Türk edebiyatının islamiyet'ten önce ve îslamî dönem genel tasnifi içinde; Türk Halk Edebiyatı kendine has yerini almaktadır. Bu edebiyat



Yüklə 1,6 Mb.
səhifə20/34
tarix12.12.2017
ölçüsü1,6 Mb.
#34567
1   ...   16   17   18   19   20   21   22   23   ...   34

Perde aydınlanınca gösterme denilen tasvir, kamıştan yapılmış ve üflediği zaman an vızıltısı gibi ses çıkaran naraka çalınır. Sonra Karagözcünün yardımcısı Yardak oyuna mahsus bir usul ile tef çalmaya başlar. Daha sonra Hacivat Semaî söyleyerek perdeye gelir. Bu oyuna giriştir. Seçili konuşmalar yapar. Arkadaşı Karagözü'ü görmek istediğim söyler. Karagöz'ün kapısının önünde makam ile arkadaşın çağanr. Karagöz kızar, kavga eder. Hacivat kaçar. Karagöz sut üstü yatar. Gülünç secilerle kendi halinden ve Hacivat'ın insafsızlığında şikayet eder. Hacivat gelir muhavereye başlar.

Muhavere, karşılıklı güldürücü konuşmadır. Bu medrese kültürüne karşılık halk külturünün ters cevaplanndan oluşan seçili konuşma şeklidir. Bu muhavere birince/OH/ yani dramatik kısım takip eder. Kalıplaşmış bir şekilde biten oyunun sonunda Karagöz Hacivat'a bir tokat atar. Hacivatda klişeleşmiş bir konuşma yaparak sahneden çekilir. Karagöz gelir, seyircilerden sürç-i lisandan ötürü özür diler. Tehdit yollu gelecek sefer, Hacivat'a neler edeceğim söyleyip perdeyi terk eder. Böylece ertesi akşam hangi oyunun oynanacağı hakkında haber vermiş olur. Bu oyun, XVI. yüzyıldan zamanımıza kadar gelmiştir.

Karagöz'ün Ağalık Oyunu

. (Birinci bölüm. Muhavere) -Nasihat muhaveresi-

Hacivat semai okuyarak gelir. -Semai-

Her güzel böyle vay nazlı mı olur, Cilvelî ela gözlü mü olur, Güzeli sevmesi vay gizli mi olur.

(Nakarat)

Ömrümün van gel şarıl bari, Bir gece yari saraydım bari.

(2. hane)

Karidesin a güzel vay kande arayım,

Halin hatırın kirne sarayım,

Ayda bir, yılda bir, vay yüzün göreyim.

248


H. - Of hay Hak.

Temaşa-yı hayal, erbabına özge temaşadır, Maarif ehline malum olur sırr-ı muammadır.

Ne anlar cahil ü nadan olan sırr-ı muammadan, Bakar zahir gözüyle sanki mir'at-ı mücelladır.

Verasinfehm ü idrak eyleyen yarana aşkolsun, Değildir ehl-i irfana hafi zahir hüveydadır.

Misal etmiş bunu Şeyh Küsten gülzür-ı dünyaya, Anınçün Sadıka zıll-i hayal ile müsemmadır.

Ülü'l-ebsar olan çeşm-i basiretle nigah eyler, Cihana ibret ile bakmayan zahirde amadır.

Huzür-u haziran, cemiyet-i irfan vakt-i, safa-yı merdan. Dinsizdir, münafıktır şeytan, şeytanın dinsizliğine. Rahman 'in birliğine, kudretin, azametin padişahımız efendimiz hazretlerinin eyyam-ı saadetlerine (secde eder, ayağa kalkar) ve bizi temaşaya tenezzül buyuran huzzar-ı kiram 'in safayab olmala-nna.

Demem o demek değil, ben bendenize, ben duacınıza, ben hak, ben hakisare, eli yüzü yunmuş, eifazı düzgün, hoş sohbet fasîhüllîsan, musahabeti tatlı.

K. - (Pencereden) Hoş geldin keçi suratlı.

H. - Bir yar-i kafadar olsa, geliverse şu dört guşe hayme üzre kadem bassa, o söylese ben dinlesem; ben söylesem o dinlese.

K. - (Pencereden) Defol şuradan sersem oğlu sersem.

H. - Her ikimiz de söyleşirken bizi temaşa eden ahibba neş'e-yab olsalar. Diyelim işimizi Mevlam rast getire.

Yar bana bir eğlence meded!..

Aman bana bir eğlence meded!..

K. - (Aşağıya adar boğuşmaya başlar) Dür, Hacivat sakalımı yoldun!.

H. - Aman birader bırak. Bumumu kırdın.

K. - Kirilsin kerata.

H. - Aman Karagöz bırak beni kuşaklarım düştü.

K. - Boğazımı sıktın.. (Hacivat kaçar. Karagöz sırt üstü yatar, kalır.) Of.. Aman belim, hıkınım, kaburga kemiklerim. Kerata beni evirdi çevirdi teşbih böceği gibi fırlattı attı, lakin herifi kaçırdım ama ben de galiba poturlara kaçırdım. (Ayağa kalkar.) Amanın kamım, ciğerlerim..

K. -K. - (içeriden) Yahu!..

K. - Ne var.

249


K. K. - Bok ciğerci geçiyor, dertsizinden bir tane al, okşama yahnisini yapanı Canım çok istiyor.

K. - Kan beni ciğerci sandı..

H. - Vay benim sevgili Karagözüm, maşallah, maşallah!..

K. - Selvinin tepesine bin de kuş avla. (Tokat)

H. - Aman Karagözüm nedir bu sendeki hiddet-ü şiddet-i hal:

K. - Kafanı kırsın bakkal Mihal.. (Tokat)

H. - yazıklar olsun sana Karagöz yazık.

K. - Hoş geldin kazık oğlu kazık. (Tokat)

H. - Yazıklar olsun sana ki adam olmamışsın, kavak ağacı gibi boy atmışsın.

K. - Sen de çam yarması gibi boylanmışsın. (Tokat)

H. - İşte Karagöz adam olmadığın bundan belli.

K. - Sen de su takati ye, (Tokat) git oyna iki telli.

H. - Bak Karagözüm, sen benim kırk yıllık arkadaşımsın, eğer dinlersen sana babamdan kalma birkaç nasihatim var. Bunları sana vereyim adam olursun ve bana dua edersin.

K. - Ver bakalım. Ne biçim şey onlar?

H. - Eğ öyleyse başını aşağı.

K. - Ne olacak?

H. - Ben senin ensene bir tokat atacağım, nasihatleri birer birer söyleyeceğim.

K. - Takatsiz olmaz mı?

H. - Bu kıymetli nasihatler sonra aklına yerleşmez. Eğ başını.

K. - Olur, vur bakalım. (Başını eğer.) Ama yavaş vur.

H. - (Ağlar gibi) Ah gidiyor! Ah gidiyor!..

K. - (Başını kaldırır.) Yakalayalım kim gidiyor?

H. - Kimse gitmiyor, babamın nasihatleri gidiyor. Sen eğ başını.

K. -Olur eğdik. (Eğer.)

H. - Birinci nasihat. (Vurur.)

K. - Yavaş kon, elinin cuntasından başlarım, neymiş o? Söyle bakalım?

H. - Cahillik alimlikten iyidir, derlerse işit de inanma.

K. - (Başını kaldırarak) Ulan bunu kim bilmez be!.

H. - Sen eğ başını.

K. - Olur. (Eğer.)

H. - (Ağlar gibi) Hey gidi babamın güzel nasihatleri uçuyor, uçuyor..

K. - Ökse kuralım, tutarız.

250

H. - Sen eğ başını.



K. - (Eğer.) Olur.

H. - İkinci nasihat. (Vurur)

K. - Elin kirılsin kerata.

H. - Züğürtlük zenginlikten iyidir derlerse işit de inanma.

K. - Bu ne biçim nasihat be? Bunları kim bilmez?

H. - Eğer sen bunları bilmiş olsaydın adam olurdun, bana karşı böyle terbiyesizce hareket etmezdin. Sen eğ başını.

K. - Bu nasihatler kaç tane?

H. - Efendim, üç tane, bir tane kaldı.

K. - Onu da ver bakalım. (Başını eğer.)

H. - (Ağlar gibi) Ah benim sevgili babamın kıymetli nasihatleri gidiyor. Haşa huzurdan köpek ağzına kemik atar gibi gidiyor.

K. - (Kalkar, bir tokat atarak) Köpek senin babandır terbiyesiz herif!.

H. - Zaten sen adam değilsin. Ben sana babamın kıymetli nasihatlerinı vereyim, sen bana teşekkür yerine tokat at.

K. -Sen şimdi ukalalığı bırak, başka kaldı mı ?

H. - Son olarak bir tane kaldı, eğ başını.

K. - Onu da söyle bakalım. (Başını eğer)

K. - Üçüncü nasihat. (Tokat)

H. - Elin kirılsin kerata.

H. - Bekarlık evlilikten iyidir derlerse işit de inanma.

K. - (Başını kaldırarak) Bitti mi? Şimdi sen de benim babamın nasihatlerinı dinle, eğ kafanı aşağı.

H. - Benim nasihate ihtiyacım yok. (Giderken)

K. - (Yakalayarak) Buraya gel.. Şimdi sen benim babamın nasihatlerinı dinle.

H. - Benim nasihate ihtiyacım yok. (Giderken)

K. - (Yakalayarak) Buraya gel: Eğ bakalım kafayı.

H. - Ne olacak?

K. - Nasihat vereceğim. Eğ bakalım şu kafanı aşağıya.

H. - Eğdim.. (Eğilir.)

K. - (Elini bir aşağı, bir yukarı sallayarak) Öhü.. öhü.. sıkı dür, nasihat geliyor.

H. - Ama Karagözüm yavaş gelsin.

K. - Artık o bahtına, (tokat atarak) birinci nasihat..

H. - Birader pek hızlı vurdun.

K. - Nasihatler kofana iyice işlesin, benim nasihatler dehşetlidir.

H. - Eeee. Ne imiş o nasihatin söyle.

251

K. - Acele yok. (Tokat atarak) Birinci nasihat..



H. -Nedir o?

K. - (Tokat atarak) Birinci nasihat.

H. - Ne imiş o?

K. - Açlık tokluktan iyidir derlerse işit de inanma.

H. - A Karagözüm bunu kim bilmez.?

K. - Bu nasihatler bana babamdan kalmadır, sen kelleyi eğ!..

H. - Ama Karagözüm yavaş vur.

K. - Olur, sen eg kafayı, (tokat atarak) ikinci nasihat..

H. -Ne imiş o?

K. - Senin sırtına binmek, eşeğin sırtına binmekten iyidir derlerse işit de inanma..

H. - A birader böyle nasihat olur mu?

K. - Nasihatin kötüsü olur mu, sen kafanı sıkı tut, (tokat atar) üçüncü nasihat..

H. - (Başım kaldırır.) Ne imiş o?

K. - (Tokat atarak) Tokat yemek, yemek yemekten iyidir derlerse işit de inanma. (Hacivat gider.) Seni gidi öğüt budalası kerata. Sen gidersen beni de buraya mıhlamazlar, pamuk ipliğiyle hiç bağlamazlar. Ben neyler çekilir, giderim îdgahta dolaba dilber, seyrine bakalım ayine-i devran ne suret gösterir? Sallan butlan koca oğlan sallan. (Yavaş yavaş çekilir, gider.)- Muhavere Biter.299

9. 4. Orta Oyunu

Meddah 'm çok sanatkarh bir şekli veya Karagöz'ün perdeden yere indirilmiş bir türü olarak tarif edebileceğimiz orta oyunu, Türkiye'de, eski kol oyunlanmn temsili bir karakter almaşı ile ortaya çıktı.

Başlangıçta taklide, dansa ve söze dayanan oyunlar arasında bir unsur olan ve adinin menşei henüz aydınlanmamış bulunan orta oyunu, XV. yy. dan itibaren gelişmeye başlamış ve tam dramatik karakterim XIX. yy 'in birinci yansında kazanmıştır.

Orta oyunu, kuvvetim taklit, mimik ve irticaiden alan, bir bakıma söz konuşu sanatları hususiyle cinas düellosuna dayanan ve Kol Oyunu, Meydan Oyunu, Zuhuri Kolu adları ile de yaygın orta oyunu, bir şehir halk tiyatrosu-dur. Bu tiyatronun belli başlı kahramanı Pişekar ile Kavukludur.

Zenne ve Taklit ikinci planda oyunculardır. Orta oyununda da konular Karagözdeki gibidir.

252


Orta oyunun da bir bakıma rejisör sayılan Pişekar'ın ardından Kavuklu gelir. Cahil görünüp, ahmak geçinen, telaşlı, kurnaz, neşeli, bir halk adamı olan Kavuklu ile Pişekar arasında muhaverenin ardından Tekerleme başlar. Tekerleme den sonra aslında erkek olan, fakat kadın kılığındaki Zenne ortaya çıkar. Pişekar ile konuşmaya başlar. Bu oyun tam manası ile giriş demektir. Sonra taklit bütün kudreti ile oyuna hakim olur.

Vaktiyle sarayda sünnet düğünlerinde, esnaf cemiyeti gezintilerinde, pestemal kusama merasimlerinde oynanan orta oyunu, bugün bazı toplantılarda oynanmaktadır.

(Acem Gaffar Ağa-Kavuklu Muhaveresi) Acem:

Merhaba ey meclisin suhendanî Görürem bahtına küskün giden hayvani Görüp karşımda birden olup heyran, diyerem;

Nice rastlamişam bu gizil şeytanî...

(Kırmızı kıyafetinden ötürü Kavuklu'yu kasdeder.) Kavuklu: —Bu ne haloğlu, burası şairler kahvesi mi? Acem: —Bilürem ki burası gayfe deyildi...

Kavuklu: —"Gayfe" değil utan kahve... Türkçe öğren de ondan sonra beyit okur gibi yalan yanlış söz söyleme. Buraya ney e geldin, kimi arıyorsun?

Acem: —Özünün nesini gerekti şehzuvar?

Kavuklu: —Nereyi sıvar, sıvacı mısın onu söyle?

Acem: —Sıvacı ne menedi?

Kavuklu: —Ne menedi, memendi yok, sen sıvacı mısın yoksa?

Acem: —Yoh baba yoh, men ne sıvacı, ne divarcı... Özüm, yahşi tüccaram!

Kavuklu: —Al sana bir daha, haydi anla da konuş! Acem: —Ne diyersen ağa, anlamiram?

Kavuklu: —Güya ben senin söylediklerim anladım da sen kaldın öyle mi?

Acem: —Dilediğin nedir ağam, gunne görüm?

Kavuklu: —Ulan, sen "üzüm yakıcısı", tüccarı nedir onu anlat. Üzümden yakı mı yapıp satıyorsun orasını anlıyamadım? Olur ya, üzümden yakı yapar satarsın öyle mi?

Acem: —Yoh, be canım, ne üzüm var, ne yahı... Özün yanlış anlamişsan. Men, özün diyerem, yaniya cenabın gastetmişem.

Kavuklu: —Benim canıma mı? Acem: —Yoh canım, cenabın...

253

Kavuklu: —O da sensin... Galiba yavaş yavaş akideyi bozuyoruz gibi gelir banal



Acem: —Özün şekercisan?

Kavuklu: —Uzun Şekerci İhsan kim?

Acem: —Men Uzun Şekerci ihsan 'ı bilmirem, nice ihsan 'dır bu dediğin?

Kavuklu: —Anlamadım, aramızda bir maraza çıkacak galiba!

Acem: —Aramızda Murtaza vardı? Neme gerekti Murtaza, neme gerekti Şekerci ihsan?

Kavuklu: —Demek bunları bilmiyorsun? Acem: —Bel!, bilmirem, bunlar nice kelamdı?

Kavuklu: —Anladım... Demek sen İnce Hasan'ı arıyorsun? Ayol o buradan gideli çok oldu, herifin gelmesi yaklaştı.

Acem: —Kim gelecehti?

Kavuklu: —Kim olacak, ince Hasan... Öyle demedin mi be?

Acem: —Beri bah. Özün yahşi kurumsah kişiye benzirsan!

Kavuklu: —(Kendi kendine) Bu herif benimle eğleniyor galiba... (aşikar) Ağa, sen benimle eğleniyor musun?

Acem: —Ne mene eylenmek, özün hoşuma getmişti onu söylirem!

Kavuklu: —Üzüm hoşuna gider o başka, benim nerem kuru sarmısağa benziyor?

Acem: —Özüne sanmsah dememişem, özün yanliş anlamişsan ağa... Dimek istemişem ki; hoş sohbet, cana yakın, adamcılsan...

Kavuklu: —Haloğlu, ben senin sözlerim anlamıyorum... Aramızda bir uygunsuzluk çıkacak. Haydi kuzum, böyle bir şey çıkmadan birbirimizden aynlalım... Haydi kardeşim sen işine, ben de işime gideyim...

Acem: —Özümün işi yohti!

Kavuklu: —Buraya gezmeğe mi geldin?

Acem: —Belî!

Kavuklu: —Ne beli? Ben de ne bel var, ne tarak... Sen bahçevan mısın?

Acem: —Özüme diyersen bagban?

Kavuklu: —Ulan bunlar nasıl lakırdı be kuzum? Türkçe mi. Acemce mi ne söylüyorsun haloğlu?

Acem: —Belî, has Türkçe konişirem...

Kavuklu: —Peki ama ben bu has Türkçeden anlamıyorum. Şimdi kafa şişirmeyi bırak da burada ne arıyorsun onu söyle?

Acem: —Özün gılavuzsan?

254

Kavuklu: —Anlamadım?



Acem: —Özün rehbersan?

Kavuklu: —Gene anlamadım...

Acem: —Ne galın gafalı kişisan agami

Kavuklu: —Ben mi kalın kafalıyım?

Acem: —Belî!

Kavuklu: —Deli babandır!

Acem: —Demirem deli... Deyirem belî! Evet dimekti. Özün Türkçe de bilmirsan ağam... Özün rehbersan?

Kavuklu: —Hayır berber değilim...

Acem: —Necissan?

Kavuklu: —O da babandır!

Acem: —Çok ala... O halde ne iş sahibisen?

Kavuklu: —Ne iş görüyorum, onu mu soruyorsun?

Acem: —Belî!

Kavuklu: —Ulan belliyse ne sorup duruyorsun?

Acem: —Anlamak gerekti ki hangi işin ehlisan?

Kavuklu: —O da ne demek oluyor, kanlı dişin ehli miyim? Ulan şu sualin neye benziyor, o söylediğim beğeniyor musun sen onu söyle?

Acem: —Menim idare-i kelamım çoh yahşidi... Özün annamirsan. Arabi teamest, Farisi şekerest!

Kavuklu: —Hımmmmm... Acem: —Ne mene hımmmm? Kavuklu: —Bitmem, ne mene hımmmm... Acem: —Özün mecnünsan?

Kavuklu: —Uzun macun sensin haloğlu... Benimle eğleniyor musun u-lan?

Acem: —indi bırah şakkayı, özünün tahsili yohtu?

Kavuklu: —Evet benim uzun Tahsin'im yoktur... Kısa Hasan'ım var lazım mı?

Acem: —Gene güftügüyu değiştirmişsan... Görürem ki reng-i rüyin bozuhtu!... 3W

255

9. 5. Kukla



Kukla, Türkler de XI. yy' dan itibaren görülmektedir. XVI. yy'dan beri ise Türkiye'de şehirlerde kukla adı ile bilinen oyun, Anadolu'da köylüler arasında Bebek, Çömçe, Gelin. Karaçör gibi isimlerle de yaygındır.

Karagöz ve orta oyununda olduğu gibi günlük hayat hadiseleri ile edebi eserlerde, hikayelerden konusunu alan kukla, bir hareket ve bir hacim oyunudur. istanbul'da Osmanlı Devleti döneminde XVI. yy. sonlanndan itibaren görülüp bugüne kadar devam ede gelen ve büyük şehirlerde, bilhassa İtalyan oyunculannın tesiri ile teknik bakımdan geliştirilen tiyatro:

1.ElKuklası

2. îpli Kukla

3. îskemle Kuklası

4. Resim Kuklası

olmak üzere dört şekilde oynanır.

italyan'ların Poliçinollo'sunu taklit eden, bir tarafı ile Kavukluyu andıran kukla'ya İstanbul'da Karagöz, iblis ve Bebe Ruhi adlan verilmiştir.

Musiki ile Türkü ve şarkıların da katıldığı; Rum, Ermeni, Yahudi, çingene veya Türk Sanatkarların oynadığı bu oyunun Anadolu da oynanan şeklinin eski Türk Şamanizm'inin geleneklerine dayandığı kabul edilmektedir.

YEDÎNCİ BÖLÜM AŞIK TARZI TÜRK EDEBİYATI

A. Türk Halk Edebiyatı Geleneği içinde Aşık Tipi'nin Dünü-Bugünü*

Türk Halk Edebiyatının ana karakteri sözlü oluşudur. Bu özelliğinden dolayı yazıya geçirilmediğinden bugün için Halk Edebiyatı ürünlerinin hemen hemen tamamından haberdar değiliz. Haberdar olduklanımz ise komşu ülke kaynaklanna şu veya bu şekilde geçmiş birkaç tercüme, tespit veya tariften öteye geçmez. Türk Halk Edebiyatı ile ilgili belgeler, Uygur dönemi dinî muhtevalı metinler bir kenara bırakılacak otursa ilk olarak Kaşgarlı 'nin Divanü Lügati't-Türk adlı eseriyle başlar. Kaşgarlı'nın muhtemelen yazılı veya sözlü kaynaklardan tespit ettiği bu metinler de tümüyle Halk Edebiyatı geleneğin! tarif edecek ölçüde değildir. Halbuki Türk tarihi kadar büyük bir tarihi derinliğe ve geniş bir coğrafî yaygınlığa sahip olan Türk Halk Edebiyatı ürünlerinin çok daha fazla olması gerekir. Bu açıdan bakıldığında Türk Halk Edebiyatı, büyük bir kaynak sıkıntısı ile karşı karşıya bulunmaktadır. Bununla birlikte bu saha ile ilgili çalışmaların da oldukça yakın bir zamanda başlamış olması da bir başka probleminüzi teşkil etmektedir.

Türk Halk Edebiyatı ile ilgili ilk çalışmalar Batılı Türkologlarca başlatılmıştır. Bizde Tanzimat Dönemindeki birkaç çalışma istisna tutulacak olur-sa ilk ciddi araştırmalar XX. yüzyılda başlamıştır. Bu edebiyatın varlığına;

ilk olarak Ziya Gökalp işaret etmiş, onu Rıza Tevfik, Folk-lore adlı301 maka-lesiyle takip etmişktir. Rıza Tevfik, burada bir tasnife giderek Anonim Halk Edebiyatı, Tekke Edebiyatı, Aşık Edebiyatı gibi üç edebiyat şubesinden bahsetmiştir. Fakat bu konuda ilk ve esaslı çalışmayı Fuat Köprülü başlatmıştır. Köprülü'nün ikdam gazetesinde 9 sayı devam eden "Mübahasat-ı Lisaniye ve Edebiye-Saz Şairleri1"2' adlı seri yazışı ve bunu takip eden diğer çalışmaları303 bugün için dahi başlıca müracaat eserleri olarak kabul görmektedir. Fuat

* Bu bölüm İstanbul Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü'nün 08-12 Kasım 1999 tarihlerinde

düzenlediği VI. Milletlerarası Türkoloji Kongresi'ne tebliğ olarak sunulmuştur. (Torun, Ali.,) 3<" Rıza Tevfik, -Folk-lonr, Peyam Gazetesi Edebî ilavesi. Sayı 20, 20 Şubat 1329.

258

Köprülü'den sonra konuya ilgi çoğalmış bu konuda pek çok araştırmacı mesai sarf etmiştir. Bunlardan bazılarım ismen zikretmek gerekirse;



"Sadettin Nüzhet Ergun, Ahmet Talat Onay, Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu, ihsan Ozanoğlu, Vehbi CemAşkun, Osman Cemal Kaygılı, Şükrü Elçin, Mehmet Halit Bayrı, Pertev Naili Boratav, ilhan Başgöz, Cahit Öztelli, Hikmet Dizdaroğlu, Umay Günay, Saim Sakaoglu, Fikret Türkmen, Ensar Aslan, Ali Berat Alptekin, Ali Duymaz, Doğan Kaya, Nerin Köse, M. Öcal Oğuz, Ali Yakıcı, Hamiye Duran, ismet Çetin, Ayşe Yücel Çetin, isa Özkan, Pakize Erçişli-Aytaç vd. olmak üzere pek çok ismi sayabiliriz.

Bütün bu araştırmacılar, ister Halk Edebiyatı içinde isterse müstakil ola-rak değerlendirilsin bir Aşık Edebiyatı varlığında ve müstakil bir Aşık Edebiyatı bilim dalı disiplinin de müttefiklerdir. Ve hemen hemen "Halkın anlayabileceği lisanla yazan, daha çok hece veyiini kullanan, saz çalarak diyar diyar dolaşan ve çok defa aşık adı ile kalem şuerasından ve divan şairlerin-den ayrılan şairlerin mahsullerinin hepsi"304 tanımında birleşmektedirler. Bu edebiyatı diğer edebiyat şubelerinden ayıran en karakteristik özellik ise ferdî bir edebiyat olduğu kadar gelenek edebiyatı da oluşudur. Bünyesinde ferdî-likle gelenekselük iç içedir. Bu sebeple geleneksel değerlerin tabiî karakteri gereği değişen zaman ve zemine göre Aşık Edebiyatı da değişerek günümüze kadar gelmiştir. Ancak bu değişim ve gelişim esnasında da kendi hakim tipi-ni oluşturmuştur.

Türkler pek çok medeniyet dairesine girip çıkmıştır. Ancak bunlardan hiçbiri îsîam medeniyet dairesi ile batı medeniyet dairesi kadar etkili olmamıştır. Bu tip, Türk kültürünü her yönden etkileyen bu üç büyük medeniyet değişikliğine bağlı olarak iki büyük değişim geçirmiştir. Bunlardan;

Birinci tip, muhtelif Türk boylannda ozan, baksı, kam, saman vb. adlarla anılan şair ruhaniler,

îkinci tip; islamiyet dönenünde dinî-lasavvufî Türk edebiyatı tesiriyle ortaya çıkan aşık,

Üçüncü tip ise; batı medeniyet dairesine giren sazcı, saz ustası, saz sanatkarı, bağlama üstadı gibi adlarla anılan modem aşık. Bu tiplerin sosyal statülerine, hakim vasıflanna kısaca bir göz atmak istiyoruz:

1. Ozan, Baksı, Kam, Saman:

Muhtelif Türk boylannda değişik adlarla anılmakla birlikte Gök Tanrı inancı 'nin dım-mistik-sihrî otoritesi olan bu tip, konumu itibariyle oldukça önemli bir sosyal statüye sahiptir. Çok katlı evren içinde Yaratıcı ile yaratıklar arasında irtibat sağlarlar, yağmur yagdınp fırtına çıkarırlar, ölülerin ruh-

259

lanm iyi ise gök yüzme, kötü ise yerin altına gönderirler, kötü ruhlarla savaşırlar, hastalıkları iyileştirirler; savaş için uğurlu gün tayin ederler;



yoğ/yuğ, sığır, şölen gibi büyük merasimleri yönetirler velhasılı doğumdan ölüme kadar hayatın her safhasında aktif rol alıriardı.

Eski Türk inancına göre, bunlar Tanrı ve ruhlar ile insanlar arasında irtibat sağlama gücüne sahip tek varlıklardır. İnanca göre insan; ufak tefek ruh-lara, aileyi koruyan atalar ve yer-sulara bizzat kendisi de kurban sunup saçı yapabilirse de kuvvetli, hele hele kötü ruhlara doğrudan başvuramazdı. Kötü ruhlar zaman zaman insan ve hayvanlara hastalık göndererek kurban isterdi. Fani insanlar bunların ne istediğim bilmez, bunu ancak kudretim gökten ve atalanndan alan; ozan, baksı, kam, saman vb. adlar veriler din adamları bile-bilirlerdi.305

Kam(şaman)lık sanatı öğrenmekle elde edilemez, belli bir kanun neslin-den gelmesi gerekirdi. Ayrıca kimse de Kam olmak istemezdi. Fakat geçmiş kam-atalann ruhları kam olacak torununun ruhuna musallat olur, onu kam olmağa zorlardı. Altaylılar bu hale "töz basıp yat" (ruh basıyor) derierdi. Atasının ruhu kendine musallat olar adam, bundan kurtulmaya çalışır, bu görevi kabul etmezse deli olur. Samanlığa eğilim çoğu zaman garip davranışlarla kendini belli ederdi: Bu garip davranışlar; dalgınlık, hayal görme, inziva eğilimi, ormanda, ıssız yerlerde veya çöllerde tek basma dolaşma, uykuda şarkı söyleme.. vb gibi davranışlar bunun belirtilerinden sayılırdı.306

Samanlık eğilimi olarak sayılan bu hallere ilave olarak bayılma, sara nöbetlerine benzer bir şekilde ağızdan köpük gelmesi ile kendini gösteren psikolojik haller, ağaç kabuklanyia beslenme, kendini ateşe veya suya atma, bıçakla kendini yaralama gibi davranışlar da sergilerlerdi.

Samanlıkla ilgili çeşitli eğilimler göstermek hemen saman olmak için yeterli değildi. Bunun için tecrübeli ve yaşlı bir kamın yanında belli bir süre için eğitimden geçmek gerekirdi. Bu hazırlık ve deneme safhasını basan ile geçenler bir giriş merasimi ile mesleğe kabul edilirlerdi. Mesela Yakutlarda saman adayının mesleğe girme merasimi şöyledir: Namzed, kumu (saman giysisi) giyer, eline at kılları bağlanmış asa verilir. Namzedin sağ tarafında dokuz tane delikanlı, sol tarafında dokuz kız, bunların ortasında da ihtiyar saman yer ahrdı. ihtiyar saman mesleğe sadakat yemini olarak dua okur, namzed de bunu tekrariardı.307 Saman adayı bir çeşit mesleğe giriş ve hazırlık hastalığı yaşardı. Samanlığa giriş sırasında öldüğü farz edilen aday, ce-henneme gider, burada vücudu parçalara ayrılır, kötü ruhlardan arınır sonra tekrar parçalar birleşir, tekrar dünyaya dönerdi. Bu ölüp dirilme hali ileride üzerinde duracağmuz aşıldık geleneğindeki rüya ile aynilik derecesindeki

260


benzerlik arz etmektedir.308 Bundan sonra saman bir rehber ile dağa tırmanır, oradan göğe yükselir burada kendi emrine bir ruh verilir bu ruh, saman için gerekli olan cübbe, külah, davul ve maskesini tarif ederdi.

Şamanlar, her türlü ayin ve merasimlerim manzum sözlerle ve musiki eşliğinde icra ederlerdi. Bu sebeple bunlara din adamından ziyade şair ruhaniler demek daha iyidir, îşte bu şair ruhaniler, saz şairi, aşık adım verdiğimiz tipin prototipim oluşturmaktadır. Türklerin îsîamiyeti kabulüyle birlikte ve toplumdaki iş bölümüne de bağlı olarak şair ruhanilar birtakım görevlerim bırakmak zorunda kaldılar. Bir kısmı hastalık tedavisine yöneldi.; bir kısmı Allah aşkını basit şekillerde halka anlatan dervişlere, bir kısmı da kopuzlany-la muhtelif şiirler terennüm eden şahsiyetler Ozan halim aldılar. Mesela bahsi kelimesi önceleri dinî-ruhanî şahsiyetleri karşılarken XIV. yüzyıldan başlayarak Uygur alfabesini bilen katip anlamım kazanması bu iş bölümünün bir neticesidir. Bununla birlikte aynı kavram Özbek, Türkmen ve Uygarlarda halk şairi, saz şairi anlamı kazanmıştır. Son devir Nogaylannda ise bu kavram çalgıcı, türkücü manasının yanı sıra Türkçe yazan katip anlamım devam ettirmiştir. Oğuz Türklerinde ise şair ruhanilere verilen ozan adı halk musikişinası manası kazandı.


Yüklə 1,6 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   16   17   18   19   20   21   22   23   ...   34




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin