Bibi. S. Çakır, Osmanlı Kadın Hareketi, İst., 1994.
SERPİL ÇAKIR
KADIRGA
Adını Bizans döneminde burada yer alan Kadırga Limanı'ndan alan, bugün Kumka-pı ile Çatladıkapı arasında bulunan semt. Kadırga Limanı olarak da bilinirdi.
Bizans döneminde buraya "yeni liman" anlamına gelen "Portus Novus", "İustinos Limanı" ya da "Sofia Limanı" denmekteydi. Limanın ilk olarak İmparator I. İustini-anos (hd 527-565) tarafından yaptırıldığı, daha sonra yeğeni II. İustinos döneminde (565-578), imparatorun sevgilisi Sofia tarafından yaptırılan tamir ve ilavelerle ge-nişletildiği bilinmektedir. Kadırga Limanı, Ayasofya ve Hippodrom'dan denize inen yolun üzerinde ve Büyük Saray'ın yakınında olduğu için Bizans döneminde de itibarlı bir semt idi. Burada bazı hanedan sarayları, anıt ve heykellerden başka, Sig-ma(->) denilen ve Konstantinopolis'e gelen tüccarların toplantı yeri olan dairevi bir yapı bulunuyordu.
IV. Haçlı Seferi ve Latin istilasından (1204) kısa bir süre önce Konstantinopo-lis'i ziyaret eden Novgorod Başpiskoposu Antuan, Hippodrom'dan Kondoskopum'a giderken parmaklıklı uzun bir demir kapı bulunduğunu, denizin bu ızgaradan geçerek şehrin içlerine kadar sokulduğunu kaydederek, fırtınalı günlerde burada 200-300 kürekli 300 kadar geminin barınabildiğim eklemiştir.
Kumkapı'da bulunan tersane ile birlik-
KADIRGA
366
367
KADIZADEIİLER-SİVASÎLER
Eremya Çelebi, 17. yy'da bu meydanda tahta kulübelerde Çingene çilingirlerin oturduğunu kaydetmektedir. Sadrazam Köprülü Mehmed Paşa, semtte oturan nüfuzlu kimselerin şikâyeti üzerine bu kulübeleri yıktırarak Çingeneleri dağıtmıştı. Rivayete göre birtakım karanlık kişiler, Kadırga Limanı Meydanı'nda yaşayan Çingene kadınlar aracılığıyla bazı Müslüman kadınları âşıklanyla buluşturuyorlardı. Köp-rülü'nün bu davranışının Kadırga Limanı' nın semt olarak sahip olduğu itibarı korumak arzusundan kaynaklandığı, gerçekten de hanedan mensupları ile bazı yük-
Kadırga'da
varlığını
sürdüren eski
ahşap evler.
Yavuz Çelenk,
1994
Kadırga
istanbul Ansiklopedisi
te bu liman, bir kadırga limanı olarak Bizans'ın son günlerine kadar kullanılmıştı. II. Melımed'in (Fatih) istanbul'u fethinden sonra ise, Kadırga Limanı bir süre daha tersane ve liman kompleksi olarak kullanılmaya devam edilirken, bu semtte bulunan bazı ev ve bahçelerin Müslüman ve Hıristiyan ahaliye dağıtıldığı anlaşılmaktadır. Daha sonra 1515'te Haliç'te, Aynalıkavak mevkiinde birkaç gözden ibaret olan ilk Galata Tersanesi inşa edilerek Kadırga Limanı bir süre küçük gemilere terk edilmişti. 1544-1548 ve 1550-1551'de istanbul'a gelen Fransız tabiat bilgini Pierre Gilles(->), limanın duvarla çevrili olduğunu ve toprakla dolduğunu gözlemiştir. Gene de burada hâlâ bir su birikintisi bulunuyordu ve civarda yaşayan kadınlar çamaşırlarını burada yıkıyorlardı. Gilles bu arada limanın dibinde batık üç güverteli çektiriler bulunduğu ve limanın bu nedenle Kadırga Limanı adını aldığı yolundaki rivayeti de nakletmektedir.
Limana dair en eski görsel belgeler, Cristoforo BuondelmontFnin(-») haritası ile Hartmann Schedel'in bir istanbul panora-masıdır. Giovanni Andrea Vavassore'nin 1520 tarihli kuşbakışı panoraması ile Hü-nemame ve Şebinşabname albümlerindeki istanbul minyatürlerinde de görüldüğü gibi, etrafı surla çevrili olan bu küçük köy, zamanla dolmuş, denize bağlanan geçit de kapanarak limanın yerini bir meydan almıştır.
sek bürokratların ve ulemanın burada yaşadığı anlaşılmaktadır.
Örneğin 16. yy'ın ünlü sadrazamlarından Sokollu Mehmed Paşa ile eşi, II. Selim' in kızı Ismihan Sultan'ın, burada Mimar Sinan yapısı görkemli bir sarayları bulunuyordu ki, sonraki yüzyıllarda Kadırga Sarayı ve Esma Sultan Sahilsarayı(->) isimleriyle anılacaktır. Sokollu ile Ismihan Sultan'ın oğullarının oturduğu ve Eremya Çe-lebi'nin İstanbul Taribi'nde, ibrahim Han Ocağı adıyla geçen bu büyük yapının yakınında, bir de şehzadelerin oturduğu konak bulunduğu söylenmektedir. Meyda-
nın bir ucunda ise Sokollu Mehmed Paşa' nın gene Mimar Sinan tarafından yapılan ve inşaatı 1571'de tamamlanan cami, medrese ve tekkeden oluşan külliyesine ulaşılıyordu (bak. Sokollu Mehmed Paşa Külliyesi). Bugün bir parkın yer aldığı meydanı çevreleyen yapılar arasında, Behram Çavuş Camii, Bostancıbaşı Ali Ağa Camii(-»), Mısır Valisi Hatipzade Yahya Paşa tarafından yaptırılan sıbyan mektebi ve çifte hamam (1741) ile meydanın ortasında III. Ah-med'in kızı Esma Sultan'ın inşa ettirdiği bir namazgah ve çeşme (1779) vardır.
Bunlar dışında, mahalleyi karakterize edebilecek hiçbir yapı günümüze ulaşamamıştır.
Günümüzde Eminönü llçesi'nin Küçük Ayasofya Mahallesi'nin batı kesiminde kalan; Gedikpaşa semti ve Emin Sinan Mahallesi'nin güneybatısında yer alan; güneyinde demiryolu, Kennedy Caddesi, Marmara Denizi bulunan Kadırga, yükseköğretim kurumlarına yakınlığı nedeniyle, son dönemlerde öğrenci yurtlarının ve öğrencilerin yaşadığı mütevazı konutların bulunduğu bir semt niteliği kazanmıştır.
Kadırga Limanı Caddesi, semti kuzey ve kuzeydoğudan bir yarım ay şeklinde çevirir. Sokollu Mehmed Paşa Külliyesi semtin kuzeydoğusunda kalır.
Bizans döneminde Sergios ve Bakhos Kilisesi olan şimdiki Küçük Ayasofya Camii ve Medresesi semtin güneydoğu sınırında, sahilde demiryolu kenarındadır (bak. Küçük Ayasofya Camii). Yine sahilde, demiryolu kenarında Eminönü Belediyesi' ne ait binalar ve deniz surlarının kalıntıları vardır. Kumkapı Polis Karakolu semtin kuzeyindedir.
Günümüz Kadırga semtinin konut yerleşme alanı, Kadırga ilkokulu ve Kadırga Öğrenci Yurdu ile basketbol sahası ve o-toparkm batısında kalan kesimlerdir.
Bibi. T. Artan, "The Kadırga Palace Shrouded by the Mists of Time", Turcica XVI, Strasbo-urg, 1994; Müller-Wiener, Büdlexikon; Dirim-tekin, Marmara Surları; A. Mordtmann, Anci-en Plan de Constantinople imprime entre 1566et 1574 avec notes explicatives, Constantinople, 1889; Mordtmann, Esquisse; Millingen, Walls; A. Zanotti, Autour deş murs de Constantinople, Paris, 1911; Janin, Constantinople byzantine; J. Ebersolt, Le Grand Palais de Constantinople, Paris, 1910; Guilland, Etudes; H. inalcık, "Mehmet II", lA, VII, 515; î. H. Uzunçarşılı-1. K. Baybura-Ü. Altındağ, Topka-pı Sarayı Müzesi Osmanlı Saray Arşivi Katalo-ğu-Fermanlar I, Ankara, 1985, s. 2-3; H. inalcık, "Ottoman Galata, 1453-1553", Vana Turcica, c. XIII, İstanbul-Paris, 1991, s. 17-116; Tursun Beg, The History of Mehmed the Con-queror, (yay. haz. H. İnalcık-R. Murphy), Min-neapolis-Chicago, 1978; P. Gilles, TheAntiqu-ities of Constantinople, New York, 1988,- s. 92; Kömürciyan, istanbul Tarihi, 4, 68, 88, 89; İnciciyan, İstanbul, 8, 52, 66, 84.
TÜIAY ARTAN
KADIRGA HAMAMI
Kadırga senıtindedir. Bânîsi, II. Bayezid dönemi (1481-1512) vezirlerinden Yahya Paşa bin Abdülhay'dır. Rumeli ve Anadolu beylerbeyi olmuştur. Meşhur akıncı beyi Bâlî Bey'in babasıdır. 910/1504 veya 9147 1508'de vefat etmiştir. 914/1508 tarihli
Kadırga Hamamı'nın erkekler bölümünden
bir görünüm.
Nurdan Sözgen/Onyx, 1994
vakfiyesine göre, Üsküp'te cami, medrese, mektep, tabhane, imaret ve hamam; Sofya'da bedesten, kervansaray, hamam, çeşmeler; Hırsova'da hamam; Niğbolu'da kervansaray ve üç hamam; Lofça'da hamam ve istanbul'da mektep ve çifte hamam gibi eserler yaptırmış ve bunlar için de geniş vakıflar bırakmıştır.
Kadırga Hamamı bugün kadın ve erkeklere hizmet etmektedir. Kapısında ve i-çeride Latin harfleriyle Mısır valisi olan Yahya Paşa tarafından 1154/1741'de yaptırıldığı yazılıdır. Hamam 1948 ve 1952'de tamir olunmuştur. Yapı, moloz taştan ve tuğla ile yapılmıştır. Erkekler kısmında kare planlı kubbeli bir soyunma yerinden sonra üç kubbeli bir ılıklığa geçilmektedir. Ilıklıktan üç eyvanlı ve iki halvetli sıcaklık kısmına girilmektedir. Girilemeyen kadınlar kısmının da aynı plana sahip olduğu sanılmaktadır.
Bibi. M. T. Gökbilgin, XV-XVI. Asırlarda Edirne ve Paşa Livası, ist., 1952, s. 458-459; E. H. Ayverdi, Avrupa 'da Osmanlı Mimarı Eserleri, Yugoslavya, IH/3, ist., 1981, s. 272; Yüksel, Bâyezid-Yavuz, 298.
I. AYDIN YÜKSEL
KADIZADEIİLER-SİVASÎLER
Fakılar-sofiye ricali mücadelesi olarak da bilinir. Tarib-iNaima'da "Ehl-i tarik ve te-ba'-i Kadızâde fetreti" başlığıyla verilmiştir. Osmanlı tarihleri Kadızadelileri "riyayı müfrîd eshabı" olarak nitelendirmiştir.
17. yy'ın ilk yarısında İstanbul'da yaşanan irtica terörüdür. Gerçekte ise, çıkarcı ve kurnaz bir grubun, dindarlık ve dini öz-değerlerine kavuşturma yutturmacasıyla yönetime ortak olma ve kazanç sağlama eylemidir. 1630'a doğru başlayan tarikatlarla bid'at denen dindeki uydurmaları kaldırmaya dönük bu hareket, l656'ya değin sürdü ve istanbul yaşamını çok yönlü etkiledi. Hareketi başlatan Balıkesirli Mehmed Efendi'nin (1582-1635) lakabı "Küçük Kadîzade", dönemin sofiye ricaline önderlik eden Abdülmecid Efendi'nin-ki de (ö. 1639) "Sivasî" olduğundan, bu mücadeleye Kadızadeliler-Sivasfler denmiştir (bak. Abdülmecid Sivasî).
istanbul'un fethinden sonra kentin bir medrese ve din eğitimi merkezi olmasına önem verildiği gibi ulema sınıfına aşırı saygı gösterildi. 15. yy'ın ikinci yarısından başlayarak Akşemseddin(-»), Şeyh Vefa (ö. 1491), Cemaleddin Ishak Karamanî (ö.
1517), Sünbül Sinan (ö. 1529), Merkez Efendi (ö. 1552), Ümmî Sinan (ö. 1568?) vd tarafından da istanbul'da ilk tekkeler kurulmuştu.
16. yy'm ortalanna değin ilmiye ileri gelenleri ile sofiye ricali denen şeyhler a-rasında önemli sürtüşmeler yaşanmadı. Padişahlar ve vezirler ise iki tarafa da aynı saygıyı göstermekteydiler. Bu yüzyılın ünlü din bilginleri Ali Cemali (ö. 1526), Ibn Kemal (ö. 1534) ve Ebussuud Efendi(-*) i-se fetvalarında tasavvuf akımlarına olumlu bakmakla birlikte Müslümanlığın özüyle bağdaşmayan birtakım geleneklerin tarikatlara yerleşmesini de önlemeye çalıştılar. Örneğin, tarikat ayinlerinde devran ve raks denen ritüelleri sakıncalı gördüler. Buna karşılık tarikat şeyhleri de zikrullahın gerekliliğini ve haram sayılmayacağını savunan eserler yazdılar.
Oysa 17. yy'a gelindiğinde istanbul'daki sosyal, ekonomik ve siyasi çalkantılara bir de fakih denen din bilginleri ile sofiye ehli denen tarikatçıların çatışmaları eklendi. Bunun ilk nedeni, bilgi donanımları ve yetkinlikleri giderek zayıflayan ulema sınıfının yarattığı boşluğu, halk üzerinde etkili, bağnaz vaizlerin doldurmasıy-dı. Halkın din duygularını vaazlarıyla kabartan bu zümre ile tarikatçılar arasında çatışmalar, bu dönemde kaçınılmaz oldu. Taraflar, birbirlerini dinsizlikle suçlamaktan çekinmediler. Bunda ise o sırada yaşanan iç sorunların ağırlığı ve yönetimlerin zayıflığı etkiliydi, istanbul'da tutunan tarikatlardan Halvetîlik, Bayramîlik, Cel-vetîlik, Mevlevîlik, Bektaşîlik, Melamîlik ve Kadirîlik arasında da tartışmalar ve mücadeleler vardı. Ulema ve kürsü şeyhleri denen selatin camileri vaizleri, tarikatları tamamen şeriat dışı sayma eğilimindeler-ken, tarikatlar arasında da pek çok konuda uzlaşmazlıklar ve düşmanlıklar doğmuş bulunmaktaydı. Bu yüzden de bazı tarikatlar, ayinlerini gizli yapmayı tercih etmekteydiler. Oysa bu tutum, asılsız suçlamalara neden olmaktaydı. Örneğin, Idris-i Muhtefî'nin(-»), Sultanselim'deki evinde müritleriyle sohbetleri, istanbul'un başka semtlerinde dedikodu konusu oluyordu. Abdülmecid Sivasî, Şeyhî Ömer Efendi gibi tarikat şeyhleri bile Idris-i Muhtefî'yi dinsizlikle suçlamaktaydılar.
Kadızadeliler ya da fakılar ile Sivasîler arasındaki çatışmalar da bu ortamda doğdu. Fakih sözcüğünden bozma olan fakılar, Birgili Mehmed Efendi'nin (ö. 1573) e-seri olan ve çok katı kurallar içeren Ta-rikat-ı Mubammediye'nin tüm öğretisini benimsemiş gözüken, halkı da buna zorlayan bir gruptu. Bu grubu oluşturan kürsü şeyhleri ve vaizler, tüm uyarılarını ve vaazlarını bu esere dayandırmaktaydılar. Bunların öncülüğünü yapan Küçük Kadîzade Mehmed Efendi, Balıkesir'de, Birgili'nin öğrencilerinden ders alarak yetişmiş, istanbul medreselerinde okumuş, bir ara Tercüman Yunus Tekkesi Şeyhi Ömer Efendi' ye intisap etmiş tutucu bir din adamıydı. Güzel konuşması ve ikna yeteneği ile istanbul'da ünlenmişti. Cami kürsülerinde saraya ve padişaha çatmaktan bile çekin-
KADIZADEIİLER-SİVASÎLER 368
369
KADİRÎHANE TEKKESİ
İLE SİYASÎLER NEDEN OLAN
ARASINDAKİ SORUNLAR
KADIZADELİLER MÜCADELEYE
1- Müsbet bilimlerin ve riyaziyenin (matematik) öğretimi doğru mu değil mi?
2- Hızır peygamber sağ mı değil mi?
3- Ezan, nât-ı nebevî, mevlüt makamla ve güzel sesle okunmalı mı okunmamalı
mı?
4- Tarikat ehlinin devranları ve sema yapmaları doğru mu değil mi?
5- Ululamak için, Peygamberin adı geçtiğinde sallallahü aleyhi ve sellem, saha
beler için de radiyallahü anh demeli mi dememeli mi?
6- Tütün, kahve ve diğer yeni şeyler haram mı, değil mi?
7- Hz. Muhammed'in annesi ve babasının imanları (müslüman sayılmalılar mı
sayılmamalılar mı?).
8- Firavun imanlı mı öldü?
9- Şeyh-i Ekber Muhyiddin-i Arabî hakkında farklı görüşler.
10- Hz. Hüseyin'i şehit ettiren Yezid! elânet edilmeli mi edilmemeli mi?
11- Peygamber'den sonraki bid'atlerde uzlaşmazlık.
12- Kabirler ziyaret edilmeli rni edilmemeli mi?
13- Nafile, regaib, berat, kadir namazlarının cemaatle kılınıp kılınmayacağı.
14- Büyüklerin eli, ayağı, eteği öpülmeli mi öpülmemeli mi?
15- Emr-i bi'1-ma'ruf ve nehy-i ani'l-münker" (bilinen ve yaygın doğruyu işleyip
geçersiz ve yasak olandan kaçınmak) konusu.
16- Rüşvet.
Uzunçarşıh, Osmanh Tarihi, m/1, 357
miyordu. l631'de Ayasofya kürsü şeyhi(-0 oldu. O sıradaki bunalımları ve ayaklanmaları istismar ederek şeriat savunuculuğu kampanyası başlattı. Halkı ve cahil zümreleri hem yönetime hem de şeriata aykırı saydığı tarikatlara karşı kışkırtmaya başladı. IV. Murad'ın (hd 1623-1640) kent ve ülke düzeyinde uygulamaya koyduğu başta tütün ve içki yasaklan olmak üzere baskıcı uygulamalara fetvalar verdi. Padişah, Kadızade'nin telkinlerine uyarak İstanbul' da pek çok insanı öldürttü. Bid'at sayılan kahvehaneleri yıktırdı. Kadızade'ye, Ku-ran'da tütünün ve kahvenin haramlığına ilişkin bir işaret bulunmadığı hatırlatıldığında "Ulu'1-emr olan padişahın yasakladığından kaçınmak farzdır ve bırakmayan katlolunur" cevabını vermişti. IV. Murad, bundan cesaret alıp halk üzerinde tam bir korku yaratmak için sudan bahanelerle yüzlerce kişiyi daha idam ettirdi.
Kadızade, padişahtan da aldığı destekle bu kez tarikatlara hücuma geçti. Devran ve semanın haram olduğunu ilan etti. Çağdaşı Abdülmecid Sivasî Efendi ile aralarında amansız bir mücadele başladı. Carşam-ba'daki Mehmed Ağa Tekkesi şeyhi olan Abdülmecid Sivasî ile aralarında 16 ayrı konuda ihtilaf söz konusuydu. Bunlar a-rasında ezanın, mevlidin makamla ve güzel sesle okunup okunmaması, sigaranın, kahvenin haram olup olmadığı, mezarlara ziyarete gidilip gidilmeyeceği, regaip, berat, kadir gecelerinde cemaat namazı kılınıp kılınmayacağı, büyüklerin elinin eteğinin öpülüp öpülmeyeceği, rüşvetle iş gördürülüp gördürülmeyeceği vb günlük yaşamla ilgili konular da vardı. Siyasîler, müspet bilimlerin öğretimim gerekli görmekte, ezanın, mevlidin, duaların makamla ve güzel sesle okunmasını önermekte, tütün ve kahve içilebileceğini söylemekteydiler. Genel görüşleri, sonradan ortaya çıktığı için bid'at denen fakat güzel ve doğru olan âdetlerin yasaklanmamasıydı. Tarikatçılara göre ölçü, akla uygunluk, dinin özüne aykırı olmama idi. Oysa Kadızade ve yandaşlan bu görüşe şiddetle karşı çıkmaktaydılar. Kürsü şeyhleri, istanbul halkını, eskiden beri yerleşmiş olan geleneklerden uzaklaştırma, her şeyden çekindir-me ve taassuba özendirme çabasmdaydı-lar. Onlara göre, camilerde güzel sesle ve makamla ezan okunması, dua edilmesi günahtı. Giyim kuşam, selamlaşma, yeme içme gibi günlük yaşamın tüm davranışları ve gerekleri tıpkı Hz Muhammed dönemindeki gibi olmalıydı.
Kürsü şeyhlerinin etkisinde kalan bir kısım halk, İstanbul'daki Halvetîye, Mev-levîye ve diğer tarikat mensuplarına düşman gözüyle bakmaya başladı. Tekkelere devam edenlere de dinsiz deniyordu. Halkın aklını böylesine çelen Kadızadeliler ise dıştan, aba içinde, dünya nimetlerine sırt çevirmiş gözükürlerken bir yandan da servetler edinmekte ve kendi evlerinde canlarının istediği herşeyi yapmaktaydılar. İstanbul'un tüm karaborsacıları, faizcileri, vaizlere rüşvetler vererek işlerini sürdürmek zorunda kalmışlardı. Sarayla işi olanlar da el altından Kadızadelilere rüşvet-
ler vermekteydiler. Saray baltacıları, bostancılar ve kapıcılar, kürsü şeyhlerinin en sadık adamlarıydı.
Kadızade Mehmed Efendi'nin ölümünden sonra grubun liderliğini Üstüvanî Mehmed Efendi (ö. 1656'dan sonra, Kıbns) üstlendi. Aslen Arap olan Mehmed Efendi, Şam'da adam öldürüp İstanbul'a kaçmış bir katildi. Ayasofya Camii'nde somaki sütuna dayanıp vaazlar verdiğinden "Üstüvanî" lakabı verilmişti. Saray helvacıları, kapıcılar, bostancılar, boş zamanlarında ondan dersler almaktaydılar. Hoca Reyhan Ağa ise Üstüvanî'yi saraya kadar soktu ve hasodada padişahın önünde vaaz verdirtti. Bu nedenle İstanbul'da "padişah şeyhi" olarak da ünlendi.
Üstüvanî Efendi ve öteki kürsü şeyhlerinden Fatih vaizi Şeyh Veli, içoğlanları hocası Süleymaniye vaizi Şeyh Osman, yeniçerilerin Orta Camii vaizi Hüseyin Efendi ile Hurşid Çavuş oğlu Çavuşzade, Türk Ahmed, Uşşakî oğlu Macuncu Hamza ve Köse Mehmed vd aralarında anlaşıp İstanbul'un büyük camilerinde bir vaaz kampanyası ile padişahı, şeyhülislamı, vezirleri uluorta suçlamaya başladılar. Örneğin Çavuşzade, dönemin şeyhülislamı şak Yahya Efendi'yi (ö. 1644) Mescidde riyâ-pî-şeleretsün ko riyayı /Meyhaneye gel-kim ne riya var ne mürâi dizelerinden dolayı dinsizlikle suçlayacak kadar ileri gitti. Aynı şekilde, şeyhler, dervişler de dinsizlikle suçlanmaktaydı. Kadızadeliler bununla da kalmayarak Vezirazam Melek Ahmed Paşa'dan (1650-1651) bir buyrultu alıp Sal-kımsöğüt'teki Halveti tekkesini basıp dervişleri dövdüler. Kentte yeni bir katliam ve ayaklanma olasılığı belirdi. Çünkü, Kadızadeliler, İstanbul'daki tüm tekkeleri hedef seçmişlerdi. Bir gece de Mısırlı Ömer Efendi'nin Ekmel Tekkesi'ni basmayı kararlaştırdılar. Ancak seksoncubaşı, bu tekkenin mensubu olduğu için, beş-on yeniçeri ile burayı korumaya almıştı. Seksoncubaşı Ömer Ağa, Üstüvanî'nin elindeki vezirazam buyrultusunu geri alarak baskınları önledi. Bu kez, Şeyhülislam Bahaî Efendi'yi sıkıştıran Kadızadeliler tekkelerde devran ve sema etmenin haram olduğuna ilişkin bir fetva aldılar. Şeyhlere tezkireler yazıp her birini ölümle tehdit ettiler. Abdülmecid Sivasî'nin halifesi Abdü-lahad Nuri'yeC-0 gönderdikleri yazıda, dervişlerini ve kendisini öldüreceklerini, tekkeyi yıkıp temelini birkaç arşın kazarak toprağını denize dökeceklerim, bunu yapmayınca o arsada namaz kılmanın caiz olmayacağım bildirdiler. Abdülahad Nuri bu yazıyı alıp Şeyhülislam Bahaî Efendi'ye şikâyete gitti. Şeyhülislam güç durumda kaldı. İstanbul kadısını uyarıp kürsü şeyhlerinin, tarikat ehli hakkında yakışıksız sözler söylemelerini ve tehditte bulunmalarını önlemesini istedi. Siyasîlerden Kürt Molla (Mehmed Efendi) ile Abdülahad Nuri de Tarikat-ı Muhammediye adlı kitaptaki görüş ve önerilerin geçersizliğini, yanlışlıklarını ortaya koyan risaleler yazdılar. Kürsü şeyhlerinin bu düzeyde bilgi donanımları olmadığından, bir daha Bahaî Efendi' yi sıkıştırıp bu kez de Tarikat-ı Muhamme-
diye aleyhine yazanların ve konuşanların . katledilmeleri için fetva almaya çalıştılar. Ancak bu girişim üzerine, Mehmed Ağa Camii imamı Kefeli Hüseyin Efendi (Tatar İmam) ilk tepkiyi gösterdi. Tatar İmam, söz konusu kitaptaki pek çok hadisin uydurma olduğunu kanıtlayacağını duyurarak Üstüvanî'yi ve öteki Kadızadelileri münazaraya çağırdı. Kendisi de bir katır yükü kitapla Fatih Camii'ne gidip "İşte meydan! Cesareti olan münazaraya gelsin!" dedi. Bundan çekinen Kadızadeliler saraya başvurup Tarikat-ı Muhammediye üzerinde tartışma açılmamasını ilişkin bir hatt-ı hümayun aldılar. Ocak l653'te Bahaî Efendi'nin başkanlığında ulemanın yaptığı bir toplantıda da bu hatt-ı hümayun doğrultusunda karar alındı. Kefeli Hüseyin Efendi böylece susturulmuş oldu.
Üstüvanî ile temsil ettiği kesim, IV. Meh-med'in (hd 1648-1687) ilk yıllarında saraya dönük rüşvet mekanizmasını ele geçirmişlerdi. Tüm atamalar ve uzaklaştırmalarda parmakları vardı. Hattâ vezirler ve eyalet valileri de bunlara türlü hediyeler ve rüşvetler sunarak makamlarında kalmayı gözetmekteydiler. Turhan Valide Sultan ile darüssaade ağası, Üstüvanî Mehmed Efen-di'den çekinmekteydiler. Onun saraya her önerisi mutlaka kabul ediliyordu. Tekke şeyhleri birkaç kez, yaşamlarının tehlikede olduğunu, bu vaizlerin yola getirilmeleri gerektiğini ulemaya şikâyet ettilerse de onlardan, bunun olanaksızlığı yönünde cevaplar aldılar. Çünkü bu bağnaz ve çıkarcı zümre, saraydan çarşıya kadar her tarafa egemen olmuştu.
Çınar Olayı'nda(->) Üstüvanî'ye destek veren saray ve devlet adamlarından birçoğu öldürüldüğü için Kadızadelilerin gücü bir ölçüde kınlabildi. Vezirazam Boynueğ-ri Mehmed Paşa ise "Devlet işleri vaizlere niçin danışılsın?" diyerek bunlarla olan diyalogu kesti. Bu kez Kadızadeliler, camilerde "Dine sırt çeviren nadanlar başta iken, devletin hali böyle olur!" diyerek Venedik donanmasının Marmara'ya gelmesini vezirlerin söz dinlememesine bağladılar. "Şer'i şerif icra edilmiyor. Memleket bid'atla doldu. Vezir, müftü, tarikat ehlini himaye etmekteler!" diyerek yeni bir kampanya başlattılar. 24 Eylül l656'da, Fatih Camii'nde müezzinler makamla nat-ı şerif okurlarken orada bulunan bir grup Kadı-zadeli, müezzinlere saldırdılar. Camide kavga çıktı. Bu olay, İstanbul genelinde yeni bir terörün başlangıcı oldu. Gözü dönmüş topluluklar tekkeleri yıkmaya, hattâ taşını toprağını arabalarla denize taşımaya koyuldular. Rast geldikleri şeyhleri ve dervişleri imana çağırmaktaydılar. Buna yanaşmayanların idam edilmesi ve kentteki tüm bid'atlerin yasaklanması için de padişahtan hatt-ı hümayun istediler. İstanbul'daki bütün tekkelerin yerle bir edilmesini, camilerin birden fazla minarelerinin yıkılmasını, altın gümüş eşya kullanmanın, ipekli elbise giymenin, tütün, kahve içmenin, kudüm, ney, çalgı çalmanın yasaklanmasını istemekteydiler. Onlara göre, Hz Muhammed dönemindeki âdetler dışında her şey yasak edilecekti. Buna uymayan-
ların ise ilkin dünyevi cezaya çarptırılmaları gerekiyordu. Ö günün gecesini İstanbullular korku içinde geçirdiler. Ertesi gün kalabalık gruplar halinde Fatih Camii'ne gelmeye başlayan softaların, medrese yobazlarının, ellerinde, bellerinde sopalar, bıçaklar vardı. Yandaşları olan karaborsacı ve hilekâr esnaf ile bunların elebaşıları Hacı Mandal ve Fakı Döngel adlı madrabazlar da çırakları, kazakları silahlarla donatmış olarak camiye yönelmişlerdi. Yol boyunca "Din davasına gidiyoruz!" diye bağırmaktaydılar. Mevlevî, Halvetî, Celve-tî, Şemsî şeyhleri ve dervişleri aleyhine tehditler savruluyordu. Köprülü Mehmed Paşa, yeni sadrazam olmuştu. Camiye na-sihatçiler gönderdi ise de söz dinleyen yoktu. Ulemayı çağırıp görüş aldı. Fakıla-rm batıl (geçersiz) fakat halkı aldatıcı konularla uğraştıkları, bundan dolayı cezalandırılmalarının uygun olacağı onaylanınca Mehmed Paşa, IV. Mehmed'den bunların katli için ferman aldı. Ancak yeni bir taşkınlığa neden olmamak için, başta Üstüvanî Mehmed, Türk Ahmed, Divane Mustafa olmak üzere kürsü şeyhlerini ve bunlara destek verenleri toplatıp Kıbrıs'a sürdürdü.
Tarihçi Naîmâ, Kadızadelilerin yaşamlarını, dışadönük davranışları ile iç dünyalarını, Maanoğlu Hüseyin Bey'in gözlem ve anılarından aktarmıştır. Bunların dindar, dürüst, dünyaya değer vermez gözüktüklerini, aslında her birinin dinsiz ve iğrenç insanlar olduğunu yazar. Bıyıklarını kısa kırpıp sünnete uyduğunu söyleyen içlerinden birisinin, kendi yetiştirdiği bir erkek çocukla ilişkiye girerken ipek uçkurluğunu görüp "Aman, tenime ipek değmesin, haramdır, günahkâr olacağım!" deyişini; bu adamın, tütün ve kahve içmenin, tekkelere gitmenin haram olduğunu söylemesini örnek gösterir. Maanoğlu'nun bunlardan bir diğerine "Behey efendi, nef-
sinizin bütün isteklerini gizlice tatmin ediyor, dışarıya karşı ise en basit konularda bağnazlık gösteriyorsunuz. Bunun aslı nedir?" yollu sorduğunda "Beyim, sen ahmaksın. İnsan bir haramı işlediği zaman ondan alacağı zevkin derecesini ya da sağlayacağı kazancı düşünmelidir. Gümüş kaşıkla yemek neye yarar? Tütün içmekte, çalgı dinlemekte de fazla bir zevk yoktur. Akıllı adam bunları terk eder, ahmak halkı kandırır ve onları kendi arınmışlığma inandırır. Ama, gizlice nefsinin asıl isteklerini karşılar ve doyuma ulaşır" cevabını aldığını nakleder.
Kadızadeliler olayından sonra, bu boyutta olmamakla birlikte İstanbul'da bağnaz gruplar sık sık ortaya çıkmış, padişahtan halka kadar herkesi, din adına korkutmayı, yalan yanlış açıklamalarla yanıltmayı sürdürmüşlerdir.
Dostları ilə paylaş: |