Türk edebiyatının islamiyet'ten önce ve îslamî dönem genel tasnifi içinde; Türk Halk Edebiyatı kendine has yerini almaktadır. Bu edebiyat



Yüklə 1,6 Mb.
səhifə29/34
tarix12.12.2017
ölçüsü1,6 Mb.
#34567
1   ...   26   27   28   29   30   31   32   33   34

Kazanlarda katranlarun kaynamış Yer altında balıkların oynarmış On bu dünya kadar ejderhan varmış Şerbet mi satarsun yılancı misun

Esirci misun koydun tamuya Arab Hoca misun okur yazarsun kit&b Aslun k&tib midür görürsün his&b îhtisabun mı var yoksa hancı mısın

364

Yüz bin tonum olsa korkmam birinden Rahman ismi nasıl değil mi senden Gaffaru zünübum demedün mi sen Affet günahumi yalancı misun



Bilürsün ben kulum sen sultanumsun Kolbde zikrüm dilde tercemanumsun Sen benüm canumda can mihmanumsun Gönlünün yansı yabancı misun

Beni affeylesen düşen mi şanından Şahlar bile geçer böyle isyandan Ne dökülür ne eksülür haznenden Affetsen günahumi yalancı misun

Beni delil eyler kendün söylersün içerden Asmî'yi pazar eylersün Yücelerden yüce seyran edersün îşün seyran kendün seyrancı misun

38. Vasiyetname

Vasiyet, "kişinin ölümünden sonra yerine getirilmesini yazılı veya sözlü olarak istediği şeyler" demektir. Vasiyetname, " bu isteklerin yazılı olarak ifadesidir. Dinî-Tasavvufî yönden ise devlet ve din büyüklerinin geride kalan-lara buyurdukları manzum veya mensur sözlerden oluşan eserlere verilen od"dır.

Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatında bu türde pek çok eser bulunmaktadır. Bu cümleden olarak, Hz. Muhammed'm Veda Hutbesi de bu tür'ün en en önemli örneğidir. Ayrıca Lokman Hekim'in, Şeyh Edebali'nin, îmam-ı A'zam'ın, Hacı Bektaş'ın... vasiyetleri ünlüdür. Lokman Hekim VasiyetnĞ-mesinden birkaç paragraf görelim:

Ey oğul! Gökte, yerde veya bir kaya içinde gizlenip hayrdan-şerden hardal danesi kadar bir şey işlesen, hesap günü karşına çıkarılır.

Kibr edip insanlardan yüz çevirme. Yeryüzünde azametle yürüme. Allah taala kendini beğenip övünenleri sevmez.

Küçük şeylere küçük nazarıyla bakma, ileride büyük olur.

39. Kıyametname

îsîam tenninolojisinde "İsrafil adlı meleğin sur'u üflemesiyle dünya hayatinin son bulacağı, ölenlerin tekrar dirilip ebedî hayata kavuşacağı büyük güne kıyamet adı" verilir. Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatında bu günü ve olacakları anlatan eserlere de kıyametname adı verilir. Muhammediye adlı eserden bu hususla ilgili birkaç bölümü aşağıya alıyoruz:

365


Dinlegil Allah imdi geri nice dirgürür Çürümüş sürtükleri nice yaratır fi'l-me'ad

Hak taala bir hazine feth ede Arştan bu kez. Çıka andan bir deniz Bahru'l-hayattır ona ad

Bu denizden yeryüzüne bir aceb yağmur yağa Kim erenler suyuna benzer ala ey şah zad

Emr ede Allah kim ecsad kabr içinde biteler Ger nebî ve ger velî ve ger Süleyman ger Kubad

Bir kemicek var durur insanda asla çürümez Kim segirdende olur cism ona etmiştir imad

Hak taala geri ondan yaradısar cismini Nitekim evvel ona kanında etmişti nihad

40. Mahşemame

Bu kavram da kıyamete bağlı ve onu takip eden bir başka olay için kullanılır. Ölenlerin dirildikten sonra toplanacakları yer, hesap verecekleri zaman anlamındadır. Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatında bu yer ve zamanı tafsilatıyla anlatan manzumeler mahşemame adım alır. Bu hususta da Muhammediye adlı eserden birkaç bölüm sunalım:

Evvel İsrafil'i ihya eyleye emr eyleye Beyt-i Makdis sahrasından sur'un ede ihtida

Sur'unun dört şu 'besi ola dura dört kuşede Biri şarkda biri garbda olısar edip eda

Biri yer altında biri gökler üstünde ola Altı delikle ola çıkısar onlardan soda

Ol deliğin her birinde olısar bir türlü can Evvelînde olısar ervah-ı cümle enbiya

Olısar ikincisinde cümle ervah-ı melek Birisinde cinnîler ervahı ede iltikaa

Birisinde ademîler canı ola has ü am Birisinde ola ervah-ı şeyatin imtila

Pes hitab erişe israfil'e kim ur sürunu Bir ayağın ileri basuban eyleye nida:

"Ey kara yerlerde çürümüş sünükler dirilin Ey turab olmuş bedenler n 'oldunuz idi heba!"

366

41. Şefaatname



Şefaat, "bir suçun bagişlanması için aracı olma" demektir, islam inan-cında "Hz. Muhammed kendine inanların suçlarım bağışlatmak için tek şefaatçidir. " Bu bakımdan Dinî-Tasavvufi Türk Edebiyaünda Peygamberden şefaat dileyen eserler ortaya çıkmıştır. Bu eserlere şefaatname adım veriyoruz ki bunların da kaynağı yine Hz. Muhammed'e ait olan bir "Şefeat Hadi-si"dir. Aziz Mahmut Hüdayî'nin şefaatnamesinden bir bölümü örnek olmak üzere buraya alıyoruz:

Tevfik eyle bizi vuslat yoluna Efendim meded hey Sultan 'im meded Kereminden irgür vahdet iline Efendim meded hey Sultan 'im meded

Yardım eyle bize işbu yollarda Ta ki kalmayavuz yüce bellerde Ayrılık güç imiş garib illerde Efendim meded hey Sultan 'im meded

Kimin kapışma yüz uruban Kimin divanma el kavşuruban Efendimi kayup kanda varuban Efendim meded hey Sultan 'im meded

D. XIII-XX. Yüzyıllar Anadolusunda Yaşayan

Mutasavvıflardan Örnekler a. Xm-XIV. Yüzyıl Dinî-Tasavvufi Türk Edebiyatının

Genel ÖzelUklerine Kısa Bir Bakış

XIII. asır, Türk edebiyatında büyük akisler uyandıran tasavvuf asrıdır. Türklerin îsîamiyete girişleri. İslam ülkelerinde tasavvuf hareketlerinin başladığı asırdır.

îs,lam ülkelerinde Hicretin II. asnndan itibaren şeyh denilen tasavvuf büyüklerinin etrafında toplanmalar başladı. Bu asırda Şam'da, daha sonraki asnn ikinci yansında Irak ve Horasan'da böyle topluluklar görülmeye başlandı.

ilk zaviye M. 779'da KOfeli Ebü Haşim tarafından Şam'da kuruldu. Sonra Mısırlı Zü'n-NOn (? - 860), Horasanlı Bayezid-i Bistamî (? -874), Iraklı Cüneyd-î Bağdadî, Horasanlı Hallac-ı Mansur (857-922) gibi şahsiyetler yetişti. Bunların çevrelerinde büyük halk toplulukları oluştu.

Türklerin îsîanüyeti kabulleri bu asırlara rastlar ki din yoluyla tasavvuru da kabul etmeleri kaçınılmazdır.

367


Bu ilk mutasavvıflardan sonra Razî (ölm. 932), Farabî (870-950), îbni Sina. (980-1037) gibi eski felsefeyi bilen filozoflarca îsîamda felsefe oldukça büyük mesafe aldı. Kuşeyrî, meşhur risalesiyle tasavvufun Kur'an ve Sünne-te uygunluğunu isbat ederek tasavvufa büyük bir itibar kazandırdı. Bu itibarı, Gazalî (1058-1111) tamamladı. Gazalî, tasavvufa îsîamî bir hüviyet kazandı-rarak adeta îsîamî bir tasavvuf kelamı ortaya koydu.

XII. asır tarikatlann ortaya çıktığı asırdır. Türkistan'da Yesevîlik, Bağdat çevresinde Kaadirîlik ve Rufaîlik gibi tarikatlar oluşmaya başladı. Bunlar tasa sürede çoğalıp, şubelenip yayılarak Horasan, Türkistan, Anadolu, Balkanlar'da hayat bulmuşlardır.

XIII. asırda iki büyük mutasavvıf, tasavvufa yeni bir hamle, yeni bir heyacan kazandırdı. Bunlardan birisi Muhyiddin-i Arabî (1165-1240)'dir. Bunun elinde Vahdet-i Vücüd (Varlığın Birliği) nazariyesi en sistemli ifade-sini buldu. Bu asrın bir diğer mutasavvıfı ise Mevlana Celaleddin-i Rumî'dir.

îran ve Türk edebiyaünda derin akisler uyandıran bu Vahdet-i Vücüd inanışına göre varlık tektir ve tek varlık Allah'tır. Diğer varlıklar olarak görülen her şey Allah'ın türlü türlü hayelleri olup, Allah'ın bilinmesi içindir. Ezelde bu varlıklar yoklu. Tek Allah vardı ve Mutlak güzeldi. Bu güzelliği çevreleyen sonsuz yoklukta güzelliği görecek göz, sevecek gönül yoklu. Halbuki güzellik; beğenilmek, sevilmek ister. Güzelliğin bu eğiliminden dolayı Allah aynada hayalim gören bir insan gibi adem denilen yokluk ve hiçlik deryasına yaratıcı ruhuyla baktı, orada kendi aksini gördü... Geçici birer hayalden başka bir şey olmayan bütün yaratılmışlar işte bu şekilde var oldu. Bu yaratılmışlar içinde bedenine ilahî ruh üflenen tek mahluk insan olduğu için Yaratıci'nın vasıfları insanda toplanmıştır. Varlığı, iyiliği, güzelliği görüp sezebilecek üstün varlık insandı.

Varlık, iyilik, güzellik bunlar Allah'ın vasıflarıdır. Bu vasıflar aynı zamanda insana da verilmiştir; ancak bunların zıddı olan hiçlik, çirkinlik ve kötülük gibi Allah'ta bulunmayan vasıflar da birincilerin bilinebilmesi için verilmiştir. Zira her şey ancak zıddıyla bilinebilir. Aydınlığın kıymeti karanlıkla; sıcak, soğukla bilinebilir.

Vahdet-i Vücüd inancına göre insan, Allah'tan olan vasıftan saklar, olmayanları kendinden giderirse o zaman yalnız güzel, iyi ve var olacaktır ki bu Allah'ın vasıflarıyla var olmak, O'nun varlığına katılmak, O'nda O'nunla ebedî olmak demektir. Bunun gerçekleşmesi esnasında îlahî rüh'un Allah'a kavuşması yolunda tek engel nefs denilen şeydir. Nefs, maddedir, maddeye olan tutkudur. Onu yenmek kolay değildir. Nefsi yenecek olan tek şey aşk'tır.

Ruhu Allah'a vardıran kudret yine Allah aşkı'dır. Allah'a ait sırlar ancak bu aşkla çözülür. Bu halde kişi aşk ve tecellî ateşinde erir, insan artık

368


kendini görmez olur; hem kendi içinde (gönülde) hem de baktığı her yerde Allah'ı görme derecesine ulaşır. Ondan başka hiçbir şey görmez ohır.

Her türlü fikir ve heyecanı kendine konu edinen edebiyat, tasavvuf için de bir ifade vasıtası olmuştur. Bir hayli mutasavvıf, tasavvufla alakalı duygularım, aşklarım, hasretlerim, ıztıraplanni şiirle ifade etmişler, bunlar bestelenmiş asırlarca dillerde dolaşmıştır. Bu şekilde îran ve Türk edebiyaüannda zengin bir Tasavvuf Edebiyatı ortaya çıkmıştır.

Selçuklular, Harzemşah ve Çorluların devlet kurdukları ülkeleri XIII. a-sırda Moğollar istila etmiştir, imparatorluğun güçlü isimlerinden Cengiz Han, yerini oğullanna bırakmış kısa sürede bu imparatorluk topraklanndan Çin Moğollan, Türkistan Moğollan, Kıpçak Moğollan ve îran Moğollan adıyla dört imparatorluk ortaya çıktı.

Çağatay oğullannın Buhara ve Semerkand'a kadar uzanan devlednde gelişen lehçe Çağatay lehçesi adım aldı. Bu devirde tarih ilmi önem kazandı. Tarih-i Cihan-guşd'nm yazan Cüveynî ile C&mi'ü't-Tevarih yazan Reşidü'ddin bu devrin önemli tarihçilerinden ikisidir... Moğollann Türk ül-kelerine yayılması ve Türkleşmeleri bu bölgelerde Türkçe ve Türk edebiyatı-mn gelişmesine sebep oldu. N

XIII. yüzyılda meydana getirilmiş en eski eser Ali'nin Kıssa-i Yusuf ad-lı eseridir. Dînî hikaye edebiyatının ilki kabul edilen bu eser on ikili hece vezni ve dörtlüklerle yazılmıştır. Dili doğu ve batı Türkçesinin kanşımıdır. Bu eseri Anadolu'da başlayıp gelişecek olan dinî edebiyat çığınnın müjdecisi olarak kabul etmek gerekir.

Türk Edebiyatı altın devrini Anadolu ve balkanlarda Osmanlı asnnda yaşamıştır. Bu topraklarda yaratılan yeni destanlara ilave olarak eski yurttan getirilen destanlar da yeni coğrafyaya uyarak yeni ve zengin çizgilerle zenginleşerek yaşamaya devam etti.


Destanî edebiyattan Battal-name, Danişmend-name bu çağdan itibaren yazıya geçirilmiş, Türk nükte ve mizahinin büyük temsilcisi Nasrettin Hoca bu asırda yaşamıştır. Bu asırda, ilim dili olarak Arapça, edebiyat dili olarak da Farsçanm Türkçeye hakimiyeti başladı. Mevlana Celaleddin-i Rumî (1207-1273) bu anlayışla eserlerim Farsça olarak ifade etti. Başlıca eserleri:

Dîvan-ı Kebîr, Mesnevi, Fîhi Mafîh, Mektubat, Mecalis-i Seb'a' dır.

Ahmet Fakih (ölm. 1221) Çarh-name adlı 100 beyitlik manzumesini Türkçe olarak yazdı.

Şeyyad Hamza, Yusuf ü Züleyha adlı 1549 beyitlik mesnevîsini; Mevla-na'nın büyük oğlu Sultan Veled, Divan, îbtidaname, Rebab-name. întiha-name, Maarif-name adlı eserlerim bu asırda verdi.

369

Anadolu'da Yesevî geleneğinin yemsilcisi, Tasavvufî edebiyatın kuru-cusu ve en büyük ismi Yunus Emre ise Divan ve Risöletü'n- Nushiyye adh eserlerim bu asırda verdi.



Din dışı edebiyat da îran yoluyla gelerek bu asırda ilk eserlerim Anadolu'da Klasik Türk edebiyaümn temellerim attı.

XTV. asır doğu ve baü Türklerinde edebî dilin tamamiyle teşekkül ettiği, çok sayıda eserin meydana geldiği bir çağdır. Yine bu asırda îsîam kültürü-nün tesiriyle zümre edebiyatları Halk edebiyaündan belirgin farklarla ayrıldı. Edebiyatta üç ana çizgi ortaya çıktı: l. Yüksek Zümre Edebiyatı, 2. Tasavvuf Edebiyatı, 3. Halk Edebiyatı.

Bunlardan birincisi islam kültürüyle yetişmiş okumuşların, üçüncüsü ise îsîamdan etkilenmekle birlikte geleneğe bağlı edebî zevkini devam ettiren kesimin zevklerine hitap ederken ikincisi ise bu iki edebiyatın özelliklerine sahip bir geçiş köprü edebiyatı görevim üstlendi.

XTV. asır Orta Asya Türk edebiyatı umumiyetle Çağatay Lehçesi edebiyatı, hatta Çağatay Edebiyatı olarak anılır. Bu asırda ortaya konulan edebî eserler daha çok dînî-ahlakî eserlerdir.

Harzem bölgesinde okunulan ilk mühim eser Hakaniyye lehçesiyle yazılan Kıs&su'l- Enbiya'dır. Eserin yazan esas adı Burhanoğlu (Kadı) Nasır olan Rabguzî'dir. Yine bu asırda aynı Türkçe ile yazılan 900 beyitlik Mu'înü'l-Mürid, islam adh şair tarafından yazıldı. Kerderli Mahmud'un 444 sayfalık Nehcü'l FerOdis de bu sahada yazılan bir başka önemli eserdir.

Kıpçak sahasında kurulan Altınordu Devleti zamanında Kıpçak Türkçesiyle eserler yazıldı. Bedreddin Kavvamî'nin ilk mısraı Arapça, ikincisi Farsça, son iki mısraı Türkçe bir rubaisi mevcuttur. Bundan başka Kutub, 1341-1342'de yazdığı Husrev ü Şirin adlı mesnevîsiyle Türkçe'de ilk olarak bu klasik mevzuyu işledi.

Orta Asya Türk edebiyaümn en üstün ve tanınmış şairi, Muhabbet-name adlı eserin sahibi Harizmî'dir. Farsça, Türkçe şiirler söylemiş, bilhassa Türkçe gazellerinde büyük basan göstermiştir. Dînî- Popüler eserlerden biri de 1368'de mesnevî tarzında Hüsam Katib tarafından yazılan Cümcüme Sultan (Dastfin-ı Cümcüme Sultan)dır. Bir başka mühim eser ise Codex Cumanicus (Kodeks Kumanikus)'tur. Hristiyan rahiplerce oluşturulan bu eserlerin birinci defteri Latince-Farsça-Kumanca bir sözlüktür, ikinci defter ise, Kuman- Al-man sözlüğüdür. Bu son defterde Hristiyanlığa ait Kumanca dualar, ilahî ve bilmeceler vardır.

Mısır'a yerleşen Kıpçaklann Türkmenlerle kanşmalanndan dolayı batı Türkçesine yakın. Güney Kıpçak Türkçesiyle bir Türk edebiyatı devri başladı. Bu coğrafyada;

370

Ebd Hayyam 1312'de Kitabu'l- idrak U Usanü'l-Etrak adh Türkçe-Arapça lügat ve dilbilgisi kitabı; yazan belli olmayan El-Kav&nînü'l-Külliye U Zabti'l-Lügati't-Türkiyye; Berke Fakîh, Kutb'un Husrev ü Şirin adlı mes-nevîsini istinsah etmiş, mesnevinin sonuna 51 beyiflik bir manzume ilave etmiştir.



Berke Fakih, irşadü'l- Mülük ve's- Selatin adlı bir fıkıh kitabım da tercüme etmiştir. Bu yazı dilinin en önemli eseri Seyf-i Sarayî'nin Gülistcin Tercümesi'dir. Bu eser 1391'de tamamlanmıştır.

Bu asırda Azerî sahasının en mühim ismi bir Horasanlı Türk olan Hasan Oğlu'dur. Bu gün için elmizde tek Türkçe gazeli vardır. Bu sahanın ikinci mühim ismi Doğu Anadolu'da bir hükümdarlık kurmaya çalışan ve bunda da kısmen başardı olan Kadı Burfıaneddin'dir. Arapça, Farsça şiirler söylemekle beraber asıl büyük eseri Divan'ua Türkçe yazmıştır.

Azeri Türkçesiyle eser veren bir başka isim Erzurumlu Kadı Darîr'dir. Dili Azerî Türkçesi ile Anadolu Türkçesi arasındadır, îbni ishak'ın Kitabu Sîretü'r-Resülullah adlı eserini nesirle, yer yer nazımla Türkçeye çevirdi. Fütuhu'ş Şam adlı bir tercümesi daha vardır. Tercümelerden başka 2120 beyitlik Kıssa-i Yusuf, Sîretü'n-Nebî ve Mevlid manzumesi vardır.

Azeri Türkçesi'nin en geniş tesirli şairi Seyyid îmameddin Nesîmî'dir. Türkçe, Farsça şiirlerle Tertiplenmiş bir Divan'ı vardır. Tuyuğlan ünlüdür.

XIV. asır Osmanlı devleti'nin kuruluş çağma rastladığı için daha canlı dînî-tasavvufî, tarihî, hamasî (epik), ahlakî mahiyette eserler yazılmıştır.

Türkçe artık tamamıyla Anadolu'ya yerleşmiş bir edebiyat dili haline gelmiştir. Selçuklu'nun çöküşüyle birlikte ortaya çıkan beylikler devrinde Türkçeye büyük itibar ve önem verilmiştir. Bu Türkçe ile pek çok eserler yazılmış.

înançoğullan sahasında anonim bir Fatiha Tefsiri ile înanç Oğlu Murad Aslan emriyle yazılan îhlas Tefsiri vardır. Hükümet merkezi Ladik'te Muarrif Ladîkî gibi şairler yetişmiştir.

Aydınoğullan sahasında verilen bir mühim eser Kısas-ı Enbiya Tercü-mesi'du. Bu sahanın mühim bir ismi de Mes'ud adlı bir şairdir. Bu şair, Kelîle ve Dimne'yi tercüme etmiştir.

Anadolu'da yetişen belli başlı isimlerinden Gülşehrî ise; Felek-name (yazılışı: 1301) adlı Farsça Mesnevîsi ile nazire tarzında kaleme alınan Mantıku't- Tayr (yazılışı: 1317)'ı ve Aşık Paşa'nın: Garib-name, Fakr-name, Vasf-ı Hal, Hikaye gibi eserleri, Yunus tarzında ilahi ve gazelleri de vardır.

Bu mesnevî edebiyatının yanında din dışı aşk ve macera mesnevileri de yazılmaya başlanır.

371

Hoca Mes'ud, 5568 beyitlik Süheyl ü Nevbahar, Şeyhoğlu Mustafa, Hurşid-name adlı mesnevîlerini yazarlar. Şeyhoglu'nun bu mesneviden başka Kenzü'l- Kübera adlı bir mensur eseriyle Merzuban-name, Kabüs-name adh tercümeleri ve Mecmu 'atü'n- Neza'ir, Cami'ü'N-Neza'ir gibi şiir mec-mualanna geçmiş şiirleri vardır.



Meddah Yunus'un Hamüs-NOme adlı Farsça mesnevîsi; Varka ve Gülşah. Dastan-ı iblis Aleyhi'l-La'ne, Maktel-i Hüseyn (tercüme) adlı mesnevileri ile Kenzü'l-Kübera adlı mecmuaya geçmiş şiirleri vardır.

Ahmedî; çok sayıda kaside ve gazelleri, 8000 beyidik Divan'ı; fskender-name, Cemşid ü Hurşid isimli manzum hikayeleri; Tervihü'l-Ervah adlı tıbba dair bir eseri ve Mirka ü'l- Edeb, adh manzum Arapça- Parsça lügati; Arapça'nın sarfina dair Mizanü'l- Edeb, Arapça'nın nahvine dair Mi'yarü'l-Edeb adlı eserlerin sahibidir.

Isk-name adh eseri 1398'de yazan Şair Muhammed bu devir ve sahanın bir başka ismidir.

XIV. asır, Anadolu'da Dede Korkut Destanlan'nın geliştiği çağdır. Yunus tarzı söyleyiş bu asnn ideal söyleyişidir. Emre ve Yunus mahlasları bu asırda yaygınlaşır. Yunus takipçilerinden biri Said Emre'dir. Aruzla olduğu kadar heceyle de şiirler söyleyen bu şair Hacı Bektaş Velî'nin Makalafmı mensur olarak Türkçe'ye tercüme etmiştir. Yine Yunus takipçilerinden bir başka mühim isim. Abdal Musa müritlerinden Kaygusuz Abdal da; " Divan, Gülistan, Mesnevileri-11-111), Gevhemame, Dolabname, Budalaname, Miglataname, Dilgüşa, Saray-name, Vücudname, Minbemame, Salatname, Kitab-ı Kaygusuî,. vb'leri gibi on beş'in üzerinde eserin sahibidir.

b. Belli Başlı Şahsiyetlerden Örnekler

Şimdi bu dönemin mutasavvıflanndan birkaç örnek venneye çahşalım. Onlar da:

l. MEVLANA CELALEDDlN-1 RUMÎ

1207'de Beih'te doğdu. Ünlü mutasavvıf Bahaddin Veled'in oğludur. 1221'de aileleriyle birlikte Anadolu'ya göç eden bir grubun içinde Mevlana ve ailesi de vardır. Yolculuk Horasan'dan başlamış, Bağdat, Şam; Halep güzergahından Anadolu'ya kadar uzanmıştır. Bu güzergah üzerinde birçok mutasavvıfla görüşülmüş ve duaları alınmıştır. Bunların içinde Feridü'd-din-i Attar ve Muhyiddin Arabî de vardır.

Ailesiyle beraber önce Erzincan'a yerleşen Bahaeddin Veled daha sonra Konya'ya göç edip oraya yerleşmiştir. 1231'de vefat ettikten sonra imamlık görevim Celaleddin (Mevlana) devralmıştır. Babasından ve devrin büyük alimlerinden ders alan Mevlana 1244'te Konya'ya gelen Şems-i Tebrizî ile de tanıştıktan sonra tasavvufa gönül vermiştir.

372


Eserlerim Farsça yazmasına rağmen hem Türk mutasavvıf ve şairleri hem de diğer Müslüman düşünürler ve şairler üzerinde etkili olmuştur. Ölü-münden sonra başta Konya olmak üzere çeşitli şehirlerde açılan Mevlevî dergahı ve tekkelerinde mevlevîlik hızla yayılmıştır. Anadolu'da Türk birii-ğinin sağlanmasında ve fütuhatın tamamlanmasında bu tarikatın büyük hizmetleri olmuştur.

" Mevlana" kelimesi "efendimiz" anlamında kullamimıştır. "Rüım" ise "Anadolulu" anlanuna gelmektedir. Bu isim bile büyük mutasavvıfın halk tarafmdan ne kadar sevildiğim göstermektedir. Mevlana'ya göre aşkların anası Allah aşkıdır. Bu aşkı tatmak için kişi ihtiraslardan arınmalı engin bir gönüle sahip olmalıdır.

Ona göre ölüm bir son değil bir başlangıçtır.

" Benim ölçtüğüm gece, bir düğün gecesi olacaktır. Çünkü ölüm Allah'a kavuşmaktır." der. Mevlana bütün insanlığı kucaklayan dil, din ve ırk ayrımı yapmayan hoşgörü esasına dayalı bir düşünceyi temsil etmektedir. Bu nedenle Mevlana sevgisi yalnız Müslümanlar arasında değil Müslüman olmayanlar arasında da hızla yayılmaktadır.

Mevlana' mn en çok okunan eseri Mesnevi adlı büyük eseridir. Tasavvuf! düşünceyi bütün yönleriyle açıklayan bu eserin defalarca şerhi (açıklaması) yapılmıştır.

Bu eserin asıl adı Mesnevî-i Manevî' dir. Mesnevi 26. 000 beyit uzunlu-ğunda tasavvufî bir eserdir. Bu eserin ilk 18 beytim Mevlana kendi eliyle yazmış geri kalan kısmım da talebelerinden Hüsamettin Çelebi'ye dikte ettirmiştir. Bu eserde Kur'an-ı Kerim'in hikmetleri, tasavvufun esasları kısa hikayelerle anlatılmıştır. Mevlana, eseri çekici kılmak, okuyucuyu düşündürmek ve fikirlerinin daha kolay anlaşılmasmı sağlamak için gülünç ve ilginç olaylar da anlatmıştır. Aşağıda eserin ana fikrini en iyi açıklayan kıs-nundan bir parça okuyacaksınız. Mutasavvıfların görüşüne göre kainattaki her şey aslında tek varlığın tecellisidir. Her şey o yüce varlığın değişik şekillerde yansımasıdır. Mevlana aşağıdaki metinde bu düşünceyi "ney" örneğiyle açıklamaktadır.

Mutasavvıflara göre insan ruhunun çırpınışları aslına kavuşmak içindir. Ruhun aslı Allah'tır. Nasıl ki kamışlıktan ayrılan ney tekrar oraya dönmek için inliyorsa insan ruhu da ait olduğu yere dönmek için çırpınmaktadır.

Mevlana ney'in inleyişlerine ayrılığı sebep göstermektedir. Çünkü ney, kamışlıktan ayn kaldığı sürece gurbettedir, insan ruhu da ney gibi şikayetlerim çeşitli şekillerde dile getirmekte dünyayı bir gurbet saymaktadır.

Ney konulu şiirde Vahdet- i Vücut nazariyesi anlatılmaktadır. Buna göre kainattaki kesret(çokluk) bizi yanıltmaktadır. Halbuki çokluk yok, birlik vardır. Bu birliğin kaynağı Allah'tır. Allah tek; ama sıfatları çoktur. Boşlukta

373


tecelli eden onun şifadandır. Ney ise bu mutlak varlığın yalnızca bir cüzüdür. Fakat insanın haline çok benzemektedir.

Eserleri: Mesnevi (Mesnevî-i Manevî), Divan-ı Kebir, Fihi Mafih, Mektubat, Mecalis-i Seba.. vb 'teridir.

Ney'în Esrarı

Dinle neyden kim hikayet etmede Ayrılıklardan şikayet etmede

Der kamışlıkdan kopardılar beni Netlisin zar eyledi merd ü zeni

Şerha şerha eylesin sînem firak Eyleyem ta şerh-i derd-i iştiyak

Her kim aslından ola dür u cüda Rüzgar-ı vaslı eyler mukteda

Ben ki her cem'iyyetin nalanıyam Hemdem-i hoş- hal ü bed-haldnıyam

Her kişi zannınca bana yar olur Sohbetimden talib-i esrar olur.

Sırrın olmaz ndlişimden gerçi dür iîk yok her çeşm ü guşa feyz-i nur

Birbirinden can u tenpinhdn değil Lîk yok destür-ı rii 'yet cana bil

Oldu ateş sıyt-ı ney sanma hevd Kimde bu ateşi yoğ ise hayfana

Ates-i 'aşkiledirte'sîr-iney Cüşiş-i 'aşk iledir teşvîr-i mey

Yardan mehcüra hem-derd oldu ney Çak-saz-ı perde-i merd oldu ney

Ney gibi bir zehr ü tiryak olamaz Ney gibi dem-saz ü müştak olamaz

Ney verir bir rah-ı pür-hundan haber Aşk-ı Mecnun kıssasın takrir eder

Bî- dilandır mahrem-i esrar-ı huş Yok zebana müşteri illa ki guş

Derdimizden rüzlar bî-gah olur Rüdar çok süz ile hem-rdh olur

374

Gemi değildir günler eylerse güzer Sen heman bakî ol ey pakize-ter



Maniyi bahr olamaz, sirab-sdz Rüz-i bî-ruz! olur gayet diraz

Puhte halin hîçfehm itsin mi ham ihtisar üzre gerek söz. vesselam420

Mevlana Celaleddîn-i Rumî

Günümüz Türkçesiyle

Neyi dinle o bir şeyler anlatıyor; Ayrılıklardan şikayet ediyor.

Ney "Beni kamışlıktan koparıp ayırdıklanndan beri inildin kadın, erkek herkesi ağlatmaktadır." diyor.

Aynuk bağnmı parça parça eylesin ki ben de aşk derdim anlatabileyim. Her kim aslından aynürsa, o kavuşma zamanım bekler durur. Ben ki her meclisin ağlayanıyım, iyilerin de kötülerin de dostuyum.

Herkes kendi zannınca bana dost olur, sohbetunden bir şeyler öğrenmek ister.

Gerçi benim sırrım feryadundan uzak değil, onda gizlidir; ama her göz ve kulakta bunu sezecek nur yok.

Can ile ten birbirinden gizli değildir; lakin teni gönneye izin var, canı görmeye izin yoktur.

Ney'in sedası ateş oldu sen onu hava zannetme. Eğer kimde bu ateş yoksa onun için üzülmek gerekir.

Ney'in tesiri aşk ateşinden kaynaklanmaktadır. Şarabın hali ise aşk coş-kunluğundandır.

Ney sevgiliden aynimışlara dert ortağı oldu. Kavuşmaya mani olan perdeleri parçaladı.

Ney gibi bir zehir ve panzehir, Ney gibi bir aşık ve dost bulunmaz.

Ney kan dolu bir yoldan haber verir. Yani Mecnun'un aşk hikayesini anlatır.

Akıl esrannın sırdaşı(bilenleri) aşıklardır. Şöyle ki dile kulaktan başka talip yoktur.

Günler derdinüzden uzar ve yanıp yakılmaya arkadaş olur. Günler geçerse gam değil. Ey tertemiz dost! Sen ebedî ol.


Yüklə 1,6 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   26   27   28   29   30   31   32   33   34




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin