Ozanlar, bu kimlik daralmasına rağmen Oğuzlar arasında eski itibarla-nndan uzun süre pek fazla bir şey kaybetmediler. Ozanlar ellerinde kopuzları ile ilden ile, obadan obaya gezerler, düğünlerde, ziyafetlerde bulunurlar kopuzları ile eski Oğuz Destanlarım, Dede Korkut Hikayelerim söylerler, yeni olaylar hakkında yeni şiirler düzenlerlerdi. Pirleri Dede Korkut, kopuzları da mukaddes addedilirdi. 309 Bu statülerim XV. yüzyıla kadar sürdürdüler. Bu yüzyılda Klasik Edebiyat gelişimim tamamlamış olgun ürünlerim vermeye başlamıştı.
Fikir, zevk seviyesi bakımından halktan tamamiyle ayrılmış olan Klasik edebiyat mensupları bediî ihtiyaçlarım Arap-îran tesiriyle ortaya çıkan edebî ürünlerle karşılarken diğer yandan avam olarak nitelenen geniş halk zümrele-rinin musiki ve şiirine ait her türlü şekiller (ezgi, deyiş, türkü, türkmani, varsağı vd.), halk arasında rağbet gören konular (Geyik Destanı, Hamza, Battal hikayeleri vd.), halk şiirinin ölçüşü hakir görülmeye başladı. Bu hususta birkaç misal vermek gerekirse XVI. yüzyıl tarihçisi Ali, Künhü'l Ahbar (C. V, s. 11) adlı eserinde birtakım varsağı söyleyicilerinden bahsederse de bunları şairden saymaz. Yine aynı asrın teskirecisi Aşık Çelebi, Tezkire(Fatıh Ktp. Nüshası, v. 25a)sinde halk arasında okunmağa mahsus eser yazan Hamzevî'yi şair saymaz. 310 Örnekleri çoğaltmak mümkündür. Aydın kesi-
Shamanistic initataion" (Türk Halk Hikayelerinde Rüya Motifi ve Samanlığa Giriş) Asien Folklore
261
min halk sürme karşı bu olumsuz yaklaşımı XIX. yüzyıl sonlanna kadar sürmüştür. Buna da bir misal vermek gerekü-se; Ahmet Vefik Paşa, halk edebiyatı ürünlerinden maniyi,
"Usulsüz, darpsız elhan ile taganni olunan vezinsiz, manası?, güfte"3" şeklinde tarif etmektedir. Klasik Osmanlı aydımna göre beste, klasik formlarda besteler, vezin aruz vezni, mana da mazmun demektir. Bu anlayışla tarif edilen mani de haliyle vezinsiz manasız güfte olacaktır. Bu menfi bakış tarzma bağlı olarak XV. yüzyıldan itibaren ozan kelimesi de kavram aşınma-sına uğrayarak boş konuşan, herze yiyen vb. anlamlar kazanmaya başladı. Neticede Dinî-Tasavvufî Edebiyatmın da tesiriyle XVI. yüzyıldan itibaren ozanların aşık unvanı almaya başladıklarım görüyoruz.
2. Asık
Aşık Tarzı Türk Şiirinin oluşumunda hiç şüphesiz Klasik Edebiyatçıların bu menfi yaklaşımı bir itici güç olmakla birlikte, Türkistan'da Ahmet Yesevî ile başlayan dinî-tasavvufî cereyanların cazibesi de etkili olmuştur. En eski Türk Edebiyatmın temsilcileri olan ozan-baksı şair tipi, kaybolan itibarlarım tekrar elde edebilmek için gerek Klasik Edebiyatçıların ve gerekse halkın nezdinde büyük bir itibara sahip olan dinî-tasavvufî cereyanlara ve tarikat edebiyatlanna yöneldiler. Eski geleneklere bağlı kalarak îsîamî akide-lere uygun yeni bir terkip oluşturdular. Neticede bu terkip edebiyatı kendi hakim tipini ortaya koydu. Biz bu tipe Aşık Tipi diyoruz.
Aşıldığın esasım kompleks bir yapıya sahip olan rüya oluşturmaktadır. Maddî veya manevî bir sıkıntı sonrasında, kutsal bir mekanda uyku ile uyanıklık arasında kutsal bir şahsiyet tarafından sunulan bade'yi içen şahsiyet artık aşık'tır ve o andan itibaren dili açılır. Gerek Aşıklık geleneği içinde ve gerekse halk arasında kabul görülen bu Rüya Motifi ile eski ozanlar tekrar kaybolan itibarlarım elde ettiler.
Samanlığa giriş merasiminde görülen üç sahne: sıkıntı, önceki şahsiyetin sembolik ölümü, yeni bir hayata farklı bir kimse olarak başlama, kompleks Rüya Motifi'nin esasım oluşturur. Aşıkta rüya 7. Hazırlık Devresi, 2. Rüya, 3. Uyanış, 4. ilk deyiş olmak üzere dört safhada gerçekleşir.312 Eski Türk dinlerindeki ayin ve törenlerin îsîamlaşmış şekli olan bu Rüya Motifi belli bir plan dahilinde gerçekleşir:
a) Rüya, maddi veya manevî bir sıkıntı sonrasında görülür.
b) Büyük sıkıntılar sonrasında rüya görülmezse, kahramanın sıkıntıla-nndan kurtulmak üzere Tann'ya yalvarması sonucu ortaya çıkar.
c) Kutsal mevkilerde (mezar, pınar vb.) görülür.
262
d) Kutsal kişi veya kişiler (Hızır-îlyas, üçler, kırklar, üç derviş, pir vd.) bazen bir genç kızın elinden kahramana aşk badesi sunar.
1. Kahramana bir veya üç bardak dolu (bade) sunarlar veya kız ile oğlanın birbirine sundururlar.
2. Kahramana çok güzel bir kız tanıttıktan sonra adım ve memleketim söylerler.
3. Şiirinde kullanacağı mahlas verirler.
4. Kahramana ihtiyaç olması halinde yardım edeceklerim belirtirler.
e) Kahraman badeyi içtikten sonra vücudunu bir ateş sarar, düşer ağ-zından kanlı köpük gelir. Bu halde 3, 6, 7 gün kalır.
f) Herkes kahramanın deli olduğunu düşünürken yaşlı bir kadın veya erkek sazın teline dokunur.
g) Saz sesiyle uyanan kahraman gözlerim açar. Sazı eline alır, kendine verilen mahlasla irticalen şiirler söylemeye başlar. Böylece hem Badeli hem de Hak Aşığı olur.313
Rüya motifine bağlı olarak ortaya çıkan aşık tipi ilk olarak XVI. yüzyıl yazılı kaynaklannda görülmektedir. Dolayısıyla Araştırmacılar Aşık Tarzı Türk Şiirinin başlangıcım da bu yüzyıl olarak kabul etmektedirler. îsîamiyetin kabulüyle terk edildiği kabul edilen Ozan-Baksı tipinin beş asır sonra aniden îsîamî bir kimlikle ortaya çıkması mümkün değildir. Bu tipin geçiş dönemine ait yeterli kaynağa sahip değiliz. XIV. yüzyılda yazıya geçirildiği kabul edilen Dede Korkut Destanlannda ozan tipi ve şiir icra gelene-ğinin yaşaması; I. Selim'in Mısır ve tren seferleri hakkında küçük bir destan yazan Bahşî adlı şairden sonra bu ismin hiç kullanılmamasına bakacak olur-sak Aşık Edebiyatının başlangıcım XVI. yüzyıl olarak kabul etmemiz gerekir.
Bu yüzyıl, klasik Osmanlı kültürünün en parlak devridir. İslam dini ve Türk dili gibi iki büyük temsil vasıtasına dayalı olarak büyük kültür merkez-lerinde ilk mektepler, medreseler, tekkeler, kütüphaneler, asker ocakları Müslüman-Türk Kültürünü tebaanın muhtelif tabakalanna yayma hususunda büyük bin faaliyet içindeydi. Gerek Klasik Edebiyat ve gerekse Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatı zirve şahsiyetlerim yetiştirmiş büyük merkezlerde oldukça kalabalık bir aydın tabakası oluşmuştu. Memleketteki bu yüksek kültür havası da aşağıda bulunan halk tabakalanna geçerek memleketin u-mumi zevk ve fikir seviyesi yükselmişti.314
Osmanlı'nın kültürel açıdan azametine paralel olarak Aşık Edebiyatının da inkişaf ettiğini söyleyebiliriz. Anadolu ve Rumeli'nin büyük merkezlerin-de, serhad kalelerinde, Suriye ve Mısır'da. Kuzey Afrika'nın Osmanlı'ya
263
bağlı bölgelerindeki askerî koloniler içinde aşıkların çoğaldığım görüyoruz. Şehir ve kasabalarda, değişik sosyal tabakalara mahsus ayn ayn kahvehaneler, bozahaneler, meyhaneler gibi umumi toplantı yerleri vardı. Bazı büyük kahvehanelerde çalgı ve köçek takınılan da bulunurdu. Bu tür toplantı yerle-rinden olan bazı kahvehaneler bilhassa aşıkları bir araya getirmişti. Onlar belli mevsimlerde buralarda bir araya gelir, aşık fasılları düzenlerlerdi. Bundan başka aşıklar panayır gibi geçici toplantı yerierinde kurulan kahvehanelerde bulunurlar, memleketi dolaşıriardı. Bu seyahatleri esnasında zengin konaklannda ve bilhassa memleketin her tarafına yayılmış bulunan Bektaşi tekkelerinde yatıp kalkarlardı. Bazı ileri gelen devlet adamlarıyla zengin konaklannda çöğürcü denilen aşıklar himayeye alınırdı.
Diğer esnaf teşkilatlannda olduğu gibi aşıklar da teşkilatlanmıştı. Bu teşkilatın esasına göre saz çalmaya istidadı olan kişilerin çıraklıktan aşık oluncaya kadar geçirmesi gereken birtakım dereceler vardı. Bilhassa büyük ve şöhretli aşıklann etrafında, meraklı ve kabiliyetli gençler toplanır, gerekli meslekî ve ahlakî terbiyeyi alıp, kendine mahlas verildikten sonra aşık fasıl-lanna girmeye hak kazanırlardı. Memleket içinde uzun seyahatlere çıktıktan sonra aşık unvanım alıp geçimlerim bu yolla sağlarlardır15 Köy ve aşiret çevrelerinde yetişen aşıklar nispeten uzak kalmakla beraber Şehir muhitle-rinde yetişen aşıklar. Klasik şairlerin cazibesine kapıldılar, geleneksel halk şiiri zevkinden uzaklaşmaya başladılar.
Aşık Tarzı Türk Şiiri gelişimim XVII. yüzyılda kuvvetli bir şekilde devam ettirdi. Eser ve şahsiyet sayısında geçen asra göre bir artma görüldü. Gevheri, Aşık Ömer, Karacaoğlan gibi kuvvetli temsilcilerim yetiştirdi. Ancak şehir muhiüerinde yetişen aşıklarla köy ve aşiret çevrelerinde yetişen aşıklar arasındaki fark artmaya başladı. Adeta iki ayn aşık tipi ortaya çıkü. Birincisi şehir hayatinin kültür havasım kapılırken ikincisi büyük ölçüde geleneksel çizgisin! devam ettirdi. Tarikatler de tesirlerim aşıklar Uzerinde artırdılar. Herhangi bir tarikate bilhassa Bektaşîliğe girmek moda halini al-maya başladı.316
XVin. asırda Aşık tarzı tabiî gelişimim sürdürürken büsbütün Klasik Edebiyatın tesirine girdi. Aruz veznini kullanmağa çalışan aşıklar çoğaldı. XVII. yüzyılla mukayese edilebilecek bir şahsiyet yetişmemekle birlikte aşıklık adeta moda halini aldı. Mahallîleşme cereyanının de tesiriyle klasik şairlerden de halk edebiyatı ve Aşık Tarzına yönelenler oldu. Salim ve Safaî gibi tezkirecilerin eserlerine bir iki aşık almalan artık onlara bir kıymet verildiğim göstermesi bakımından önemlidir. Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatı Aşık Tarzı üzerindeki tesirim büsbütün artırdı.317
264
19. yüzyılda aşıkların sayısmda büsbütün artma görüldü. Ancak aşıkların hemen hemen tamamı klasik şiirin tesirinde kalarak bozuk bir aruz vez-niyle basmakalıp mazmunlarla şiirler söylemeye çalışıyorlardı. Hatta hece ile söyledikleri şiirlerde bile yabancı terkip ve kelime kullanma arzusu dikkat çekecek ölçülere ulaştı. Bu yüzyılda yetişen bir hayli aşık arasında Erzurumlu Emrah, Bayburtlu Zihnî, Dertli, Kayserili Seyranı, Tokatlı Nuri, Sümmani, Ruhsatı şöhrete ulaştı. Türkmen aşiretleri arasında yetişen Dadaloğlu, Deli Boran, Gündeşli Oğlu, Bey Oğlu ikinci aşık tipi olarak şöhret kazandılar.
20. yüzyıl memleket dahilinde köklü bir değişimin yaşandığı asırdır. Devletin her kademesinde başlayan çözülme ve çöküşün hızlandığı bu dönemde Türk devlet ve fikir adamları bir arayışa girdi. Çöküşten kurtulmanın çarelerim aramaya başladı. Bunun çözümünü da Batı Medeniyet Dairesine girmekte buldu. Bu değişim Türk sosyal hayatında olduğu gibi Aşık Tar-zı'nda da büyük bir değişimi getirdi. Haliyle aşık tipi de ikinci büyük değişimim yaşadı. Ancak 1970'li yıllardan sonra aşık Tarzı Türk şiirinin tekrar canlandığım görüyoruz. Bu cümleden olarak, her yıl Konya'da Aşıklar Bayramı yapılırken, bu aşıkların büyük bir bölümü de Kültür Bakanlığı nezdinde görevlendirildiler.
3. Modern Aşık:
Fuat Köprülü, 20. yüzyılda aşıklık geleneğinin tamamen tükendiği kanaatindedir. Ona göre: Osmanlı cemiyetinde Ortaçağ an 'anelerini saklayan aşıklar zümresinin de artık o şekilde yaşayamayacağı pek tabii idi. İkinci Meşrutiyet hareketinden ve bilhassa Cumhuriyet rejiminin kuruluşundan sonraki maddi ve manevî inkılaplar, bu zümreyi yaratan ve yaşatan içtimaî şartları kökünden sarsmıştır. Tanzimat'tan beri merkezden muhite doğru yayılmaya çalışan yeni ideolojiler, mektep ve gazete hatta sinema, radyo gibi çok kuvvetli ve tesirli telkin ve terbiye vasıtaları eski hayat görüşünü tamamen değiştirmeye başlamıştır. Memleket içinde her türlü nakil vasıtalarının çoğalması, merkezde devlet kapitalizmine dayanan büyük sanayileşme faali-yetinin kuvvetle başlaması, medrese ve tekke gibi, ortaçağ an 'anelerini saklayan eski müesseselerin kaldırılması, halk terbiyesine gittikçe daha büyük ehemmiyet verilmesi, bütün memlekete maddî ve manevî yeni bir hayat görüşünün başladığım ve bir içtimaî nizamın kurulmak üzere olduğunu kati suretle anlatmaktadır. İçtimaî bünyenin bu derin değişmeleri karşısında Ortaçağ Osmanlı esnaf teşkilatı kadrosu içinde hususi bir sınıf teşkil eden ve kendine has ideolojik ve edebî an'aneleri bulunan aşık zümresi, artık yavaş yavaş ortadan kalkmağa başlamıştır. Esasen XX. asır başlarında büyük merkezlerde ehemmiyetim kaybetmiş olan aşıklar, ancak memleketin daha içerlerinde, henüz Ortaçağ hayat şartlarım saklayan küçük merkezlerde, ölmüş bir mazinin kalıntıları halinde yaşamakta idiler.
265
Umay Günay, Köprülü'nün bu düşüncesin! yazılı kaynaklara ve istanbul'da geleneği sürdüm? tüketen sözlü kaynaklara dayanarak verdiğim bu sebeple İstanbul için geçerli olabileceğim halbuki özellikle Doğu ve Güney Anadolu'da bir ölçüde de Orta Anadolu'da geleneğin yaşamakta ve temsilciler yetişmekte olduğunu öne sürmektedir. XXI. yüzyıla girdiğimiz şu günlerde sayışı 300'ü bulan ve kendilerine aşık unvanı veren insan bulunuyorsa bu geleneğin sona erdiğim kabul edemeyiz. Ancak günümüzdeki aşık adı verilen tipin de yukarıda ele aldığımız "aşık rip"lerinin aynı tip olduğunu kabul etmekte biraz zorlanabiliriz.. Bu bakımdan geleneksel aşık tipinin sona ermesi bakımından Fuat Köprülü, bu geleneksel aşık tipinin bazı unsurlannın günümüzde de görülmesi bakımından da Umay Günay'ın düşüncesinde doğruluk payı vardır. Geleneksel değerlerin zamana ve zemine uyarak kendine yaşama imkanı bulduğunu söylemiştik. Hakikaten Türk sosyal hayatında XIX. yüzyıün ikinci yansından itibaren başlayan siyasal, sosyal açıdan yaşanan değişmeler aşıldık geleneğim de etkilemiştir. Bu değişmelere bağlı olarak bugün, sazcı, saz ustası, saz sanatkarı, saz üstadı vb. adlarla anılan bir modem aşık tipi ortaya çıkmıştır. Geleneksel aşık tipinden büyük ölçüde uzaklaşan fakat onların da mensup olduğu halk zevkini sürdüren bu tipi, geleneği oluşturan umdeler açısından bir karşılaştırmaya tabi tutmak istiyoruz. Onlarda:
1. Meslek: Geçmişte aşıldık bir geçim vasıtası iken bugün ek iş, hatta bir hobi olarak sürdürülmektedir. Mevcut aşık biyografileri incelendiğinde bunların ya çiftçilik yaptığı ya da bir devlet dairesinde çalıştığı görülmektedir.
2. Usta-Çırak îlişkisi: Her sanat dalında olduğu gibi aşıldıkta da bir ustanın yanma girmek, onun terbiyesinden geçmek meslekî bir zaruret olduğu halde günümüz aşıkları, sanatlarım ya aileden öğrenmekte, veyahut da
"Benim ustam yoktur", "Benim ustam yüce Rabbimdir"321 cevaplarıyla kendilerinin bir usta çırak ilişkisi içinde yetişmediklerim ifade etmektedirler. Bu da bize göstermektedir ki geleneğin nakli açısından oldukça önemli olan usta-çırak ilişkisi bugün ortadan kalkmak üzeredir.
3. Rüya Motifi: Geleneksel aşık tipinde mesleğe başlangıçta temel şartlardan biri sayılırken, günümüz aşıklanndan bir kısmı
"Badeye inanırım, fakat bu asırda olmaz." "Bade içme geleneği eski maneviyatçı aşıklarda mevcuttu." "Bade içmeye inanmıyorum. Aşıklarda ilham vardır."322 diyecek kadar geleğin temel şartlanndan uzaklaşmıştır.
4. Gurbete Çıkma: Geleneksel aşık tipi ustasından icazet alıp mahlas kazandıktan sonra gurbete çıkar, bu sayede hem geçimim temin eder, hem de
266
memleket çapında karşılaşmalarda bulunarak şöhret arardı. Tabiri caizse iğne ile kuyu kazardı. Halbuki günümüz aşıklannda böyle bir endişenin kalmadığım görüyoruz. Zira geçimlerim başka kaynaklardan temin ediyor, medya sayesinde bir anda bütün dinleyicüere ulaşabiliyor hatta başka aşıklarla karşı-iaşmasına gerek kalmadan bir deyişi ile şöhreti yakalayabiliyoriar.
5. irticai: Herhangi bir konuda, önceden bir hazırlık yapmadan verilen ayak'a uygun şiir söylemek öteden beri aşıkların kendilerim klasik şairlerden üstün gördükleri başlıca övünç kaynağı idi. Bugün birkaç aşık dışında bu kabiliyete sahip aşığın bulunduğum! söyleyemeyiz.
6. Atışma: Aşık fasıllannın en ilgi çekici bölümlerinden birim oluşturan aşık karşılaşmaları, yerel yönetimlerin veya medyanın düzenlediği ortamlarda yapılan danışıklı dövüşe dönüşmüştür.
7. Eğitim: Geleneksel aşık tipinin büyük bir kısmı eğitimsiz, çok azı orta derecede bir eğitim alırken günümüz aşıklarının büyük bir ekseriyeti temel eğitimlerim tamamlamış hatta içlerinden akademisyenliğe kadar yükselenler olmuştur.
8. Teknoloji: Geleneksel aşık tipi sanatım canlı ortamlarda çıplak sesle icra ederken, modern aşık, teknolojiden yararlanmaktadır: Doldurduğu kaset ve plaklarda bir ezgisinin beste ve güftesini defalarca test etme imkanı bulmuş, hata miktarım en aza indirmiştir.
9. Ortam: Aşıklar Bayramı gibi organizasyonlar istisna tutulacak olursa Aşıkların yetiştiği başlıca kültür ortanuanndan panayır, bozahane ve aşık kahveleri ortadan kalkmıştır.
Bir iki meraklının çalıştırdığı aşık kahvesi de neticeyi değiştirmemiştir.
Aşıklar canlı ortamlardan seyirci ve dinleyicinin katılımcı olmadığı sanal dinleyicili stüdyo ortamlanna geçmiştir. Bu ortam değişmesi, haliyle sanat ürününün mahiyetim de etkilemiştir.
10. Sosyal Statü: Bugünün aşıklarının geçmişteki itibarlarım muhafaza ettiklerim pek de söyleyemeyeceğiz. Bediî ihtiyaçlarını başka kaynaklardan sağlayan geniş halk kitleleri aşıklara gereken önemi vermemektedir. Yaşar Reyhanî'nin şu ifadeleri bu hususta bir kanaat oluşturacaktır:
Havada yumurtlar huma
Kim der vebali boynuma
Sazcı derler tabutuma
Giren olmaz Erzurum'da323
Netice: Türk Halk Edebiyatı içinde aşık tipinin tarihi açıdan l. Ozan, 2. Aşık, 3. Modem Aşık olmak üzere üç safha geçirdiğin! belirledik: Ozanın
267
Türk sosyal hayatında din adamhğı ön planda olmak üzere halkın bediî ihtiyaçlarım karşıladığı ve oldukça önemli bir statüye sahip olduğunu islamiyet'in kabulüyle birtakım görevlerim bıraktığım, XVI. yüzyılda ozan adım da bırakarak Dini-Tasavvufî Türk Edebiyatı tesiriyle aşık adım aldığım ve nihayet XX: yüzyılda aşık tipinin de iktisadi, siyasi, sosyal değişmelere bağlı olarak yeni bir tipe dönüştüğünü gördük.
A. Belli Başlı Şahsiyetlerden Örnekler
Şimdi sırasıyla bu aşıldık geleneğinin temsilcilerinden birkaç örnek vermeye çalışalım:
1. KARACAOĞLAN
Bugünkü tespitlerimize göre, XVI-XVII. yüzyıllarda yaşayan üç Karacaog^an vardır. Bildiğimiz kadan ile bunlardan birisi Güneyli Karacaoğlan ki bu, "Elif'e vurgundur, ikinci Karacaoğlan ise, "Balkan dil-berlerine vurgun" ki o da Bulgar dağlanndan fazlası ile eserlerinde bahseder. Üçüncü Karacaoğlan ise, Saray'da yaşayan "Saraylı Karacaoğlan"dıı. Zamanla bunlann eserleri birbirine karışmıştır. Ancak biz bu şahsiyetleri;
eserlerinde geçen yer adları, şahıslara, gurbet ve aşk tutkularına göre tespit etmemiz mümkündür. Bu uçunun de hayatları ve soyları hakkında detaylı bilgiler fazla değildir Hatta bunlann hangisinin hangi asırda yaşadığı bile kesinlik kazanmamıştır.
Ancak Güneyli Karacaoğlan hakkında Freiburg Üniversitesi'nde, Klaus-Detlev Wanning tarafindan "Der Dichter Karaca Oğlan" adlı bir Doktora tezi yapılmıştır. Bu çalışma, son dönemin en ciddi araştırmasıdır. XVII. yüzyıl saz şairlerinin şiirlerim içeren mecmualarda Karacoğlan'ınlann şiirierinin de yer almaşı en önemli bir delil sayılmakta ve bunun XVI. yüzyılın sonu ile XVII. yüzyılın başlannda yaşadığı sanılmaktadır.
Anadolu'nun her tarafında tanınan ve türküleri söylenen Karacaoğlanın Anadolu'da birkaç yerde mezarı da vardır.
Osmanlı topraklarım karış kanş gezen Karacaoğlan gördüğü her güzelliği şürleştirmiştir. Adeta güzeli ve güzelliği övmek için yaşamıştır. Hayata bu derece bağlı olan şair ölümü düşündüğünde adeta ürpermiştir. Bu nedenle Karacoğlanın ölümle ilgili söyleyişlerinde lirizmin bütün özelliklerim görmek mümkündür.
"Esimle dostumla bulaşamadım Var git ölüm tez, zamanda yine gel"
"Şu dünyada üç nesneden korkarım, Bir ayrılık, bir yoksulluk, bir ölüm.
268
Mizacı gereği gençliğinde uçan bir hayat sürmüş ve yaşühğı kolay kabullenememiştir. Bu nedenle son zamanlarda yazdığı sanılan şiirlerinde burukluk vardır. Şiirlerinde; aşk ve güzellik başta olmak üzere, ayrılık, yoksulluk, yiğitlik, gurbet ve ölüm temalarım işlemiştir.
Güzel ve güzellik kavramlanndan başka Kracaoğlan'da gurbet teması da büyük yer tutar. Aşıldık geleneğinde gurbete çıkmak, diyar diyar dolaşmak, bu yerlerde değişik aşıklarla tanışıp, değişik insanları tanıyı? bilgi ve görgüyü artırmak çok önem verilen bir husustur. Bu sebeple aşıklar Anadolu'da "gezginci aşıklar" adıyla da anılmışlardır.
"Gurbet" kavramı Aşık edebiyatında (Aşık, Tarzı Türk Şiirinde) geniş bir yer tutmaktadır. Sıladan ayn kalmanın verdiği burulduk hemen bütün saz şairlerinin dile getirdiği bir durumdur. "Gurbet" geçim sıkıntısı, askerlik, sevgiliyi arama gibi sebeplerle terk-i diyar etmek şeklinde ele alındığı gibi, asıldan pişiren, görgü ve tecrübelerim artıran bir süreç olarak da düşünülmüştür. Hatta gurbet yüzü görmemiş, ezilmemiş, hasretliğin ne olduğunu tatmamış aşıklara itibar edilmemiştir. Bu sebeple "gurbet" kavramı aşıldık geleneğinin bir parçası haline gelmiştir.
Karacaoğlan da çok gurbet gezen, gezip gördüğü yerler içinde gurbet duygusunu işleyen aşık tarzım çok iyi bilen saz şairlerimizdendir.
Şimdi Güneyli Karacaoğlan''a ait birkaç Koşma örneği vermeye çalışalımm:
KOŞMA
Arzularım kaldı bir Arap atta Koyma Kadir Mevla 'm gamda firkatta. Düğünde bayramda ağır ziynette Anar m 'ola emmi dayı il bizi.
Getir oğlan ben giyeyim postumu Kimse bilmez garezimi kastımı Gurbet elde koydum geldim dostumu,
Geri dönsem kınar m'ola el bizi.
Dost elinden içtim içtim mat oldum. Kahbe felek güldü ben de şad oldum. Emmiden, dayıdan dosttan yad oldum. Ne yaman uzağa attı yol bizi!
Karacoğlan devranım var demim var, Yar yitirdim, düşüncem var gamım var. Yedi derya içinde bir gemim var, Atar m 'ola bir kenara sel bizi.
Karacoğlan
269
Koşma
Ben bugün yarimden ayrı düşeli, Her günüm bir yıla döndü gidiyor. Yine zindan oldu dünya başıma Sinem ataşlara yandı, gidiyor.
Hayal hayal oldu, şu bizim iller Dostun bahçasında açıldı güller. Her seher, her sabah öter bülbüller;
Aşkı bu serime kondu, gidiyor.
Aktı didem yaşı, oldu revane:
Bir ataş koyuldu şimdi cihane;
Bir selam iletin bizim gülşene, Halim bir Mevlit 'ya kaldı, gidiyor.
Karac'oğlan söyler: Durmam burada;
Gül yudum fikrime düştü bu ilde Gayet fikre daldım, gönlüm ak yarda;
Gözlerimden kan yaş aktı, gidiyor.
Karacaoğlan
Koşma
Güzel derler bir dilbere uğradım. Siyah zülfü mah yüzüne gül gibi. Boyu kısa, amma kendi münasib;
Uzar gider, bir şivgacık dal gibi.
Geydireyim yeşil île, al île;
Beslemeyim kaymak île, bal île;
Anan bana versin şunca mal île;
Kokulayım bir domurcuk gül gibi.
Kalem aldım kaşın, gözün çatmaya;
Hicab ettim adın sual etmeye. Seni satan az bahaya satmaya. Bakıp durur yüz altınlık mal gibi.
Hezeîe de, Karacoğlan, hezele. Bir melhem yap yörelerim tazele. Bir saray yaptırdım şöyle güzele,
On halayık hizmet etsin kul gibi.
Karacaoğlan
270
2. KÖROĞLU
Türk halk edebiyatuun en meşhur ve yaygın mahsullerinden olan Köroğlu destanından farklı olarak aynı adı taşıyan bir saz şairimiz vardır. özdemiroğlu Osman Paşa ile birlikte îran Seferi'ne katıldığı anlaşılan Köroğlu 'nün tarihî varlığım Evliya Çelebi Seyahatnamesi'nüeki bir fıkra da doğrulamaktadır.
Yazma eserlerde Köroğlu mahlası taşıyan birtakım şiirlere daha rastlanır ki bu manzumeler Köroğlu Destam'ndaki birtakım rivayetler ve şahsiyetlere sıkı sıkıya bağlıdır Ayvaz. Bezirgan, Çamlı Bel, Kır At, Bolu Beyi... gibi. Bununla birlikte bu manzumelerde Osmanlı askeri tarihine ait kaplan postu giymiş gaziler, dörtlüler, beşliler gibi kavramlar da görülmektedir. Bütün bu manzumeler Köroğlu adlı bir şaire mi aittir? Bu konuda kesin bir şey söyleyememekle birlikte 16. yüzyıl sonu ile XVII. yüzyıl başlannda Köroğlu adlı bir saz şairinin yaşadığım ve büyük bir şöhret kazandığım söyleyebiliriz. Şiirlerim dolduran samimi eda, coşkun lirizm Celalî devrinin umumi tema-yüllerine uygun hususi bir kahramanlık ruhu onun eserlerim yaşatmış ve tarihî şahsiyeti unutularak destanî bir mahiyet almıştır.325
Yüce dağların basında Kar bir y ana kış bir yana Depreşir ağzın içinde Dil bir y ana diş bir yana
Nidelim Beyler nidelim Ahd-ü peymanı güdelim Ayvaz'a imdad edelim Üç bir yana beş bir yana
Bre Beyler bre Paşa Karlı karlı dağlar asa Birgün ola ayn düşe Kıç bir yana baş bir yana
N'oldu ey sevdiğim n 'oldu Dereler kan ile doldu Gördüm hasmın yeğin oldu Kan bir yana leş bir yana
Kocadım belim büküldü Zırhım silahım söküldü Bu gözüm doldu döküldü Kan bir yana yaş bir yana326
Köroğlu
271
Dostları ilə paylaş: |