır. Böyle dört sahabinin bir senedde birleştiği başka bir hadis daha yoktur. Hadisin sene­dinde ismi geçen kimseler; Ümmü Habibe, Ümmü Seleme, Abdullah b. Cahş'dan olma Habibe, Ebu Seleme'den olma Zeyneb. (ç)

345[345] Ye'cüc iig Me'cüc, azgın bir topluluk olup kıyamete yakın bir zamanda ortaya Çıkıp yeryüzünde fesat çıkaracaklardır.

Bunlardan zulüm gören insanların ricası üzerine Zulkarneyn, onlar İle insanlar arasına bir set inşa etmiştir. Kıyamete yakın bu set yıkılacak ve Ye'cüc İle Me'cüc etrafa dağılacaktır.

Ye'cüc ile Me'cüc'ün kimin neslinden geldiği, şekil ve kıyafetleri, yiyip İçmeleri, yapacaklan tahribat gibi hususlarda mübalağalı sözler söylenmiştir, (ç)


346[346] Bazılarına göre, bundan maksat; özellikle de zina, zina sonucu doğan çocuklar­dır. Bazılanna göre ise hadisin dış yönü mutlak olup bütün günahları kapsa­maktadır. Maksat, günah ve kötülükler çoğaldığı zaman umumi bir helak mey­dana geleceğini, isyankarlarla birlikte salih kimselerin de helak olacağını bildir­mektedir, (ç)

347[347] Buhârî, Enbiyâ 7, Menâkıb 25, Fiten 4, 28; Müslim, Fiten 1-2 (2880); Tirmizî, Fıten 23 (2187}; Ahmed b. Hanbei, 6/428, 429

348[348] Bunun bir benzerini; Taberânî, el-Evsat, 7/336'da Câbir b. Abdullah (r.an-hümâ)'dan şöyle rivayet etmiştir:

"Rcsulullah (s.a.v) şöyle buyurmaktadır: Allah, meleklerden bir meleğe, şu ve şu şehir halkının altını üstüne çevirmesini emretti. Melek: 'İçerisinde senin fi­lanca kulun var. Bir göz ucu dahi olsa sana isyan etmedi' dedi. Bunun üzerine Allah: 'O şehrin altını üstüne; hem onun ve hem de halkının üzerine çevir. Çünkü o kulumun yüzünde, {o şehirde işlenen kötülüklerden dolayı benim rı­zam İçin) bir an olsun herhangi bîr değişiklik olmadı' buyurdu." Bu hadisin senedi de zayıftır. Heysemî, Mecmâu'z-Zevâid, 7/270'de rivayet etmiştir.




349[349] Bu manada merfu' bir hadisi; İmam Ahmed, Müsned, 4/192'de Adiyy b. Amîre el-Kindî (r.a)'tan şöyle rivayet etmiştir:

"Resulullah (s.a.v)'İn şöyle buyurduğunu işittim: Yüce Allah, aralarında kötü­lüğü görüp de onu engelleyecek güce sahip oldukları halde onu engelleme du­rumu olmadığı müddetçe Özel bir günah ameli sebebiyle genele azab etmez-Bu kötülüğü işledikleri zaman, Allah, herkese azab eder,"

Bu hadis, zayıftır. Bu hadisi; Taberânî, el-Kebîr, 17/139'da rivayet etmiştir-Yalnız bu hadis de zayıftır. Bu hadis için b.k.zr Heysemî, Meimâu'z-Zevâid, 7/267, 268 Beyhâkî, İmanın Şubeleri, Polen Yayınları, İstanbul, 2005: 143-148.


350[350] Mâide:5/2

351[351] Buhârî, Mezâlim 4. Yine Buhâri, İkrah 7'debu hadisi şu lafızla rivayet etmiştir:

"Resuiullah (s.a.v):

- 'Zalimde olsa, mazlumda olsa (dîn) kardeşine yardım et' buyurdu. (Orada bulunan) bir sahabi:

- 'Ey Allah'ın resulü! Bilirsin kî, (din kardeşim) mazlum olduğu zaman ona yardım ederim, fakat zalim olduğu zaman ona nasıl yardım edebilirim?' diye sordu. Resulullah (s.a.v):

- 'Onu, zulümden ayırırsın yada alıkoyarsın. İşte bu (davranışın), ona (yaptı­ğın) yardımdır' buyurdu."

Müellif belirtmiş olsa bile, bu hadîs, Müslim'de geçmemektedir.Bu hadisi; Tirmizî, Fiten 68 68 (2255); Ahmed b. Hanbel, Müsned, 3/201'de

Enes'ten; Dârimî'de, Rikâk 40 (2756)'da Câbir'den rivayet etmiştir. Beyhâkî, İmanın Şubeleri, Polen Yayınları, İstanbul, 2005: 148-149.


352[352] Haya: Utanmak demektir. Kınamayı gerektiren bir söz ve davranıştan dolayı kişinin Allah'a ve insanlara karşı utanması, "haya" sözüyle ifade edilmiştir.

Haya, insan ahlakı için en güzel bir Ölçüdür. İnsanın haddini bilmesi, utanacak bir işten dolayı sıkılıp yüzünün kızarması, büyük bir fazilettir. Bu fazilet, sahibini kötülüklerden uzak tutar. Utanıp kınanmayacağı işler yapmasına da sebep olur.

Gerçek haya, kişinin, yüce yaratıcına karşı duyacağı hayadır.

Burada hayanın imana bağlanması, utanmanın yerini ve Ölçüsünü dinin ve imanın tayin etmesidir, (ç)



353[353] Nasihatta bulunan sahabi, diğerine; çok utanmanın iyi bir şey olmadığını an­latıyordu. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v}, nasihatta bulunan sahabiye, ha­yanın/utanmanın imandan olduğunu, kötü bir şey olmadığını belirtmiştir. Buna göre haya, imandan bir parça olunca, hayasızın imanının durumu ve iman bir bütün olup parçalanmayı kabul etmediğine göre imanının bir kısmı noksan olan kimsenin dinden çıkıp çkmayacağı ile ilgili meseleye gelince; ha­ya, imanın hakikatinden değil de kemale ermesindendir. Bir şeyin kemale er­memesi ise, o şeyin o kimse de olmadığı anlamına gelmez, (ç)

354[354] Tirmizî'nin, Sıfâtu'l-Kıyâmet 24 (2458}'de Abdullah ibn Mes'ud (r.a)'tan rnerfu' olarak rivayet ettiği hadiste Peygamber (s.a.u) hayanın kemale ermesine şöyle işaret etmiştir:

"Allah'tan hakkıyla haya edin! Biz de:

- 'Ey Allah'ın resulü! Zaten biz, hayalı davranıyoruz, elhamdülillah' dedik. Re-sulullah (s.a.v):

- 'Bu haya şekli, sizin anladığınız utanma biçimi değildir. Fakat Allah'tan hak­kıyla haya etmek; baş ve başta bulunan organlarla, karın ve kamının içerisine aldığı organları her türlü günah ve haramlardan korumak, ölümü ve toprak al­tında çürümeyi daima hatırlamaktır. Ahireti isteyen kimse, dünyanın süsünü bırakır. İşte kim bu şekilde davranırsa Allah'tan hakkıyla haya etmiş olur" bu­yurdu."

Kişi de, kuvvet ve zayıflık, kalbin diri ve ölü olmasına göre farklılaşmaktadır. Çünkü kalp, diri olduğu zaman haya tamamlanmış olur. Kalp ölü olursa, o zaman haya tamamlanmış olmaz.


355[355] Buhârî, İmân 16, Edeb 77; Müslim, İmân 59 (36); Tirmizî, İmân 7 (2615); Ebu Dâvud, Edeb 6 (4795); Nesâî, İmân 27; Muvatta', Husnu'1-Huİk 10; İbn Mâce, Mukaddime 9 (58); Ahmed b. Hanbel, 2/56,147

356[356] Buhârî, Edeb 77; Müslim, İmân 60 (37); Ebu Dâvud, Edeb 6 (4796)

357[357] Peygamber (s.a.v), Allah'ın hükümlerine ait olmayan hususlarda bakire bir kız gibi utanır, hoşlanmadığı bir şeyi söyledi diye kimseyi hesaba çekmezdi. Gerek sözünde, gerek fiilinde kesinlikle bir şey bulunmazdı. Hiçbir kimsenin kusurunu yü2üne vurmazdı. Bundan dolayıdır ki, Ebu Saîd el-Hudrî: "Bir şeyden hoş­lanmadığı zaman onu yüzünden anlardık" demiştir. Yani 'utandığından dolayı hoşlanmadığı şeyi söylemez, yüzünün rengi değişir, hoşlanmadığını bundan anlardık' demek istemiştir, (ç)

358[358] Buhârî, Müslim, Fezâil 67 (2320)

359[359] "Dilediğini yap" sözü; tehdit ifade eden bir deyimdir. Buna göre mana: "Utan­mayan kimse dilediğini yapar" demektir. Çünkü haya, kişinin, kötü bir fiil işle­mesine engel olur.

360[360] Buhârî, Enbiyâ 53, Edeb 78; Ebu Dâvud, Edeb 6 (4797); İbn Mâce, Zühd 17 (4183); Ahmed b. Hanbel, 5/273, 383. Beyhâkî, İmanın Şubeleri, Polen Yayınları, İstanbul, 2005: 149-152.

361[361] Ahkaf: 46/15

362[362] İsrâ': 17/23-24

363[363] Buhârî, Mevâkîtu's-Salât 5, Edeb 1; Müslim, İman 139 (85); Tirmizî, Birr 2 (1898); Nesâî, Mevâkît 51; Ahmed b. Hanbeİ, 1/451 Beyhâkî, İmanın Şubeleri, Polen Yayınları, İstanbul, 2005: 152-153.

364[364] Akraba Bağı (=Sıla-i rahim): İster mirastaki akrabaları olsun, ister mirastaki akrabalan olmasın, kişi ile soyu arasındaki her bağdır.

Kadı İyâz der ki: "Hiç kuşkusuz, akrabalık bağı, farzdır. Bu bağı koparmak, büyük günahtır. Bununla birlikte akrabalık bağının dereceleri vardır. En alt de­recesi, selamı ve konuşmayı terk etmektir. Bu bağın ölçüsü; selam vermek bile olsa, konuşmaktır. Akrabalık bağının kimlere farz olduğu, yapabilme ve ihtiya­cın durumuna göre farklılık gösterir. Dolayısıyla akrabalık bağı; bazılarına göre, farz ve bazılanna göre ise müstehabtır. Buna göre sıla-i rahmin bir kısmı mey­dana gelse, fakat akrabalık bağının maksadı oluşmamış olsa, buna, akrabalık bağını kesmek denilmez."



365[365] Muhammed: 47/22-23

366[366] Ra'd: 13/25

367[367] Hadis, akrabalık bağının rızkı artıracağına, eceli geciktireceğine delalet etmektedir. Burada karşımıza hemen meşhur soru çıkar: Eceller ile rızıklar takdir edilmiştir. Onlar ne artar, ne de eksilir. Çünkü yüce Allah: "Ecelleri geldiği zaman ne bir an geri ve ne de bir an geri bırakılırlar, ne de bir an Önceye alınırlar" (Araf: 7/34, Yunus: 10/49, Nahl: 16/61) buyurmuştur?. Alimler, bu soruya birkaç şe­kilde cevap vermişlerse de bunlar içerisinde en sahih olan görüş şudur: Ecelin fazla olması, ömrün bereketiyle ve sahibini hayrlı işlere muvaffak kıl­makla olur. Bu suretle kişi, kısa ömürde, başkalarının uzun ömürlerinde yapa­madıkları hayrlı işleri yapar, onlardan çok yaşamış gibi olur.

İmam Nevevî, bu görüşün en doğru görüş olduğunu belirtmiştir, (ç)



368[368] Buhârî, Edeb 12, BüyÛ' 13; Müslim, Birr 21 (2557); Ebu Dâvud, Zekât 45 (1689); Ahmed b. Hanbet, 3/156, 247

369[369] Buhârî, Edeb 11, Müslim, Birr 18 (2556}; Tırmizî, Birr 10 (1909).

370[370] Beyhâkî, İmanın Şubeleri, Polen Yayınları, İstanbul, 2005: 153-154.

371[371]Ahlak; çaba sarfetmek, eziyeti gidermek, faziletti olan şeyleri tercih etmek ve pis şeyleri ise terk etmektir. Bu, Peygamberlerin ve evliyanın sıfatıdır.

372[372] Kalem: 68/4

373[373] Âl-iİmrân: 3/134

374[374] Bu hadis, güzel ahlaka teşvik ve ahlak sahibinin faziletine delildir.

Hasan el-Basrî, güzel ahlakı; iyiliği çok yapmak, kötülükten vazgeçmek ve güler yüz diye tarif etmiştir.

Kadı Iyâz İse güzel ahlakı; insanlarla güzel geçinmek, onlara kendini sevdir­mek, onlara acımak, zahmetlerine katlanmak, kötülüklerine sabretmek, kibri terk etmek, şiddet, gazap ve öfkeden uzaklaşmaktır.

Güzel ahlakın fıtrî mi, yoksa çalışmakla elde edilebilir mi? meselesine gelince, Kadı Iyâz bu konuda der ki:

"Sahih olan şudur ki, güzel ahlakın bir kısmı fıtrî, bir kısmı da başkasından almak ve başkasına uymak suretiyle elde edilir." (ç)


375[375] Buhârî, Edeb 38, 39, Menâkıb 13, Fezâilu Ashâbi'n-Nebi 27; Müslim, Fezâil 68 (2321); Timizi, Birr 47 (1975); Ahmed b. Hanbel, 2/161,193

376[376] Haram ve mekruh olmamak şartıyla iki şeyin en kolayını seçmek müstehabtır. Kadı Iyâz bu konuda der ki: "Peygamber (s.a.v)'in burada serbest bırakılması­nın Allah tarafından olduğu ihtimali var. Onu iki ceza arasında yada kafirlerle savaşmak yada onlardan cizye almak hususunda veya ümmetinin ibadette mücahade derecesine varıp varmaması hususunda serbest bırakmıştır. O, bun­ların hepsinde kolay olanı seçerdi.

Hz. Âİşe'nin, günah olmamak şartıyla sözü; onu, kafirler yada münafıklar serbest bıraktığı zaman düşünülebilir. Serbest bırakma, Allah'tan yada Müslü­manlardan gelirse, ibaredeki istisna munkatı' olur." (ç)



377[377] Hadis, Peygamber (s.a.v]'in şahsı adına hiç kimseden intikam almadığını ifade etmektedir. Ukbe b. Ebi Muayt, Abdullah b. Hatal gibi bazı müşriklerin öldürülmesini emretmesinin sebebi; bunlann, sadece Peygamber (s.a.v)'e değil Al­lah'ın haram kıldığı şeyleri de çiğnedikleri içindir. Çünkü Peygamber (s.a.v), Al­lah'ın hürmetini ayaklar altına alanlar hakkında son derece titiz davranıp ce­zalarını verirdi.

Bazılanna göre; Peygamber (s.a.v)'în şahsı namına İntikam almaması, küfre vardırmayan sebeplerle eziyet olunduğu zamana mahsustur. Nitekim bağınp çağırmak suretiyle kendisine eziyette bulunan bedeviyi ve elbisesinden şiddetle çekerek omzunda iz bırakan bîr başkasını affetmesi, bu türe örnektir. Bazılarına göre ise Peygamber (s.a.v)'in şahsı namına intikam almaması; mala özgü olup ırzı hakkında eziyet verenlerden hakkını almıştır, (ç)



378[378] Buhârî, Menâkıb 13, Edeb 80, Hudûd 10, 42; Müslim, Fezâil 77 (2327); Ebu Dâvud, Edeb 4 (4785); Muvatta', Husnu'l-Hulk 6; Ahmed b. Hanbel, 6/114 Beyhâkî, İmanın Şubeleri, Polen Yayınları, İstanbul, 2005: 154-156.

379[379] Kölelere, ellerimizin altında bulunan işçi, hizmetçi, yardıma gibi kimselere; söv­mek, onları anne-babalarıyla yermek yasaktır. Onlara güç yetiremeyecekleri şeyleri yüklemek haramdır. Çünkü zayıf kimselere karşı şefkat ve merhamet gösterme hususunda Kur'an'da ve sünnette bir çok ifade vardır.

Kişinin, köle ve ellerinin altında bulunan işçi, hizmetçi, yardıma, çoban gibi kimselere, kendi yediğinden yedirmesi ve giydiğinden giydirmesi müstehabtır. (ç)



380[380] Nisa: 4/36

381[381]Asıl adı, Cündüb b. Cünâde'dir. Büreyr b. Cündub olduğunu söyleyenler de vardır. Gıfâr kabilesine mensup olup ilk Müslümanlardandır.(ç)

382[382] Bunun, Bilâl olduğu belirtilmiştir, (ç)

383[383] Buhârî, İmân 22, Itk 15, Edeb 44; Muslini, Eymân 40 (1661); Ebu Dâvud, Edeb 123-124 (5157, 5158); Ahmed b. Hanbel, 5/161 Beyhâkî, İmanın Şubeleri, Polen Yayınları, İstanbul, 2005: 157-158.

384[384] "Köle, efendisine karşı samimi olup" sözünden maksat; efendisinin malını zayi etmekten koruması, ırzını hilekar kimselerden muhafaza etmesi, Rabbine yap­tığı ibadeti şartlarına uygun olarak yerine getirmesi ve bu ibadete devam etme­si halinde o kimse için iki ecir var. Biri, Rabbine yaptığı ibadetten dolayı ecir, diğeri ise efendisine karşı samimi olmasından dolayı elde ettiği edrdir. Yalnız bu iki ecir, birbirinden farklıdır. Çünkü Rabbe İtaat etmek, efendiye İtaati de gerektirmektedir.

385[385] Buhârî, Itk 16, 17; Müslim, Eymân 43 (1664); Muvatta', İsti'zân 43; Ebu Dâvud, Edeb 124-125 (5169); Ahmed b. Hanbel, 2/18

386[386] Zimmet, sözlükte, söz vermek anlamına gelmektedir. Zemm'den alınmıştır. Bundan dolayı da sözünden dönen kimse zemmi/yermeyi hak ettiği için söz vermeye zimmet denilmiştir. Emanete ve garanti manalanna gelmektedir. Terim olarak ise, ban alimlere göre; bir vasıf olup İnsan onunla lehine ve aley­hine bir şey lazım gelmesine ehil olur. Bazıları da onu vasıf değiî zat olarak ka-buî etmiştir.

İbn Salâh'a göre ise; burada zimmet, "zımâm" yani hürmet diye de tefsir edi­len zimmet de olabilir. Allah'ın zimmeti, Resulullah (s.a.v)'in zimmeti, yani emanet ve riayeti türünden olabilir. Kölenin kaçması sebebiyle korunmuştuk ortadan kalkmıştır, (ç)



387[387] Müslim, İman 123 (69); Ahmed b. Hanbel, 4/357, 362

388[388] Mazin ve Kadı İyâz'a göre; kaçan kölenin namazının kabul edilmemesi, kaç­mayı heial kabul eden köleye mahsustur.

İbn Saiâh'a göre ise namazın kabul edilmemesi, kaçmayı helal kabul etmeyen kimse için de geçerlidir. Buna göre kaçan kölenin namazı sahih, fakat sevabı yoktur, (ç) .•



389[389] Müellif belirtmiş olsa bile, hadisin bu lafzı, Ebu Dâvud'da geçmemektedir. Yalnız bu lafız, Nesâî'nin, Tahrîmu'd-Dem 12'de rivayet ettiği şu lafza çok ya­kındır:

"Köle kaçtığı zaman, efendisine geri dönünceye kadar namazı kabul olun­maz." Bu hadisin; Ebu Dâvud, Hudûd 1 (4360}'daki lafzı şu şekildedir: "Köle, şirk (diyarına) kaçtığı zaman kanı helal olmuştur." İmanın Şubeleri, Polen Yayınları, İstanbul, 2005: 158-160.




390[390] Tahrîm:66/6

391[391] Kadt İyâz'a göre; Peygamber (s.a.v)'in, parmaklannı bîr araya getirmekle iki kız büyüten kimsenin cennette kendisiyle birlikte olacağını yada cennete beraber gireceğini anlatmak istemiştir. Fazilet namına bu yeterlidir. Bu fazilet, kendisi­nin olsun yada başkasının olsun kız evladını büyütüp terbiye edene mahsustur. Münâvî'ye göre ise babalar üzerinde kız çocuklarının hakkı, erkeklerin hakl­arından daha çoktur. Çünkü erkekler, hem daha kuvvetli ve hem de daha ta­sarruf sahibidirler, (ç)

392[392] Müslim, Birr 149 (2631) Beyhâkî, İmanın Şubeleri, Polen Yayınları, İstanbul, 2005: 160-161.

393[393] Nûr: 24/27

394[394] Bu hadisin manası; 'sizin imanınız ancak birbirinizi sevmekle kemal bulur. Eğer böyle iman etmediyseniz cennetİikler doğrudan doğruya cennete girerken sizler giremezsiniz' demektir. Yani siz, karni! iman etmedikçe doğrudan doğruya cennete giremezsiniz. Birbirinizi de sevmedikçe kamil İman sahibi olamazsınız.(Ç)

395[395] Nevevî der ki: "Selam vermek; birleşip kaynaşmanın ve sevgi kazanmanın en başta gelen sebeplerindendir. Müslümanların birbirleriyle tanışmaları ve ken­dilerini, diğer dinlerden ayıran işaretlerini meydana çıkarmaları selamı yayma sayesinde mümkün olur. Yine selam verme de; nefsi alçak gönüllülüğe alış­tırma, Müslümanların hürmetini ta'zim, birbirleriyle küsüşüp alakayı kesmeyi ve ara bozmayı ortadan kaldırma gibi nice güzel manalar vardır."

396[396] Müslim, İman 93 (54); Ebu Dâvud, Edeb 130-131 (5193); Tîrmizî, İsti'zân 43 (2688); İbn Mâce, Mukaddime 9 (68); Ahmed b. Hanbel, 2/442,477, 512

397[397] Buhârî, İsti'zân 27; Tirmizî, İsti'zân 31 (2729)

398[398] Hadis, "Allah diyor", "Allah buyuruyor" gibi muzari (=şimdiki zaman) kipiyle sözlerin söylenmesinin caiz olduğuna delildir. Alimlerin doğru bulduklan görüş budur. Yalnız seleften bazısı bunu mekruh, kabul edip "Allah buyurdu" gibi mazi (=geçmiş zaman) kipiyle demenin daha doğru olacağını söylemişlerdir. Kur'an-ı Kerim ile bir çok sahih hadislerde "Allah buyuruyor" denildiğini, dola­yısıyla da Allah'ın buyurması hakkında gerek mazi ve gerekse de muzari kiple­rinin kullanilmasmda bir sakınca yoktur, (ç)

399[399] Müslim, Birr 37 (2566); Muvatta', Şa'r 13; Ahmed b. Hanbel, 2/237, 338, 370, 523,535 Beyhâkî, İmanın Şubeleri, Polen Yayınları, İstanbul, 2005: 161-163.

400[400] Nisa: 4/86

401[401] Peygamber (s.a.v)'in, yol üstüne oturmayı yasaklaması; sayılan şartların yerine getirilemeyeceğinden endişe ettiği içindir.

Kurtubî'ye göre buradaki yasak; oturmanın haram olduğunu bildirmek için değil, sedd-i zeria yani haram yolları tıkama ve doğruyu göstermek içindir. Hadis; bir çok faydalan bir araya toplamıştır. Hükümleri açıkür. Özetlemek gerekirse; yol üstlerine oturmaktan kaçınılmalı, kimseye eziyet verilmemeli, gıybet, suizan, yoldan geçenleri tahkir ve yol vermemek gibi şeyler eziyete dahil olduğu gibi, yol üstünde oturanlar korkulacak kimseler ise ve bundan dolayı da halk oradan geçemezse, bu da eziyetten sayılır, (ç)



402[402] yummak" ifadesiyle kast edüen husus; bir kimseye, sözle yada fiille hayırsız bir saldırıda bulunmamaktadır.

403[403] Buhârî, îsti'zan 2, Mezâlim 22; Müslim, Libâs 114 (2121); Ebu Dâvud, Edeb 12 (4815); Ahmed b. Hanbel, 3/36, 47 Beyhâkî, İmanın Şubeleri, Polen Yayınları, İstanbul, 2005: 163-164.

404[404] Eğer yastığı; kadınların, kocaları İçin ipekten yada yünden dokudukları bir çeşit ufak kilimdir. Bunu, özellikle de atın eğeri üzerine koyarlarmış. Dolayısıyla da bu, ipekten yapıldığı İçin haram kılınmıştır. Eakat ipekten değil de içerisini pa­muk yada başka bir şeyden doldurulması halinde bir haramlık söz konusu de­ğildir, (ç)

405[405] Kass ipeklileri; Mısır'da Kass denilen yerde dokunan çizgili ipek kumaşlardır. Bu yer, bugün harabe durumundadır, (ç)

406[406] Buhârî, Îsti'zan 8, Cenâiz 2, Mezâlim 5, Nikâh 71, Eşribe 28, Merdâ 4, libâs 28, 36, 45, Edeb 124, Eymân 9; Müslim, Libâs 3 (2066); Tirmizî, Edeb 45 (2809); Nesâî, Zinet 92; Ahmed b. Hanbel, 4/284, 287, 299

407[407] Hadis; hasta bir kimseyi dolaşmaya giden kimse, onun yanından dönünceye kadar içinden yemiş topladığı bir bahçe gibidir. Yani hasta ziyaretine giden kimsenin kazandığı sevab, yemiş toplayan kimsenin devşirdiği meyveye ben­zetilmiştir.

408[408] Müsİim, Birr 39 (2568). Hadisin Müslim'deki lafzı "geri dönünceye kadar cennetin burmaların d ad ir" şeklindedir.

409[409] Müslim, Birr 39 (2568). Beyhâkî, İmanın Şubeleri, Polen Yayınları, İstanbul, 2005: 164-165.

410[410] Kıble ehlinden maksat; Müslümanlardır. Ölen kimse üzerine cenaze namazı kılmak, Peygamber (s.a.v)'in ve sahabilerinîn fiillerinden olduğu kesinlikle sa­bittir. Cenaze namazı kılmanın hükmü, farzı kifayedir. Çünkü sahabiler, Pey­gamber (s.a.v) hayatta iken ölen kimse üzerine cenaze namazı kılarlardı. Bun­dan dolayı Peygamber (s.a.v)'den izin almazlardı. Zaten Peygamber (s.a.v), dinin kabul etmediği bir şey olsaydı, cenaze namazını yasaklardı. Üstelik saha-bilerine cenaze namazı kılmalarını emretmiştir.

411[411] İslam dininin fert ve toplum hayatına bütüncül yaklaştığı, insanın dünyada hu­zur, güven ve mutluluk içinde yaşaması, ahiret hayatında da bu hayat çizgisini koruyabilmesi için hayatın her alanına ölçülü ve gerekli açıklamalar getirdiği ve insanı yönlendirdiği görülür. İman, dinin özü ve ibadetler ise dine bağlılığın adeta simgesi olarak bilinmektedir.

Gerçek dindar kimsenin, dine bağlılığı, hayatın her alanına yayması yaratıcıya bağlılığın göstergesi sayılan şeklî davranışlarda olduğu kadar sosyal ilişkilerde, üçüncü şahıslann haklan konusunda ve toplumsal hayata İlişkin alanlarda da dinin ögütlediği şekilde hak bilir, âdil, ölçülü ve fedakar olması gerekir. .Hak kelimesi, terim olarak; İslam'ın şahıs veya eşya üzerinde bir yetki veya yükümlülük olarak kişilere belirlediği yetki, sorumluluk ve tasarruf haklarını ifa­de eder.

İslam'da haklann kaynağı, ahiy ve sünnete dayanır. Burada söz konusu hak İse, müslümanın Müslüman üzerindeki haklandır. Bunlar şunlardır: .


Yüklə 0,93 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   12




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin