Bunun dışında programın temelleri ve kaynakları üzerine söylenecek şeyler var. Bunu çok kısa tutacağım, zira delegelere bir kısmı sunulmuş ön tartışma tutanaklarında ayrıntılı olarak gerekçelendirilmiş bunlar. Biz bir dünya görüşüne sahibiz, kendimizi marksist-leninist olarak tanımlıyoruz, komünizmi bir hedef olarak saptıyoruz. Bu bizim ideolojik-politik kimliğimizdir. Programımız elbetteki bugünün dünyasının ve bugünün Türkiye’sinin gerçeklerine getirilmiş bir açıklama ve çözüm önerisi olacaktır. Ama biz bu gerçeklere belli bir dünya görüşünün ışığında bakıyoruz. Marksizm bizim ideolojik temelimizdir. Toplumumuzun gerçeklerine bu gözle bakıyoruz, bu gözle yorumluyoruz ve hedeflerimizi de bu dünya görüşünün ortaya koyduğu esaslar üzerinden saptıyoruz. Programımızın teorik temeli bu noktada Marksizm-Leninizmdir. Kaynakları komünizmin ve uluslararası devrimci işçi hareketinin 150 yıllık teori ve pratiğidir. Nihayet Türkiye sol hareketinin kendi tarihi birikimidir.
Bir başka nokta, sosyalizmin tarihsel deneyimleri dediğimiz alandır. 150 yıllık deneyimler derken bunu zaten kasdetmiş oluyorum, burada sadece özel bir vurgu yapıyorum. Sosyalizmin tarihsel deneyimleri var, başarıları ve başarısızlıkları var. Olabildiğince bunun genellemesinin de bir ürünü olabilmelidir programımız. Komünizmin 150 yıllık birikimi, artı sosyalizmin tarihsel deneyimleri, artı Türkiye sol hareketinin uzak ve yakın dönemine ait toplam birikimler, bizim programımızın ana kaynaklarını oluşturmaktadır. Programımız bu birikimin süzülmesinin bir ifadesi olacaktır, bu birikimden süzülmüş sonuçların bugünün dünyasının ve Türkiye’sinin gerçeklerine uygun olmasının bir ifadesi olacaktır. Bu açıdan bilimsel, bu açıdan tarihsel kökleri olan bir program olacaktır, bir mirasın üzerinde yükselecektir. Programın genel esasları üzerine söyleyeceklerim şimdilik bunlardır.(191)
Bayram: Cihan yoldaş programın ne anlama geldiğinden, öneminden, amaçlarından bahsetti. Genel bir çerçeve çizdi ve dünya komünist hareketinde, özellikle Türkiye sol hareketinde program bilincinin zayıf olduğunu belirtti. Buna katılmamak mümkün değil.
Bu bilincin zayıflamasını etkileyen belli zorluklar olduğunu düşünüyorum. Uluslararası planda burjuva demokratik devrim süreçlerinin baskın olması, özellikle ulusal kurtuluş devrimlerinin önplana çıkması, bunun devrimcilerin bilincinde teorileştirilmesini, evrenselleştirilmesini, şablonlaştırılmasını beraberinde getirdi. Bilimsel esaslara ve anti-kapitalist temellere oturan marksist bir program bilinci yitirilmeye başlandı. Bu giderek nihai hedefin, komünizm bilincinin kararmasına, proletaryanın bu devrimler sürecindeki konumunun gölgelenmesine yolaçtı. Ve bunun Türkiye devrimci hareketinde bir şablon olarak, bir kalıp olarak alınmasının, program bilincinin zayıflamasını koşulladığını düşünüyorum.
Örneğin, bir kısım devrimci-demokrat gruplarla tartışmalarımızda, bize sık sık Doğu Avrupa ülkelerini, halk demokrasilerini örnek olarak veriyorlar. Halk demokrasileri pratiği çok özel bir konjonktürde ortaya çıkmıştır. Bunu gözden kaçırarak tutup bu deneyimi bir şablon olarak alıyorlar ve hedeflerini anti-faşist pratikle sınırlamalarına bir dayanak haline getirmeye çalışıyorlar. Uluslararası planda böyle bir durum var; yani burjuva demokratik devrim süreçlerinin ya da ulusal kurtuluş devrimlerinin bir döneme damgasını basmasının getirdiği bir bilinç bozulması ve dağılması var. Ama öbür taraftan bu tarihselliğe, bu nesnelliğe teslim olma sözkonusu.
Bütün bunların proletaryanın sözkonusu dönemde kendi tarihsel rolünü oynamamasından ayrı düşünülemeyeceği düşüncesindeyim. Sonuçta proletaryanın kendi tarihsel rolünü bağım(192)sız bir sınıf olarak oynayamaması, marksist bir program bilincinin zayıflamasını da beraberinde getiriyor. Dolayısıyla, Türkiye’de program bilincinin zayıflığının uluslararası dayanakları olduğunu düşünüyorum. Program bilincinin kuvvetlendirilmesi, aynı zamanda bunu zayıflatan etkenlere karşı mücadele anlamına gelir. Bunun bir yanı nesneldir. Sosyalizm mücadelesinin maddi-toplumsal zemininin gelişmesi bir yanıyla sözkonusu sorunun çözümünü kolaylaştıracaktır. Bunu genel planda çağdaş popülizme karşı kararlı bir mücadele ile de birleştirerek yürütürsek, program bilincini hem kendi içimizde, hem de dışımızda yerleştirebileceğimizi düşünüyorum.
Cihan: Bilimsel temellere oturan sağlam tutarlı bir programa sahip olmak sorunu ile program ciddiyeti sorunu tam aynı şey değil. Bir parti marksist olur, marksist olmak iddiasında olur, ama buna rağmen bir program ciddiyeti taşımayabilir. Az önce ülkemizden DHKP-C örneğini bunun için verdim. Küçük-burjuva bir partidir, programı bilimsel temellere oturmamaktadır, ama program sorununu iyi-kötü ciddiye alan bir hareket olduğunu da ortaya koyduğu programıyla gösterebilmektedir. Bu hareket kendi inancını, kendi kimliğini, kendi anlayışını, tüm bunlar her ne ise, bu programa yedirebilmektedir.
Bunu şu bakımdan söylüyorum: Program bilincinin zayıflaması kendi başına proletaryanın kendi devrimci rolünü tarihin belli bir evresinde yeterince oynayıp oynamamasıyla çok fazla bağlantılı değil. Bir hareket popülist olur, buna rağmen ilke ve hedeflerini çok ciddiye alır. Bunu yapıp da devrimi başarıya ulaştıran toplumlar, ülkeler, partiler var. Ciddiyet apayrı bir şey. Ciddiyet ortaya koyduğu iddiayı ciddiye almaktır. Bir marksist partinin, devrimci sınıf partisinin bu noktada ciddiyeti kendine göredir, kendi ciddiyetinin bir sınıf karakteri vardır. Bir küçük-burjuva devrimci partinin, ulusal partinin, ulusal demokrat partinin ciddiyeti de kendine göredir. Bir parti ulusal demokratik bir parti, ulusal haklar uğruna mücadele eden bir parti olabilir;(193)ama buna rağmen, kendi bu konumu çerçevesinde programını çok ciddiye alan bir parti olur, kendi sınırları içerisinde programının gerçekleştirilmesi için azami çaba harcayabilir.