Mitin benzerlik gösterdiği bir başka anlatı ise destandır. Almanlann Brockhaus adlı ansiklopedisinde bu iki türün şu çizgi ile aynidığını görmek-
212
teyiz: Tarihte adı geçmeyen, artık unutulmuş büyük kahramanlara ait efsaneler mitolojinin kadrosuna girer." Bu yaklaşıma göre tarihte yaşadığım bildiğimiz kahramanlara ait efsaneler destan, kahramanları tarihî kişiler olmayanlar da mit kapsamına girmektedir. Bu durumda Oğuz Kağan destanı bir destandan ziyade bir mit olarak kabul edilmektedir.256
Mitler ele aldıkları konular itibariyle çeşitli kollara ayrılır: İnsanın ve dünyanın geleceğini (tufan ve kıyamet) konu edinenler eskatoloji, evrenin nasıl oluştuğunu anlatanlar kozmogoni, tanrıların nereden geldiklerim anlatanlar teogoni, insanların nereden geldiklerim ya da nasıl oluştuklarım anlatanlar antropogoni olarak adlandırılır.
Bütün büyük Akdeniz ve Asya dinlerine mensup milletlerin mitolojileri vardır. Grek mitlerinin büyük bir bölümü Hesiod ve Homer tarafmdan tasnif edilmiştir. Yakındoğu ve Hindistan'daki mitolojik gelenekler de din adamları tarafından tesbit edilmiştir. Mitolojiler zamanla edebî değer kazanmış şairler ve din adamları tarafmdan yeniden ele alınıp canlandininuş sonuçta yazılı metinler haline getirilmişlerdir.
Altay Efsanelerine Göre Yerin Yaradılışı (yerding pütkeni)
Evvelce ancak su vardı; yer, gök, ay ve güneş yoktu. Tanrı (Kuday) ile bir "kişi" vardı. Bunlar kara kaz, şekline girip su U7.eri.nde uçuyorlardı. Tanrı hiçbir şey düşünmüyordu. "Kişi", rüzgar çıkanp suyu dalgalandırdı ve Tanrı'nin yüzüne serpti. Bu "kişi" kendisinin Tanrı'dan büyük olduğunu sandı ve suyun içine dalıverdi. Su içinde boğulacak oldu; "Tann, bana yardım et" diye bağırmaya başladı. Tanrı "yukarı çık!" dedi, o da sudan çıkıverdi. Tanrı şöyle buyurdu: "Sağlam bir taş olsun!" suyun dibinden bir taş çıktı. Tanrı ile "kişi" taşın üzerine oturdular. Tann "kişi" ye : "Suya dal, oradan toprak çıkar!" dedi. Kişi suyun dibinden toprak çıkanp Tann'ya verdi. Tanrı bu toprağı suyun üzerine atarak "yer olsun (yer butsun)!" dedi. Böyle yer yaratılmış oldu. Bundan Sonra Tanrı yine "kişi"ye: "Suya dal, toprak çıkar" dedi. Kişi suya daldı ve "ben kendim içinde toprak alayım" diye düşümdü, iki eline toprak aldı; bir elindeki toprağı, kendi basma iş görmek düşüncesiyle, ağzına soktu. Tanrı 'dan gizlice bir yer yaratmak istiyordu. Bir elindeki toprağı Tanrı 'ya verdi. Tanrı bu toprağı saçıverdi, katı yer meydana geldi. Deminki "kişi" nin ağzında gizlediği toprak da büyümeye başladı nefesi tıka-nıp boğulacak, ölecek oldu. Tanrı 'dan kaçmaya başladı. Fakat nereye baksa Tanrı 'yi yanında buldu. Boğulmak üzere iken "A Tanrı, gerçek Tanrı, bana yardım et" diye yalvardı. Tanrı ona "Ne yaptın? Ağzına toprak saklayım diye mi düşündün? Bu toprağı niçin gizledin?" diye sordu. O "kişi" cevap verdi: "Yer yaratayım diye bu toprağı ağzıma gizlemiştim". Tanrı ona "at ağzından o toprağı!" dedi. "Kişi" toprağı alıverdi. Bu topraktan küçük kü-
213
çük tepeler meydana geldi. Bundan sonra Tanrı şöyle dedi: "tmdi sen günahlı oldun; bana karşı fenalık düşündün. Sana itaat eden halkın (sanga bakkan albating) düşünceleri dahi fena olacaktır. Bana itaat eden halkın düşünceleri an, temiz olacaktır; onlar güneş görecekler, aydınlık görecekler. Ben gerçek Kurbustan adım almışımdır. Senin adın ise Erlik olsun; günahlarım benden gizleyenler benim halkım olsun!" dedi.
Dalsız, budaksın, bir ağaç. Bitmişti. Bu ağacı Tanrı gördü ve "dalları olmayan bir ağaca bakmak, hoş bir şey değil; buna dokuz tane dal bitsin!" dedi. Ağaçta dokuz dal bitti Tann yine şöyle dedi: "Dokuz dalın kökünden dokuz kişi türesin ve bundan dokuz ulus olsun "
Bu sırada Erlik bir kalabalığın gürültüsünü işitti ve "bu gürültü nedir?" diye sordu. Tanrı "sen de bir hakansın ben de bir hakanım. Bu gürültü yapan kalabalık benim ulusumdur" dedi. Erlik bu kavmin kendisine verilmesin! istedi. Tanrı ona "hayır, sana vermeyeceğim. Sen kendine bok!" dedi. Erlik "dür, bakalım. Tanrı 'nin şu ulusunu bir göreyim" dedi ve kalabalığa doğru yürüdü. Bir ye re geldi. Burada insanlar, yabani hayvanlar, kullar ve başka bir çok canlı yaratıklar gördü ve "Tanrı bunları nasıl yaratmış? Bunlar ne ile besleniyorlar" diye düşündü. Burada bulunan insanlar bir ağacın meyve-siyle besleniyorlardı. Ağacın bir tarafındaki meyveleri yiyorlar, diğer tarafındaki meyvelerden ağızlanna almıyorlardı. Erlik bunun sebebim sordu. insanlar cevap verdiler. "Tanrı bize bu dört dalın meyvesini yemeyi yasak etti. Güneşin doğduğu yanda bulunan beş dalın meyvelerinden yemeyi buyurdu. Yılan ile köpeğe bu ağacı dört dalından yemek isteyenleri bırakma diye emretti. Bundan sonra Tanrı göğe çıktı. Beş dalın meyveleri bizim aşımız oldu ".
Erlik Körmös bunları duyduktan sonra Törüngey denilen bir kişiyi buldu ve ona "Tanrı yalan söylemiş. Siz bu dört dalın meyvelerim de yiyiniz!" dedi. Bekçi yılan uyuyordu. Erlik onun ağzına girdi ve "bu ağaca çık" dedi. Yılan ağaca çıktı yasak meyveden yedi. Törüngey ile karışı Eje beraber geziyorlardı, Erlik onlara "bu meyvelerden yiyiniz!" dedi. Törüngey istemedi. Fakat kansı yedi, meyve çok tatlı geldi. Meyveyi alıp kocasının ağzına sürdü. O anda her ikisinin tüyleri dökülüverdi, utndılar. Ağaçların altına saklandılar. Derken Tanrı geldi. Bütün ulus Tanrı'dan gizlendi. Tanrı haykırdı:
"Törüngey Törüngey' Eje Eje! Neredesiniz?" Onlar "ağaç altındayız, sana varamayız" dediler. Yılan, köpek, Törüngey, Eje kabahati hep birbirine attılar. Tanrı yılana dedi: " Şimdi vursun öldürsün". Bundan sonra Eje'y e "Yasak meyveyi yedin, körmös (şeytan) oldun. Kişiler sana düşman olsun. Körmös'ün sözüne uydun, bundan böyle sen gebe olacaksın, çocuk doğuracaksın, doğum sancıları çekeceksin, sonra öleceksin". Törüngey'e şöyle dedi: "Körmös'ün aşım yedin, beni dinlemedin, şeytanın sözüne kandın, onun sözüne kananlar onun ülkesinde yaşayacaklar, ışıktan mahrum olacaklar,
214
karanlık dünyada bulunacaklardır. Şeytan bana düşman oldu; sen de ona düşman olacaksın. Beni dinlemiş olsaydın benim gibi olurdun. Şimdi senin dokuz oğul, dokuz, kızın olsun. Bundan sonra ben kişi yaratmayacağım. Kişileri sen doğuracaksın". Tanrı şeytana "adamlanmı ne için aldattın" dedi. Şeytan "ben istedim, sen vermedin. Ben de hırsızca almaya karar verdim. Ben alacağım: Atla kaçarsa düşürerek alacağım, rakı içip sarhoş olursa döğüştüreceğim, suya girse, ağaca çıksa yine alacağım" dedi. Tanrı şöyle dedi: "Üç kat yerin altında, ay ve güneşi olmayan karanlık bir dünya vardır. Ben seni oraya atıyorum" dedi. "Bundan sonra size yemek vermeyeceğim. Kendinizi kendi gücünüzle kazanarak besleyiniz. Sizinle konuşmayacağım. Size Maytere'yi göndereceğim" dedi.
Maytere geldi; insanlara birçok şeyler öğretti. Araba yaptı. Aş olarak ot köklerim, ısırgan vesaire otları tayin etti.
Erlik, Maytere'ye yalvardı: "Ey Maytere, sen benim için Tann'ya baş-vur, müsaade etsin de ben Tann'nın yanma çıkayım". Maytere, Erlik'in kabul edilmesi için Tanrı 'ya altmış yıl yalvardı.
Tanrı şeytana şöyle dedi: "Bana düşman olmazsan, insanlara fenalık etmezsen yanıma gel!" Şeytan göklere Tanrı 'nin yanma çıktı; Tanrı 'ya secde ederek, "beni takdis et, müsaade et de ben kendim için gökler yapayım " dedi. Tanrı müsaade etti. Erlik gökler yaptı. Erlik'in avanesi göklere yerleşip çok kalabalık oldu. Tann'nın öz kişisi Mangdaşire şöyle düşündü; "Bizim öz kişilerimiz yer yüzünde, Erlik'in kişileri göklerde. Bu çok fena bir şey".
Mangdaşire, Tann'ya danlıp. Erlik'e karşı savaş açtı; Erlik karşı geldi, ateşle vurup Mangdaşire 'yi kaçırdı. Mangdaşire Tanrı huzuruna geldi. Tanrı "nereden geliyorsun?" diye sordu. Mangdaşire "Erlik avanesi yüksek göklerde, bizim kişilerimiz ise yerde bulunuyorlar bu çok fena bir şey. Ben Erlik avanesini yere indirmek için savaştım. Fakat gücüm yetmedi, indiremedim" dedi. Tanrı benden başka kimse ona dayanamaz; Erlik'in gücü senden fazladır. Fakat bir zaman gelecek ki sana "var!" diyeceğim, işte o zaman senin gücün Erlik'in gücünden üstün olacaktır" dedi. Bunun üzerine Mnagdaşire rahat rahat yattı.
Bir gün Mangdaşire şöyle düşündü: "Tanrı 'nin var diyeceği gün yaklaştı".
Tanrı Mangdaşire'ye dedi; "Ey Mangdaşire, bugün var, Erlik'i göklerden süreceksin, maksadına erişeceksin, ondan güçlü olacaksın. Benim gücüm, kudretim, takdisim (alkışım) sana yetsin..." Mangdaşire sevindi bir kahkaha attı "tüfeğim yok, yayım, okum yok, kargım (çıdam) yok, yatağanım yok... Ancak yalın bileğim, kolum var. Nasıl ben Erlik'e karşı savaşayım?" dedi. Tanrı ona kargı verdi. Mangdaşire kargıyı alıp Erlik'in göklerine çıktı. Erlik'i yendi, kaçırdı. Göklerim kırıp parça parça etti. Erlik'in göklerinin parçaları yere döküldü. O zamana kadar yeryüzü dümdüz idi. Bu parçalardan
215
dağlar, kayalar hasıl oldu. Güzel Tanrı 'nin güzel yarattığı dümdüz yer böylece eğri-büğrü oldu. Erlik'in bütün avanesi yere döküldü, kimi suya düştü, boğuldu, kimi ağaca, kimi tasa çarptı, öldü, kimi hayvanlara çarptı öldü.
îmdi Erlik, Tanrı 'dan yer istedi. "Benim göklerimi kırdın. Şimdi benim barınacak yerim yok" dedi. Tanrı yerin altına, karanlık dünyasına sürdü. Üzerin akat kat kilitler koydu. "Üzerinden sönmez ateş olsun, güneş ve ay ışığı gör-meyesin! Tekrar ediyorum: iyi olursan yanıma alırım, fena olursan daha derinlere sürerim!" dedi. Erlik, ben "ölmüş adamların canlarım alacağım" dedi. Tanrı "Ben onları sana vermeyeceğim, kendin yarat" dedi. Erlik eline çekiç, körüs, örs aldı. Bir vurdu -kurbağa çıktı; bir vurdu -yılan çıktı; Bir vurdu-ayı çıktı; bir vurdu -domuz çıktı; bir vurdu -albıs (fena ruh) çıktı; bir vurdu -şulmus (fena ruh) çıktf; bir vurdu -deve çıktı.
Tanrı geldi. Erlik'in körük, çekiç ve örsünü alıp ateşe attı. Körük bir kadın. Çeliç de bir erkek oldu. Tanrı bu kadını yakalayıp yüzüne tükürdükadın bir kuş olup, uçtu: bu kuş, eti yenmez, tüyü yelek olmaz, "kurday" denilen kuştur. Tanrı erkeği yakalayıp yüzüne tükürdü, o da bir kuş oldu; bu da "yalban" denilen kuştur.
Bütün bunlardan sonra Tanrı halka hitaben:
"Ben size mal verdim, aş verdim, yerin üzerinde iyi, güzel ve arı sular verdim; size yardım ettim. Siz de iyilik yapınız. Ben göklerime döneceğim;
çabuk gelmeyeceğim " dedi.
Sonra yardımcı ruhlara hitaben:
"Şal-yime, sen rakı içip aklımı kaybedenleri, körpe çocukları, kısrak yavrularım, inek buzağılarım koru, iyi sakla, iyilik yapmış olan ölülerin canlarım yanma al, kendi kendilerim öldürenleri alma! Zenginlerin malına göz dikenleri, hırsızları, başkalarına düşmanlık edenleri de alma, benim için ve hakanı için savaşıp ölenleri al benim yanıma getir! İnsanlar, size yardım ettim, sizden fena ruhları uzaklaştırdım. Fena ruhlar (körmüsler) insanlara yaklaşırlarsa onlara yemek versinler. Körmüslerin aşlarım yemeyiniz, yerseniz onlardan olursunuz. Benim adımı söylerseniz himayemde bulunacaksınız. Şimdi uzaklara gidiyorum. Tekrar geldiğim zaman iyilik ve fenalıklarınızın hesabım göreceğim. Şimdilik benim yerimde Yapkara, Mangdaşire ve Şal-yime kalıyorlar. Onlar size yardım edeceklerdir.
Yapkara sen iyi bok! Erlik senin elinden ölmüşlerin canım çalmak ister-se Mangdaşire'ye söyle; o kuvvetlidir. Şal-yime, sen iyi baki Albıs, şulbus yerin altından çıkmasınlar; çıkarlarsa derhal Mangdaşire'ye haber veri O kuvvetlidir. Onları kovsun! Podo-sünku ayı ve güneşi beklesin. Mangdaşire 'ye söyle yeri ve gökleri muhafaza etsin! Maytere iyilerden kötüleri uzaklaştırsın. Mangdaşire sen fena ruhlarla savaş! San güç gelirse be-
216
nim adımı çağır! insanlar iyi şeyleri, iyi işleri öğret. Olta ile balık avlassmak, sincap (tiyin) vurmak, hayvan beslemek sanatlarım öğret!"
Bunları söyledikten sonra Tanrı uzaklaştı. Mangdaşire olta yaptı. Balık avladı, tüfek, barut, icat etti. Sincap vurdu. Tann'nın buyurduğu gibi insanlar bir çok şeyler öğretti.
Mangdeşire bir gün şöyle dedi: "Bugün beni rüzgar uçuracak ve götürecektir". Rüzgar geldi. Mangdaşire'yi alıp götürdü.
Yapkara insanlara şöyle dedi:
"Mangdaşire'yi Tann yanma, aldı. Onu bulamazsınız, ben Tann'nın elçisiyim, ben de gideceğim. Tanrı nerede durdursa orada kalacağım. Siz öğren-diklerinizi unutmayınız. Tann 'nin yargısı budur" dedi. İnsanları kendi hallerim bırakıp o da gitti.257
2. Efsaneler
Efsane kelimesi dilimize Farsçadan geçme bir kelime olup Arapçası usturedu.
Sözlüklerde efsane, "Masal, asılsız hikaye;" "Masal, boş söz, saçma lakırdı. Dillere düşmüş meşhur olmuş hadise;" "Bir olayı akıl dışı, olağanüstü yolda gelişmiş gösteren söylenti. Genel anlamda masal, olmayacak şey." biçünlerinde tarif edilmiştir. Bilim adamlannuz ise sülüklerden farklı düşünmektedirler. Bunlardan birkaçının düşünceleri şu çerçevededir.
Şükrü Elçin'e göre: "İnsanoğlunun tarih sahnesinde görüldüğü ilk devirlerden itibaren ayrı coğrafya, muhit ve kavimler arasında doğup gelişen;
zamanla inanç, adet.anane ve merasimlerin teşekkülünde az çok rolü olan bir çeşit masallar vardır, bunlar efsanedir. "25S
Pertev Naili Boratav bir tanımdan ziyade efsanenin mantialitesini ve çerçevesin! çizmeye çalışır: "Efsanenin başlıca niteliği inanış konuşu olmasıdır. Onun anlattığı şeyler doğru, gerçekten olmuş diye kabul edilir. Bu niteliği ile masaldan ayrılır, hikaye ve destana yaklaşır. Başka bir niteliği de düz konuşma diliyle ve her türlü üslup kaygısından yoksun, hazır kalıplara yer vermeyen kısa bir anlatı oluşudur. Kısacası efsane: kendine özgü bir üslubu, kalıplaşmış kurallı biçimleri olmayan, düz konuşma dili ile bildirilen bir anlatı türüdür."259
Saim Sakaoğlu efsanelerin temel vasıflarım dört ana başlık altında toplar. Bu aynı zamanda onun efsaneden ne anladığının da özetidir:
1. Şahıs, yer ve hadiseler hakkında anlatılırlar,
217
2. Anlatılanların inandırıcılık vasıfları vardır,
3. Genellikle şahıs ve hadiselerde tabiatüstü olma vasfı görülür,
4. Belirli bir biçimleri yoktur, kısa ve konuşma diline yer veren anlatı türleridir.260
Bütün bunlardan çıkan sonuç, efsanelerin en belirgin özelliğüun inanılır nitelikte bir anlatım türü olması, konuşma diliyle anlatılması ve kişi, yer, olaylarla ilgili olağanüstülükler taşımasıdır. Bu özellikleri onunla benzer nitelik taşıyan masal, destan gibi türlerden de onu ayırt eder.
Efsaneler bilim dünyasında dört grupta değerlendirilmektedir. Buna göre:
1. Dünyanın Yaratılışı ve Sonu (Kıyamet) ile îlgili Efsaneler
2. Tarihî Efsaneler ve Medeniyet Tarihi ile ilgili Efsaneler
A) Medeniyet ile îlgili Yer ve Eşyanın Menşei
B) Bazı Yerler ile îlgili Efsaneler
C) Dip Tarihi (prohistorya) ve îlk Zamanlar ile îlgili Efsaneler
D) Harpler ve Felaketler
E) Temsil Etmiş Kişiler
F) Bir Düzenin Bozuluşu
3. Tabiatüstü Varlıklar ve Kuvvetler / Mitik Efsaneler
a. Kader
b. Ölüm ve ölüler
c. Tekin Olmayan Yerler ve Hayaletler
d. Hayaletlerin Resmî Geçitleri ve Savaşları
e. Öbür Dünyada îkamet
f. Cinler, Periler, Ruhlar
g. Medeniyetle İlgili Yerlerdeki Hayaletler
h. Değişmiş Varlıklar
i. Şeytan
j. Hastalık Yapan Kötü Ruhlar (cinler) ve Hastalıkları
k. Tabiatüstü (sırrı) Kuvvetlere Sahip Kimseler
l. Efsanevi (mitik) Hayvanlar
m. Hazineler
4. Dinî Efsaneler / Tanrı ve Kahramanlarla îlgili Efsaneler.
218
Taşbebek Efsanesi
Birkaç yıllık bir kan-kocanın çocukları olmaz. Yıllır geçtikçe gelinde bir telaştır başlar. Zamanla bu telaş yerini üzüntüye bırakır. Gelin çocuksuz kalacağı için ağlamaya, Allah 'a yalvarmaya başlar. Diğer taraftan daha önce pek çok hemcinsinin basma gelen ikinci kadın olma (ku-malık sistemi) durumunda kalacağı endişesi onu daha da üzmektedir. Nitekim çok geçmeden kocası bunun üzerine yeniden evlenir.
Kocasının başka bir evde, yeni hanımı ile çocuk sahibi olma ümidi ile yaşaması bu zavallı kodum fazlası ile tesir eder. Düşünür, taşınır;
sonunda kararım verir. O kadar mahluka can veren Allah, elbet onun yontturduğu bir bebeğe de can verecektir. Hemen bir ustaya gider, ken-disine bir taşbebek yapmasını söyler. Mesleğinin ehli olan usta kısa zamanda hazırladığı taşbebeği kadına teslim eder.
Kadın o gece bebeği bir güzelce kundaklar, beşiğe yatırır. Onu sabahla-ra kadar sallar, hem de ninnilerin en içlisini söyler:
Aktaş diye belediğim,
Seni Hak'tan dilediğim
Ak tülbende doladığım
Mevlam sana bir can versin, ninni.
Talihsiz kadın sabahlara kadar Allah'a dua eder; üçler, yediler, kırklar aşkına; erenler, evliyalar, pirler hürmetine çocuğuna can veril-mesini niyaz eder.
Allah indinde bu dualar kabul olur, kadının taşbebeği canlanır. Zavallı kadın sevinçten ne yapacağım şaşırır. Sabah olur olmaz hemen kocasının yeni evine koşar, ona da haber verir. Koca ikinci karışım boşamaz, onu da yanlanna alarak eski evlerine dönerler. Böylece sönmüş bir ocak yeniden canlanır.263
Al Bastı Efsanesi
(Gümüşhane ilimizin Kelkit ilcesine bağlı Köse bucağının Öbektaş köyünde al bastı ile ilgili olarak şöyle bir efsane anlatılır:)
Köy balkının cin adım verdiği bir mahluk 2-3 günlük genç bir lohusayı her gece rahatsız etmeye başlar, ilk günler kadın kendi gayretiyle bu mahluktan kurtulur. Nihayet dayanamayıp bir gece ko- Bu efsanenin bazı varyantlarında taşbebek, babasmm gerdeğe gireceği gece canlanır, yeni gelin babasının evine gönderilir.
219
karısına haber verir. Böylece, koca, karışını koruyacak, lohusayı rahatsız eden güç ortadan kaldırılacak veya gelmesi önlenecektir.
O gece kadının kocası odaya gizlenir ve cin adım verdikleri mahluğun gelmesin! beklemeye başlar. Gece yarısından sonra cin içeriye girer ve kadının boğazına sarılır. Koca, saklandığı yerden çıkar ve cinin üzerine hemen bir iğne saplar. Böylece cin zararsız hale getirilir.
Bu cin, üzerindeki iğne île birlikte o eve yıllarca hizmet eder. Bir yandan da ev sahibine yalvarır. Sonunda dayanamayıp yakasındaki iğneyi çıkarırlar, o da ayrılıp gider.
Köylülerin dediklerine göre o eve bir daha al karışı gelmemiştir. Zira serbest bırakılan cin, o ev halkına zarar vermeyeceğine dair söz vermiştir.264
3. Masallar
Şahıs ve vak'aları insan üstü ve tabiat üstü hususiyetler ve nitelikler taşıyan hikayelerdir. Masallarda hayal unsuru ağır basar, inanılmayacak, fevkalade husustan ihtiva eden masallar, dinleyenleri reel dünyadan çekip hayali aleme almak için tekeriemeye benzer sözlerle başlar.
Masallar, kadınlar tarafından daha çok çocuklara anlatılır. Keloğlan ve Peri Masalları bu türün en tanınmış örnekleridir. Kahramanları hayvan olan hikayeler de bir çeşit masal sayılabilir.
Keloğlan
Varmış yokmuş bir kadının bir kocası varmış. Kocasının da kafası kelmiş. Bu kocası çift sürmeğe gidiyor, sabanını öküzlerini yazıda bı-rakıp geliyor. Karışı diyor ki:
-Yahu Keloğlan, sen bunu böyle yapıyorsun, ahırı bunun cezasını çekeceksin.
-Benim işime karışma.
Bir gün gene Keloğlan sabanını öküzlerini yazıda bırakıyor evine de gelmiyor, başka bir köye misafirliğe gidiyor. Bunun öküzleri eve gelmiyor. Kadın öküzleri aramaya gidiyor, bakıyor kurtlar öküzleri yemiş. Kadın: "Valla tamam. Keloğlan gelsin, ben onu bir elime dola-yayım." diyor. Keloğlan gelip soruyor:
-Karı, öküzler geldi mi?
-Keloğlan, öküzleri kurtlar yemiş.
-Nasıl yer, ben öküzlerimi yiyen kurdu bulurum.
220
Bu gidip öküzlerin kemiklerini çatıp altına giriyor. Et koparmaya bir alaca karga geliyor. Keloğlan alaca kargayı yakalıyor. Eve gelip bağırıyor:
-Karı, karı, gözün kör ola, hele çık. Öküzü yiyen kurdu buldum. Kadın bakıyor ne önünde bir şey var ne ardında bir şey var.
-Keloğlan, hani ya?
-Koynumda.
-O nasıl şey?
Keloğlan kargayı gösteriyor:
-Sen göreceksin, ben bundan neler kazanacağım. Karı ben gidiyorum.
-Nereye gidiyorsun. Keloğlan?
-Karga olmayan muhite gideceğim.
Keloğlan üç aylık yol gidiyor. Etrafa bir göz gezdirip bir köye giriyor. Orada karga değil kuş namına bir şey yokmuş. Köye iniyor. Bir eve gidip yalvarıyor:
-Bacı, açım, beni bu gece misafir eder misiniz?
-Valla kardeş, biz misafir almayız.
Meğer o kadının da dostu varmış. Bu kadınla epeyce münakaşa ediyorlar, bu kadın su getirmeğe gidiyor. Keloğlan içeriye giriyor, öküzün yemliğine saklanıyor. Biraz sonra kadın geliyor, kaz kızartıyor, şeker helvası yapıyor. Kapı doğuluyor, kadının dostu geliyor, bunlar o-turup konuşuyorlar. Kazı, şeker helvasını yiyorlar. Bu kadın dostunu yolladıktan sonra kazı selenin altına, şeker helvasını da dolaba saklıyor. Biraz sonra da kadının kocası geliyor. Kadına diyor ki:
-Karı, valla çok acıktım, bana bir parça bir şey getir de yiyeyim.
-Zıkkımın kökünü ye. Orada ayran var, al ye. Sana kim yemek verecek?
Bu zavallıcağız ayranı alıp yiyor. Orada düşüp yatıyor. Sabahleyin kapı açılınca Keloğlan içeri giriyor, kadın bunu kovmak istiyor. Keloğlan:
-Valla beni öldürsen de gitmem, ben açım. Bana yemek getir yiyeyim.
Kocası diyor ki:
-Kadın, Tanrı misafiridir, bir şey getir de yesin.
-Ne getireyim, orada ayranla ekmek var, yiyin. Ben bir de kalkıp si-ze yemek mi hazırlayacağım.
Bunlar ayran ekmek yemeğe oturunca Keloğlan koltuğunun altın-daki kargayı sıkıyor, karga bağırıyor. Adam soruyor:
-O nedir hemşehrim?
221
-O hacı bilendir.
-Ne söylüyor.
-Neden ayran ekmek yiyorsunuz, şeker helvasıyla kaz var, onları yiyin, diyor.
Kadın diyor ki:
-Valla herif, yapmıştım, unuttum. Getireyim de yiyin. Ev sahibinin bu iş hoşuna gidiyor, diyor ki:
-Bu hacı bileni bana satacaksın.
-Bunu sana satayım ama ben ne yapayım. Bana ekmek yemek yediriyor, para kazandırıyor. Ben bunu sana nasıl satayım, ben bunu sattım mı öldüm.
-Valla ben düşman sahibiyim, bu evde benim kanmı bekler. Keloğlan bakıyor yakayı kurtaramayacak, soruyor:
-Peki ne verirsin?
-Bir çift öküzüm, bir eşeğim, bir de ineğim var, hangisini istersen vereyim.
-Öküzünü alırsam aç kalırsın, ineğini alırsam ayran da bulamazsın, eşeğini alıp gideyim.
Keloğlan eşeğe binip gidiyor. Ev sahibi hacı bileni rafa koyuyor. Sabahleyin çiftini sürmeğe gidiyor. Kadının dostu geliyor, kapıyı doğuyor, kadın koşup kapıyı açıyor. Diyor ki:
-Aman eve girme.
-Neden?
-Bizde bir hacı bilen var, şeker helvasının, kazın yerini gösterdi. Bereket yersin ki bizi söylemedi.
-O nasıl hacı bilendir?
-Bilmem rafta duruyor.
Adam içeri girip bakıyor. Diyor ki:
-Yahu bunda ne var, bu bir kuştur. Bir ağaç parçası ver, onu öldü-reyim.
Hacı bilenin kafasına atmak için bir ağaç parçası alıyor. Ağaç par-çasını kusa fırlatınca ağaç parçası kapıya çarpıyor oradan da bir yorga gelip bunun gözüne giriyor. Gözü kör oluyor. Adam kaçıp gidiyor. Bu kadın da kocasına koşup haber veriyor:
-Hacı bilen düşmanın gözünü kör etti.
-Valla karı, biz bunu ucuz aldık. Hele sandığa mandığa bak, para varsa bu adama götüreyim.
Kadın sandığı arıyor, iki tane altın buluyor. Bu adam altınları ce-bine koyup yola çıkıyor. Keloğlan arkasına bakıyor ev sahibi geliyor.
222
Keloğlan; adam eşeğini almağa geliyor zannediyor: "Kaçmanın kurtuluşu yok. Gelsin alsın, buraya kadar geldiğim kar kalır." diyor. Ev sahibi gelip kavuşuyor, diyor ki:
-Yahu Keloğlan, Allah senden razı olsun, o hacı bilen, düşmanımın gözünü kör etti. Bunu senden ucuza aldık, al sana iki altın.
Keloğlan altınları cebine koyuyor: "Yahu demek bunda bir hikmet varmış, ben bunu niye sattım sanki." diyor. Ama gene yoluna devam ediyor.
O kadın, hacı bilenin korkusundan tövbe istiğfar ediyor, kocasına gece gündüz hizmet ediyor.
Keloğlan bir eşekle karının yanına gidilmez diye düşünerek eşek olmayan bir muhite gitmeye karar veriyor. Üç aylık bir yol alıyor. Bir düzlükte kırk tane devle beş kişinin harp ettiklerini görüyor. Oraya gidiyor: "Selamün aleyküm." diyor. Müslüman taraf: "Aleyküm selam." diyor. Devler eşeği görünce kaçıyorlar. O müslümanlar soruyorlar:
-Yahu hemşehrim, bu nedir?
-Bu ordu bozardır.
Bunlar Keloğlanın etrafina toplanıyorlar:
-Bunu bize satmaz mısın?
Dostları ilə paylaş: |