Türk edebiyatının islamiyet'ten önce ve îslamî dönem genel tasnifi içinde; Türk Halk Edebiyatı kendine has yerini almaktadır. Bu edebiyat



Yüklə 1,6 Mb.
səhifə25/34
tarix12.12.2017
ölçüsü1,6 Mb.
#34567
1   ...   21   22   23   24   25   26   27   28   ...   34

XV. yüzyılda Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatı, Yunus Emre'den beri, o-nun yolunda bir şair yetiştinnemekle beraber, (Akşemseddin misalinde olduğu gibi) aynı yolda eserler vermeye devam ediyordu. Tekkelerde ve tekke mensuptan arasında bestelenerek okunmak için yine ilahiler söyleniyordu. Mutasavvıf halk şairleri bu ilahîleri, yine Yunus Emre tarzmda ve onun yolunda söylüyorlardı. Dini-Tasavvufi Türk Edebiyatı şairleri içinde medreseden yetişenler ve divan tarzı şiirler söyleyenler de eksik değildi. Bunlar, şür-lerini umumiyetle aruz vezniyle ve gazel tarzıyla yazıyorlardı.

Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatım^, bu çeşit şiirlerinde Mevlana ve Yunus tesiri mevcuttu. Fakat Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatının en bol ve en güzel şiirleri yine bu dervişler arasında. Yunus tarzının bir devamı halinde idi. Halk söyleyişinin ve hece ile ilahî tarzının bu kuvvetli terennümleri ardı arası eksilmeyen bir takım ses ve heyecan dalgaları halinde, memleketin her taratma yayılıyordu. Bu asnn mutasavvıfları arasında, Gülşenî tarikatinm kurucusu Şeyh ibrahim Gülfenî'ain; Melamiyye-i Bayramiyye tarikatine mensup Ahmed-i Şarbon ve Halvetiyye tarikati mensuplanndan Vahib Ümmî (ölm. 1595) Ümmî Sinan'ın müstesna mevkileri vardır. Bu isimlere Şeyh Azız Mahmud Hudaî'nin üstadı ve Hacı Bayram Velî'mn müridlerinden, Bursalı Muhyiddin Üftade (ölm. 1580), Seyyid Seyfullah Halveti (ölm. 1601)'yi, îdris Muhteft (ölm. 1615)'yi de katmak yerinde olur.

ibrahim Gülşenî (14267 - 1533), Halvetîliğin bir kolu halinde gelişen Gülsen! tarikatinin kurucusudur. Hem divan tarzmda, hem de Yunus tarzı şiirleriyle tanınmış bir sofi şairdir.

Gülşenî, Mevlana'nın tesiri altında, hatta Mevlana'ya nazire olarak "Manevî" adlı kırk bin beyitlik bir mesnevî yazmıştır. Gülşenî "Manevî" adlı eseri dolayısıyla Dîni-Tasavvufî Türk Edebiyatındu haklı olarak büyük bir üne sahip olmuştur.

Gülşenî dervişidür gül goncalardur Mesnevi Bülbül ü şey da okur geh Mesnevi geh Ma 'nevî

gibi beyitler ona aittir.

Bu sofi şairin divan tarzı gazellerinde kuvvetli bir Mevlana hayranlığı görülür. Yunus tarzı ilahîlerinde ise Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatının Hacı

314


Bayram Velî'de gördüğümüz, deniz ve sema için hazırlanmış, ahenkli ve raksan üslubu vardır.

Ahmed-i Şarbon, aruz ve hece ile ayrıca aşıkane şiirler söylemiştir.

Ümmî Sinan (? - 1551) aruz ve hece ile söylediği ilahîleriyle büyük şöhret kazanan ve Halvetîliğin Sinaniyye kolunu kurmuştur. Hece ile şiirleri Yunus tarzının devamıdır.

Bu asırda Bektaşî şairlerinden; Şah ismail Hatayı, Pir Sultan Abdal, Kalender Abdal, Muhiddin Abdal, Yetim Ali Çelebi, Askerî vb. anabiliriz.

XVII. yüzyılda Dinî-Tasavvufi Türk Edebiyatı, gittikçe çoğalan tekkelerden Türk musikîsiyle ahenkli, coşkun ve raksan ilahîlerin yayıldığı bir hava içinde gelişmiştir. Bu ilahîler, geçen asırda ilahî söylemiş Dint-Tasavvufî Türk Edebiyatı şairlerinin kendi besteleriyle tekrarlanmak suretiyle söylenir. Bunlar Yunus Emre'den beri devam edegelen Dinî-Tasavvufi Türk Edebiyatım daha geniş sahalara yayan ve sevdiren hareketlerdir. Yunus tarzı söyleyiş yalnız Mevlevî tekkelerinde Mesnevî'nin, Divan-ı Kebir'in velhasıl ya Farisî ile yahut divan tarzı söyleyişin yarattığı gelenek içinde bu asra kadar fazla rağbet görmemiştir. Fakat XVII. yüzyıldan başlayarak hece ile söylenen ilahîlerin Mevlevî şairleri tarafından da itibar kazandığı bilinir. Mesela bir Mevlevî olan Adem Dede, asrın Yunus tarzı söyleyişinden zevk alan simalar arasındadır.

Bu asnn meşhur Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatı şairleri; Adem Dede, A-ziz Mahmud Hüdaî, Niyazî-i Mısii, Zelili. Adlî, Zakirt, Lamekanî Hüseyin Derviş Osman, Sultan Ahmed, Ahizade Hüseyin, Şeyhî, Fakir Edna, Kul Budala, Kul Mustafa, Abdulahad Nuri, Akkirmanlı Nakşî, Oğlanlar Şeyhi ibrahim, Zakirzdde Abdullah Biçare, Cahidî, Sarı Abdullah-Abdî, Elmalılı Sinan Ümmî, Geda Muslî, Yeşil Abdal, Dedemoğlu, Kul Hasan, Derviş Mehmed, Caferoğlu, Kul Nesimî, Ümmî Sinanwde-Hasan, Divitçizade Mehmet Talih, Derviş Himmet, Sunu 'ilah Gaybî, Abdülkerim Fethî, Şeyh Mehmed Nazmî, Abdulhay, Himmetzade, Abdullah Abdi, Hasan-Kenzi, Abdurrahman Vali, İbrahim Nakşî vb. dir.

XVIII. yüzyılda Dinî-Tasavvufi Türk Edebiyatı, umumî bir duraklama ve gerileme hayatı içindedir. Bu dönemde kendi sahasında (Şeyh Galip hariç) eskisi kadar güzel eserler verilmez olmuştur. Daha çok halk kitlelerine seslenen bazı tarikat şeyhlerinin çok tanınmış eserleri bile bu dönemde ancak eski bilgi ve akideleri tekrarlayan, popüler hamle durumundadır. Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatı şairleri istanbul'da, Bursa'da, izmir'de vb.. tarikat çevrelerin-de Yunus geleneğini devam ettirmektedirler. Buna başka bir deyişle "ilahî" geleneği de diyebiliriz. Tekrarlanan ilahîler, zaman zaman, güzel, ahenkli ve samimi olmakla beraber, ekseriye her tür söyleyiş sanatından uzak, vezin ve kafiye aksaklıktan içinde ve umumiyetle kültürsüz söyleşilerdir. Halk dilinde

315


mevcut olan ilahî cönklerini dolduran manzumeler arasında Yunus'un ve onun eski asırlardaki talebelerinin şiirleri vardır. Bu gibi halk cönklerinde, Şah-ı Merdan Hz. Ali aşkıyla Hazmedilmiş Bektaşî-Alevî nefesleri'mn zenginli^, dikkati çekecek ölçüdedir. Bu tarz nefeslerde de Pir Sultan Abdal'in tesiri aşikardır. Bu cönklerde bizzat Pir Sultan'm manzumeleri veya ona isnad edilen manzumeler mühim yer tutar. Bu sırada Bursalı Şeyh ismail Hakkı, Edirne'de Gülsen! dergahı şeyhi Sezaî Keşanlı Şeyh Zad, Üsküdarlı Şeyh Zekaî vb. gibi mutasavvıf şairler arasında en tanınmış olan hayadan ve eserleri etrafında menkabeler teşekkül etmiş iki mühim isim: Diyarbekirli Ahmed Mürşidi ile Erzurumlu İbrahim Hakkı'dır.363

Bu yüzyılın Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatı şairleri; Mahvî, Mehmed Nasuhî, Mehdi, Hasan Senaî, Bursalı ismail Hakkı, Mustafa Azbî, Üçüncü Sultan Ahmed Necib, Hasan Sezaî, Süleyman Zatî, Mustafa Nuzülî, Neccarzade Şeyh Rıza, Celaleddin-ı Uşşakî, Mehmed Salih Sahvî, Kul Şükrü, Şııi, Şaht, Derun Abdal, Derviş Ahmed, Gurbî, Kasım Dede, Ahmed Mürşidi, Erzurumlu ibrahim Hakkı, Üsküdarlı Haşim, Tekirdağlı Mehmed Fahreddin Fahrî, Mustafa Zekat, Selamı, Şeyh Halil Kaygulu vb. dir.

XIX. yüzyılda; Kuddust, Turabî, Mihrabt, Vasf-ı Melamî, Aynî Baba gibi birçok Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatı şairini tanıyoruz. Zaten Dertli, Seyranı gibi Dini-Tasavvufî Türk Edebiyatı şairleri de "nefes" ler yazarak Dini-Tasavvufî Türk Edebiyatı, mensupları arasına giriyorlardı.364 Bu sebeple fazla bir gelişme bu asırda görülmemiştir. Bu şairler, ancak eskileri tekrarlamakla yetinmişlerdir.

XX. yüzyılda. Cumhuriyetin ilanı ile tekke ve zaviyeler kapatılmıştır. Mevcut Dini-Tasavvufî Türk Edebiyatı şairleri de yeni gelişme göstermeden eskiyi tekrarlamakla yetinmişlerdir. Hatta Yunus tarzım bile tarikat ayinle-rinde aynen okumuşlardır. Günümüzde Yunus, Hacı Bayram Velî ve Kaygusuz tarzında şiirler söyleyen şairlerimiz az da olsa bulunmaktadır. Bunlardan birkaçı; Mihrabî, Mehmet Nuri, Yozgatlı Hüznî, Aşık Molla Rahim, Deruni, Sıtkı, Zeynel Baba, Şeref Taşlıova... vb. dir.

Son zamanlarda, aşık tarzında şiirler söyleyen aşıkların da Tekke şiirine özendikleri görülmüştür. Konya'da her yıl "Aşıklar Bayramı" nda aşıkların eserierinin pek çoğunda dinî ve fikrî muhteva 'yi bulmaktayız. Bu sebeple, arada kısa bir zaman kesitinin boş ve durgun olmasına rağmen, 20. yüzyıl ikinci yansında Yunus-Kaygusuz heyecanınm tekrar canlandığı görülmektedir. Bu da dünle bugün arasında kültür bütünlüğünün devamıdır.

Netice olarak ifade etmek isteriz ki, Dini-Tasavvufî Türk Edebiyatı şairleri; kendi dileklerim, arzularım, ilahi heyecanlarım, fikrî ve zühdî norm içinde hep tasavvufî vecd ile söylemişlerdir. Bu şairler, millî, dinî ve beşerî

M» Banarh, N. S., a. g. e C. I 8. 796 su Habib Sevük, a. g. e, s. 225.

316


sahada yazdıkları eserlerim Türk toplumunun daha kolay anladığı; tahkiye, tasvir, mükaleme, nasihat ve hitap, doğrudan doğruya anlatma, tekrir, secî, mecaz vb. anlatım şekilleriyle de mesajlar vermişlerdir.

Dinî-Tasavvuf! Türk Edebiyatı şairierinin şiirierinde "fikri unsur" ile "din! vecd"'m ön planda olduğu ve bunların yalnız bir grubu değil, bütün halk-cumhurvL hedef aup Türk taptumunda birlestirici-bütünleştirici bir rol aldıkları her zaman görülmektedir. Halbuki Divan ve Halk Şairleri'nde bu halk-cumhur'u değil, belirli aristokrat grupları hedef kitle olarak seçtikleri için kitlelerin birleştirilmesinde gerekli bir fonksiyon gösterememişlerdir.

Bu bakımdan Dini-Tasavvufî Türk Edebiyatı şairleri; birlestirici-bütünleştirici olgusunu vurgulamışlardır. Yanı bunlar, dağdaki çoban'a da, Saraydaki devlet başkamna da aynı dil, aynı muhteva, aynı kültür ile hitap ederek onlar arasında da birlestirici-bütünleştirici rollerim ve hoşgörü fonksiyonlarım icra etmişlerdir.

Bu itibarla Dini-Tasavvufi Türk Edebiyatı; tarihin başlangıcından günü-müze kadar ve geleceğe de olmak üzere bu birleştirici-hosgöriüü yaklaşımlarım, mensubu bulunduğu Türk milletim atalannın vasiyetlerim de dikkate ahp, çağın üstüne taşıyarak, fikrî ve zühdî normlarım da venneye devam edecektir.

B. Nazım Şekilleri

a. Vezin


Dinî-Tasavvuf! Türk Edebiyatının hedef kitlesi belirti bir zümre değil, bütündür. Dolayısıyla geniş bir yelpazeye hitap ettikleri için de birbirlerinden oldukça farklı zevklere sahip kesimleri kucaklamak zorundadırlar. Bu durum her konuda olduğu gibi vezin konusunda da geçerlidir. Bu sebeple Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatmda millî nazım ölçüşü hece ile Klasik Edebiyat ölçüşü aruz. birlikte kullanılmıştır. Hangisinin ağırlıklı olduğu veya hangisi-nin daha çok tercih edildiği konusunda kesin bir yargıya varmak imkansızdır. Bu mutasavvıfın aldığı eğitime veya hitap ettiği kesime göre değişmektedir. Bunları kısaca belirtmeye çalışalım:

l. Aruz


Dinî-Tasavvuft Türk Eaebiyatmda pek başarılı olmasa da aruz vezni kullanılmıştır. Vezinlerde sık sık imale ve zihaflara başvurulduğu görülür. Aruzun en çok kullanılan bahirleri ise şunlardır:

1.1. Bahr-i Hezec: Çok kullanılan bir bahirdir. Daha çok mesnevi, ter-ci-i bend, terkib-i bendlerde görülür. Bu bahrin de en sık kullanılanları şunlardır:

317

Mefaîlön/ Melanün/ Feülün



Giruben ışk denizin boylayanlar Ma 'ant ideyüp soy soylay'anlar

Mefülü/ Mefauün/ Feülün

İnsan île geldüm insan oldum insan libasında pinhan oldum

Merülü/ MefaîliV MefaîliV Feülün

Ol Şah-ı Kadîm senün ile olduğun anla Gönlüne senün gelübeni dolduğun anla

l. 2. Bahr-i Remel

Failatün/ Failatün/ Failatün/ Failün ile Failatün/ Failatün/ Failün

kahplan sık kullanılır:

Ben senün yüzünden özge kıble-i can bilmezem Sol zfba hüsni severem gayn îman bilmezem

l. 3. Bahr-ı Recez

Bilhassa gazellerde sık kullanılan bir bahirdir.

MiLstefilün/ Müsterilün/ Müsterilün/ Müstefilün

Mülk-i bekadan gelmişemfanî cihanı neylerem Ben dost cemalin görmişem hür-ı cinanı neylerem

1. 4. Bahr-ı Muzari

Aruzun en ahenkli, ağır ve ihtişamlı vezni olan bu bahir sık olmasa da gazellerde görülür.

MeFüliV Failatün/ Mefailü/ Failün

Pür oldı ma 'nîde canun sefînesi Dürr ü cevahir daldı bu gönlüm hazînesi365

2. Hece


Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatı ürünlerinden önemli bir kısmında da hece ölçüşü kullanılmıştır. Hece ölçüsünün bilhassa 7, 8 ve 11'li olanları tercih edilmiştir. Bu ölçülerde kimi zaman halk şiirinde önemli bir ahenk unsuru olan duraklara riayet edilmekle birlikte kimi zaman da duraklar ihmal edilmiştir.

4+3:7


îçüm dişum nur idi

Nur ile ma 'mür idi

Durduğum yır Tür idi

Müsa-yı ümran idüm

'a Bu konuda daha fazla bilgi için bkî. Abdrrahman Güzel, Dim-TasavvuS Türk Edebiyatı, s. 489-491.

318


4+4:8

Güneyi kuz, eylemegil Bu söziyüz eylemegil Sohbeti toz, eylemegil Ariflere dil-pezîr ol

6+5:11/4+4+3:11

Bir niyazum vardur Gani keremden Münkir bilmez evliy&nun sımndan Kul Kaygusuz ayru düşmiş pîrinden Ağlar gelür Sultan Abdal Musa 'ya366

b. Kafiye

Dinî-Tasavufî Türk Edebiyatında kafiye konusunda söz söylemek oldukça güçtür. Klasik Edebiyatın mukayyed kafiyesmden halk edebiyatının yarım kafiyesine kadar her çeşit kafiyeyi görmek mümkündür. Yer yer güzel düşen kafiyelerin yamsıra kaf-kef, kaf-gayın, te-dal gibi göz kafiyesine ters düşen kafiyelerle çıkış noktası bakımından birbirine benzeyen farklı sesler üzerine kurulu kafiyelere de rastlanabilir. Kafiye konuşu tamamen tesadüfe bağlıdır diyebiliriz:

Yine vakt-i hazan oldı durugel yatma iy sal/a Bu gafletde ne yatursun bu ömr kalmaz bize fcakî

Münkirlere zulmet ola mahbüblara kuvvet ola Taliblerün ta'atini Hazret'de makbul eyleye

Işkun dahi bir nişanı her kime irişdiyise İkrar ile kulluk idüp gönülllere yol eyleye

Bu ışk mevci yine başumdan aşdi Sırumfaş eyledi razumi afylı367

c. Nazım Şekilleri

"Manzumelerin, mısra, bend sayışı, bunların sıralanış düzeni, kafiye örgüsü, kompozisyonu gibi şiirin dış yapışı ile ilgili kuruluş özelliklerine göre aldıkları isme nazım şekli" diyoruz. Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatım bu açıdan degerlendirdiğimizde Klasik Edebiyatla Halk Edebiyatı arasında bir geçiş/köprü edebiyat özelliği gösterdiğim görüyoruz. Bu edebiyatta, her iki edebiyata ait nazım şekilleri de kullanılmaktadır. Klasik kültüre aşina olanlar daha çok Klasik Edebiyata ait nazım biçimlerim benimserken, halk kültürün-den gelenler veya bu kesimi hedef kitle olarak görenler Halk Edebiyatına ait nazım biçimlerim kullanmaktadırlar. Bu düşünceyi genellemek de yanlış olur

319

kanaatindeyiz. Zira pek çok mutasavvıf divanlannda her iki zevki de yansıtacak bir yolla eserler vermişlerdir. O kadar ki, bir ilahi, gazel biçiminde beyit usulüyle fakat hece vezniyle söylenebilmiş/yazılabilmiştir. Bu, onların aruzu becerememesiyle ilgili bir durum olmayıp, tam anlamıyla bir geçiş edebiya-tına ait özellikleri izah edilebilecek bir durumdur.



Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatında kullanılan, Divan ve Halk edebiyatı-na ait nazım şekillerim şu şekilde sıralayabiliriz:

c. a. Divan Edebiyatına Ait Nazım Şekilleri

Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatı mensupları muhteva sabit kalmak şartıyla hem Divan Edebiyatı hem de Halk Edebiyatı nazım şekillerim kullanmışlardır. Bu konuda hususi bir tercihlerinden bahsetmek zordur.

Divan Edebiyatı nazım şekillerinden gazel, kaside, kıt'a, musammat, murabba, terkîb-i bend, tercî-i bend, rubai, tuyuğ, mesnevi kullandıkları başlıca nazım şekilleridir.368

c. a. l. Gazel

Kelime anlamı kadınlar için söylenen güzel ve aşk dolu sözdür. Beyit sayışı 5-12 arasında değişir. 12 beyitten fazla olan gazellere müzeyyel veya mutavvel (uzatılmış) gazel denir, ilk beyit kendi arasında daha sonraki beyitlerde de ilk mısra serbest ikinciler birinci beyitle kafiyeli olur: a-a, b-a, c-a, d-a...

Bazı gazeller mısra ortalannda da kafiyeli olur. Bunlara musammat gazel adı verilir.

Genellikle halis şiir söylemeye uygun, küçük bir nazım biçimi olan gazelin başlıca iki çeşidi vardır:

Beytileri tek bir tema üzerinde birleşmeyen ve hemen her beytinde başka temalar söylenen ve her beyti aynı kudrette söylenen gazel. Buna yek avaz adı verilir.

Beyitleri tek bir tema üzerinde birleşerek her bakımdan bütün bir şiir anlayışı ile söylenen gazel. Bu tür gazele yek ahenk adı verilir.

Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatında en çok kullanılan bir nazım biçimidir. Yalnız şu farkla ki bu nazım biçiminde hemen daima ilahî aşk konuşu işlenir. Zaman zaman da hece vezniyle de yazılır/söylenir. Bu yönüyle Klasik Edebiyattaki gazelden aynlır.

Dilberö derdüme derman senden özge kimse yoh Hem dahi gönlümde îman senden özge kimse yoh

Hicr ivünde men kimünlen hem-dem olam iy sanem Gönlümün şehrinde mihman senden özge kimse yoh

320


Hızr teg zulmetde kaldum bir meded hl Tenri çün Teşne içün ab-ı hayvan senden özge kimse yoh Her ne hükm eylersen eyle sen mana iy ışk-ı yar GönlümSn tahtında sultan senden özge kimse yoh

Bu Hatayı hastanun virgil muradın ya îlah Kim mana lutf u ihsan senden özge kimse yoh369

Şah ismail

Neylerem cenneti içinde dildör olmasa Koy anı virane kolsun bağçada bar olmasa

Gaflet ehli kaldı Hak'dan şöyle bil kim bî-nasîb Kanda didan görür ol bunda bîdar olmasa

Dünyada aşık olan giydi melamet doninı Her yiten aşık mı olur dert ana kar olmasa

Aşıkun meydanda başı top yirine çalinur Başım meydana koymaz kim ki serdar olmasa

Doğruluk dost kapusidur doğn gel gir bu yola Eğri meydanda utanur onda ikrar olmasa

İy Hatayî bu sim hare eyleme nadana sen Gevherün kadrini bilmez ger haridar olmasa370

Şah İsmail

Yak çerağ-ı hüsnüni gönlümde şahı-ı enbiy& Zulmeti refeyle dilden zatım kıl aşina

Lîk mürşidsüz bulinmaz aldadur şeytan seni Mürşid-i kdmil gerekdür önde ancak reh-nüma

Z&t-ı efal sıfatın oldı mecburi bu dil Koyma hicran illerinde ya Habîb-i Kibriya

Sensün envar-ı derunum senden aldı cünbişi Zevk-i ta'at fikrin oldı canda cananum saha

Birpula virdüm cihanın zevkim z&hidlere Leblerün meyhanesinden içeli cam-ı safa

*fk u şevkün dilde hubbun isterem daim senün uel münacatun kabul it Talib'ün ey pür- vefa'71

AhmedTalibîrşadî

321


c. a. 2. Kaside

Kaside, belli bir amaçla yazılmış Divan edebiyatı nazım biçimlerinden olup, daha çok devlet ve din büyüklerim övmek amacıyla kaleme alınır. Kaside yazan şaire kasidegü (kaside söyleyen), kasidesera (kaside yazan) veya kasidegerdaz denilir.

Türk şiirinde kaside geleneği XV. yüzyıldan itibaren kendini gösterir XVI. yüzyılda Hayalî, Fuzulî, Nev'î, Bakî ve Ruhî gibi şahsiyetlerle gelişme gösteren kasidecilik geleneği XVII. yüzyılda Nefî gibi en büyük ustasını yetiştirir.

Kaside beyitler halinde yazdır. Beyit sayışı 31 ila 99 arasında değişir. îlk beyit kendi arasında, sonraki beyitler ilk beytin ikinci mısraı ile kafiyeli (a-a, b-a, c-a...) olur. Klasik bir kasidede 6 bölüm bulunur: Nesib veya Teşbih, Tegazzül, Girizgah, Medhiye, Fahriye, Du'a. Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatında bu klasik sıralamaya uyulmaz. En önemlisi de devlet büyükleri için yazılmaz. Daha çok tevhid ve na'atlarda bu nazım biçimi tercih edilir.

Kasîde-i fî Sırr-ı însan-ı Kamil

Mefaîlün Mefaîlün Mefaîlün Mefaîlün

Dua insan-ı kamilden işit tertîb ü tekmîlat Miirettebdür miirekkebdür odur fi 'l-asl-ı mevcudat

Eğer esfel eğer edna anun uzvı hurüfatdur Teşekküller ibaretdür me 'anî cümle te 'sırat

Mücelled cümle eczası anun terkîb-i tab'idur Libas-ı cismi şîraze vemal-i hüsn-ı tertibat

Vücüd ma'na-yı ümmü'l-kitab oldı budur mefhum Kitabu'llah havîdür kuvvası cümle-i terkîbat

Nısf-ı a 'lası eflakdur kuvvdsidur melekler hep Fehm-i akl-ı me 'ad içün makam sidre-i tevkifat

Müheymun durur kalb-i kuvvası dinilür olun Bulardur cümleye hakim bu sırdur akl-ı külliyat

Şeb-i Mi'rac-ı Hazret'de teşehhüd eylemek Cibril Makam-ı akl-ı külidendür tahiyyat ile neşriyat

Netice söz velîler hep nübüvvetden olur zahir Gelenler sırren ve neslen bulur irşad-ı tekrîmat

322

Be külli nazm u nesrile iyon itdüm nice esrar Kana miras ceddümdür ulum ba'd-ı tahribat



Hakikat sırr-ı çar-dehle bu dem mesrur olup Haşim Şarab-ı nab-ı vahdet hem sunar kaseyle tesnîmal372 Haşim Baba

c. a. 3. Mesnevî

Her beyti kendi arasında ayn ayn (a-a, b-b, c-c...) kafiyeli olup aruzun kısa kalıplarıyla yazılır. Uzun manzume veya kitap halindeki mesnevîler kendi adlarıyla anılır.

Türk edebiyatında ilk büyük mesnevî Yusuf Has Hacib'in Kutadgu Bilig adlı eseridir. Sonra Mevlana'nın Mesnevtsi gelir. Mesnevîler Türk edebiyatı-nin manzum romanları sayılabilir.

Mesnevî dibace, tevhid, münacaat, na't, mirdciye, medhiye, sebeb-i te 'lif, agaz-ı dastan, hatime bölümlerinden oluşur.

Dinî-tasavvufî Türk edebiyatında mesnevî'lerde; dinî ve tasavvuf! konulan işleyen tevhid, nat, münacat, miraciye, mehdiye.. vb temalar işlenmektedir.

Mesnevî-i Mi'raciye

Failatün/ Failatün/Failün/

Sırr-ı vaslı bilmek istersen eğer Kabe kavseyn ayetinden al haber

Mazhar-ı feyz-i cemalullahtır işbu sırra aşıkdn agahtır

Oldu şevk-i vuslat ile gark-ı aşk Hakk'a tahmîdi bu güne kıldı meşk

Şöyle takdis ü tahiyyat eyledi Ve 's-selavdtu ve 't-tayyibat didi

Ya 'ni ey Vahid olan zat-ı Huda Hep bana mahsus ibadat u sena

Hadd ü teşbih ü du 'a vü tayyibat Zikr ile tevhid ey akdes-sıfat

Ben rıza-yı pakine dildayem Vaslına can virmege amadeyem

323


Mahz-ı lütfü rahmetiyle ol Huda Didi Mahbübum Resulüm Mustafa

Esselamü aleyke eyyühe 'n-nebiyyü V'ey sa'adet burcunun meh ü kevkebi

Sana da olsun selam u rahmetim Mağfiretle berekat u ni'metim Adile Sultan

Bir aca 'ib derdi var aşıklarun hiç sormanuz Dil île takrir alınmaz anları siz yormanuz

Derd-i firkat dediler bu derdin ismin aşıkan Düşmesün bu çah-ı derde kimseler ya Müste'an

Böyle bir müşkil aca 'ib derd imiş bu derd aceb Bil ki bu derdim devası da 'ima erkan u edeb

Çıkma erkan u edebden pür-edeb ol pür edeb istikamet yolların sen eyle Allah 'dan taleb

Talib ol bin derd ile sen derd-i aşka talib ol

Derd-i aşk matlubum vasıl ider elbet sana

Ahmed Talib irşadî

c. a. 4. Murabba

Murabba dört köşeli, dörtlü demektir. Edebiyatımızda ilk yüzyıllardan başlayarak son zamanlara kadar çok kullanılan bir nazım biçimidir.

Murabba aynı vezinde dörder mısralık bendlerden oluşan bir nazım biçimidir. tik bendin dört mısraı kendi arasında, diğer dörtlüklerin son mısraı ilk dörtlükle diğer üç mısra da kendi arasında kafiyeli olmak üzere bir dizili-şe sahiptir: a-a-a-a, b-b-b-a, c-c-c-a... Son mısra her bendin sonunda tekrar-lanıyorsa mütekerrir murabba, tekarlanmıyorsa müzdevic murabba adım alır.

Genellikle dört ila sekiz bendden oluşmakla birlikte bu sayıyı aşan mu-rabbalar da vardır. Hemen hemen her konu işlenebilir. Dinî ve didaktik konularla övgü, yergi, manzum mektup gibi konular daha çok bu nazım biçiminde işlenmiştir.

Murabba

Mefa 'îlün/ Mefa 'îlün/Mefa 'îlün/Mefa 'îlün/



Cemalin sem 'ine pervane-veş yanmak diler gönlüm Visalün zevkine cana irüp yanmak diler gönlüm Görüp her yüzde nürinı seni sanmak diler gönlüm Cemalin sem 'ine pervane-veş yanmak diler gönlüm

324


Duyaldan vasf-ı pSJüni seni benden cüda kıldı Visalünsüz sqfQ bulmaz anıınçün çok cefa kıldı inlup zat-ı pakini gidüp kendin hafa kıldı Cemalin sem 'ine pervane- veş yanmak diler gönlüm37* Haşim Baba

Mefa 'îlün/Mefa 'îlün

Hakikat genc-i pinhanem Velî süretde insdnem Se dü tefsîr-i Kur'önem Cehar heşt bahr-ı ummanem

Zuhurum mereci'-i eşya Müsemmayam dahi esma Bana sacid kamu tersa Ki her fan ile bir sanem

Cinan-ı tab'umi gezdüm Me 'arifgencini sezdüm Bu eşkal-ı hafi düzdüm Meratib üzre niranem 375

Haşim Baba

Didaruna yüz sürmeğe Şeyhüm sana geldüm bugün Aslum dileyüp görmeğe Şeyhüm sana geldüm bugün

Dergahına şayeste kıl Kullık ile der-beste kıl Gitmem kapundan böyle bil Şeyhüm sana geldüm bugün

Bir derdliyem derman arar Yokdur deva derdüm yarar Ey derd-i yar derman-ı yar Şeyhüm sana geldüm bugün376 Ahmed Talibî îrşadî

c. a. 5. Kıt'a

Sözlük anlamı parça, bölük, cüz'dür. En az iki beyitten oluşan nazım biçimidir. Beyit sayışı ikiden fazla olanlara kıt'a-i kebîre adı verilmiştir.

325


Klasik edebiyatta kıt'alar, mahlassız şiirlerdir. Mısralar arasında anlam bütünlüğü bulunur. Konulan önemli bir düşünce, hikmet, nükte, yergi hayat görüşü olabilir.

Bir ve dördüncü mısraları birbiriyle kafiyeli olan kıt'alara nazmı denir. Beyit sayışı ikiden fazla olan tat'a-i kebîreler matla'l olmayan gazele benzer.

Kıt'alar müstakil şiirler olarak divanların sonunda mukattat başlığı altında yer alırlar.

Kalem olsun eli ol katib-i bed-tahnrin Kifesad-ı rakamı sürümüm sur eyler Gah bir harf sükütuyla eder nadiri nar Gah bir nokta kusuriyle gözü kür eyler

Fuzulî

Dest-i kutahımızı etmemiş Allah resa Menba-ı lutfunu yoksa elimizle kaparız Bize yersin mi Huda ab-ı hayat-ı tevfik Hızr'ı bulsak reh-i zulmette külahın kaparız177 îzzet Molla


Yüklə 1,6 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   21   22   23   24   25   26   27   28   ...   34




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin