ENEMEK: Erkekliğini gidermek. İğdiş etmek. Hadım etmek. Yöremizde, öküzlerin erkeklik bezleri burularak erkekliği, dolayısıyla döl verme güçleri yok edilir.
ENNÜ/ENLİ: Geniş.
ENTERİ/ENTARİ: Bayan elbisesi.
ENÜK/ENÜK/ENİK/ENCİK: Köpek yavrusu.
ENÜKLEME: Ele yakılan kınanın ara sıra siyah renk alması. Bir başka anlamıyla da “Köpek yavrusu gibi yerde sürüklenme”.
EPEY: Çokça.
EPRİMEK: Bozulmak, ekşiyip çürümek.
ER: Erken. Sabahın ilk vakti.
ERCEK :Erkenden.
EREK: Durak yeri.
ERİK KURUSU : Çekirdeği çıkartılarak gölgede ya da fırında kurutulmuş erik.Daha sonra sulandırılarak sulu katık olarak sofrada kullanılır ya da suyu soğukluk olarak içilir.
ERİNMEK: Üşenmek.
ERİNTİ: Hayvanların beğenmeyerek yemediği saman.
ERİŞTE (Farsça RİŞTE: İplik)’ten. Elle yufka inceliğinde açılan hamurdan, kalın iplik biçiminde kesilen bir makarna türü. Açıklama: Yabancı sözcüklerin önüne getirilen –i, -e, -u,-o, -ü, -ö seslilerinden türeme yapılarak (E)RİŞTE olmuştur.
ÖRN: (İ)RECEP, (İ)RAMAZAN söylenişleri gibi.
ERKETE: Yasa dışı bir işin yapıldığı yerde geleni haber verme işi.
ERKETECİ: Haberi verme işini yüklene kişi.
ESİRGÜN/ESÜRGÜN: İlkbahar fırtınası. Hafif rüzgarlı fırtına. Çok şımarık olan.
ESİRİTME: Rastgele hareket etme.
ESİRÜK/ESERÜH/ESERÜK/ESİRİK: Şımarık. Düşüncesizce hareket eden.
ESSAH MI?: Sahi mi? Gerçek mi?
EŞEK: Odun kesme sehpası.
EŞELEK:
Elma, armut, ayva gibi meyvelerin yenmeyen iç bölümü.
Hayvanların otlatıldıktan sonra dinlenmesi amacıyla bırakıldıkları tozlu yer.
EŞENEK: Eşinme işleminin yapıldığı uğraşılan yer.
EŞİK: Kapı boşluğunun alt yanında bulunan alçak basamak veya kapı ağzında basamak yapılan yer. Kömsek.
EŞKİN: Atın bir türlü hızlı yürüyüşü.
EŞME: Yaylada koyun yatırılan topraklı yer.
EVCEKLİK: Bir işte acele etme.
EVCİMEN: Evine bağlı, ev işlerinde becerikli.
EVDİRMEK: Acele ettirmek. Su kabı doluncaya kadar bekleme.
EVECEK: Aceleci.
EVEĞEN (TürkçeİVMEK/EVMEK)’ten EVEGEN, EVEĞEN: İvedi davranan. İVECEN/EVECEN: Hızla ilerleyen. EVEKLEMEK: Acele etmek (Baknızı TELESİMEK).
EVEKLEMEK : Acele etmek.
EVELEK: Ispanağa benzer yenilen bir bitki.
EVERMEK (Türkçe EV)’den: EV-E-R-MEK: Evlendirmek, evinin olmasını sağlamak.
EVLEK: Tarlada çift sürerken eşit parçalara ayrılmış hali. (KAYNAK Çiftçi’nin El Kitabı/Ziraat Tarihi’nde çiftçilik hakkında yazılmış en eski el kitabı): “Kim tarlaya ufki yollar açmışsa bu defa sabanı, dkey olarak gezdirmeli ve öyle yollar açılmalı; önce dikey olarak iz yapılmışsa ikinci defa ufki yollar açılmalıdır. Ekilmeyi takip eden günlerde filizlerin çıkmasına engel olmamak için oyuklarda bulunan büyük toprak parçaları temizlenmelidir.”
EVLEK: Tarlanın ,tohum ekmek için saban iziyle ayrılan veye bölünen bölümlerinden her birine verilen ad.Genelde dönümün dörtte biri ölçüsündedir. Tarlayı sürenken zaman ayarlamak ve tohum kullanmada bilinen bir ölçü olarak düşünülmüştür.Bazı yörelerde “ Andal” da denir. Fotoğrafta , bölünmüş bir evleklik yerin sürülmesini görüyoruz.
EVME: Acele etme.(Oguzca) ewdi. Evmek.
EVSECEK: Sini gibi düz yuvarlak tahta parçası. Zahra eleme nesnesi. Buğday savurma aleti.
EVSÜK : Eksik.
EVŞELEME: Hırpalayarak yapılan el şakası.Vücudu ezgin hale getirme.
EVVELCE: Biraz evvel, az önce.
EVVELSİ/EVVELKİ: Sondan önce gelen. Dünden daha önceki gün. Geçen seneden önceki sene.
EVZA: Kibrit.
EY: Yüksek sele çağrıldığında cevap olatrak söylenen söz.
EYELTİ: Elle yapılan seyrek dikiş.
EYER: At sırtına konan oturak.
EYİN : Giysi.
EYİŞ: Küçük, demir ağızlı ve demir saplı ateş küreği.
EYLEMEK: Bekletmek. Durdurmak.
EYLENMEK/EĞLENMEK: Durup beklemek. Öğlendi(Yorgun adam)dinlendi.
EYVAH: Yazık, yanıp yakılma ünlemi.
EZEMEÇ: Yoğurt, pekmez gibi maddeleri suyla içecek duruma getirmek.
FADİK: Fatma’nın halk ağzında söylenişi.
FAFALAMA: Bir nesneyi el yordamıyla aramak, el gezdirmek.
FALDACA (İtalyanca FALCETTE): Ufak tırpan (FALÇETA/FALÇATA).YukarıFaldaca/Aşağı Faldaca…(Bak: Gürsel YILDIRIM –FALDACA adlı kitabı)
FALDACA SOMUNU: Mesudiye yöresinde lezzeti ile tanınmış Yukarı Gökçe köyünde yapılan fırın ekmeği.
Karadeniz ekmekleri Türkiye’de birhayli ünlü olup lezzetiyle yiyenlerin beğenisini kazanmıştır. İstanbul ve diğer büyük şehirlerde özellikle Trabzon ekmeği adıyla birhayli müşteri potansiyeline sahiptir. Mesudiye’nin geleneksel ekmekleri de lezzetleriyle hep beğeni kazanmıştır. Köylerdeki fırınlarda kadınlar sıra ile bir haftalık, on günlük ekmeklerini pişirirler. Çünkü bu ekmekler on günden önce bayatlamazlar. Mesudiye ekmekleri içinde en beğeni toplayanı, “faldaca somunları” dır. Yüzyılların birikimiyle diğer köylerde yapılanlar aynı lezzete ulaşamazlar. Gerek yoğruluşu, gerek mayası, gerek pişiriliş ile hep ayrı bir lezzete sahip olan Faldaca somunlarından yiyenlerin tadı damaklarında kalır.Esmer undan yapılan bu somunlar Faldaca’ya gelenlerce mutlaka istenirken, misafir olarak bu köylere gidenlerden dönüşte somun getirmesi özellikle istenir. Fotoğrafta evin bahapılan kahvaltı sırasında köyde yeni pişen sıcak bir Faldaca somununu ve bu somunun kalitesini ölçen Prof. Dr. Aziz Ekşi ve diğer konukları görüyoruz.
FERFENE: Uzun kış gecelerinde dost ve akrabalarla birlikte yenen akşam yemeğine ve o gece yapılan eğlenceye verilen ad. Bazı köylerimizde “ortaklaşa yapılan et yemeği” anlamında da kullanılır.
FERİK: Yumurtlamaya yeni başlayan tavuk.Civcivlikten çıkmış yavru.Piliç.
GAĞIŞ: Ağır, yavaş hareket eden. Birisini dürtmek.
GAĞIŞLAMA/KAKIŞLAMA: İtikleme.
GAHBE/GAHPE/KAHBE: Dönek. Kötü yola düşmüş kişi. Orospu.
GAHMA/KAKMA: İtmek.
GAHURA/GAPULA (Pontosça): Küçük dal, ağaç filizi.
GALDİRİK-H/HODAR: Yer pancarı türünden yenen ot.
GALDURUM: Germenin altına konan çaput.
GALIÇ: Orak.
GALLE: Pazı yemeği.
GALUH-K/KALIK/GALUĞAN/GALIVAN: Kocamış, iyi durumdan düşmüş hal. Evde kalmış kız.
GAMBAK : Başı saçsız olan.
GAMCI/KAMÇI: At sürmek için deriden yapılan nesne (Bakınız KAMÇI).
GANAYAHLU/KANAYAKLI: Yavaş olan, umursamayan.
GANGIBİLİÇ: Tahta revan.
GAPÇUH/GAPCUK/KAPCUK FASİLLE: Taneler halinde kırılarak kurutulan fasulye. Anadolu’da 4000 yıldan beri süregelen bir geleneğin değeri günümüzde adeta yeniden keşfediliyor. Bazı sebzelerin kuruutularak kış mevsiminde yenmesi yüyıllardır devam etmiş, ancak köyde kente göçün hızlanması sonucu 80’li yıllardan sonra adeta modasını yiitirerek ter edilmeye başlanmıştı. Taze fasulyenin bıçakla ince ince kesilerek “kıyma” fasulye adıyla kurutulması, bütün bunların kurutulmasına ise “kapçuk” denilmesi; biberlerin sıra sıra iplere dizilerek kızarmış durumda kurutulması; patlıcan, kabak, dağ nanesi (anuk) gibi onlarca sebzenin kış aylarında tadılmasını sağlıyordu. Kurutulan sebzelerin daha sağlıklı olduğu ortaya koyulunca serenlerde, samanlık ve evlerin duvarlarında yapılan kurutma geleneği yeniden gözde duruma gelmeye başladı.
GAPPO(Ğ): Kahpe durumda olan.
GAPUSKA/KAPUSKA: Etli lahana yemeği.
GARAFATMA/KARAFATMA: Tarıma yararlı, parlak siyah renkli böcek. Hamam böceği.
GIRNATA: Davul-zurna ekibi.
GARABABA: Öldürücü, zehirleyici yiyecek.
GARABACAK: Kara lahana.
GARADAVUN: Hayvan hastalığı. Beddua anlamında söylenen söz.
GARAMUH/KARAMUK-H:
Ekin tarlalarında biten, yaprakları karşılıklı, çiçeği pembe, mor renkte, zararlı bir bitki.
İnsan ve ya koyun vücudunda görünen kara kabarcıklı hastalık.
GARAYOL: Dönüşü olmayan yol.
GARDAŞLIK/GARDAŞLUK-H/KARDEŞLİK
GARGABARDA (Karga bardağı): Bir tür bitki.
GARGALAK: Deniz, dere sularının kıyıya attığı ağaç parçaları.
GATUVAZ/GATUĞAZ: :Elindekini sıkı tutan,vermek istemeyen.
GAZAL/GAZEL: Kurumuş yaprak.
GAZANDİBİ: Evin küçük çocuğu. Kazandibi.
GAZMA/KAZMA: Toprak eşme aleti.
GAZO : Hamur kazıma aleti.
GEBERİK : Ölü, gebermiş.
GEBEŞ: Çok şişman, iri karınlı.G embeş.
GEBRE: Genelde atların korunmasında kullanılan keçi kılından yapılan örme.
GEÇEK: Geçilen yer. Geçit.
GEDEK: Manda yavrusu.
GEGEK: Gaga, uç.
GEĞER: Bahçe sularken akan suyu ince kollara ayırmak.
GEĞİRME: Ağızdan, mideden gelen gazı çıkarma.
GEĞREK: Kaburganın altıü böğür üstü.
GELBERİ (Türkçe GELMEK ile BERİ’den): GEL/BERİ: Uzun saplı ocak küreği. Ateşi öne doğru çekmeye yarar. Harmanda tane buğdayı öne çeker.
GELECOŞ/KALECOŞ: Soğan, kıyma, ayranla yapılan yemek. Yoğurt kurusu, keş. Suda ezilip kaynatılan keşin içine pide doğranarak pişirilen ve üstüne yağ dökülen yemek.
GELENEKSEL YERLEŞİM: Gözlemlerim 1935’li 40’lı yıllarda başlar. Anımsadığım kadarıyla 100-150 kadar ve çoğunlukla 2 katlı konuklarda ve bir sürü küçük küçük işyerlerinden oluşmuş bir ilçe merkezi. Sanıyorum 300’ü geçmeyen bir nüfus varlığı. Konutlar beyaz badanalı, genellikle çatılar hartama kaplı, çok pencereli, yüksek tavanlı yapılmış, çoğu konut Rumlar’dan kalmış, sonra yapılan konutların da mimari biçimi Rumlar’dan alınmış yapılar. Gözalıcılıklarına, şirinliklerine diyecek yok. Yerel deyimle konut değil büyüklüklerine göre konaklar da var içlerinde; tam bir derebeyi malikanesinin sanki küçük bir örneğiydiler. Özellikle Karayakalar’ın, Serdaroğlu, Boduroğlular’ın konakları kasabaya ayrı bir görkemlilik veriyordu. Rumlar’dan kalma marinaların konağı ise apayrı bir mimari zevki yansıtıyordu. Bu konakların bazıları bu günlere gelebildiler, ya diğerleri...(Turgut Hacıoğlu)
Köykent alanındaki yöreye has geleneksel kütük evlerden iki örnek.
GELİNLİKTUTMAK: Yeni gelinin kaynatası ile kendisine izin ya da armağan verilene değin konuşmaması.
GELOĞU: İri sıçan.
GELPEDEKGERİLMEK: Aniden kaskatı olup sırtüstü düşmek.
GEM (Grekçe KHEMOS)’tan: At takımlarından ağıza takılan özel aygıt. Anadolu Türkçesi’na Anadolu’da konuşulan Rumca’dan geçti.
GEN: İpe ilmek atılarak yapılan ve atın alt çenesini çeken dizindirik.
GEN TARLA : Ham araziden açılmış ya da dağlarda boş duran otla yerden açılmış tarla “.Toprağı kabarık tarla anlamında da kullanılır”.
Genel olarak “buğday vesair hububatın kırılmış ince kabuğu” diyebiliriz.
GERCE: Sarmaşık türünden bir bitki.
GERİSİNİ BİLMEM: Söylenecek sözü olmamak. Ne olacağını kestirememek. “Benim bildiğim bu kadar” anlamında. Bazen “Ben bu kadarını söylerim ama olacakları sen düşün” şeklinde tehdit sözü olarak da kullanılır.
GERMEOLUK: Su değirmenlerinde suyu büyük oluğa taşıyan düzenek.
GERME: Bir yeri bölmek, sınırını belli etmek için çakılan tahta perde.Bu perde de kullanılan uzun, genişçe tahta.
GERMEÇ: Tarlayı, harmanı hayvanlardan korumak için tarla kenarına uzatılan uzun cerek.
GERMO(Ğ): Meyve toplamakta kullanılan ucu eyri uzun değnek.
GERMÜCEK: El değirmeninde üst taşın altına konan tahta.
GERO(Ğ): Ağaçtan uzun bir sapı olan kesici demir alet.
GEVEN : Kitre denen zamkı çıkarılan dikenli,bodur çalı. KEVEN.
GEYREK: Böğür.Kaburga altı.
GEZEH-K: Gezecek yer.
GEZEKLİK: Sığır sürüsünün otlamaya gitmeden önce toplandığı yer.
GEZELEME: Tuvalete gitmek.
GI : Seslenme bildiren bir ilgeç.
GIBAN/KIBAN: Çağlanın kızarıp yetişeni.Yenecek durumda olanı.
GIBAN OLMAK : Yetişip olgunluğa erişmiş duruma gelmek.
GICGIRUM: Gelişigüzel saldırı.
GICI OĞLAK: Kuzu kulağı. Roka yaprağına benzer, mayhoş tatlı yabani bir ot.