Türk edebiyatının islamiyet'ten önce ve îslamî dönem genel tasnifi içinde; Türk Halk Edebiyatı kendine has yerini almaktadır. Bu edebiyat



Yüklə 1,6 Mb.
səhifə24/34
tarix12.12.2017
ölçüsü1,6 Mb.
#34567
1   ...   20   21   22   23   24   25   26   27   ...   34

18. AŞIK ÎLHAMÎ

Asıl adı Yusuf Ziya Başer olan îlhamî 1960 yılında Sivas'ın Kangal il-çesinde doğdu. 1936 yılında aşıldığa başlayan îlhamî, şiirlerinin bir kısmım değişik yayın organlannda yayımladı. Ancak bunları bir kitapta toplamadı.

Çiftçilik, ticaretle uğraşan bu arada devlet memurluğu da yapan îlhamî, 1942-1950, 1964-1968 dönemlerinde Kangal Belediye Başkanlığı görevim yapmıştır.

Sivas'a Methiye

Dinleyin efendim arz edem bunu Şerefle mazisi dolu Sivas 'in Noksanım otursa affeylen beni Kokar mor menekşe gülü Sivas'ın

Ne kanun kalmıştı ne anayasa Vatan baştan başa girmişti yasa Samsun 'dan bir güneş doğdu Sivas'a Bahri umman oldu gölü Sivas'ın

303

Atatürk bu ilde kongre yaptı Devletin temelin burada attı Yıktı saltanatı yurt dışı etti Dört Eylüle sahip eli Sivas'ın



Bir tarafı kardeşlerin eteği Orda vardır erenlerin otağı Gaziler diyarı yiğit yatağı Çeliktir kolu bükülmez Sivas'ın

Fabrikalar çifte çifte tütüyor Şemsi Aziz Baba hurda yatıyor Kızılırmak coşmuş nara atıyor Akar boz bulanık seli Sivas'ın

Yukarı Tekkesi meşhur kalası Çifte Minare'si, Gökmedrese'si Eski eserlerin bir numunesi Tarihe eklenmiş dalı Sivas'ın

Kangal halkındanım Sivas ilimiz Ayda birkaç kere uğrar yolumuz Şiir söylemekten çektik elimiz Öter bülbül gibi dili Sivas 'in

Üç yüz yirmi beşte geldim dünyaya Sürmedim elimi tanbura neye Mahlas tlhamî'dir ismimiz Ziya işte böyle beyler hali Sivas'ın346

Aşık îlhamî


SEKİZİNCİ BÖLÜM DİNİ-TASAVVUFÎ TÜRK EDEBİYATI

A. Genel Özellikleri

Hiçbir gelişmiş milletin edebiyatı kaynağından çıktığı gibi saf kalmamıştır. Gelişmiş milletlerin edebiyatları ilişkide bulundukları kültürlerden etkilenerek ve etkileyerek sürekli bir gelişim halinde olmuştur. Edebiyatlar, bu etkileme ve etkilenme sürecinde millîlik vasıflanm da korumayı sürdürürler. Bu durum Türk Edebiyatı için de geçerlidir.

Türk Edebiyatı binlerce yıllık tarihi ve büyük bir coğrafî yaygınlığı içinde değişik kültürlerle temaşa geçtikçe onlarla bu karşılıklı etkileşim içinde hepsi de millî çizgide olmak üzere farklı zevklere hitap eden farklı kollarda bir gelişim içinde olmuştur.

Edebiyat tarihçileri bu gelişim çizgilerine göre edebiyatınım kronolojik olarak îsîamiyetten Önce, îsîamiyetten Sonra, Batı tesirînde kalan Türk Edebiyatı, Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı olmak üzere dört ana döneme ayırmak, islamiyet Sonrası Türk Edebiyatım da Divan (Klasik) ve Halk Edebiyatı biçüninde incelemek konusunda müşterek bir anlayış benimsemişlerdir. Ana hatlarıyla doğru olan bu tasnifte Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatımn yeri belirsiz kalmıştır.

Rıza Teyfik Bölükbaşı bu edebiyata Tekke Edebiyatı adım vererek Halk Edebiyatından ayınnaya çalışmış; Sadenin Nüzhet, Şükrü Elçin Halk Edebiyatı içinde değerlendirmişlerdir. Hal böyle iken aynı konuyu farklı üsluplarla ifade eden Yunus Emre, Mevlana, Kaygusuz gibi şahsiyetlerden ilki Halk Edebiyatı, diğerleri Klasik Edebiyat kapsamında değerlendirilmiştir. Oysa bunlar aynı konuda birleşen üç şahsiyettir. Bu tür bir ayırım beraberinde çö-zümlenmesi imkansız bir karmaşa ortamı doğurmaktadır. Oysa her iki edebiyat şubesiyle ortak noktası bulunan, fakat her ikisinden de farklı bir çizgisi olan Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatı tanımlanabilseydi bu karmaşa ortadan kalkardı.

Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatı, Halk Edebiyatı ile Klasik Edebiyat ara-sında bir geçiş, köprü edebiyattır. Hedef kitlesi ne Klasik Edebiyat gibi okumuş kesim ne de Halk Edebiyatı gibi geleneksel zevke sahip halktır. O her iki kesim insana hitap etmek iddiasındadır.

306


Bu bakımdan mutasavvıfların şiirlerindeki dış yapı (dil, vezin, nazım şekli vb.) bakımından kimi zaman millî bir çizgide, kimi zaman da yüksek zümrenin zevkine yaklaşır. Bu durum ayrı ayrı şahsiyetler için geçerli olduğu kadar, aynı şahsiyette de görülebilecek özel bir durumdur. Bir mutasavvıfın divanında görülen hem koşma, hem gazel; hem aruz, hem de hece vezni, hatta gazel tarzında heceyle yazılmış bir eser ancak bu özel durumla izah edilebilir.

Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatı, şekilde Halk Edebiyatı ile Klasik Edebiyat arasında köprü olup her iki edebiyat şubesinin birbirinden uzaklaşması-na engel olan denge unsuru, muhtevada ise tamemen orijinal bir edebiyattır.

a. Tasavvufun Tarihi Gelişimine Kısa Bir Bakış

Tasavvufun ıstılahi manası;347 "insanın eğitimi'dir. Yani insanoğlunun dünya ve ahiret mutluluğunu temin etmesidir. Tasavvuf! eğitim, Islamın ha-yata uyarlanmasıdır. Bu eğitim sayesinde insan; '''Allah'ın nzasını kazanır, ebedi saadete ermek için de nefsim eğiterek temizlemeye çalışır, ahlakî for-masyonunu iyiler ve güzeller sathında düzenler, kendi iç ve dış dünyasını aydınlatır, suret ve siretini tezkiye eder, çalışır, üretir, herkese yardımda bulunur, vatanı-milleti ve bayrağı bölünmez bütünlüğü için örnek insan olmayı hedef edinir. Bunu yaparken başlıca hareket noktası, Islamın ana kaynakları olan Kur'an ve Sünnet'in hükümleri doğrultusunda hareket ederek, toplumda önder ve örnek kişi olmaya çalışır."

İslamda tasavvuf, üç ana dönem geçirmiştir: Bu dönemler ve dönem hususiyetlerim şöyle sıralayabiliriz:

l -Hz. Muhammed veya Asr-ı Saadet Dönemi:

Bu devir Hz. Muhammed'in hayatta olduğu ve tek mürşit olarak uyul-duğu dönemdir. Hz. Peygamber, bizzat bir Hadis-i Şeriflerin de ifade ettiği gibi

Ben güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderidim, buyurmuştur. Güzel ahlak onunla tamamlanmıştır. Bu sebeple Hz. Peygamber devrini yaşayanlar, güzel ahlakı bizzat kaynağından görüp, ona uymak ve tatbik etmek suretiyle yaşıyorlardı. Adı konmasa bile bu devir, tasavvufun tanfini yaptığı tam bir zühdî hayat devridir. Hz. Ali, Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Ebü Derda, Eba Zer, Abdullah b. Amr, Bilal-ı Habeşî, Selman-ı Farisî, Suheyb-i Rumî gibi zühd ve takva timsali kişiler sonradan kurumsallaşacak olan tasavvuf harekelinin prototipleri olarak kabul göreceklerdir. Bunlar süfi çevrelerde örnek alınan, saygı gören kişilerdir. Halkın eğitiminde en güçlü rolü oynayanlardır.

307

2. Tabiün Dönemi:



Tabiün, yani sahabileri görenler devri, her alanda örnek kişi olan Hz. Peygamberin ahirete irtihal ettiği, îsîamî bir nizam olarak Kur'ön, sünnet, kıyas vb. kaynakları miras bıraktığı bir dönemdir.

îsîamî hayatın tek örnek kişisi hayatta olmadığı için onun bıraktığı kaynaklar üzerinde yorumlar başlamıştır. Bu muhtelif yorumlardan birisi de dinî kaynakların mistik yorumudur. Mistik yorumculardan en ünlüsü Hasan-ı BasrTdu. Hasan-ı Basrî "sözü peygamber sözüne benziyor" denilecek kadar övülen bir alim ve kuvvetli bir hatiptir. Bu zat kısa zamanda, sohbetleriyle bir zümre oluşturuyordu.

Hasan-ı Basrî, Süfyan-ı Sevri, Üveys Karanî, Said b. Cübeyr, Abdullah b. el-Mübarek.. vb'lerinin çevresinde tasavvufî hayatın, tasavvuf mektebi'ma temelleri de atılmış oluyordu.

3. ilk Sofiler Dönemi:

Herkesin örnek aldığı ve sonraki yüzyıllarda teşekkül eden tarikat'lann tek ilham kaynağı ve örnek kişisi yine Hz. Muhammed idi. Ancak bu devrin tek kurumu da camî idi. Çünkü cami'ler, yalnız ibadet yapmaya mahsus bir yer olmayıp, aynı zamanda halkın eğitim-öğretim yeri olarak da kullanılıyordu. Bütün meseleler burada hallediliyordu. Sahabe, ruhî terbiyeyi burada alıyordu. Hz. Peygamberin vefatından sonra cami, bu özelliğim devam eniyordu. Ancak birkaç dînî konunun yorumundan dolayı sonradan, bazı proplemlerin çözümü ve yorumundan kaynaklanan birtakım zümreler ortaya çıkmaya başladı. Bu zümrelerden birisi süfiler'dir.

îlk süfî adım kullanan zat Ebu Hasım el-Kufi (ölm. H. 150/M. 767)'dir. Bu zat Şam'da kendi adıyla anılan tekkesini açtı. Zünnun-ı Mısrt (ölm. H. 245/M. 858), Bdyazid-i Bistamî (ölm. H. 26 l/M. 874), Cüneyd-i Bağdadî (ölm. H. 279/M. 908), Hallac-ı Mansur (ölm. H. 309/ M. 921) gibi ünlü mutasavvıflar onu takip etti. Muhyiddin-i Arabi (ölm. H. 638/M. 1240)'in varlığın tekliği şeklinde ifade edebileceğinüz Vahdet-i Vücüd teorisiyle tasavvuf sistematik bir hal aldı.

Tasavvuf düşüncesini esas alan zümreler, takip ettikleri yollarla birbirlerinden kerhen de olsa aynimaya başladılar. Bu ayrılmalardan sonra her iki sofi kendi çevresinde dini ve bilimsel konulan öğretebilmek açısından eğitim ve öğretime dayalı bir ekol oişturdular ki, esasen kelime manası da yol demek olan "tarikat" ler oluşmaya başladı.

Türklerin bu ekolleşme hareketi, onların islamiyete girişleri, tasavvuf hareketinin İslamda kurumlaştığı, tarikatlerin oluştuğu üçüncü döneme tekabül etmektedir, îsîamiyetle birlikte tasavvufun da Türkler arasında yaygın-iaşması gayet tabii olduğundan Semerkand, Buhara, Fergana gibi Türk-îsîam çevrelerinde şeyhlere tesadüf edilmeğe başladı. Yusuf Has Hacib ve

308

Ahmet YesevTtün zuhunma kadar Türkler arasında Muhammed Ma'şük Tüsi, Emir Ali Abu Halis gibi mutasavvıflar yetişti. Ahmet Yesevî ile birlikte "tasavvuf hareketi-tasavvufmektebi" Türkler arasında genel bir "cumhur ekolü" oluşturuyordu.



Fakat asıl tasavvuf hareketi Ahmed Yesevi ile birlikte Türkler arasında genel bir ekolleşme ile; bir vanadan eğitim-öğretim şeklini alarak fikrî ve didaktik, diğer yandan da "zühdî ve lirik'' yönlerim birleştirerek genel bir görünüm arzeder.

Ahmet Yesevî, Mansur Ata, Harezmli Sa'id Ata, Süleyman Hakim Ata, Lokman Perende gibi halifeleri ve binlerce müridi yetiştirip muhtelif bölgele-re gönderdi. YesevTmn kurduğu tarikat bunlar eliyle Türkistan'da, ve daha sonra da Anadolu ve Balkanlar'da hızla yaygınlaşır ve ekollesin

b. Anadolu Sahasmda Tasavvufun Tarihi Gelisünine Kısa Bir Bakış

Bilindiği gibi Türkler, göçebe hayatlannın icabı olarak Müslüman olmadan önce, muhtelif medeniyet zümrelerine sahip oldukları gibi çeşitli itikat sistemlerim de benimsemişlerdir. Türkler, bu dönemlerinde de Tek Tann inancına, yani Allah'ın varlığı ve birliği inancına sahip bulunuyorlardı.

Ayrıca olağanüstü halleri ve manevî üstünlüğe sahip mutasavvıf-velî kişilerin kerametlerine de inandıkları ve onlara karşı da büyük bir saygı duydukları bilinmekteydi.

işte bu inanç çerçevesinde Türklerin islam öncesi ve Islanü dönem destanları ve kaynak eserlerinde dinî-tasavvufî düşüncenin oluşmaya başladığı da görüunekteydi.348

M8 Bu da X. asırda ilk Türk-İglam Devkti'nin kurulmafindan sonraki yıllarda Türkler arasında tagavvuf düsüncesnün de hemen hemen sistemleşme m klasik devrim tam«ml«m« noktasına gelmekte olduğu-nü ifade etmektedir. Ancak ilk dönemlerde bu tasavvuf düaünce'nin

a) Akide ve id«olo)i halinde Tuauf JUri;

b) Tekke ve Tarikatler halindeki teşkilatlanmaları da amelî ve içtimai olmak üzere iki cephede görünüyordu: Yani bunlar îdimiyet'i:

a) Vasıta'] marifette, Kaza ve Kaderle, irade megelesind* ilbam'a müstenid bu' nokta-ı nazar kabul eden "Israk Felsefesin Phih*ophie de I'illumination" raeluuplanmn ortaya koymaya çalıştıkları Fikri Tasavvuf,

b) Kur'an ve sünnetten aynhnayarak, bilhassa Allah'a iman'ı gaybe iman kabul edip onda zerrece tereddüt ve tefekküre müsaade etmeyen. Farz ve Nafile ibadetlerle meşgul olanların da ortaya koy mvy oldukları zühdî Tasavvuf doginuf oluyordu.

Türk insaninin İslam'a girisinden sonraki bu devresi, esas itibariyle bir Tarikatler Devresi olmuştur. Çünkü Türklerin mistik düşünce açumdan gösterdikleri yegane varlık; Türk Devleti'nin, bilimsel ya-pisinin, fikri zeminin™ oluşmasındaki Kundua ve sistemleşme sürecindeki yaratıcı-hamle«'ni bu ilk dönem Tazikatler DevreM'nde verilen egitia v öğretimde görmek mümkündür. Zira bu dönemlerde kurulan Tekkelerin; eğitim, öğretim ve irsad konularında vernu; oldukları hizmetler gelecek için güçlü bir zemin tegkil etmekteydi.

Bilindiği gibi Tarikatler; XI. asrın sonu ue XII. asrın baslarmda bizi ihtiyaçlar neticesinde sosyal ve manevi sebeolerle ortaya çıkmış ve bu konuda büyük bir gelişme de göstermiştir. Tasnrvuf Zemini üzerin» kurulan bu Tarikatlerin yaygınl«sm«»ıruı paralel oiarak Tasavvuf da zamanla geni* halk kitlegine yayılmı*, Kuseyri (ol. 1072), Gazzalî tel. 1111) gibi Türk alim]erinin eserle-

309


Ananeye göre teanel dayanaklarım Hz. Ebu Bddr veya Hz. Ali vasıtasıyla Hz. Muhammed'e kadar götüren sufdiğin yayılması, tekkelerin devlet adamları tarafindan desteklenmesi suretiyle tasavvufî fikirler her yerde kuvvet kazanıyordu. Türkler, Karahanlı, Selçuklu ve Osmanlı Devletleri dönem-lerinde islam akidelerine sıkı sıkıya bağlı idiler. Ancak diğer islam ülkelerin-de mevcut olan bazı itidali (ayrılık yaratan) durumlar, zamanla Türiderdeki bu birlik ve beraberliği bozmak gayesiyle Türkler arasına kasıtlı olacak so-kulmuştu. işte bu bozguncu hareketleri bertaraf etmek neticesi olarak Türk çevrelerinde millî-dinî birlik ve beraberliği temin etmek kaydıyla tasavvufî esasların, dinî ve şer'î esasların derin ve samimî bir şekilde uygunluğu sağlanıyordu.

Bunun ilk örneğini Ahmed Yesevî'nin Hikmetlenade görüyoruz. Onun dervişleri de, aynı metodu takiple Türk toplumunu birlik ve beraberlik muh-tevasında tasavvufî fikiriere alıştırnuştır. Aynca onlar Türkistan mutasavvıf -lannın menkıbe ve kerametlerim şehirlerden çıkararak bozkıriardaki göçebe Türkmenlere kadar ulaştırmışlardır. Bu ulaşma ve birleşmede dervişlerin rolü büyük olmuştur. Zira dervişler hem halk arasmda dolaşıyor, hem ilahiler okuyarak onlara "Allah sevgisi" vermeye çalışıyorlardı. Bu sevgide halkın dünya ve ahiret mutluluğuna ulaşacağı mesajları bulunuyordu. Yani insanların islam dinindeki; itikat, ibadet ve ahlakı kurallara tam olarak uymaları neticesinde; hem "insan-ı kamu" olabilecekleri, hem Cennet'e ulaşmamn sırlarım öğrenecekleri, hem de daimî mutluluk yollanna ulaşabilecekleri gösteriliyordu. Bu özellikleri ile dervişler eski Türiderdeki "ozan^lara benzetilmektedir. Zira bu eski "ozan'lar müteakip dönemlerde yerierini "ata-bab-baba.." unvanlı dervişlere bırakıyorlardı. Bu sebeple Türkler, eski ozanlara gösterdikleri saygı, muhabbet ve inancı fazlası ile dervişlere de gösteriyorlardı. Bu itibarla dervişlerin Türk toplumu üzerindeki tesiri daima görülmektedir.

Menkabeye göre, Hz. Peygamberin sahabesinden olarak gösterilen;

Arslan Baba ile ozanlar Pîri Korkut Ata, Çoban Ata bunlardan kalmış bazı hatıraları yaşatıyordu. Ahmed Yesevî zamanında, göçebe Türkler arasmda

rqpk Je İdam Düşünce Hayatı'ndald yerim almış oluyordu. (K. Şahin, Tanistlann Gördüğü Hizmet-la: KaUtnimam. Amkum)

Bilindiği fibi Horaun. bu Taaavvuf Hareketi'nin başlıca merkezlermden biri idi. özellikle Maveraü'n-Nehir İslamlaştıktan aoara Tasavvuf Hareketi'nde Turicutan'da tesirim göetenneye başladı. Bu arada çeşitli aeb^derle Horasan'a gidip gelen Türkler araında da Mutaaavvıflar yetişiyordu. Bu cümleden olarak Muhammed Maşuk Tuş! ile Emir Ali Abu Halis birer Türk auıta«awıfı idiler. (Mev-lna» NamUm Abdurrahman ibm Ahmed-Molla Cami, Nefahatü'1-Üos mim Hadaraü'1-Kuds Tercüme-si. İst. 1971, s. 358-360.) Bu ve benzeri sebeplerle X. ve XI. yüzyıllarda Türkler araainda, Tasavvuf Hareketi, kuvvetleniyor, Buhara, Semerkant ve Fergana gibi merkezlerden iç kmmiara doğru hızla yayılıyordu. Ayrıca Tasavvufla bütünleşmiş olan İslam Akideleri, Tasavvuf ehli dervişler tarafindan böylece merkezden muhite. yani göçebe Türklere de götürülüyordu. Siyasî Otorite'nin de; bu Mutasavvıf lara gösterdikleri yakın alaka ve hürmet. Tasavvuf Hareketi'nin halk araMada manevî bir nüfuz kazanmasına sebep oluyordu. Bu cümleden olarak Ahmed Ye«evî'nüı ortaya çıkışma kadar geçen zaman zarfında Türkistan'da, bu Tasavvuf Hareketinin zemin olacak hazır hale geldiği de görülüyordu.

310

Sır-ı Derya bozkırlanndsi anladıkları dilde, yani öz Türkçe ile halka hitap ederek İslam akidelerim ve an'anelerini onlar arasında yaymağa çalışan dervişleri biliyoruz.349 Ama Ahmed Yesevî, bunların çok üstünde bir derviş olarak birlik ve beraberlik ufkunda büyük hizmetler vermiştir ki, bunda tasavvuf cereyanının rolü büyük olmuştur. Yani tasavvuf, hem Türkler arasında İslam dininin kabulüne paralel olarak hızla yayılıyor, hem de bu dinin Türkistan'da yayılma ve benimsenmesinde etkili oluyordu. Bu etkiyi yürüten ve kendi adına izafetle, Yesevtye" adıyla bir tarikat kurarak hatırası;



Ortaasya, Azerbaycan, Anadolu ve Volga Türkleri arasında yüzyıllarca yaşayan ilk Türk Söfîsi Hoca Ahmed Yesevî idi.350

Görülüyor ki Ahmed Yesevî ilk Türk sofîsidir. Bu zaün muhatabı tamamıyla "Halk-cumhur"dw. dinî konulan anlaşılamaz olmaktan kurtarmakta, onu anlaşılır bir hale getirerek bütün dinî konulan sofiyane esaslarla öğretmek için "Hikmetler" söylüyordu. Bu itibarla Ahmed Yesevî "Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatımızın kurucusu ve Divan-ı Hikmeti de bu edebiyatımızın ilk tarihî belgesidir."351

Bu edebiyatın Anadolu sahasında kuruluşunun öncüleri, başlangıçta Ortaasyadan gelen dervişlerdir. Bunlar, Ahmed Yesevî'nin ve diğer Yesevî Türk şairlerinin Türkçe şiir ve ilahilerim de getiriyorlardı. Aynca Farsça eserler meydana getirmiş olmalanna rağmen çevresindeki halk az veya çok Türkçe bildiği için, Mevlana (1200-1273) ve Sultan Veled (1226-1313) Farsça ve Türkçe sofiyane şiirler yazmışlardır.

Hacı Bektaş Velî'ma Arapça olan Makalat'ı Türkçe'ye manzum ve mensur olarak tercüme edilmiştir.352 Aynca Ahmed Fakih353 (13-14), Şeyyad Hamza354 ve Yunus Emre355 (ol. 1320), Sultan Veled, Aşık Paşa, Gülşehrî, Kaygusuz Abdal, Sdid Emre gibi söfî Türk şairleri bu edebiyatımızın temelini oluşturmuşlar ve Türkçe söylemek suretiyle de halk üzerinde daha fazla etkili olmuşlardır. İslamî emirleri, halkın anlayabileceği bir şekilde hece vezniyle ve dörtlüklerle söylemişlerdir. Daha sonraki yıllarda bunlann yolunda yürüyen bu şairlerin Türk dilini kullanışlan, Türkçeye hizmetleri büyüktür.

XIII. yüzyılda Anadolu'da "sırr-ı hikmet" manzumesinden olmak üzere fikri, tercüme ve tasavvufî hareketler bir hayli ilerlemiştir. Mevlana Celaleddin-i Rumî, Ahmed Fakih, Şeyyad Hamza, Sultan Veled, Hacı Bektaş

"»Köprülü, M. F., Türk Edebiyatında ilk Mutasavvıflar, a. 17-20.

«" Köprülü, M. F., Türk Edebiyatı Tarihi, s. 193.

»• H. T. Hamamizade, H. A. Yücel, Türk Edebiyatı Numuneleri, İst. 1927, 8. 37.

352 Makalat tercümesinin "Vilayetname"de Molla Saadeddin veya Said Emre diye tamnan mürid tarafın" dan Türkçe'ye çevrildiği beyan ediliyor. Bu beyanı Köprülü ve Gölpınarh olduğu gibi kabul etmiştir. Eserin neçrini ve incelemeğim yapan Eead Coşan ise bu ifadeleri şüpheli bulur. Bu sebeple, eserin ye* niden incelenmeği gerekir. Bkz. Eaad Coşan, Makalat, Ank. 1986, s. XLIII-XUX.

™ Köprülü, TET, 261-2.

361 Köprülü, TET, 262-3.

a56 Köprülü, TET, 265-69.

311

Velî, Yunus Emre, Kaygusuz Abdal bu "sırr-ı hikmet"in356 Anadolu temsilcileridirler. Bunlar bulundukları bölgelerde düşünce ve duygularıyla Anadolu halkına fıkır bakımından büyük hizmetlere temel olmuşlardır.



îlk başlangıcım Ortaasyada "Yesevflik" tarikatında gördüğümüz bu edebiyat, daha çok, halkın, hatta göçebe halkın malı olarak halk zevki, halk ana-nesiyle meydana gelmiş tasavvuf? bir "Dinî Tasavvufi Türk edebiyatı" dır. Bu edebiyatı n en kuvvetli temsilcisi XIII. yüzyıl Anadolu'sunda Yunus Em-re'dir. Yunus Emre ve Kaygusuz Abdöl Türk dili ile bu edebiyatı daha sonraki asırlarda abideleştirmiştir.357 Zira Yunus Emre, Türk millî mefkOresinin ve îsîam dininin umdelerim Anadolu'da Türk diliyle söylemiştir. Bu söyleyiş, halk tarafından adeta gökten inmişçesine benimsenmiş ve tatbik edilmiştir. Daha sonra onun takipçileri de dinî umdeleri Türkçe anlatmışlardır.

Hususiyle Yunus Emre, Anadolu sahasında halk diliyle halka îsîam di-nini bütün kurallarıyla anlatan Dini-Tasavvufî Türk Edebiyatım^ en büyük şairidir. Ortaasyada Ahmed Yesevt ile başlayan Türk tasavvuf şiiri, Türkistan, Horasan ve Anadolu'da en üstün seviyeye Yunus Emre'yle ulaşmıştır.

Yunus'un, bu duygu ve düşünce alemini hazırlayan kültürün kaynağın-da "islam imanı" vardır. Bu iman dünyanın üç kıtasında tecrübe edilmesine rağmen en güzel meyvesini Anadolu'da vermiştir.

Yunus, insan olan herkese; fakir, zengin, Hristiyan ve Müslüman ayırımı yapmadan samimî bir sevgiyle yaklaşır. Ondaki bu insan sevgisi, Allah'tan insana bir nur olarak gelip bedenleşmiş, bütünleşmiş olan bir cevher'dir. Yunus, işte bu nur bütününe yanı Allah'a aşıktır. O, gönlünde yalnız Allah'ı bilmenin heyecanıyla doludur. Onun bu heyecanı, Musa peygamberin konuştuğu çoban kadar saf bir gönülle duyar, aynı saflıkla söyler.

Yunus; duymuş, düşünmüş, inanmış ve bütün bu duyuş, düşünüş ve inanışlarım büyük bir sadelik ve kolaylıkla şiirleştimüştir. îsîam'a taassupçu bir zihniyetle yaklaşanların, üzerinde durmaktan çekindiği birçok iman meseleleri ile cennet, cehennem, sırat vb. gibi kavramlar, onun en zekî ve hür dü-şüncelerine konu olmuştur. Onun şiirleri, eskilerin "sehl-i mümtent" dedikleri, her dilin söyleyemeyeceği bir açıklık ve kolaylıkla terennüm edilmiştir.358

XIV. yüzyılda Anadolu'da Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatı, XIII. yüzyıl-daki kadar bahtiyar bir devir yaşamıştır. Bu asrın ilk yansında "Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatı" Yunus Emre'nin yolunda yürümüştür. Yunus tarzı söyleyiş, onun bu asırdaki çağdaşlannca ideal söyleyiştir. O kadar ki, bu ve müteakip asırların Dini-Tasavvufî Türk Edebiyatı şairleri, şiiri Yunus gibi

166 Güzel, Kaygusuz Abdal, Ank. 1981; Kaygusuz Abdal'ın Mensur Eserleri, Ank, 1983, Dilgüşa, Ank.

312


müteakip asırların Dini-Tasavvufî Türk Edebiyatı şairleri, şiiri Yunus gibi söylemeye çalışmakla kalmamış bazen Yunus'un ya "£mre"liğini ya da "Yunus" adım unvan olarak kullanmışlardır. Bu hadise Yunus'u takip edenlerin tam bir tasavvuf terbiyesi içinde olduğunu gösteriyordu. Bunlar ilahîler söyleyerek asnn tekkelerinde büyük rağbet görüyorlardı.359 Bu asırda Said Emre ve Kaygusuz Abdal, Yunus'un en önde gelen muakkiplerinden olan şairlerdir. Aynı asır Dini-Tasavvufî Türk Edebiyatı şairlerinden Gülşehrî, Aşık Paşa, Eflakî Dede ve Elvan Çelebi'yi de zikredebüiriz.

XV. yüzyılda Dîni-Tasavvufî Türk Edebiyatı, özellikle çeşitli coğrafyalarda bulunan Türk topluluktan arasında fikrt-dinî ve mimarî yönden bütün canlılığı ile gelişiyor ve merkezden muhite doğru yayılıyordu. Bu yayılma esnasında XV. yüzyıl Anadolu'şunda gittikçe güzelleşen bir mimarî ile kurulan ve sayılan süratle çoğalan mescidler-camiler, medreseler-tekkeler -türbeler, sebiller - çeşmeler vb. dinî hayat kadar Dini-Tasavvufî Türk Edebi-yatının da yücelmesine vesile olan abide eserler ortaya konuluyordu. Böylece aynı çağ Anadolu'sunda Dinî-Tasavvufi Türk edebiyatı bir çığ gibi büyüyordu. Eserler fazlasıyla veriliyordu.

Mevlana Celaleddin-ı Rumî. Hacı Beklaş Velî, Yunus Emre vb. gibi büyük mutasavvıflann kendi dönemlerinde ortaya koyduklan zengin tasavvufî hayatın, XV. asırda bunlan örnek alan Alaaddin Gaybî (Kaygusuz Abdal), Hacı Bayram Velî, Akşemseddin, Yaucioglu Mehmed, Gülşehrî, Süleyman Çelebi, Eşrefoglu Rumi, Kemal ünüm. Emir Sultan, ibrahim Tennuri, Ruşeni, Şirazî vb. pekçok şair de yetişmiştir. Bu mutasavvıf şairler, hem eski gelenek çerçevesinde dinî hayatı, edebî sahada en güzel meyvelerim verirken, hem de İslam dininin kurallanm en güzel bir şekilde Türk insanına, Türk dili ile, onlann anlayabileceği bir tarzda anlatıyorlardı.360

Bu yüzyıl şairlerinden Süleyman Çelebi'ma Vesiletü'n Necat'ı, şekil i-tibanyia divan tarzında ise de muhteva itibanyia Dini-Tasavvufî Türk Edebiyatı edebî mahsulleri arasındadır. Bu dönemde Anadolu'da "fikrî ve whdî" hareketler bir hayli yoğunlaşmış gözükmektedir.

Tarihimize "Fatih Rönesansı" olarak geçen sosyal hayat ve nizamıyla muhteşem bir yapıdaki Osmanlı-Türk Devleti'nin bu asn, Fatih'i yetiştiren büyük bir mutasavvıfın da yaşadığı devirleri içine alır. Akşemseddin adıyla anılan bu büyük velîden günümüze tasavvufî ve tıbbî bazı eserler kalmıştır/*" Akşemseddin 'in yazmış olduğu Divan bu güne kadar ortaya çıkmamışsa da

»•Banarlı, N. B.. a. g. e, g. 397.

»o Banarlı. N. S., a. g. e., C. l, s. 479, 504.

>" Banarlı, N. S., a. g. e., C. l, a. 624-625; Yurt, A. î, Fatih'in Hetası Akşemseddin, İstanbul 1972, s.

LXXXIII vd.; Yücel, Ay«e, Akfemseddin'in Eserlerinde Din ve Tasavvuf, Doktora Tezi, GÜ., Ankara

1994.


313

bazı 'dahileri, eski mecmua ve c&nklerde mevcuttur. Onun "sofiler"362 redîfu ilahisi söfîlerin bütün özelliklerim ortaya koyduğu gibi, Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatı mn da genel mahiyetim belirlemiş olmaktadır. Zira, sofilerle ilgili bütün bilgi ve ıstılahlar, Dîni-Tasavvufî Türk Edebiyatımn bünyesinde incelenmektedir.


Yüklə 1,6 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   20   21   22   23   24   25   26   27   ...   34




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin