Ünden bugüN



Yüklə 8,87 Mb.
səhifə242/877
tarix09.01.2022
ölçüsü8,87 Mb.
#93648
1   ...   238   239   240   241   242   243   244   245   ...   877
İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI'NDA

146

147

İKİNCİ VAKIF HANI

rı o günlerin en önem verilen projelerinden birisiydi. Kentteki diğer bir önemli değişiklik de 1940'ta Taksim Gezisi'nin inşası ve Ayaspaşa'dan Dolmabahçe'ye inen yolun ve parkın yapılmasıdır. Dolmabah-çe Stadyumu inşaatı da 19 Mayıs 1940'ta başlamış fakat malzeme fiyatlarının artması ve yokluklardan dolayı zaman zaman duraklayarak devam etmiştir. Kentin hemen hemen tüm diğer köşelerinde de birtakım iyileştirmelere gidilmiştir.

Kentin aydınlatma ve ulaştırma gibi işlerine gelince, bunlann savaş sırasında pek az geliştirilebildiği ve esasen çok sınırlı olduğu görülür. Örneğin 1938'de her şeye rağmen İstanbul gibi nüfusu bir milyona yakın bir kentte sadece 4.792 adet sokak aydınlatma lambası bulunuyordu. 1945'e kadar bunlara 3.255 adet ilave yapılmış ve sayı ancak 8.047'e çıkarılabilmişti. Kısacası karartma olmasa da İstanbul'un sokakları karanlıktı. Bu arada 1939'da İstanbul' da 123.775 adet elektrik abonesinin bulunduğunu belirtelim. 1945'e gelindiğinde bunlann sayısı 147.595'e yükselmişti. Bunların tükettikleri yıllık toplam elektrik miktarı ise 1939'da 120 milyon kwh'den 1945' te 160 milyona çıkmıştı. Ulaştırmaya gelince, tramvay idaresi l Ocak 1939'da, yani savaştan hemen önce millileştirilmişti. Fakat savaş nedeniyle yeni tesis kurma ve a-raç satın alma olanağı olmadığı için bu hizmet de geliştirilemedi, fakat tamir ve yedek parça imali ile ulaşım elden geldiğince sürdürülmeye çalışıldı. 1939'da hizmette 258 araba var iken bu rakam 1940'ta 244'e, 194l'de 217'ye, 1942'de ise 199'a düştü. 1943 ve 1944'te sırasıyla 201 ve 234

araba ile idare edildi, istanbul 1945'i 243 tramvay ile karşıladı. Ne var ki o tarihlerde istanbul halkının büyük bölümünün çok nadiren semtinden ayrıldığını ve ulaşımın ileriki yıllardaki kadar büyük bir sorun olmadığını belirtmek gerekir. Demiryolunun banliyö hatları ve Şehir Hatları İşletmesi o yıllarda ulaştırma açığını büyük ölçüde kapatıyordu. Otobüs seferlerine gelince, II. Dünya Savaşı yıllarında bunlar yok denecek kadar az sayıda idi. Binbir güçlükle temin edilen 15 adet kamyon şasisi üzerine eldeki imkânlarla birer otobüs karoseri oturtulmuş ve 1943'te sefere çıkarılmıştı. Ancak lastik ve yedek parça yokluğu nedeniyle bunların da hepsi aynı anda seferde tutulamadı. 1945 ve 1946'da İsveç'ten 5 adet, ABD'den 4 adet otobüs alınarak sefere konuldu. Fakat İstanbul'da ciddi olarak ilk otobüs işletmeciliği Ekim 1947'de getirilen 50 araç ile başlamıştır.

Savaşın Ege ve Karadeniz'e sıçraması ve deniz ulaşımının sekteye uğraması istanbul'a yiyecek ve yakacak ikmalini ö-nemli bir sorun haline getirmişti. Ancak hükümet her zaman olduğu gibi ülkedeki kaynaklara hâkim değildi. Vergi toplayamıyor, savaşan ülkelerden dahi daha yüksek düzeyde seyreden enflasyona mani olamıyor, hattâ karaborsayı kendi eliyle yaratıyordu. Çalışanlar, vergi kaçakçılığı yapamayan şirketler ve küçük çiftçiler giderek daha fazla eziliyor; o yıllarda da, örneğin 1944'te ücretliler vergilerin yüzde 54,78 gibi çok,büyük bir oranım ödüyordu. Daha savaşın ilk günlerinden itibaren hükümet "ihtikâra ve karaborsacıların çok şiddetle cezalandırılacağını" ilan etmişse

1930'ların sonunda Iğneada'ya iltica eden Yahudiler Sirkeci Garı'nda. Sâlahaddin Giz

de bu büyük ölçüde lafta kalmıştı. Garlar kontrol altında tutuluyor ve üç-beş parça fazla eşya ile gelen talihsizler karaborsacı olarak nitelenerek haklarında takibat a-çılıyordu -ki bunun genel toplamda hiçbir önemli payı olamazdı. Hattâ, İstanbul'da 120 çuval şeker stok eden Nikolaki Sefe-roğlu adındaki azınlıklara mensup yurttaşın 2 yıllığına Kırşehir'e sürülmesi gibi münferit olayların da sistemdeki temel a-rızaları gizlemesi olanaksızdı. Savaş yıllarında istanbul'da görev yapan Defterdar Faik Ökte resmi fiyatla satılan ithal malların devletin kolluk kuvvetlerinin gözü ö-nünde karaborsacılar tarafından âdeta mağaza yıkılarak kapışıldığım, bir sokak ötede ihtiyaç sahiplerine fahiş fiyatla satıldığını ifade etmekteydi. Halkın gözünde karaborsa ve CHP eşanlamlı hale gelmişti. Refik Saydam hükümeti 18 Ocak 1940'ta Milli Korunma Kanunu'nu ilan etmiş; bunun uygulanması ve iller arasındaki işbirliğinin sağlanması için "Koordinasyon Heyeti" oluşturmuştu. Fakat bu kurum da o-layların genel gidişatını değiştirmedi. Narhlar karaborsanın artmasına neden oldu. Zaten narhlı fiyatlar da artıyordu. Ekmek fiyatı 1939'da 9 kuruş iken 1941'de 16 kuruşa ve 1943'te 39 kuruşa yükseldi. Ekmek karnesi Ocak 1942'de günde 375 gram o-larak tayin edildi (sadece ağır işçiler 750 gram alabiliyorlardı) ve şubat ayında 300 grama düşürüldü. Bu da oldukça kalitesiz bir ekmekti ve francala 19 Haziran 1941' den itibaren sadece hastanelere veriliyordu. Mayıs 1942 tarihli bir haberde İstanbul'da 17 fırının emirlere uymadıkları için cezalandırıldığı yer almaktadır. Yine 1939-

1943 arasında pirinç fiyatının 30 kuruştan 180 kuruşa, şekerin ise yine 30 kuruştan 343 kuruşa çıktığı görülür. 1938 yılı temel alınırsa 1943 sonuna kadar genel fiyat düzeyi 5,9 kat, bitkisel malların fiyatları 8,94 kat, hayvani besinlerin fiyatları 7,52 kat, sanayi hammaddeleri ve yarı mamullerin fiyatı da 3,19 kat artmıştı. 1944'te ise sanayi hammaddeleri ve yarı mamullerin kategorisi artmaya, devam etti ama tarımsal kaynaklı kalemlerde kısmi bir düşüş meydana geldi. Savaş gelir dağılımını hızla bozuyordu. Aralık 1942'de İstanbul'da 6 aşo-cağı açıldığına dair bir haber yer almaktadır. Öte yandan sürekli artan fiyatlar en çarpıcı bir şekilde İstanbul'da göze çarpan bir savaş zenginleri kesimi yarattı. Bu durum 1943'ün ilk günlerinde Varlık Vergi-si'nin gündeme gelmesine yol açtı.

Varlık Vergisi özellikle 1939-1942 dönemi savaş zenginlerinin vergilendirilmesini öngörüyordu ve özü, servetlere hükümet tarafından el konulmasına bir kılıf uydurulmasından ibaretti. Uygulama ise daha çok azınlıklara yönelik oldu. Bunun bir nedeni Balkan Savaşı sonrasında başlayan azınlıkların tasfiyesine yönelik tutumun devam ediyor olmasıydı. Diğer bir nedeni de Avrupalıların ticari işbirliği için bunları tercih etmeleriydi. Böylece karaborsaya giden mallar da ister istemez bunların elinden çıkmış oluyordu. Fakat sonuçta karaborsacı olsun olmasın servet sahibi olduğuna inanılan bütün azınlıklar ezildi. Bunlara karşı katı bir tutum sergilenir ve çok yüksek vergiler konulurken Türk ve Müslümanlara daha müsamahakâr davra-mldı. Esasen o dönemde bütün Avrupa'yı derinden sarmış olan ırkçı dalganın rüzgârları Türkiye'yi de yalıyordu. Bir kereye mahsus olarak alınacak olan bu servet vergisini kimlerin vereceğini ve miktarını tayin için takdir komisyonları kuruldu. Bunlara itiraz hakkı yoktu. Ancak bu komisyonlar tümüyle sübjektif bir şekilde ve "olsa olsa" diyerek belirlemede bulundular ve çok kısa sürede işin endazesi kaçtı. Ankara belli rakamlara ulaşılması için sıkıştırıyor, öte yandan da siyasi etkiler, kişisel ilişkiler ve keyfi tutumlarla iş çığırından çıkıyordu. Sonuçta tahakkukun yaklaşık yüzde 65'i ve tahsilatın da yüzde 55'i gayrimüslimlerden yapıldı. Tüm Türkiye'den vergisini ödeyemediği için çalışma kamplarına sürülen 2.057 kişinin 1.867'si İstanbullu idi. Aşkale'ye sürülen 1.400 kişi içerisinde de İstanbullular 1.299 kişi ile ezici çoğunluktaydılar ve bunlar da ağırlıkla azınlıklardan oluşuyordu. Ancak Türklerin de Varlık Vergisi'nden tümüyle muaf tutuldukları düşünülmemeli. Mareşal Fevzi Çakmak bile Bahariye'deki evi i-çin gelen 2.000 liralık vergiye çok şaşırdı ve sitem etti ama sonunda ödemekten kurtulamadı, istanbul'da vergisini ödeyemeyenlere ait 855 adet gayrimenkulun de satıldığı bilinmektedir.

İstanbul'da azınlıkların dışında savaş sıkıntılarından payını alan bir kesim de basındı. Savaşın ilk günlerinden itibaren Matbuat Umum Müdürlüğü basını normalden daha sıkı bir sansür altına almıştı. Hükü-

met savaşan tarafların tepkisini çekmeme konusunda aşırı hassas davrandı. İstanbul gazeteleri her gün hangi haberi hangi sayfaya ve hangi puntoyla basacakları konusunda gönderilen talimatlara uymak zorundaydılar. Aksi durumda l günden 60 güne kadar uzayan kapatma cezalarına uğ-ruyorlardı ki savaş sırasında Cumhuriyet 5 kez, Tan 7 kez, Vatan 9 kez, Tesvir-i Efkâr 8 kez (1944'ten itibaren süresiz olarak), Vakit 2 kez, Yeni Sabah 3 kez, Akbaba 4 kez kapatıldı -ki liste böylece uzayıp gitmektedir. Kapatma kararı hükümet veya sıkıyönetim tarafından birbirinden bağımsız olarak verilebiliyordu. Öte yandan kâğıt sıkıntısı dolayısıyla gazeteler sayfa sınırlamasına da tabi idiler. Sadece milli bayramlarda (o da izin çıkarsa) çok sayfalı gazete basabiliyorlardı. Ne var ki o yıllarda tirajlar da çok düşüktü. Cumhuriyet 16.000, Tan 12.000, Yeni Sabah 10.000 okura sahipti. Sözde halkın morali bozulacak diye intihar haberleri yazmalarına dahi izin vermeyen basının okur sayısının azlığı şaşırtıcı değildir. Ancak savaş haberlerine olan talebe rağmen okur sayısının azlığı da dikkat çekicidir. Bu arada 1941-1944 arasında resmi politikayı işleyen milletvekili yazarların iti tarafı da kollayan yazılara ağırlık vermelerine rağmen, Almanların ilerlediği yıllarda mihver taraftarı yazıların çokluğu da gözden kaçırılmaması gereken bir husustur. Fakat 1944' ten itibaren Müttefiklerin başarıları ve ö-zellikle de Rusların Balkanlar'a ineceğinin anlaşılması üzerine o dönemde sayısı oldukça fazla olan Pantürkist yayınlar kapatıldı. Mayıs 1944'te İstanbul Sıkıyönetim Mahkemesi'nde Turancılar hakkında dava açıldı. Muhalif gazeteler Tan, Vatan ve Tasvir-i Efkâr da 1944 sonbaharında kapatıldı ama bunların bazıları San Fransis-co Konferansı öncesinde 22 Mart 1945'te tekrar açıldılar. Fakat bu da kimilerine u-zun ömürlü bir yayın hayatı sağlamadı. 4 Aralık 1945'te Tan gazetesi ve Görüşler, Yeni Dünya, Gün ve La Turquie adlı yayınların büro ve matbaaları güvenlik güçlerinin gözü önünde tahrip edildi. Kısacası bütün savaş boyunca basın ağır bir sansür ve baskı altında ezildi.

Bütün bu sıkıntılı yıllar boyunca günlük hayat da birçok unsuruyla birlikte devam etti. Naşid'in temsilleri sürüyor, Veli-efendi'de at yarışları yapılıyor ve o zamanki adıyla "milli küme" maçları ve büyük takımların ezeli rekabeti gündem konusu olmaya devam ediyordu. 1940'ta Taksim Gazinosu'nun açılması ve henüz Hit-ler'in istilasına uğramamış Balkan ülkelerinin katılımıyla yapılan 2. Balkan Spor Şenliği İstanbul'a hareket getiren olaylar olmuştu. Yine aynı yıl Tekirdağ, Çankırı, Zile ve Gerede'de art arda meydana gelen deprem felaketleri nedeniyle İstanbul halkı o zaman için büyük bir meblağ olan 720.847 lira 37 kuruş yardım toplamış ve ayrıca bir kısım depremzedeleri yerleştirmek için Fatih semtinde evler kiralanmış, bunlar için yiyecek ve soba bile temin e-dilmişti. Ancak birtakım açıkgözlerin kendilerini deprem kurbanı olarak tanıtıp bu-

raya yerleştikleri anlaşılınca Haydarpaşa' da daha sıkı kontrol yapılmaya ve deprem-zedelere tezkere sorulmaya başlanmıştı. Sıkıyönetim Komutanı Korgeneral Ali Rıza Artunkal göreve gelişinden 5 gün sonra, yani 28 Kasım 1940'tan itibaren özel araçları seferden men etmiş, fakat özel otomobil sahiplerinin bir kısmı şoförleri ü-zerine devrettikleri arabalarına taksi ruhsatı alarak bu yasağı delmişlerdi. Savaş bitince bu şoförlerin bazılarının arabaları geri vermeyip mesleğe devam ettikleri de söylenmiştir. O zamanlar istanbul'daki otomobillerin sayısı 2.000'i aşmıyordu. Ancak 30 Kasım 1940'ta uygulanmaya başlayan karartma yüzünden oldukça fazla sayıda kaza olmuştu ve İl Seferberlik Kurulu aksiliklerin önlenmesi için bu işlerin nasıl yapılacağına dair ek açıklamalar yapmak mecburiyetini hissetmişti, istanbul'da sivil savunma önlemleri için daha önce de 400.000 el broşürü dağıtılmıştı. Bu arada sığınak meselesi ele alınmış ve gazetelerde Tünel'in 3.300 kişiyi barındırabileceği üzerine yazılar çıkmıştı. Nisan 194l'de Almanlar Balkanlar'a indikten sonra İstanbul' un kademeli ve gönüllü olarak boşaltılması istenince oldukça az sayıda kişinin buna uyduğu görüldü. İstanbul'un teşkilatsız ahşap ev ve binalarında çıkan yangınlar bu yıllarda da eksik değildi.

Savaş döneminin en büyük yangınları 194l'de Fener'de Patrikhane'nin ek binalarının bazılarını da yok eden yangın ile 1942'de Vezneciler'de o zamanlar İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi olarak kullanılan Zeyneb Hanım Konağı'mn kül olmasıdır. Bu yılların acı bir olayı ise 769 Rumen Yahudisini taşıyan Struma gemisinin Aralık 194l'de İstanbul'a gelmesidir. Almanları tahrik etmemek için (kamuoyuna yansıtılmayan birkaç istisna dışında) yolcuların inmesine izin verilmemiş ve gemi tekrar Karadeniz'e çıkartıldıktan az sonra torpillenerek yolcularıyla birlikte suya gömülmüştür. II. Dünya Savaşı biter bitmez İstanbul kısa bir sürede soğuk savaşın ve çokpartili rejimin kavgalarının içine itilecek ve giderek artan bir ivme ile değişecektir.



BibL Ç. Yetkin, Türkiye'de Tek Parti Yönetimi, ist., 1983; F. Ökte, Varlık Vergisi Faciası, ist., 1951; C. Koçak, "ikinci Dünya Savaşı ve Türk Basını", ÎT, S. 35 (1986); M. Gökmen, 50 Yılın Tutanağı 1913-73, îst., 1973; G. Jaeschke, Türkiye Kronolojisi (1938-1945), Ankara, 1990; M. Belge, "Geçmişi ve Geleceği ile İstanbul", İstanbul, ist., 1993; O. M. Güvenir, ikinci Dünya Savaşı'nda Türk Basını, İst., 1991; Cemil Koçak, Türkiye'de Milli Şef Dönemi, Ankara, 1986; Yenileşen istanbul, ist., 1947.

M. TANJU AKAD




Yüklə 8,87 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   238   239   240   241   242   243   244   245   ...   877




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin