Ünden bugüN



Yüklə 8,87 Mb.
səhifə94/140
tarix27.12.2018
ölçüsü8,87 Mb.
#86730
1   ...   90   91   92   93   94   95   96   97   ...   140

Bibi. Tarih-i Naima, V, 54-59, VI, 227 vd; J. von Hammer, Osmanh Devleti Tarihi, c. XI, İst., 1947, s. 8-10; Uzunçarşılı, Osmanh Tarihi, III, 343-366; M. S. Çapanoğlu, "Dördüncü Murad Devrinde Fıkıhçı Yobazların Dâvası", Tarihten Sesler, c. I, S. 2 (Şubat 1943), s. 37-39. NECDET SAKAOĞLU

KADİR ALAYI

Osmanlı padişahlarının kadir gecesinde saray yakınlarındaki camilerden birinde teravih namazı kılması münasebetiyle düzenlenen alay.

Gece düzenlenen kadir alayının uygulanış bakımından bayram alayı(-») ile cuma selamlığma(->) benzeyen yönleri de vardır.

Ramazan geleneklerinin ibadetle ilgili olarak en yoğun gecesi, Kuran'ın nazil olmaya başladığı 27. gece olan kadir gece-sidir. İstanbul halkı da kadir gecesinin anlamına uygun olarak selatin camilerinde teravih namazı kılmak için yollara düşer, camilere gidiş ve dönüş ayrı bir özellik taşırdı.

Osmanlı padişahları da kadir gecesinde düzenlenen büyük bir alayla saraydan çıkar ve teravih namazını kılacağı camiye gelirler, namazdan sonra da aynı yoldan alay halinde dönerlerdi. Ramazan yaz mevsimine rastlamış ve padişah da yazlık sarayda ise kadir gecesinde saltanat ka-yığıyla deniz yolundan Topkapı Sarayı'na gelirdi. İftardan sonra, cuma selamlığına katılmakla görevli olan kimselerle birlikte saraydan çıkan padişah, Ayasofya Camii' ne giderdi.

Bâbüssaade'den Ayasofya Camii'ne kadar yolun iki yanı kandiller, fanuslar ve meşalelerle aydınlatılır, "selam" ve "alkış" larla padişahı izleyen ya da uğurlayanlar benzer törenlerle de cami dönüşünde karşılarlardı. Kadir alayının gidiş ve dönüş sırasında önünde 20 kadar eli meşaleli, arkasında ise 40 kadar fenerli haseki bulunurdu.

19. yy'da sahilsaraylarda yaşamaya başlayan padişahlar, Ayasofya Camii yerine Beşiktaş'a yakın yerlerde bulunan Kılıç Ali Paşa, Nusretiye, Dolmabahçe, Sinan Paşa ve Yıldız camilerine giderlerdi. Böylece cuma, bayram ve kadir alayları da padişahın yaşadığı sarayla gideceği cami a-rasındaki seçilmiş yolda düzenlenirdi.

Bibi, Ahmed Ata, Tarih-i Ata, I, ist., 1293; Pa-kalm, Tarih Deyimleri, II, 131; S. Kumbaracılar, "Alay ve Merasimler", Hayat Tarih Mecmuası, S. 65 (Temmuz 1969), s. 85; "Kadir Gecesi Alayları", İKSA, IV, 1198-1199.

İSTANBUL


KADİRÎHANE TEKKESİ

Beyoğlu îlçesi'nde, Tophane'de, Finiz Ağa Mahallesi'nde, Kadiriler Yokuşu, Tombaz Sokağı ve Türkgücü Sokağı'nın kuşattığı arsa üzerinde yer almaktadır.

Kadiri tarikatının İstanbul'daki âsitane-si (merkezi) olan bu tekke l630'da Hacı Pirî (ö. 1630) adında bir hayır sahibi tarafından Kadirîliğin Rumî kolunu kuran Tosyalı Şeyh İsmail Rumî (ö. 1631) için inşa ettirilmiştir. Tekkenin yerinde, Bizans döneminde Hagios Makaveon Kilisesi olduğu iddia edilen bir dini tesisin bulunduğu anlaşılmaktadır.

Kadirîhane Tekkesi, kuruluşunu izleyen süre içinde birtakım ek binalarla donatılarak tam teşekküllü bir tarikat külliyesi niteliğine kavuşmuş, ayrıca çeşidi o-narımlarve yenilemeler geçirmiştir. Bu me-yandaTopçubaşı İsmail Ağa (ö. 1739) 1144/ 1731'de cümle kapısının yanında bir çeşme yaptırmış, I. Mahmud'un (hd 1730-1754) annesi Saliha Valide Sultan (ö. 1739) bu çeşmeye su getirtmiştir. Bundan başka 1177/1763'te tekkenin içinde diğer bir çeşmenin yaptırıldığı anlaşılmaktadır. 1178/ 1765'te Tophane'de Sürre Emini Hasan Ağa' nın konağından başlayan yangın çevreye yayılmış ve (Kadirîhane Tekkesi ile Galata Mevlevîhanesi de dahil olmak üzere) birçok hayır eserini ortadan kaldırmış, III. Mustafa (hd 1757-1774) devlet ricalinden Yenişehirli Osman Efendi'yi bina emini tayin ederek adı geçen tekkeleri yeniden inşa ettirmiş, inşaat Şaban 1179/ Ocak-Şu-bat 1766'da sona ermiştir. Sipahiler Ağa-



KADİRÎHANE TEKKESİ

370


371

KADİRÎHANE TEKKESİ

Kadirîhane Tekkesi'nde cami-tevhidhanenin içinden bir görünüm.


Yavuz Çelenk, 1994

Kadirîhane Tekkesi'nin harem bölümünün giriş (doğu) cephesi ve cami-tevhidhanenin kesiti.



MSÜArjivi

sı Mehmed Emin Ağa'nm cami-tevhidha-neye minare ilave ettirmesi de büyük bir ihtimalle bu sırada gerçekleşmiştir. Kadirîhane Tekkesi 1238/1823 tarihli büyük Tophane yangınında yeniden harap olmuş ve II. Mahmud (hd 1808-1809) tarafından, dönemin hassa başmimarı eliyle yeniden inşa ettirilmiştir, ismail Rumî'ye ait açık türbe de bu arada son şeklini almış olsa gerektir. Daha sonra II. Abdülhamid (hd 1876-1909) 1311/1893'te yeni bir mutfak ile geniş bir taamhane (yemekhane) inşa ettirmiş, zamanla harap olan diğer tekke bölümlerini de l yıl sonra 1311/1894'te kısmen (harem ile selamlık) yeniletmiş, kısmen (cami-tevhidhane) tamir ettirmiştir.

Tekkelerin kapatıldığı 1925'ten bu yana cami-tevhidhane yalnızca cami olarak kullanılmış, son postnişin Şeyh Gavsî Efendi (Erkmenkul) ile ailesi harem bölümünde yaşamaya devam etmiştir. Halen söz konusu bölümde oğlu Misbah Erkmenkul oturmakta ve tekkenin, muharrem aşuresi gibi bazı geleneklerim yaşatmaktadır. Selamlık birimleri Cumhuriyet döneminde bir müddet ilkokul olarak kullanılmış, bu arada (1946'dan önce) mutfak, taamhane, kiler, aşçıbaşı odası ve gusülhaneyi barındıran bina yıktırılmış, 1950'lerde cami-tevhidhane ile selamlık bölümünü barındıran kanat Vakıflar idaresi tarafından onar-tılmıştır. 1980 ilkbaharında Kadiriler Yoku-şu'ndan inerken freni patlayan bir kamyonun çarpması sonucunda cümle kapısı yıkılmış, aynı yılın eylül ayında Vakıflar idaresi eliyle yeniden inşa ettirilmiştir.

Sonuna kadar Kadirîliğin Rumî koluna bağlı kalan Kadirîhane Tekkesi, istanbul'da bu tarikatın faaliyet gösterdiği tesislerin en eskisi olarak telakki edilmiş, yalnızca "pirevi" olduğu Rumî kolunun değil, genelde Kadirî tarikatının Osmanlı başkentindeki âsitanesi sıfatını taşımıştır. Bu tekke İstanbul'da tasavvuf kültürünün en parlak temsilcilerinden birisi olmuş, mensupları arasından Kazasker Mustafa izzet Efendi (ö. 1876) gibi çok yönlü sanatkârlar yetişmiştir. Ayin günü salı olan Kadirîhane

Tekkesi'nde 1885'te altı erkek ile üç kadının ikamet ettiği, 20. yy'ın başlarında Maliye Nezareti'nden yılda 11.328 kuruşluk tahsisatı bulunduğu, ayrıca tekkeye her gün 5 çift 100 dirhemlik ekmek ile 2 okka 200 dirhem et ve Kurban Bayramlarında 24 adet koyun verildiği tespit edilmektedir.

Tophane'den Firuz Ağa'ya doğru yükselen yamaç üzerinde yer alan tekkenin arsası kuzey-güney doğrultusunda uzanan istinat duvarları ile setlere ayrılmıştır. Arsa kuzeyde, Kadiriler Yokuşu, batıda Tombaz Sokağı, güneyde Türkgücü Sokağı, doğuda ise komşu parseller ile çevrilidir. Cümle kapısı ile yanındaki ismail Ağa (Sa-liha Sultan) Çeşmesi Kadiriler Yokuşu üzerindedir. Cümle kapısını izleyen basamaklı yolun sağında (batısında) önce, üzerinde birtakım kitabelerin sıralandığı bir duvar, sonra harem dairesi, solunda da bir istinat duvarı üzerinde Şeyh İsmail Rumî Türbesi ile hazire yer alır. Yolun sonunda, arsanın ortasında, cami-tevhidhane ile selamlık mekânlarını barındıran ve harem kanadı ile bütünleşen esas binanın girişi bulunmaktadır. Arsanın doğu sınırı boyunca, hazirenin arkasında mutfak, taamhane, kiler, aşçıbaşı odası ve dervişlerin kullandığı gusülhaneyi barındıran tek katlı bir yapının uzandığı bilinmektedir. Bununla esas bina arasında, sırtım arsanın güney yönündeki çevre duvarına dayamış olan küçük bir şadırvan vardır. Biri cami-tev-hidhane/selamlık kanadının arkasında (güneyinde), diğeri harem bölümünün arkasında (güneyinde ve batısında) olmak ü-zere, birbirinden duvarlarla soyutlanmış iki bahçe bulunmaktadır. Harem bahçesinde suni kayalardan oluşan bir selsebil, ayrıca bir havuz ile cami-tevhidhanenin güneybatı köşesinin altına isabet eden ve Bizans kilisesinin ayazması olması muhtemel görünen, tonozlu bir mekân (limonluk) göze çarpar.

Kaba yontum küfeki taşı ile örülmüş cilan cümle kapısının basık kemeri üzerinde, tekkenin II. Abdülhamid tarafından 13127 1894'te yenilendiğini belgeleyen, ta'lik

hatlı, manzum bir kitabe vardır. Metni Fa-tih-Draman'daki Kefevî Tekkesi Postnişi-ni Şeyh Ali Rıza Vasfı Efendi'ye (ö. 1910) ait olan kitabe, adı geçen hükümdarın tuğr rası ile taçlandırılmışım Cümle kapısını izleyen yolun sağındaki duvarda iki tane kitabe sıralanır. Her ikisi de manzum olan bu kitabelerden ilki ismail Ağa Çeşmesi' nin yapımı ile ilgili olup çeşmedeki kitabe ile aynı tarihi (1144/1731) taşır. Vehbî mahlaslı bir şaire ait olan metin sülüs hatla yazılmıştır, ikinci kitabe, tekkenin II. Mahmud tarafından 1239/1823'te yeniden inşa ettirilmesi sırasında, muhtemelen önce cümle kapısının üzerine konmuş, II. Abdülhamid onarımında yerini bugünkü kitabeye terk ederek şimdi bulunduğu yere taşınmıştır. Metni Mustafa Safvet Efendi'ye (ö. 1866) ait olan ve ta'lik hatla yazılmış bulunan kitabenin tepesinde, beyzi bir madalyon içinde II. Mahmud'un tuğrası yer almaktadır. Yolun solunda, hazirenin istinat duvarına yerleştirilmiş olan kitabe ise ismail Rumî'ye ithaf edilmiş, sülüs hatlı bir beyti içerir.

Pir ismail Rumî'nin, açık türbeler grubuna giren türbesi kare bir tabana (7x7 m) o-turur. Bu tabanın, tekkenin giriş yolu üzerindeki kenarı kavisli bir çıkma ile hareketlendirilmiş, mermerle kaplanmış, yanlardan II. Mahmud döneminde ortaya çıkan ve "Sultan Mahmud güneşi" olarak adlandırılan beyzi güneş kabartmaları ile süslü panolarla kuşatılmıştır. Dört tanesi türbe tabanının, iki tanesi de kavisli çıkmanın köşelerinde yükselen, toplam altı adet ince mermer sütun, akantus yapraklı küçük başlıklarla taçlandırılmış, sütunların arasındaki açıklıklar baklava taksimatlı madeni şebekeler ile kapatılmıştır. Niyaz penceresi niteliğindeki kavisli açıklığın şebekesine, geceleri "uyandırılmak" üzere madeni bir fener aplike edilmiş, çıkmayı sınırlayan sütunlara da daha ufak fenerler kondurulmuştur. Çıkmanın üzerindeki kavisli mermer lentoda, ismail Rumî'ye ithaf edilmiş, ta'lik hatlı bir beyit bulunur. Len-tonun üzerindeki alınlığın merkezinde iki

"C" kıvrımının sınırladığı küçük bir madalyon, yanlarda madalyonlardan çıkarak gelişen kıvrık dal kabartmaları yer almaktadır. Madalyonun ortasına, Kadirî taçlarının tepelerine dikilen ve bu tarikatın alametlerinden olan "Kadirî gülü" işlenmiştir. Türbenin üstünde, açıklıkları telle kapatılmış olan, soğan kubbe biçiminde demirden mamul bir şebeke vardır. Tepe noktasında alem olarak, tunçtan mamul bir Kadirî-Rumî tacı dikkati çeker. Köşelerdeki sütunların tepelerinde de, mermerden yontulmuş olan daha küçük taçlar vardır.

Hazirede, ismail Rumî'den sonra postnişin olmuş şeyhlerin yamsıra tekke ile bağlantılı birtakım kişiler de gömülüdür. Burada taş işçiliği ve hat sanatı açısından dikkate değer mezarlar bulunmaktadır. Özellikle İsmail Rumî'nin neslinden gelen ünlü hattat, şair ve bestekâr Kazasker Mustafa izzet Efendi'nin şahidesinde, talebelerinden Muhsinzade Abdullah Hamdi Bey' in (ö. 1899) sülüs hattı ile yazılmış olan mensur kitabe, kendi türünün şaheserlerinden olarak kabul edilmektedir.

Tekkenin "L" planlı ana binası, doğu-batı doğrultusunda uzanan ve cami-tev-hidhaneyi, selamlığı, derviş hücrelerini barındıran kanat ile kuzey-güney doğrultusunda gelişen harem kanadından meydana gelmektedir. Cami-tevhidhanenin duvarları ile haremin bodrum katındaki dış duvarlar moloz taş ve tuğla ile örülmüş, ahşap karkaslı olan diğer bütün duvarlar i-çerden bağdadi sıva, dışarıdan ahşap kaplama ile donatılmıştır. Cami-tevhidhane hariminin önünde (kuzeyinde) dikdörtgen planlı, büyük boyutlu ve kapalı bir son cemaat yeri bulunur. Tekkenin çeşitli bölümleri arasında bağlantıyı sağladığı için bir tür sofa niteliğinde olan bu mekânın batı ucunda, tekkenin basamaklı giriş yoluna açılan geniş kapısı son yıllarda yenilenmiş, ahşap doğramaların yerine madeni doğramalar konmuştur. Batı duvarında cami-tevhidhane/harem bağlantısını sağlayan bir kapı ile bir dönme dolap yer alır. Değişik bir tasarım sergileyen dönme dolabın üst kesiminde, tencerelerin ve kapların konmasına mahsus yüksekçe bir bölme, bunun altında da yalnız tepsilere mahsus yayvan bir bölme vardır.

Son cemaat yerinin hazireye bakan kuzey duvarı boyunca, ahşap dikmelerin a-çıklıklarma yerleştirilmiş, küçük dikdörtgen taksimatlı pencereler sıralanmakta, bunların arasında hazireye geçit veren dar bir kapı bulunmaktadır. Girişten itibaren üçüncü açıklıkta, yerden tavana kadar devam eden renkli bir camekân, Pir ismail Rumî'nin türbesine yönelik bir tür niyaz penceresidir. Nitekim bu camekâmn merkezinde, Kadirî-Rumî tacının tepeliği gibi sekiz terke (dilim) ayrılmış yuvarlak bir bölüm, bunun da ortasında minyatür bir taç kabartması dikkati çeker.

Son cemaat yerinin doğu ucunda, hem meydan odası hem de şerbethane olarak kullanıldığı bilinen, çepeçevre pencerelerle ve sedirlerle kuşatılmış, zemini son cemaat yerinden bir miktar yükseltilmiş kü-

çük bir birim, bunun da arkasında (güney yönünde) "çeşmeli sofa" olarak adlandırılan ve cami-tevhidhane harimini doğu yönünden kuşatan bir taşlık yer alır. Söz konusu sofanın doğu duvarındaki yuvarlak kemerli nişin içinde, manzum metni Hâkim Mehmed Efendi'ye (ö. 1771) ait, banisi tespit edilemeyen çeşme bulunmaktadır. Bu çeşmenin solundaki kapıdan, arkasında sabık mutfak-taamhane kanadının yer aldığı şadırvanlı avluya geçilmekte, çeşmeli sofanın batı duvarında minare kaidesinin çıkıntısı ile cami-tevhidhane ha-rimine açılan kapı, güneyinde de selamlık bahçesine doğru uzanan koridor ile bunu iki yandan kuşatan bahçıvan odaları görülmektedir.

Şadırvanın, mermerden mamul, dikdörtgen prizma biçimindeki haznesinin ön yüzünde, ortasında birer musluk bulunan yedi adet süslemeli pano sıralanır. Barok ve ampir üsluplarına bağlanan bezeme öğelerinin birlikte görüldüğü bu panoların üzerinde, içleri beyzi güneş motifleri ile dolu kartuşlar ve küçük kare kartuşların alternatif dizilmesinden oluşan bir kuşak, aralarında da kordonlarla verev o-larak bağlanmış üçlü çubuk demetleri, panoların içinde ise, orta yerlerinden püsküllü kordonlarla tutturulmuş, yanlarda perde kıvrımları ile son bulan girlandlar, ortada antik kantarosları andıran vazolar içinde alternatif olarak nar ve salkım kabartmaları göze çarpmaktadır.

Cami-tevhidhane harimindeki fevkani mahfilden girilen, kesme küfeki taşı ile ö-rülmüş minare kare tabanlı bir kaideye o-turur. Silindir biçimindeki gövdesi ve peteği, perde kabartmaları ile bezeli şerefe korkulukları ve soğan kubbe biçimindeki, kurşun kaplı ahşap külahı ile II. Mahmud döneminin özelliklerini sergilemektedir.

Kapalı son cemaat yeri ile cami-tevhidhane harimi arasında, harim girişinin solunda (doğusunda) yan yana iki derviş

hücresi, sağında (batısında) da birbiriyle bağlantılı iki mahfil birimi yer alır. Söz konusu birimleri aslında tekkenin 16. post-nişini Şeyh Ahmed Muhyieddin Efendi (ö. 1909) kendisine türbe olarak hazırlatmış, ancak Rodos'ta sürgünde vefat ettiğinden bu arzusu gerçekleşememiş ve burası misafir kadınlara mahsus bir mahfil olarak düzenlenmiştir.

Dikdörtgen (18,30x9,75 m) cami-tevhidhane hariminin doğu ve batı duvarlarında çift katlı mahfiller uzanmaktadır. Bu mahfillerin sınırına kare kesitli ahşap dikmeler ve ahşap korkuluklar yerleştirilmiş, batıdaki mahfilde, sakal-ı şerifin ve Pir ismail Rumî'ye ait bazı emanetlerin saklandığı güney kesimi bir korkulukla ayrılmıştır. Ahşap kafeslerle donatılmış olan fevkani mahfillerden doğudaki hükümdara ve devlet ricaline, haremle bağlantılı olan batıdaki ise tekkeye mensup kadınlara aittir. Bunlardan başka, harimin kuzey duvarında, demirden eliböğründelere oturan, mihrabın karşısına gelen yerde kavisli bir çıkma yapan, erkek ziyaretçilere mahsus, ahşap korkuluklu bir fevkani mahfil daha bulunmaktadır. Güney duvarının ekseninde, cephede yarım altıgen biçiminde bir çıkma yapan, yuvarlak planlı mihrap, mihrabın sağında ve solunda, kemerleri sepet kulpu biçiminde olan üçer pencere, bunların üzerinde de dikdörtgen açıklıklı üçer tepe penceresi yer alır. Ahşap tavan ince çıtalarla karelere taksim edilmiş, merkezde yer alan ve dört kare büyüklüğünde cilan alana Kadirî-Rumî tacı biçiminde bir göbek oturtulmuştur. Duvarlarda, dikdörtgen panolar içine alınmış şemselerden ve köşebentlerden oluşan, eklektik türde kalem işi bezemeler bulunur. Tavan silmelerinde, ikili konsol grupları arasına, koyu yeşil zemine yaldızla ve ta'lik hatla yazılmış mısraları içeren ahşap kartuşlar yerleştirilmiştir.

Son cemaat yerinin üstünde, selamlık

KADİRÎLİK

372


373

KADİRÎLİK

bölümünü oluşturan, farklı boyutlarda üç oda ile bunların arasına yerleştirilmiş bir eyvan yer alır. Güney yönünde, bir koridorla hareme bağlı olan mekân şeyh oda-sıdır. Sohbet meclislerinin kurulduğu, icabında da yatakların serilmesiyle mihman-haneye (misafirhaneye) dönüşebilen, geniş eyvanın ötesindeki iki birim ise birden fazla dervişe (icabında misafirlere) tahsis edilen odalardır. Selamlıktaki eyvandan bir kapı ile cami-tevhidhanenin kuzey yönündeki fevkani mahfillere geçilmekte, ayrıca bu eyvandan hareket eden ve doğu-batı doğrultusunda gelişen koridorun bir ucu harem dairesine, diğer ucu, çeşmeli sofanın üzerine isabet eden ve hünkâr mahfili ile bağlantılı odaların bulunduğu sofaya ulaşmaktadır.

Geç dönem Osmanlı sivil mimarisinin ilginç örneklerinden birini oluşturan harem dairesi kendi içinde iki kanattan meydana gelmektedir: Basamaklı tekke girişinin sağında bulunan ve şeyh ailesinin ikametine ayrılmış olan üç katlı esas harem ile cami-tevhidhanenin batı duvarına bitişen, misafir kadınların ağırlandığı iki kadı kanat. Cami-tevhidhane ile haremin bağlantısı her iki katta da mabeyin odaları ile sağlanmıştır. Bir ahşap konak niteliğinde olan esas haremde Türk sivil mimarisinin en eski ye en yaygın şeması olan merkezi sofalı, dört eyvanlı şemanın değişik bir varyantı uygulanmıştır. Köşeleri pahlı bir kare şeklinde tasarlanan merkezi sofanın kuzey ve güney yönlerindeki eyvanların yerine odalar, batı yönlerindeki eyvanlara çift kollu merdivenler yerleştirilmiş, doğu eyvanı zemin katta giriş taşlığı olarak değerlendirilmiştir. Duvarlarda, cami-tev-hidhanedekilerin eşi olan kalem işi bezemeler, bazı mekânların tavanlarında da çıtalarla meydana getirilmiş taksimat görülmektedir.

Bibi. Evliya, Seyahatname, ty, I, 307; Ayvansa-rayî, Hadîka, II, 67-69; Ayvansarayî, Mecmuâ-i Tevârih, 224; Kut, Dergehname, 233, no. 47; Çetin, Tekkeler, 589; Aynur, Saliha Sultan, 36, no. 99; Osman Bey, Mecmua-i Cevâmi, II, 32-33, no. 59; Münib, Mecmua-i Tekâyâ, 11; Ra-if, Mir'at, 376-387; thsaiyat II, 20; Vassaf, Se-fîne, V, 271; Zâkir, Mecmua-i Tekâyâ, 45-46; N. Ebusuud, "Kaadiri Asitânesinin Son Üç Asırlık Tarihi", TTOK Belleteni, 60 (Ocak 1946), 14-16; V. Mırnuroğlu, "Tophane'de Kaadirihane Tekkesi", TTOK Belleteni, 60 (Ocak 1946), 12-13; Öz, İstanbul Camileri, II, 33-34; M. O. Bayrak, İstanbul'da Gömülü Meşhur Adamlar (1453-1978), ist., 1979, s. 122; H. P. Laqueur, "Dervish Gravestones", The Dervish Lodge, Ber-keley, 1992, s. 294-295; Seyyid Sırrı Ali, Tuh-fe-İRûmî, ist, 1992.

M. BAHA TANMAN



KADİRÎLİK

Abdülkadir Geylanî'nin (ö. 1166) Bağdat' ta kurduğu tarikat. İstanbul'un gündelik hayatına 17. yy'm başlarında ismail Rumî (ö. 1631) tarafından sokulmuştur.

Kadirîlik, bir Hanbelî vaizi olan Abdülkadir Geylanî'den sonra, oğulları tarafından kurulan "şerif' aileleri aracılığıyla yaygınlaşmıştır. Tarikatın merkezi Bağdat'taki Kadirî şerifleri Ebu Muhammed Abdüla-ziz'e (ö. 1206), Mısır şerifleri Ebu Abdur-

rahman Şerafeddin İsa'ya (ö. 1177), Kuzey Afrika'daki Magrib şerifleri Ebu İshak Siraceddin İbrahim'e (ö. 1196) ve Suriye şerifleri de Ebu Nasır Ziyaeddin Musa'ya (ö. 1221) bağlıdırlar. Bu aile örgütlenmesinin dışında ayrıca Geylanî halifelerinden Ali el-Haddâd Yemen'de, Muhammed el-Bata-yihî Suriye'de ve Muhammed bin Abdüssa-med Mısır'da tarikatı kurumlaştırmışlar, bu faaliyetlerin sonucunda Kadirîlik İran, Hindistan ve Endonezya'yı da içine alan geniş bir kültür coğrafyasında etkili olmuştur.

İslam tarihinin en eski tarikatlarından sayılan Kadirîlik, gerek aile kurumuna dayalı içedönük aşiret tipi örgütlenme modelini benimsemesi, gerekse sahip bulunduğu Arap kökenli tasavvuf anlayışı nedeniyle gelişimini 13-15. yy'lar arasında Osmanlı İmparatorluğu dışındaki Müslüman ülkelerde sağlamış, buna karşın kurucuları Türk olan Eşrefi ve Rumî kolları aracılığıyla ancak 15. yy'da Anadolu'ya, 17. yy'da da İstanbul'a girebilmiştir. Özellikle Halvetî-lik(-0, BayramfliK-») ve Nakşibendîlik^) tarafından Anadolu'da oluşturulan tasavvuf kültürüyle yoğrularak uygun bir toplumsal gelişme zemini bulabilen Kadirîlik, bütün bu mistik etkilerin kalıbında şekillenen Eşrefîlik ve Rumîlik gibi kollarının ya-nısıra, gene Türk mutasavvıflarından Mustafa Resmî Efendi'nin (ö. 1793) kurduğu Resmîlik, Mehmed Müştak Efendi'ye (ö. 1831) bağlı Müştakîlik ve Osman Şems Efendi'nin (ö. 1893) Enverflik kolları aracılığıyla İstanbul'da temsil edilmiştir. Bunların dışında kalan Arap-Hint kökenli Kadirî kollarından Esedîlik (Seyyid Abdullah Esed), Garibîlik (Muhammed Garibullah Hindî), Halisîlik (Ziyaeddin Abdurrahman Tale-banî), Hilalîlik (Muhammed Hilal Hemeda-nî), İsevîlik (Şeyh İsa), Müridîlik (Sene-galli Ahıned Banba) ve Yafiîlik (Abdullah Yafiî), hiçbir dönemde Türk tasavvuf kültürünün etkili olduğu bölgelerde varlık gösterememiştir.

Kadirîlikten kendi adlarına kol ayıran iki Türk mutasavvıfı, Eşrefoğlu Abdullah Rumî (ö. 1469) ile İsmail Rumî, tarikat çevrelerince "Pîr-i sanî" olarak kabul edilirler. Birden fazla "Pîr-i sanî"ye sahip bulunan Kadirîliğin bu özelliğine diğer tarikatlarda rastlanmaz. Eşrefîliğin kurucusu Abdullah Rumî, Bursa'da eğitim gördüğü yıllarda tasavvufa yönelmiş, daha sonra Çelebi Sultan Medresesi'nde Alaeddin Tusî'nin mu-idliğini yaptığı sırada tanıştığı Abdal Mehmed Sultan adında bir meczubun etkisiyle Emir Sultan'a intisap etmiştir. Emir Sultan tarafından bir süre sonra Hacı Bayram Velî'ye (ö. 1429) gönderilen Abdullah Rumî, hem ona damat olmuş, hem de Bayramı hilafeti almıştır. Ardından Hama'ya giden ve burada Abdülkadir Geylanî soyuna mensup Hüseyin el-Hamavî'ye bağlanan Abdullah Rumî, bir Kadirî şeyhi olarak Anadolu'ya dönmüş, kendi adına kurduğu Eşrefîliği başta İznik merkez olmak üzere Bursa ve Batı Anadolu'da yaygınlaş-tırmıştır.

Eşrefîliğin İstanbul'un tasavvuf hayatına kök salması, kuruluşu Rumîlikten önce olmasına rağmen daha sonra gerçekleş-

miştir. Tarikatın İstanbul'daki merkezi Abdal Yakub Tekkesi'dir(-»).

İsmail Rumî tarafından temelleri atılan Rumîlik, 17. yy'ın başlarında Kadirîliği İstanbul'a sokan tarikattır. Kadirîliğin İstanbul'a girdiği bu dönemde, toplumsal yapılanmanın başlıca unsurları arasında yer a-lan Halvetîlik, Bayramîlik, Nakşîlik ve Mev-levîlik(->) farklı halk tabakalarından meydana gelen geniş bir kesimi, kurdukları tekkelere bağlayarak etkilerini sürdürmekteler; Bektaşîlik(->) Yeniçeri Ocağı bünyesindeki askeri bürokrasiye, Melamîrik(-») ise, esnaf zümre üzerindeki manevi oto-ritesiyle ticari hayata yön vermektedir. Böyle bir ortamda Kadirîlik ile birlikte şehir hayatına giren bir diğer yeni tarikat da, Aziz Mahmud Hüdaî'ye(-») bağlı bulunan Celvetîliktir(-t). Gerek Kadirîlik gerekse Celvetîlik çok kısa bir süre içinde diğer tarikatlarla aralarındaki güç dengesini kurabilmişler ve böylece İsmail Rumî ile Aziz Mahmud Hüdaî, halk katında kazandıkları nüfuz sayesinde sarayın itibar ettiği mutasavvıflar arasına girmişlerdir. L Ahmed (hd 1603-1617) tarafından Sultan Ahmed Camii'nin açılış törenine davet edilen Hüdaî'nin temel şeyhliği yapması ve İsmail Rumî'nin de dervişlerine Kadirî ayini icra ettirmesi, her ikisinin de İstanbul'da kazandıkları şöhretin somut birer ifadesidir. İsmail Rumî'nin Sultan Ahmed Camü'nde başlattığı bu zikir geleneği, Kadiriler tarafından titizlikle sürdürülmüş ve tekkelerin kapatıldığı 1925'e kadar cuma namazından sonra camide tarikat ayini yapmışlardır.

İsmail Rumî, Tosya'da doğmuş ve ilk dini bilgileri burada almıştır. Babası sığırt-maçlık yapan Çoban Ali'dir. Daha sonra e-ğitimine Kastamonu'da devam etmiş ve yörenin tanınmış Halveti şeyhlerinden Ahmed Efendi'ye bağlanmıştır. Bir süre Ahmed Efendi'nin hizmetinde bulunduktan sonra Bağdat'a giden İsmail Rumî, burada Abdülkadir Geylanî soyundan gelen Kadirî Âsitanesi Postnişini Feyzullah Efendi' ye intisap eder. Ardından Mısır'a geçerek Abdülkadir Geylanî'nin oğlu Abdürrezzak koluna bağlı İbrahim Burhaneddin'in halifesi Ahmed Mısrî'den Kadirî hilafeti alır. Kadirî organizasyonuna göre Osmanlı İmparatorluğu dahilindeki bütün Rumî şeyhleri, bu intisaptan dolayı Ahmed Mısrî'ye bağlı olup, İstanbul'daki Kadirîhane post-nişini tarafından kendilerine verilen icazetnamelerin hepsi bu kolun silsilesine göre düzenlenmiştir. İsmail Rumî'nin Kadirî silsilesi de buna uygun olarak Şeyh Ahmed bin Süleyman er-Rumî'den Ahmed bin Mustafa el-Mısrî'ye bağlanmakta ve bu tarikat zinciri İbrahim Burhaneddin bin Ali tarafından Abdürrezzak Cemal el-Irakî a-racılığıyla Abdülkadir Geylanî'ye ulaşmaktadır.

Mısır'dan ayrılarak Anadolu'ya geçen İsmail Rumî, Tosya ve Kastamonu'da kendi adına tekkeler kurmuş ve sırasıyla İzmir, Manisa, Bursa, İzmit, Tekirdağ, Edirne, Selanik, İştib, Köstence, Filibe, Siroz ve Te-meşvar'ı kapsayan bir yolculuğa çıkarak Kadirîliği bu geniş coğrafyada yaygınlaş-

tırmış, ardından löll'de İstanbul'a gelmiş ve Fatih'teki Sofular Camii'nde tarikat faaliyetlerine başlamıştır. Kadirîliğin İstanbul' daki bu ilk dönemi hakkında yeterli bilgi yoktur. Daha sonra müritlerinden Hacı Pi-rî'nin (ö. 1630) Tophane'deki arazisini vakfetmesi üzerine burada kendi adına ilk Kadirî tekkesini kurmuştur. Bu tekke, Osmanlı İmparatorluğu'ndaki Kadirîlerin merkezi sayılıp, İsmail Rumî Âsitanesi veya Kadirîhane Tekkesi(->) olarak da tanınır.

Kadirîhane'nin kurulmasıyla birlikte tarikat, 17. yy'dan itibaren İstanbul'da merkezi yönetim modeline göre örgütlenmeye başlamış, imparatorluk dahilindeki bütün Kadirî tekkelerinin şeyh atamaları bu merkezin yetkisine bırakılarak güçlü bir i-dari yapı oluşturulmuştur. Kadirî organizasyonunda bu merkezin önemi yalnızca Rumîliğin değil, aynı zamanda tarikatın diğer kollarına ait icazet verme ve meşihat atamalarında da "teberrüken" tasdik makamı olmasından ileri gelir. Bu nedenle Kadirîhane postnişinleri, müritlerinin tasavvuftaki eğilimlerini dikkate alarak onları Rumîliğin yamsıra Eşrefî geleneğine uygun bir kültürle de yetiştirmişlerdir. İstanbul' da Kadirîlik gibi 17. yy'ın başlarında merkezi yönetim modeline sahip diğer tarikatlar Halvetîlik ve Celvetîliktir. Buna karşın aynı modele göre idare edilen Mevlevîlik, Bayramîlik ve Bektaşîliğin merkezleri İstanbul dışındadır. Nakşibendîlik ise, bu modelin tam tersine adem-i merkeziyetçi bir idari yapılanmayı esas almıştır.

17. yy'da Kadirîlik, İsmail Rumî'nin 1031'deki vefatıyla birlikte Kadirîhane meşihatına geçen Şerif Halil Efendi'ye (ö. 1658) bağlanır. Halil Efendi, İstanbul Kadirîliğinde "Şerifler Hanedanı" olarak bilinen ve Kadirîhane meşihatım 1925'e kadar elinde tutan şeyh ailesinin tekke yönetimindeki ilk temsilcisidir. Tarikat içinde "Arapzade" lakabıyla tanınan Halil Efendi, Bağdat'ta İsmail Rumî'ye icazet veren Kadirî Âsitanesi Postnişini Seyyid Feyzullah Efendi'nin oğludur. İstanbul'a gelmiş ve İsmail Rumî'nin kızıyla evlenerek ondan hilafet almıştır. Erkek çocuğu olmadan vefat eden İsmail Rumî'nin verdiği bu hilafet böylece tarikatın "İnas kolu"ndan yürümüş ve damadı Halil Efendi tarafından Kadırîhane'de temsil edilmiştir. Halil Efen-di'den sonra posta oğlu Fazıl Mehmed Efendi (ö. 1687) geçmiş ve vefatıyla boşalan meşihat makamını torunu Abdurrahman Efendi (ö. 1711) doldurmuştur. Abdurrahman Efendi, Halvetî şeyhlerinden Üm-mî Sinan'ın (ö. 1568) halifesi Halepli Şerîf Mehmed'in (ö. 1614) oğlu Hasan Efendi' nin (ö. 1677) damadıdır. Böylece İstanbul Kadirîliğine damgasını vuran "Şerifler Ha-nedanı"mn Halep kolu ile Halil Efendi'den gelen Bağdat kolu, Abdurrahman Efendi' nin kişiliğinde Halvetîlik ve Rumîliği bü-tünleştirmişlerdir. Rumîlik Kadirîhane'de temsil edilirken ailenin Halep kolu da Şeh-remini'deki Ümmî Sinan Tekkesinde Hal-vetî-Sinanî meşihatını yürütmüştür.

İstanbul Kadirîliğinin 17. yy'da Halvetîlik ile yakın ilişkiye girerek gelişmesi, ö-zellikle bu tarikata ait bazı tekkelerin za-

manla Kadirî denetimine girmesiyle sonuçlanan bir sürecin başlangıcıdır. Bu yüzyılda söz konusu ilişkinin en çarpıcı örneği, aslen bir Halvetî merkezi olan Eminö-nü'ndeki Aydınoğlu Tekkesi'nin(->), Şeyh Mehmed Efendi tarafından 1664'te Kadirîliğe bağlanmasıdır. Halvetî Şeyhi Kutub Ahmed Efendi'nin (ö. 1664) vefatıyla Kadirî organizasyonuna giren bu tekke, 1083' te Mehmed Efendi'nin meşihatının kaldırılmasıyla tekrar Halvetîliğe geçmiş ve tarikatın Karabaşî, Şabanî, Ramazanî, Cerrahî kollarının idaresinde kalarak 19. yy'da Bedreddin İzzî Efendi tarafından Kadirîliğin Enverî koluna bağlanmıştır.

Aydınoğlu Tekkesi'nde 1664-1683 arasında kısa bir dönem süren Kadirî meşihatının ardından, 17. yy'ın sonlarına doğru tarikatın Kadirîhane dışında doğrudan kurduğu ilk merkezlerden birisi sayılan Fatih' teki Kubbe Tekkesi, 18. yy'da Remlî Tekkesi ile Sinek Şeyh Halil Efendi Tekkesi'ni faaliyete geçirecek şeyhleri yetiştirecek Kadirî organizasyonunun çekirdeğini o-luşturması nedeniyle de büyük önem taşır. Kubbe Tekkesi'nin kurucusu Süleyman Efendi (ö. 1703), Kadirî Şeyhi Ali Mardinî' nin halifesidir. Kendisinden sonra oğlu Mehmed Emin Efendi (ö. 1762) ve Bağdadî Mehmed Efendi (ö. 1765) postnişinlik yapmışlar, daha sonra tekke, İsmail Hilmî Efendi (ö. 1824) tarafından Rıfaîliğe bağlanmıştır. 17. yy'ın sonlarından 1765'e kadar Kubbe Tekkesi'nde geliştirilen Kadirî kültürü, Süleyman Efendi'nin halifesi Mehmed Sırrî Efendi (ö. 1729) aracılığıyla 1775'e kadar Remlî Tekkesi şeyhlerince sürdürülmüş ve bu köklü tasavvuf çizgisi Sırrî Efendi'nin halifesi "Sinek Şeyh" lakabıyla tanınan Halil Sabri Efendi'nin 18. yy'ın başlarında kendi adına Altımermer'de kurduğu tekkede devam etmiştir.

18. yy'da Kadirîliğin şehir hayatına iyice kök saldığı ve İstanbul'un sosyokültürel yapısını şekillendiren başlıca dinamiklerden birisi durumuna geldiği görülmektedir. Tarikatın bu yüzyıldaki en önemli etkinliği, Eşrefîlik ve Rumîlikten başka Resmîlik adıyla üçüncü bir kol kurmasıdır. Böylece Kadirîlik, kendisi gibi Ortadoğu kökenli tasavvuf kültürüne sahip bulunan ve İstanbul'un gündelik hayatındaki ağırlığını giderek hissettiren Rıfaîlik(->) ile Sa' dîlik(->) karşısında mümkün olan en geniş örgüt yapısına ulaşmayı başarabilmiştir. Diğer yandan tarikatın bu dönemde İstanbul'daki yönetim kastını oluşturan Kadirîhane postnişinlerinden Abdurrahman Efendi ile Halil Efendi ailelerine mensup şeyhlerin saray ve bürokrasiyle yakın bir ilişkiye girdikleri görülmektedir. Abdurrah-man Efendi'nin 1711'de vefat etmesiyle yerine oğlu Hüseyin Efendi (ö. 1723) Kadirîhane postnişini olmuş ve onu da küçük oğlu Halil Efendi'nin (ö. 1732) meşihatı izlemiştir. Her iki şeyhin Kadirîhane yönetiminde bulunduğu bu dönem, İstanbul* un tarihinde Lale Devri olarak bilinir. Tarikatın saray çevresiyle yakınlaşma siyaseti bu dönemde istenilen sonucu vermiş ve başta suriçi olmak üzere ilk defa Eyüp ile Kasımpaşa'da tekkeler kurulmuştur. Hac

yolculuğuna çıkarken yerine Ali Vahidî Efendi'yi vekâleten bırakan Halil Efendi' nin Medine'de vefat etmesi üzerine önce büyük oğlu Mehmed Efendi (ö. 1786) asaleten posta geçmiş ve ardından onu küçük oğlu Ahmed Efendi (ö. 1801) izlemiştir.

Kadirîliğin 18. yy'da suriçinde kurduğu ilk merkez, Şehremini'deki Remlî Tek-kesi'dir. 17. yy'da kurulan Kubbe Tekkesi'nin ardından faaliyete geçen bu merkez, ilmiye semtlerinden Fatih'te Kadirîliğin kökleşmesini sağlamıştır. Kurucusu Mehmed Sırrî Efendi (ö. 1729), Kubbe Tekkesi Postnişini Süleyman Efendi'nin halifesidir. Vefatından sonra yerine oğlu Abdülfet-tah Efendi (ö. 1744) geçmiş ve onu da "Karakullukçu" lakabıyla tanınan Mustafa Efendi (ö. 1775) izlemiştir. 1775'ten sonra Kolancı Şeyh İbrahim Sabri Efendi (ö. 1806) tarafından Sa'dîliğe bağlanan Remlî Tekkesi meşihatı, aynı zamanda Kadirî icazetine sahip Sa'dî şeyhlerince 1839'a kadar yürütülmüş ve bu tarihte İbrahim Edhem Efendi (ö. 1877) aracılığıyla tekrar Kadirîliğe bağlanmıştır.

Remlî Tekkesi'nden sonra 18. yy'da suriçinde temelleri atılan ikinci önemli Kadirî merkezi, Sinek Şeyh Halil Efendi Tek-kesi'dir. "Sinek Şeyh" lakabıyla bilinen Halil Sabri Efendi'nin (ö. 1756) ilk postni-şinliğini yaptığı bu tekke, Kubbe ve Remlî tekkelerinde şekillenen Kadirî kültürünü, 18. yy'dan Tanzimat sonrasına aktaran başlıca kurumlardan birisidir. Halil Sabri Efendi, Remlî Tekkesi Postnişini Mehmed Sırrî Efendi'den hilafet almıştır. Yerine geçen damadı Mehmed Efendi'yi (ö. 1765), Numan Efendi (ö. 1780), Mustafa Efendi (1785) ve Küçük Mehmed Efendi'nin (ö. 1797) meşihat dönemleri izler. Tekke 19. yy'ın başlarında, Mevlevîliğe de intisabı bulunan Mehmed Dede'nin yönetimine girmiştir.

Fatih ve çevresinde odaklanan Kadirî faaliyetlerinin 18. yy'daki bir diğer önemli merkezi Çenezade Tekkesi'dir. Ziyaeddin Mehmed Efendi'nin (ö. 1774) Kadirîliğe bağlı olarak kurduğu bu tekkenin meşihatı, daha sonra oğlu Ahmed Efendi (ö. 1779) tarafından devam ettirilmiştir.

Kadirîliğin suriçindeki faaliyetlerinin a-ğırlık noktasını, 18. yy'ın sonlarına doğru tarikatın Resmîlik koluna bağlı tekkeler o-luşturur. İstanbul'da Rumîlik ve Eşrefîlik-ten sonra gündelik hayata giren Resmîlik, Seyyid Mehmed Efendi'nin oğlu ve Mustafa Kerimi'nin halifesi Mustafa Resmî Efendi (ö. 1793) tarafından Kadirîlikten ayrılan üçüncü önemli koldur. Bu kola bağlı olarak suriçinde üç tekke faaliyete geçmiş ve Kadirîliğin Fatih-Karagümrük-Edirnekapı eksenindeki en güçlü tekke organizasyonunu gerçekleştirmişlerdir. Bunlardan ilki Karagümrük'teki Kabakulak Tekkesi'dir. İkincisi Edirnekapı'da Resmî Efendi Tekkesi olup daha sonra bu kola mensup Mehmed Şemseddin Efendi tarafından Fatih'te kendi adını taşıyan bir üçüncü tekke daha faaliyete geçirilmiştir. Kabakulak Tekkesi, Resmîliğin İstanbul'daki merkezidir. Aynı zamanda kurucusu ve ilk postnişini


Yüklə 8,87 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   90   91   92   93   94   95   96   97   ...   140




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin