Türk edebiyatının islamiyet'ten önce ve îslamî dönem genel tasnifi içinde; Türk Halk Edebiyatı kendine has yerini almaktadır. Bu edebiyat



Yüklə 1,6 Mb.
səhifə27/34
tarix12.12.2017
ölçüsü1,6 Mb.
#34567
1   ...   23   24   25   26   27   28   29   30   ...   34

a. Allah hakkında yazılan türler,

b. Peygamberler hakkında yazılan türler,

c. Din ve tasavvuf yolunun büyükleri hakkında yazılan türler,

d. Dinî inanç ve tasavvufî düşüncelerle ilgili yazılan türler.

Şimdi bu beş ana başlık altında teşekkül eden tür'leri kendi bünyesinde birkaç örnekle venneye çalışalım:

a. Allah Hakkında Yazılan Türler l. Tevhid

Tevhid'in sözlük anlamı birlemek demektir. Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatı ıstılahı olarak da "Allah'ın varlığı ve birligine dair yazılan manzum veya mensur eserlere" verilen addır. Yalnızca dinî-tasavvufî mahiyetteki

339

eserler değil her konudaki eserin tevhidle başlaması gelenekselleşmiştir. Yalnız Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatı alanında yazılan tevhidlerde feraset, tefekkür ve tevil kendini gösterir. Bu yönüyle diğer tevhidlerden aynlır. Tevhidler gazel, kaside, mesnevî tarzındadır. Niyazî-i Mısrî'den bir tevhid örneği görelim:



Zihî kenz-i hafi k'andan gelür her var olur peyda Kimi zulmet zuhur ider kimi envar olur peyda

Zihî derya-yı vahdet kim kesilmez her-giz emvacı Bu kesret alemi andan doğup na-çar olur peyda

Ne sihr-i bil 'l-acebdür kim bu yüzden görinür ağyar O yüzden gayrı yok tenha gelür dildar olur peyda

O yüzden görüben ağyar döner sem '-i cemalinden Felekler de görüp anı döner edvar olur peyda

Taşinur günde yüz bin can adem iklîmine her dem Gelür yüz bin dahi andan bulur imar olur peyda

Dişun içe hayalatı içün dışa zuhuratı Birinden ol birine tuhfeler her bar olur peyda

O devr ile gelüpdür enbiya mürsel meratibce Gehî mü 'min zuhur eder gehi küffar olur peyda

Görür ol kenz-i mahfîden nice zahir olur eşya Bilür her nakş-ı süretden ince esrar olur peyda

2. İlahî

Mutasavvıfların, "Allah'ın birliğim azamet ve kudretim anlatan veya telkin eden manzumeler ilahî adıyla anılır. Hem aruz, hem de hece ile yazılırlar. Tarikatlere göre değişik adlarla anılırlar. Mevlevîler ayin, Gülşenîler tapuğ, Alevi-Bektaşiler nefes, Halvetîler durak, diğer tekke mensupları cumhur adım verirler.

Hemen hemen bütün mutasavvıflar ilahi türünde eser vermişlerdir. Hatta şair olmadıkları halde bütün pîrler ilahi söylemişlerdir. Eşrefoğlu Rumî'nin bir HĞhîsmi görelim:

Cana cefa kıl ya vefa Ya bağ u ya bostan ola Senden hem ol hoş bu hoş Ya bend ü ya zindan ola Ya derdin gönder ya deva Ya vasi u ya hicran ola Senden hem ol hoş bu hoş Senden hem ol hoş bu hoş

340

Hoşdur bana senden gelen Gelse celalinden cefa Ya hil 'attır ya kefen Yahud cemalinden vefa Ya taze gül yahut diken îkisi de cana sofa Senden hem ol hoş bu hoş Senden hem ol hoş bu hoş



Halim bir dem soragel Gerek ağlat gerek güldür Diler isen bağnmı del Gerek dirgür gerek oldur Ey lütfü hem kahrı güzel Eşref oğlu sana kuldur Senden hem ol hoş bu hoş Senden hem ol hoş bu hoş

Gahi nüşdur gahi nîşdir Gahi merhem gahî rîşdir Eşrefzade hem dervîşdir Senden hem ol hoş bu hoş407

3. Münacaat

Münacaat,408 sözlükte "fısıldama, kulağa söyleme"; ıstılah olarak ise;

"Allah'a dua etme, yalvarma, Allah'a dua konulu manzume" anlamına gelir.

Divanlarda tevhidlerden sonra gelirler. Manzum veya mensur olabilirler. Manzum olanlar genellikle kaside, gazel, kıt'a, mesnevivb. tarzda yazılabilirler.

Münacaaflar genellikle Allah için yazıldıkları gibi Peygamber için yazılanları da vardır.

Elmaülı Hamdi Yazır'ın güzel bir mensur münacaatı bulunmaktadır:

ilahî hamdini sözlerime sertac ettim. Zikrini kalbime miraç ettim. Kitabın kendime minh&c ettim. Ben yoktum var ettin. Varlığından cümleyi haberdar ettin. Aşkınla gönlümü bî-karar ettin, înayetine sığındam, kapma geldim;

hidayetine sığındım, lutfuna geldim; kulluk edemedim amma affına geldim.

Manzum bir münacaat örneği de Niyazî-i Mısrî'den, verelim:

Ya ilam sana senden el 'ıyaz Sensin ahir cümlemize müsteaz

Derd senin derman senindir şüphe yok Derdli kullara yine sensin melaz

Cem' ü farkı eylegil meşhudunuz Cem'-i cem'inden bize ver iltizaz

Zevk-i külli padişahım ol durur Bize tevhidin ola daim me'az

Bu Niyazı bendeni etme garîb Eylegil tevhid-i sırfda anı şaz409

341

b. Peygamberler Hakkında Yazılan Türler



4. Na't

Na't,410 "bir şeyi methederek anlatma, vasıflandırma." Edebiyatmuzda ise daha çok Hz. Muhammed'i övmek maksadıyla yazılan şiirier anlaşılmaktadır. Bu bakımdan gerek Klasik Edebiyat, gerekse Dinî-Tasavvufi Türk Edebiyatı na't bakımından pek zengindir. Manzum veya mensur olabilmektedir. Bu tür, yalnız Hz. Muhammed'le sınırlı kalmayıp halifeler, din büyükleri, velîler, mürşidler hakkında da yazılmıştır. Edebiyatmuzda en meşhur na't örneği Fuzulî'nin Su Kasidesi'du. Aşık Yunus'tan bir na't örneği:

Canım kurban olsun senün yoluna Adı güzel kendü güzel Muhammed Gel şefaat eyle kemler kuluna Adı güzel kendü güzel Muhammed

Yidi kat gökleri seyran eyleyen Kürsinün üstine cevlan eyleyen Mi'racmda ümmetim dileyen Adı güzel kendü güzel Muhammed

Mü'min olanların çokdur cefası Ahırette olur zevk ü safası On sekiz bin alemün Mustafa'sı Adı güzel kendü güzel Muhammed

Dört çaryar onun gökçek •yöndür Anı seven günahlardan beridür On sekiz bin alemün sultanıdır Adı güzel kendü güzel Muhammed

Sen hak peygambersin şeksüz gümansuz Sana uymayanlar gider imansuz Aşık Yunus n'eyler dünyayı sensüz Adı güzel kendü güzel Muhammed

5. Elifname

Elifname kelime manası itibariyle; Arap alfabesinin ilk harfi olan elif ile yazılı, yazılmış; küçük kitap, risale, varak anlamlanna gelen name sözünün birleşmesinden meydana gelmiş birleşik isim olup; divan, aşık ve dinî-tasavvufî Türk edebiyatlannda kullanılan bir türdür. Istılahı manası itibariyle de; Osmanlı Türkçesi'ndeki otuz üç harfin değişik konularda, değişik şekil-

"• Niyani-ı'Mssri'Divanı, (Hazırlayan: Sağlam Kitabevi), istanbul 1976, s. 48. «"> Günümüz Dıli'nde Hz. Muhammed'e Na't'lar, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Nü. 68, Ankara 1991.

342

lerle, genellikle mısra başlarındaki harflerin alt aha alfabetik sıra ile beyitler halinda yazılarak devam etmesi neticesinde oluşan manzum eserlerdir.



Elifnameler; divan edebiyatında, mesnevî, kaside, gazellerde; aşık ede-biyatında koşma, destan ve divanlarda; dinî-tasavvufî Türk edebiyatında da tevhit, münacat, na't ve methiyelerde ekseriyetle dinî, tasavvuf! mahiyette olmak üzere, yani Allah'ın varlığı ve birliği, AUah'a yalvarma, peygamber ve devrin büyükleri olan mutasavvıflar hakkında yapılan övgü gibi konulan işlemektedir.

Burada Kıbrıslı bir mutasavvıf şairimizden elifnamelere örnek vermek istiyoruz:

Elifname

Elif Allah'ın habibidir Muhammed Mustafa Be beni dür etmesin aşkından ol şahin huda

Te teşerrüf eylerim ism-i şerifin yad ile Se sevab olur anı yad edene bi-had şeha

Cim cemali nürunun bir zerresidir afitab Ha hayat-i cavidan bulur olan aşık ana

Hı halil'dir Huda'nın hem resul'ü bi-güman Dal dedi peygamberimdir ol habib-i ba-safa

6. Gevhername

Gevher, kelime manası itibariyle elmas, cevher, inci, değerli taş, bir şe yin aslı, esası vb. anlamlara gelir. Istılahî manada ise yaratılışın başlangıç;

olarak ilahı nur'dan ayrılan ilk parça, bütün varlıkların esası, özü demektir. Bu özü anlatan eserlere de gevhemome adı verilir. Gevhemamelerde Allah'ın birliği, Hz. Muhammed'in yüceliği varlıkların tedrici yaratılışı anlatılır. Kaygusuz Abdal'm bu türde bir eseri vardır.411

7. Dolabname

Dolab, kelime manasıyla içine eşya konulan raflı veya rafsız göz; kuyudan su çıkarmaya yarayan ağaçtan veya demirden yapılmış çark; devreden, dönen; bedesten içindeki dükkanlar anlamlanna gelir. Istılahî manada ise Allah aşkı, Allah'a teslimiyet, Hak'dan aldığım halka vermek gibi anlamlara gelir. Allah aşkını terennüm eden, sorulu-cevaph yazılan manzum eserler de dalabname adım alır. Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatında pekçok dolabname örneği bulunmakla birlikte Yunus'la Kaygusuz'un dolabnameleri ün kazanmıştır. Kaygusuz'un Dolabnamesinin bazı bölümleri şu biçimdedir:

343

Sual itdüm bugün ben bir dolaba Didüm niçün sürersin yüz bu aba



Neden bağrun delükdür götlerim yaş Sebeb nedür sataşdun bu itaba

Ka.ra.run yok gice gündüz dönersin Dökersin dertlü gözlerden hun-ab

Elifkaddün bükilmiş cenge dönmiş înüdüni düzeltmişsin rebaba

Tolab eydür eya çeşmüm çerağı işitmeğe cevabum aç kulağı

Benüm budur sorarsan sergüzeştüm Ki ben yaylandum bir yüce tağı

îrişmezdi boyuma altmış arşun Belüme dahi on adem kucağı

Tokuz ay demeşüp bin dürlü kuşlar Budağumda tutarlardı otağı

Öterdi tütî vü kumrî vü dürrac Geçürdüm bir zaman bu nice çağı

Kaza irdi meğer dest-i kaderden Ki bir şahs irişüp çaldı bıçağı

Yıkilup yatdum ol dem yüzüm üzre Kırıldı kalmadı budum budağı

Delüp boynuma takdılar kemendi Süridiler tolandum her sokağı

Tolab oldum gice gündüz dönerem Su üstinde tutar oldum otağı

înilerem dün ü gün dost diyüben Gözüm yaşı sular büstün u bağı

344


8. Esma-i Nebî

Esma-i Nebî, H. Muhammed'in güzel isimleri demektir. Tür olarak da Esma-i ffîwu3(Allah'ın 99 güzel ismi)ya teşbihen peygamberin de 99 ve daha fazla isimlerim konu alan şiirler demektir.

9. SîretiTn-Nebî

Sîret, kelime manası itibariyle; " yönelmek, seyahat etmek, tavır ve hareket; hayat tarzı; gidiş, tutum; ahlak, hal tercemesi, biyografi" demektir. Bir tür olarak da "sîret veya sîretü'n-nebî Hz. Muhammed'in doğumundan ölümüne kadar ahlakım, faziletlerim, mucizelerim, gazalanna ait hayatım bütünüyle veya bir kısmıyla ele alan " eserlerdir. "?

Manzum sîretü'n-nebüeT ekseriyetle mevlid olarak adlandırılmakta ve mesnevi nazım biçimiyle yazılmaktadır.

Erzurumlu Kadı Darîrî'nin Terceme-i Sîretü'n-Nebt'si, Süleyman Çelebinin Vesiletü'n-Necat'ı, Adem Dede'nin Siyer-i Nebî'si ...vb. eserler bu türün ünlü eserleridir.

10. Mu'dzat-ı Nebî

Mu'cize, Peygamberlerin dinlerim halka kabul ettirmek amacıyla, Allah'ın emriyle gösterdikleri olağanüstü hallerdir, örneğin Hz. isa'nın ölüleri diriltmesi, Hz. Muhammed'in ay'ı ikiye bölmesi gibi.

Çeşitli eserlerde bu mu'cizeler bir bölüm olarak yer alabildiği gibi müstakil eserler olarak da ele alınabilir. Bu tür eserlere Mu'cizat-ı Nebî diyoruz. Yahya Bostanzade Tirevî'nin Gül-i Sad-berk, Nayî Osman Dedenin Ravzatü'l- /'caz fi'l-Mümtdz, ibrahim Nazire'nin Mu'cizatü'n-Nebî, Kadı îyaz'ın Şifa adlı eserleri bu türe örnektir.

11. Hicretname

Hicret, "memleketten memlekete göç" demektir. Hususî manası itibariyle de; " Hz. Muhammed'in Mekke'den Medine'ye göç etmesidir." Bu olay, aynı zamanda Hicrî tarihin de başlangıcıdır. Hz. Muhammed'in bu göç olayım anlatan eserler de Hicretname adıyla anılır.

Bu tür, Hz. Muhammed'in hicretiyle olabileceği gibi değişik kişilerin göçleriyle de ilgili olabilir. Zağra Müftüsü Hüseyin Raci Efendinin Zağra Müftüsünün Hatıraları adlı eserinin ikinci cildinde yer alan 400 beyitlik Balkanlardaki göçü konu alan bölüm bir hicretndmedit.

Süleyman Nahifi'nin mesnevî tarzında yazdığı 800 Seyitlik Hicretnamesi ile Aşık Molla Rahim'in 73 beyitlik Hicretname'si bu türün örneklerindendir.

345


Hicretname

Resülullah için bir ah çekelim înleyip gözümüzden yaş dökelim

Anın hicretim söyleyim size Okuyup bildirin birbirinize

Bunu yazar iken akından yandım Bir ateş düşmüş yüreğime sandım

Hicretin nasıl etmiş edelim arz Bunu bilmek her mü'mine vacip farz

Ebü Cehil ana çok etti cefa Soğur Mekke 'den Muhammed Mustafa

Hicretim arzuladı ol Resul Hak ta 'aladan emir beklerdi ol

Cebra 'il 'i Resülulllah 'a gönderdi Hicret eylesin Medine'ye dedi.

Resulullah Ebübekir'e koşar Ana haber vermeğe yola düşer

Der "Ya Ebubekir hazır olun siz Bunu gece hakkın emrile yolcuyuz!" Aşık Molla Rahim

12. Miracname

Miraç, "göğe çıkma" demektir. Miraç olayınm kaynağı Kur'an'daki tsra süresidir. Miracnamelerde Hz. Muhammed'in Recep ayının 27. Gecesi Mescid-i Haram'dan Mescid-i Aksa'ya götüriilüşü, Burak ile göğe çıkması, Cenab-ı Hak ile bizzat görüşmesi, diğer peygamberleri. Cennet ve Cehennemi ziyaret etmesi konu edilir. Gerek müstakil bir tür olarak ve gerekse diğer türlerde bir alt bölüm olarak bu olay ele alınmış, ana hatlarını kaydettiğimiz gelişmeler tasvirî mahiyette işlenmiştir. Bu tür eserler Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatında Miracname adım almaktadır.

13. Mevlid

Mevlid, kelime olarak "doğma, doğum yeri, doğum zamanı" anlamına gelen bir kavramdır. Hususî manada ise; "Hz. Muhammed'in doğum zamanı

346

veya doğum yeri" anlaşılmaktadır. Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatında bir tür olarak da bu doğum olayım anlatan eserler demektir, islam dünyasmda bu türde pek çok eser yazılmıştır. Türklerde bu tür denilince ilk akla gelen eser Süleyman Çelebi'nin Mevlid adıyla ün kazanan Vesiletü 'n-Necat adlı eseridir.413



Mevlid, zamanla yalnızca Hz. Muhammed için yazılmakla kalmamış diğer şahsiyetler için de yazılmaya başlanmıştır. Süleyman Celaleddin'in Hz. Ali için " Mevlid-i CenOb-ı Ali Kerrema'l-lahü Vechehü" adlı Mevlidi de bunlardan biridir.

14. Bilye

Hilye, kelime manası itibariyle "süs, ziynet, cevher; güzel sıfatlar; güzel yüz" demektir. Istılahî manada ise "Hz. Muhammed'in mübarek vasıflarım ve güzelliklerim yazı ile tarif ve tavsif etmek" demektir. Bu türde yazılan manzum veya mensur eserler de hilye adım alır. Aynca dört halife, bazı velîler ve bazı makbul kişiler için de bilyeler yazılmıştır

Hilyeler müstakil olabileceği gibi miracname, mevlid gibi türlerin içinde de yer alabilir.

Hilye türünün en mükemmel örneği Hakanî'nin Hilye1 si kabul edilmektedir. Bundan başka Şeyhü'l-islam Sadeddin Efendinin Kitdb-i Şema'il-i Şerif, Bekayî Abdulbakî b. Dursun'un Hilyetü'l-Enbiya ve Cihar-Yar-ı Güzin, Nahifi'nin Ravzatü's-Safa fî Sîretü'l-Mustafa, Seyyid Lokman Dedenin Kıyafetü'l-însaniyye fî Şema'Ui'l- Osmaniyye bu türün diğer örnekleri olarak sayılabilir. Bu türle ilgili olarak bir fikir vermek açısından bir bilyenin küçük bir bölümünü aşağıya alıyoruz:

ittifak itdi bu ma 'nada ümem Ezeherü 'l-levn idi Fahr-ı alem

Yüzinün halis idi ağı katı Ruhları saf idi safi sıfatı

Reng-i rüyı gül ile yek-dil idi Gül gibi kırmızıya ma'il idi

Kaplamışdi yüzini nür-ı sürür Sure-i Nur idi ya matla'-ı nur

Gün yüzünden utanıp ab-ı hayat Meskenün itdi vera-yı zulumat

411 Bu eser ve Mevlid örneği için; Güzel, A., Dini-Tasavvufî Türk Edebiyattan Belli Başlı Şahsiyetleri, Süleyman Çelebi bölümüne bakınız.

347


15. Kırk Hadis

Hadis, "Hz. Muhammed'in olaylar karşısında söz söylemesi. davranış sergilemesi veya hiçbir şey söylemeyip susmasına " denir.

Bu konuyla ilgili olarak Hz. Muhammed'in söylediği "Her kim benim hadislerimden 40 tanesin! belleyip başkalanna da öğretirse Kıyamet günün-de Allah ta'ala onu bilginler vefakihler arasında diriltsin." dua'sı bu tür'ün ortaya çıkmasmda etken olmuştur. Pek tabiî olarak pek çok Müslüman 40 hadis toplamış, tercüme ve şerh etmiştir. Bu konu üzerinde A. Karahan tara-findan bir "doçentlik tezi" de yapılmıştır.

16. Medhiye

Birini övmek için yazılan manzum veya mensur eserlerdir, îki türlü medhiye vardır:

a. Padişah, vezir, Şeyhü'l-îslam'lar.. vb.'leri" gibi devrin büyüklerim övmek için yazılanlar,

b. Dört halife, ashab-ı kiram, ariflerin kutbu sayılan velîleri övmek için yazılanlar.

Halk ikinci türdeki eserlere ilahî. Klasik Edebiyat mensupları istigase, mutasavvıflar ise istimdat adım verirler. Her iki medhiye arasındaki en ö-nemli fark samimiyet noktasındadır, îkinci türde şair, ölen bir kişiden maddî bir beklenti içinde olmadığından alabildiğine samimidir. Halbuki birinciler, methettiği kimsenin medhe hak kazanan liyakatinden ve eserinden ziyade medh hakkında mefhumlar ve mazmunlar avlamaya önem verir.

Dinî-Tasavvufî Türk edebiyatında mehdiye daha çok Hz. Muhammed'in evladlan ile dört halife ve velîler den oluşan ikinci grup için yazılmıştır.

Medhiyelerde çok defa kaside nazım biçimi tercih edilmekle birlikte diğer nazım biçimleri de kullanılmaktadır.

Cem olmuş dervişleri pirim Abduikadir'in Yolunda sadıkları pîrim Abduikddir'in

Elim verdim eline kurban olam diline Canlar feda yoluna pirim Abduikadir'in

Ansının balıyım bahçesinin gülüyüm Bağının bülbülüyüm pîrim Abduikadir'in

İnkar eden ol eri mürşit eder Şeytan 'ı Aslı durur Geylanî pîrim Abduikadir'in

348

Berna direni ey kişi kaibden çıkar teşvişi Od'a yanmaz dervişi ptrim Abduikadir'in



Evliyalar rehberi Hakk 'in sırra mazhan Basında kdret gülü pirim Abduikadir'in

Hak kalında uludur iki cihan doludur Eşrefoğlu kuludur pîrim Abduikadir'in

Eşrefoglu Rumî

17. Mersiye

Mersiye, "bir kişinin ölümü üzerine duyulan üzüntüyü ortaya koymak amacıyla yazılan" manzumelerdir.

Klasik Edebiyatta görülen ve zamanın ileri gelen devlet adamları için yazılan mersiyeler, ifade ve üslup bakımından Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatındaki mersiyelerden ayrılır. Klasik Edebiyattaki mersiyelerde ilk dikkati çeken resmî bir üsluptur. Adeta kurallı bir ağlayıştır. Medhiyelerde olduğu gibi bir mefhum ve mazmun arayışı bunlarda dikkati çeker. Dinî-Tasavufî Türk Edebiyatında görülen mersiyelerde ise büyük ölçüde samimiyet ve içtenlik vardır.

Halk Edebiyatında bu türün karşılığı ise ağıttu. İslam öncesi Türk ede-biyatında ağıt için sagu kavramı kllanılmaktaydı. Ağıtların mersiyelerden ayrılan en önemli yanı, her insan için söylenebilmesi, duyguların alabildiğine serbest kalmasıdır.

Kemal Ümmî'nin Şeyh Hamid-i Velî için yazdığı mersiyenin bazı kısımlarım aşağıya alıyoruz:

Kanı ol arifiin şevki tağıldı meclis ü cevki O cümle lezzet u zevki ecel zır ü zeber kıldı

Kanı ol alim ü amil delil ü mürşid-i kamil Cihan mülkinde ol akil ne hoşfeth ü zafer kıldı

Bu virandan çün ol şahbaz bekaya eyledi pervaz Salat u savmı ol dem-saz özine bal ü per kıldı

Vefatın diriken bildi Hakk'un hükmine ram oldı Kişi gelür didi geldi velayetden haber kıldı

Yir ü gökler kamu alem anunçün tutdılar matem Melayik cinn ü hem adem figan ü nevhalar kıldı

Hiç öldi sanman ol Pir'i bilün kim diridür diri Zehî merhum yol şîri ki meydanda hüner kıldı.

349

18. Maktel-i Hüseyn



Maktel, kelime manası itibariyle; "katledilen, öldürülen yer" demektir. Istilahî manada îse; "Hz. Muhammed'in torunlanndan Hz. Hüseyin'in Kerbel&'da şehid edilmesiyle ilgili olmak yazılan manzum veya mensur eserler" anlaşılmaktadır.

10 Muharrem 680'de Emevi halifesi Muaviye'nin oğlu Yezid, Kerbela'da Hz. Hüseyin ve beraberindekileri elim bir şekilde şehid eder. Bu acı olay bütün islam dünyasında asırlarca sürecek olan derin bir üzüntü yaratır. Haliyle bu acı olay edebiyatta da akislerim bulur.

Maktel konuşu ilk olarak Arap edebiy alında görülür. Ebu Minhefin Kitab-i Maktel-i Hüseyn Makaliti't-Talibîn... bu türden bir eserdir.

îran sahasında sîne-zen denilen bu tür pek yaygındır. En önermişi Kaşifi'nin eseridir. Bu eser Türkçeye Gelibolulu Cami tarafı ndan tercüme edilmiştir.

Türk Edebiyatında da Fuzulî'nin Hadîkatü's-Sü'eda adlı eseri ünlüdür.

Makteller manzum veya mensur olabilir. Kaside, gazel, , mesnevi, terlab-i bend, terci'-i bend gibi nazım şekillerinde de olabilir.

Genellikle mersiye ile karıştırılan makteller, yalnızca Hz. Hüseyin'in şehadetini konu aldığı için özel bir türdür. Bu sebeple her mersiye maktel olamaz, ancak her maktel mersiyedir. Bu sebeple, maktel'\en de Dini-Tasavvufî Türk edebiyatı için kabullenmekteyiz.

c. Din ve Tasavvuf Yolunun Büyükleri Hakkında Yazılan Türler 19. Menakibname

Menakıb, kelime manası itibariyle; " övülecek iş, hareket ve meziyetlerdir." Isülahî manada ise; "din büyüklerinin ortaya koydukları kerametleri anlatan küçük hiköylerdir."

Menakibname ise; "tarikat kuruculannın, mezhep imamlannın, diğer mühim dinî şahsiyetlerin biyografilerim, mücadelelerim, kerametlerim anlama, bilme isteği; nakletme endişesî ile yazılan manzum veya mensur eserlerdir. "

Tarikatlerin kurulma döneminde bilhassa tarikat propagandasi amacıyla bu tür eserlerin yazımı yaygınlaşmış zengin bir menakibname edebiyatı o-luşmuştur. Bu cümleden olarak, Menakibname'leri, tarihi ve biyografik olarak da ele almaktayız. Tezkire-i Satuk Buğra Han, Menakıb-ı Melamiyye-i Bayramiyye, Menakıb-ı Evliyd-yı Bağdad, Vilayet-i Hacı Bektaş, Menakıb-ı Sadreddin Konevî, Menakıb-ı Ahi Evran... bu tür eserlerden birkaçıdır.

350


20. Velayetname

Velayetname; "tarikat şeyhlerinin, tanınmış velîlerin sağlığında olduğu gibi, ölümünden sonra da müritleri veya sevenleri tarafından aile getirilen, şeyhin başta hayatı olmak üzere, kerametleri, olmuş ve olağan üstü hadiseleri anlatan eserlerdir."

Velî, tasarruf sahibi ve emir manalanna gelir. Allah'ın 99 isminden biridir. Tasavvufa göre velayet makamı peygamberlik için de vardır. Velîlik iki çeşittir;

1. Velayet-i amme: her mümin ve Müslüman velîdir.

2. Velayet-i hassa: gerçek velî olup tasavvufî anlamda, Allah tarafından korunup sevilen salih insanlardır.

Velîlerin de bir çok dereceleri vardır. Bunların en üstünü kutbtur ki, Ha-kikat-i Muhammediyye'nin varisidir.

Dinî-tasavvufî Türk edebiyatında önemli bir tür olan ve hareket noktası da bu olan velayet-nameler, manzum ve mensur olarak tertip edilebilirler. Bunlara örnek olmak üzere Hacı Bektaş Velî ve Abdal Musa velayetnamelerini gösterebiliriz, örnek olarak da Hacı Bektaş Velî Velayetnamesi'nden; buğdayın, mercimeğin taş olması ile ilgili bölümünü verebiliriz:

Hacı Bektaş, bir gün Suluca Kara Höyük'ün doğu tarafına çıkmıştı. Köylüler, ekini biçerlerdi, Kırşehir'den şahne gelir, ölçerdi, ondan sonra onlan çeçe ederler, üstünü sapla örterlerdi. Gene, adet olduğu gibi buğday, arpa ve çavdan döğüp savurmuşlar, çeçe etmişler, yağmur bozmasın diye üstünü sapla örtmüşlerdi.

Hacı Bektaş, eteğini açıp harman sahiplerinden bir şey istedi, bir şeyi-miz yok dediler. Hünkar;

Bir şey olmasın dedi, geri döndü. Çeç sahipleri, çeçlerini açtılar gördüler ki ne kadar arpa, buğday, mercimek, nohut varsa hepsi taş olmuş.

Bu büyü dediler, onlar taş olduysa ne çıkar, altınımız akçemiz çok. Hünkar, giderken bu sözleri duydu,

Güvendiğiniz altınınız, akçeniz de öyle olsun dedi. Hepsi de koşup evle-rine vardılar, erenler şahı dediler, insana nasip olacak tanelerin hepsi taş olmuş, hiçbir işe yaramaz. Hacı Bektaş,

îşe yarar dedi, bizi sevenlere armağanımız olsun, oğlu kızı olmayan kadınlar, üç gün oruç tutsunlar, cuma gecesi, dişlerine değirmenden bu tanelerden birisini yutsunlar, o gece helalleriyle beraber olsunlar, ola ki ulu Tann onlara bir er- oğlan nasip eder. Mercimek yutarsa kızı olur. Kesesinde taşırsa altını, akçesi eksiz olmaz.

351


Erenlerin kerametiyle bu ana kadar taş olan taneler, yerin dibinden taş içinden kaynayıp çıkar.414 Hacı Bektaş'ın şöhreti her yana yayıldı, her taraftan mürit, muhip gelmeye başladı. Semalar, safalar sürülüyordu, meclisler kuruluyordu. Yoksullar geliyorlar, zengin oluyorlar, murat almak dileyenler, baş vuruyorlar, muratlanna eriyorlardı.

Sivrihisar'ın güneyinde Sangök derler, bir köy vardı. O köyde doğmuş Yunus Emre adlı biri vardı. Bu erin mezarı da gene doğduğu yere yakındır. Yunus, ekincilikle geçinir. Yoksul bir adamdı. Bir yıl kıdık olmuştu, ekin bitmemişti. Hacı Bektaş'ın vasfım o da duymuştu.

Gideyim, biraz bir şey isteyeyim dedi. Bir öküze alıç yükledi, vara vara Karahöyük'e geldi. Hünkar'a

Yoksul bir adamım, ekinimden bir şey atamadım, yemişimi alın, karşılığm lütfen ehlimle, ayalimle aşkınıza yiyeyim dedi. Hünkar, emretti, alıcı yediler. Bir iki gün sonra Yunus, memleketine dönmeyi kararlaştırdı. Hünkar, bir derviş gönderdi, sorun dedi, buğday mı verelim nefes mi? Yunus'a sordular,

Ben nefesi ne yapayım, bana buğday gerek dedi. Hünkar'a bildirdiler. Buyurdu ki

Her alıcın çekirdeği basma on nefes verelim. Yunus'a bunu söylediler,

Ehlim var, ayalim var, bana buğday gerek dedi. Bunun üzerine öküzüne buğday yüklediler, yola düştü. Fakat köyün aşağısına gelince hamamın öte yanındaki yokuşa çıkar çıkmaz


Yüklə 1,6 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   23   24   25   26   27   28   29   30   ...   34




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin