KADIN YAŞAMI
358
359
KADIN YAŞAMI
Ayrımcılığa Karşı Kadın Derneği, kadın haklarına ağırlık veren bir kuruluştur. 1987' de Ayla Kapan (Alpdoğan), Elmas Ben-gü, Fatma Ozaydın, Firdevs Helvacıoğlu (Gümüşoğlu), Gül Ergenç, Hüsniye Bütün, Menekşe Kaya, Necla Gün, Nilgün Taşan, Selma Altun tarafından kurulmuştur. Amacı, kadınların, toplumda ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel yaşamın her alanında eşit insanlar olarak yer almalarına engel olan ve binlerce yıllık bir geçmişten beslenen ataerkil kurumların, geleneklerin, değer yargılarının dönüştürülmesi ve yasaların değiştirilmesi için mücadele etmek olarak belirtilmiştir. Dayağa Karşı Dayanışma Kampanyası başlatmış, Bağır! Herkes Duysun adlı kitabın hazırlanmasına katkıda bulunmuş, evlilik, radikal feminizm, sosyalist feminizm, cinsellik, aşk, kadın hareketi tarihi, doğum kontrolü gibi konularda toplantılar düzenlemiştir. 1990' da kapanmıştır.
Kadın Kültür Evi AŞ, 1989'da açılmıştır. Kurucuları Şener Macit, Canan Toksöz, Selma Atabek, Nermin Coşkun, Saadet Öz-kol, Munise Sökmen'dir. Kadınların evlerinden çıkmalarını sağlamak, yaşantılarına sahip çıkmalarını gerçekleştirmek ve kadınların kültür birimlerini evrensel kültürle zenginleştirmek için bir mekân oluşturmak amacıyla kurulmuştur. "Medeni Kanun" ile "Cinsel Tacize Karşı" kampanyalar düzenlemiş dayak yiyen kadınların barınma sorunlarını çözmeye çalışmış, ücretsiz hukuk danışmanlığı yapmıştır. 1990' da kapanmıştır.
Kadın Eserleri Kütüphanesi ve Bilgi Mer-kezi'ninC-») kuruluş tarihi 5 Nisan 1990'dır. Kurucuları Fatma Skin Tekeli, Jale Baysal, Deniz Aslı Mardin, Suat Füsun Akatlı, Zafer Füsun Yaraş'tır. Amacı kadınların geçmişini iyi tanımak, bu bilgileri bugünün a-raştırmacılarına derli toplu bir şekilde sunmak ve bugünün yazılı belgelerini gelecek kuşaklar için saklamaktır.
Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı, 1990'da M. Canan Arın, Firdevs Gümüşoğlu, Fatma Ozaydın, Hatice Gülseren Özlen, Zehra Büyükdağlı, Nurperi Sancak, Filiz Kereste-cioğlu, Fatma Yaprak Ertür, Şirin Tekeli tarafından kurulmuştur. Amacı, aile içi ya da dışı şiddete maruz kalmış kadınların sı-
Ayrımcılığa
Karşı Kadm
Derneği'nin
1987'de
Kariye
Şenliği'ndeki
standı.
Kadın Eserleri
Kütüphanesi
Arşivi
ğmabilecekleri evler açmak, işletmek, onlara bir meslek kazanmalarında ya da mesleklerini yapmalarında yardımcı olmaktır. Danışma merkezinde hukuki ve psikolojik danışmanlık hizmetleri verilmekte, sığınma evi açma ve işletme-çalışmaları yapılmaktadır.
istanbul'da kadınların mesleki örgütlenmeleri arasında, kuruluş tarihi 1968 olan Türk Hukukçu Kadınlar Derneği sayılabilir. Süreyya Ağaoğlu (avukat), Fa-hire Akman (noter), Suat Berk (avukat), Çiçek Ecemen (avukat), Şukufe Ekitler (savcı), Nuran Sayın (emekli 4. Şube müdürü), Muazzez Tümer (hâkim), Nihal Ulu-ocak (hukukçu profesör), Beraat Üngör' ün (avukat) kurdukları derneğin amacı hukukçu kadınlar arasında dostluk ve bilim ilişkileri kurmak, başta kadın, çocuk ve aileyle ilgili olmak üzere tüm hukuk problemleriyle ilgili yasa ve yayınları incelemek, bu konularda mesleki dayanışmada bulunmaktır.
Kadın Eczacılar Derneği ise 1989'da Emine Esin, Işık Şartekin, Derya Uludağ, Sevgi Selçuk, Belma Çallıoğlu, Ayşe Selen Aka-ta, Yeşim Genç tarafından kurulmuştur. Amacı, eczacılık mesleğindeki kadın eczacılar arasında dostluk ve dayanışmayı sağlamak, haklarım korumaktır.
Üniversite Kadın Araştırma Merkezleri ve Dernekleri: 1990'lardan sonra çeşitli üniversitelerde kadın araştırma merkezleri kurulmuştur, istanbul Üniversitesi Kadın Sorunları Araştırma ve Eğitim Merkezi (KAM) 1990'da kurulmuştur. Kurucuları Prof. Dr. Necla Arat, Prof. Dr. Türkân Saylan, Prof. Dr. Aysel ÇelikePdir. Amacı, kadınların e-ğitim, sağlık, hukuk, siyaset ve iş yaşamındaki sorunlarına ilişkin araştırmalar yapmak, kadın-erkek eşitliğinin yerleşmesini hızlandırmak, cinsiyetçi ayrımcılığı ortadan kaldırmak, kadın araştırmalarıyla ilgili yüksek lisans, kurs gibi programlar yapmaktır. Kadın araştırmaları konusunda yüksek lisans programı ve araştırma projeleri yürütmektedir. Kuruluşundan itibaren sürekli olarak kamuya açık bilimsel toplantılar yapılagelmektedir. Kadın dernekleriyle işbirliği yapılmakta, kız öğrencilere burs verilmektedir.
Kadın Araştırmaları Derneği'nin kuru-
luş tarihi 1991'dir. Kurucuları Gülsevil Erdem, Sibel Aşna, Türkân Akyol, Aysel Çe-likel, Birnur Özümert, Necla Arat, Taylan Keser, Tuna Erdem; amacı, eğitim, kültür, hukuk ve sağlık alanlarında kadınlara ilişkin bilimsel araştırmalar yapmak, Kadın Araştırmaları Merkezi'ne destek sağlamaktır. Tüm çalışmalarını Kadın Araştırmaları Merkezi ile birlikte yürütmektedir.
Marmara Üniversitesi Kadın işgücü istihdamı Araştırma ve Uygulama Merkezi' nin (KADlŞlSAR) kuruluş tarihi 1992'dir. Başkanı Prof. Dr. Necla Pur'dur. Amacı, Türkiye'deki kadın işgücünün istihdamı ile ilgili her türlü konuya eğilmek, bu konularda çeşitli araştırma, inceleme, bilimsel toplantılar ve yayınlar yaparak konuyu bilimsel verilerle ortaya koymaktır. Kadın işgücünün istihdamı konusunda eğitim programları uygulamakta, panel, konferans gibi bilimsel toplantılar düzenlemektedir. "Türk Kadınını Politik Hayata Özen-dirme-Hazırlama" kursu düzenlemiştir.
Kadın işgücünü Destekleme Demeği (KlDER) 1994'te kurulmuştur. Kurucuları Gülin Tosun, Ufuk Kocamaz, Mahmut Duran, Ayça Akalın, Prof. Dr. Necla Pür, Doç. Dr. Tiğinçe Oktar, Yrd. Doç. Dr. Ümran Akyüz'dür. Amacı, Marmara Üniversitesi Kadın işgücü Merkezi'ne destek sağlamak ve merkezin amaçları doğrultusunda çalışmaktır.
Ayrıca istanbul'da kız liselerini, herhangi bir eğitim kurumunu bitirmiş kadınların kurdukları çeşitli dernekler vardır.
1972'de, Mediha Gezgin, Melike Bayburt, Münire Ekşioğlu, Mübeccel Göktuna, Neda Örer, Şükriye Erker, Fahriye Ünen tarafından kurulan Türkiye Ulusal Kadınlar Partisi, 1924'ten sonra istanbul'da kadınların tek siyasal parti kurma girişimleridir. Amacı, kadınların ülkenin kaderine erkeklerle eşit olarak katkıda bulunmalarının koşullarını sağlamak, kadının da insan ve vatandaş olduğunu topluma kabul ettirmektir. Parti, gereklerini yerine getiremediğinden 1973 ve 1977'de seçimlere katılamamış, 1980 askeri darbesinden sonra diğer siyasal partilerle birlikte faaliyeti durdurulmuş, daha sonra da kapatılmıştır. ZERRiN EDIZ
KADIN YAŞAMI Bizans Dönemi
istanbul'da kadınlar çeşitli baskı ve kısıtlamalara tabi olmakla beraber başkent Konstantinopolis'in siyasi, toplumsal, ekonomik, dini ve kültürel yaşamı içerisinde önemli faaliyetlerde bulunmuş ve belirleyici roller oynamışlardır. Geçerliliğini hiçbir devirde kaybetmeyen tutucu değer ve tavırların yarattığı stereotipik kadın imajıyla toplumsal gerçekler arasında dikkate değer farklılıklar vardır. Ancak kadınların faaliyetlerinin büyük çoğunluğu, ekonomik ve siyasi olanlar da dahil olmak üzere, ev ve aile yaşamı etrafında odaklaşmış veya kadınların idaresindeki tek Bizans kurumu olan manastırlar çerçevesinde gerçekleşmiştir.
Kadın yaşamı hakkında mevcut verile-
rin çoğu, birkaç istisna dışında, yüksek tabakaya mensup, yani imparatorluk ailesinden veya aristokrat sınıftan kadınlara aittir. Halktan kadınlara ilişkin belge eksikliğinin yanısıra, kaynaklarda görülen kronolojik bir dengesizlik sonucunda 4-11. yy'larda kadın yaşamına dair bilgiler 11-15. yy'lara göre daha kısıdıdır.
Eskiçağ kültür ve geleneklerinin büyük ölçüde muhafaza edildiği erken Bizans döneminde (4-7. yy), kadınların Konstantinopolis'te oldukça dışadönük bir toplum yaşamı sürdürdükleri ve gerek bireysel gerek toplu olarak göreceli bir özgürlüğe sahip oldukları görülür. Bu devrin siyasi ve dini işlerinde faal kadınlar arasında en bellibaşlıları, başkentteki konaklarının yanısıra Anadolu ve Trakya'da da topraklan bulunan ve servetinin bir bölümünü Bizans kilisesine yardım ve bazı dinsel ihtilafların çözümüne adayan kadın diyakon Olimpias (ö. 408); II. Teodo-sios (hd 408-450)(-0 üzerinde büyük güç sahibi olan ablası Pulheria(-») ve karısı Atenais-Eudokia(->); I. lustinianos'un (hd 527-565X-0 karısı Teodora(->); ve Herak-leios'un (hd 6lO-64l)(-0 danışmanı ve yardımcısı olarak, onun siyasi kararlarına şekil veren, seferlerinde dahi kendisine eşlik eden ikinci karısı Martina'dır. Bu dönemde bazı kadınlar başkentin entelektüel yaşamında da etkinlik göstermiş, sanat ve kültür hamileri olarak ön plana çıkmışlardır (bak. Anikia luliana). Elit kesimden kadınlar, toplumsal yaşamlarını böyle canlı bir şekilde sürdürmekteyken, Eski Ahit'teki görüşleri benimseyen din adamları, kadının erkeğe göre ikincil konumda olduğunu vurgulamakta ve kadınların toplumsal yaşama katılmalarına genelde olumsuz tavır almaktaydılar.
Hıristiyan ideolojisi ve kurumlarının giderek kökleştiği ve Bizans devletinin bir dizi askeri, ekonomik, demografik ve dini buhran içerisine düştüğü 7. ve 8. yy'larda kadının konumunda önemli değişiklikler meydana geldiği göze çarpar. Toplumsal ve dinsel bazı kısıtlamaların şiddetle uygulanması sonucunda kadınların toplum hayatından soyutlanarak ev ve aile yaşamıyla sınırlı bir varoluşa indirgenmeleri bu yüzyıllarda ağırlık kazanan bir olgudur. Kadınlar, bundan böyle, kendi evleri dahilinde bile yaşamlarını özel dairelerde (gynaeceum) erkeklerden ayrı ve inziva halinde sürdürmek zorunda kalmışlardır. Bir süre sonra ise, İmparator VI. Leon (hd 886-912)(-») çıkardığı yeni bir yasayla kadınların mahkemelerde şahitlik yapma haklarını ellerinden almıştır. Bazı araştırmacılara göre, kadınların 7. yy'ın sonlarından itibaren toplumsal yaşamdan silinme-sindeki baş etkenlerden biri, daha önceleri de var olan çekirdek ailenin aşağı yukarı aynı zamanlarda Bizans iç yapısının ana birimi haline gelmesidir (bak. aile). Diğer bir görüş de Bizans devleti ve toplumunun bu yıllardaki belirgin özelliği olan militarizasyonun (askerileşmenin) kadınları arka plana ittiğidir.
8. ve 9. yy'lara rast gelen Ikonoklazdöneminde, başkentte toplumun
her kesiminden kadınların devletin resmi politikası olan Ikonoklazma hareketine a-çık bir şekilde karşı koydukları ve ikonalara ibadetin sürdürülmesi için verilen mücadelede militan bir rol oynadıkları doğrudur (bak. ayaklanmalar). Ayrıca gerek birinci gerek ikinci Ikonoklazma dönemine son veren her iki hükümdarın da kadın olması dikkate değer bir noktadır. Ancak kadınların ikonalara bu denli bağlı olmalarının temelinde, kilise içerisinde onlara tanınan resmi ve toplumsal rollerin pek sınırlı olması yatmaktadır. Papazlıktan men edilen ve sadece diyakonluk gibi basit bir göreve layık görülen kadınlar, ayrıca kilise ayinlerine erkeklerden ayrı tutuldukları özel galeri veya bölmelerde katılmak zorundaydılar. Bu koşullar altında, surete tapma evde de uygulanabilen kişisel ve özel bir ibadet yolu olması nedeniyle, pek çok kadına çekici gelmiştir.
11. yy'da kadınların toplum içindeki önemlerinin yeniden artmaya başladığı görülür. Makedonyalılar Hanedanı'nın(->) son temsilcileri Zoe(->) ve Teodora(-0 kardeşler 1040 ve 1050'li yıllarda bir süre iktidarı salt kendi adlanna ellerinde tutmuşlar, aynı zamanda başkentte Imparatoriçe Zoe'yi desteklemek üzere çıkan büyük ayaklanmada (1042) kadınlar aktif bir rol oynamıştır (bak. ayaklanmalar). Bunu 1081'de Komnenos Hanedam'mn(->) tahta yükselmesiyle açılan yeni bir çağ izlemiş ve bu çağda özellikle elit kesimden olan kadınların güç ve etkileri herkes tarafından açıkça tanınmıştır. Bizans'ın tek kadın tarihçisi Anna Komnena(->) bu devrin ürünüdür. Yine aynı devirde, I. Alek-sios Komnenos (hd 1081-1118)(->), kendisi askeri mücadelelerle meşgulken, devletin idari, mali ve ekonomik tüm sorumluluklarını annesi Anna Dalassene'ye(-») devretmeyi uygun görmüştür. I. Aleksios' un karısı ve Anna Komnena'nm annesi irene Dukaina ise imparatora askeri seferlerinde sık sık eşlik etmiş, oğlu II. İoan-nes'e karşı bir komplo düzenlemiş, manastırlar inşa ettirmiş ve zamanın edebi faaliyetlerine katkıda bulunmuştur. 12. yy boyunca, başkent aristokrasisinin ve özellikle Komnenoslar klanının kadınlarının adları muhtelif saray entrikalarına ve diğer siyasi hareketlere karışmaya devam etmiştir. I. Andronikos Komnenos'un tahttan indirilip öldürülmesiyle son bulan 1185 ayaklanmasında, halktan kadınların oynadığı rol, aristokrat olmayan başkentli kadınların da dönemin siyasi mücadelelerinde bir ölçüde faal olduklarına işaret e-der. Kadınların evlerinde "gynaeceum" adlı sırf kendi cinslerine mahsus dairelere kapanmaları geleneğinin 11. yy'dan sonra terk edilmesi, onların artan özgürlüklerinin bir başka göstergesidir.
Bazı araştırmacılar kadınların toplumda daha gözle görülür roller edinmelerini, Bizans geleneksel aile yapısında 11. yy' in sonlarıyla 12. yy'da gerçekleşen çekirdek aileden geniş aileye doğru dönüşüme bağlarlar. Yine aynı yıllarda aristokrat sınıfı ve asalet kavramının güçlenmesiyle birlikte nesep ve şecereye gösterilen yeni
ilgi de, kadınların soy taşıyıcıları olarak itibar kazanmalarına yol açmıştır. Bunlara ek olarak, kadınlar önceleri genelde yalnızca dinsel kapsamlı bir ilk eğitime tabi tutulmaktayken, 11. yy ve sonrasında başkentin belirli çevrelerinden kadınların daha yüksek seviyedeki seküler eğitime duydukları ilgiyi tatmin edebilmiş olmaları (bak. eğitim), onların siyasal, toplumsal, ekenomik ve kültürel yaşamdaki paylarının artmasını mümkün kılmıştır. Yaklaşık 12. yy'da, Bizans'a dışarıdan gelip yerleşen romantik aşkla ilgili yeni fikirler ise, dişiliğin ve cinselliğin yüceltilmesine yol açarak kadının statüsünün gelişmesinde rol oynamış olabilir.
Komnenoslar dönemine mahsus eğilimlerin birçoğu Paleologoslar döneminde de (1261-1453) süregelmiş, imparatorluğun ve aristokrat ailelerin kadınları zamanın siyasi ve dini anlaşmazlıklarında aktif rol oynamaya devam etmişlerdir. Bunların bir kısmı erkek akrabalarıyla devlet idaresinde işbirliği yapmış (örneğin, V. lo-annes Paleologos'un annesi ve naibi Sa-voylu Anna veya VI. loannes Kantakuze-nos'un kamu idaresinde çok deneyimli olduğu söylenen annesi Teodora Kantaku-zene gibi), bir kısmı da iktidardaki akrabalarının resmi politikalarına açıkça karşı koymuşlardır (VIII. Mihael'in Roma ve Bizans kiliselerini birleştirmesini tasvip etmeyen kız kardeşi Eulogia ve yeğeni Teodora Komnene Raulaina veya Palamizm karşıtı rahibe irene Humnaina Paleologi-na gibi). Bu dönemin varlıklı kadınları başkentin iktisadi yaşamında da büyük atılımlar yapmışlar, drahomalarını sık sık ticari işlere veya zanaat girişimlerine yatırmış, hattâ para takas işlerine girmeleri kanunen yasak olmasına rağmen, zaman zaman faizle borç para bile vermişlerdir. Edebi, artistik ve kültürel çevrelerde yine çok sayıda kadın yazar, kaligraf, kitapsever, sanat hamisi ve manastır kurucusu bulunmaktaydı.
15. yy'm getirdiği politik ve ekonomik sorunlar, Konstantinopolis'te Komnenoslar döneminden beri süregelmekte olan bu canlı kadın yaşamını olumsuz şekilde etkilemiş olabilir. Zira kenti 1420'de ziyaret eden Venedik Elçisi Francesco Filelfo, kadınların evlerinden nadiren, yalnızca kiliseye gitmek veya yakını akrabalarını ziyaret için, o da gece, başörtülü ve hizmetkârların refakatinde olmak kaydıyla dışarı çıktıklarını gözlemler.
Konstantinopolis'te Bizans çağının istisnasız her döneminde kadınların en faal, saygın ve korumada oldukları yer aileleriydi. Ailedeki baş işlevleri ise çocuk doğurmaktı. Geleneksel olarak Bizans kadınları vücudannı fazla göstermezler, giysi olarak etekleri ve kolları uzun tunikler ile çoğu kez baş ve omuzlarım kapatan "maphorion" adlı başörtüleri kullanırlardı. Ancak dansçılar, saygın olmayan veya ahlak kurallarına uymayan kadınlar, hizmetçiler ve ebeler, Bizans sanatında genellikle ya açık başla ya da değişik tarz bol başlıklarla resmedilmişlerdir.
Kadınlara mahsus meslek ve ekonomik
KADIN YAŞAMI
360
361
KADIN YAŞAMI
1914'te ilk kez Telefon Idaresi'nde çalışma hakkı elde eden kadınlar (soldan): Hamiyet Derviş, Bedia Sekip, Mediha Enver, Refika Mustafa, Bedia Osman, Semiha Hikmet, Bayan Minter. Kadın Eserleri Kütüphanesi Arşivi
işlevlere gelince, dokumacılık kadınlar a-rasında görülen en yaygın meslektir. Her ne kadar kuramsal ve ideolojik görüşlerde kadınların piyasa için kumaş üretmelerinin ve geçimlerini bu yoldan temin etmelerinin uygunsuz olduğu iddia edilmişse de, 11. yy'da Konstantinopolis'te lonca benzeri bir örgüte dahil olan profesyonel kadın dokumacıların varlığına ilişkin kanıtlar mevcuttur. Rahibeler dahi zaman zaman manastırlarında, pazarda satılmak üzere, geniş çaplı kumaş imalatına girişmişlerdir. İkinci olarak kadınlar sağlık alanında mesleki faaliyette bulunup çoğunlukla ebelik, aynı zamanda doktorluk ve hemşirelik de yapmışlardır. Fakat Pantokrator Manastı-rı'nın hastanesindeki kadın hastalara bakmakla yükümlü olan tek kadın doktor, oradaki erkek doktorların gözetimi altında bir nevi asistan gibi çalışmakta ve onların maaşlarının yarısı kadarını almaktaydı. Üçüncüsü kadınlar gıda maddeleri üreticisi ve satıcısı olarak, perakende ticarete de el atmışlardır. İbn Battuta 14. yy'da Konstantinopolis'in çeşitli pazar yerlerindeki zanaatkar ve satıcıların çoğunluğunun kadın olduğunu belirtir. Öte yandan kadınlara ait olup saygın görülmeyen meslek grupları arasında fahişeliğin yamsıra dansözlük, aktrislik vb gelir.
Bibi. J. -Beaucamp, "La situation juridique de la femme â Byzance", Cahiers de civilisation medievale, S. 20 (1977), s. 145-176; ay, Lesta-tut de la femme â Byzance (4e-7e siecle), 2 c., Paris, 1990-1992; A. W. Carr, "Women and Monasticism in Byzantium: Introduction from an Art Historian", Byzantinische Forschungen, S. 9 (1985), s. 1-15; C. S. Galatariotou, "Holy Women and Witches: Aspects of Byzantine Conceptions of Gender", Byzantine and Modern Greek Studies, S. 9 (1984-1985), s. 55-94; L. Garland, "The Life and Ideology of Byzantine Women: A. Further Note on Con-ventions of Behaviour and Social Reality as Reflected in Eleventh and Twelfth Century Historical Sources", Byzantion, S. 58 (1988), s. 361-393; J. Herrin, "Women and Faith in Icons in Early Christianity", Culture, Ideology and Politic, (haz. R. Samuel, G. Stedman Jones), Londra, 1982, s. 56-83; A. E. Laiou, Gender, So-ciety andEconomic Life in Byzantium, Alders-hot, 1992; N. Necipoğlu, "Bizans'ta Kadınlar", Çağlarboyu Anadolu 'da Kadın-, Anadolu Ka-dmın9000 Yılı, İst., 1993, s. 125-131; A.-M. M. Talbot, "Bluestocking Nuns: Intellectual Life in the Convents of Late Byzantium", Okeanos: Es-says Presented to Ihor Sevcenko, Cambridge, Mass., 1984, s. 604-618.
NEVRA NECİPOĞLU Osmanlı Dönemi
Osmanlı döneminde kadınların yaşamını, büyük ölçüde harem(->) olgusu belirler. İslamiyet ve Türk gelenek ve göreneklerinin Bizans "gynaeceum"uyla karşılaşmasının yarattığı harem, İstanbul sarayındaki kadınlar kadar sıradan halk kadınlarının hayatını da etkileyip biçimlendirmiştir. İstanbul'un bir özelliği olarak harem hayatının, zaman zaman ve yer yer, diğer yörelere göre daha yumuşak, sınırlama ve yasakların görece daha gevşek olduğu bilinir.
Osmanlı dönemi boyunca bazı saray kadınları, Bizans sarayındaki kadar olmasa da pahişahları, şehzadeleri etkileyerek
siyasal olaylara karışmışlar; ancak 19. yy' in ortalarına gelene kadar Osmanlı kadınları toplum hayatının dışında kalmışlardır.
Özellikle 19. yy'ın ortalarına kadar Osmanlı döneminde İstanbul kadınlarının yaşamı çoğunlukla evde geçerdi. Müslüman kadınların, kocaları ve nikâh düşmeyecek kadar yakın akrabaları dışında erkeklere yüzü açık görünmeleri yasak olduğundan evler kadınlarla erkekleri birbirinden ayıracak biçimde düzenlenmişti. Kadınlar harem bölümünde çocukları ve eğer varsa cariyeleri ile yaşarlardı. Selamlık ise erkeklerle onların hizmetkâr ve kölelerine aitti. Orta halli ve zengin evleri sokaktan duvarlarla gizlenir, daha yoksul evlerde ise sokağa bakan bütün pencereler kafesle örtülürdü. Bahçelerde, iç avlularda da kadınlar için ayrı bir bölüm olurdu.
Kadınlar günlerini ev işi yapmak, cariye ve hizmetkârlara nezaret etmekle, çocuklarının bakım ve eğitimiyle, ibadetle ve eğlenceyle geçirirlerdi.
Çokeşlilik sanıldığından çok daha azdı. Çokkarılı olan erkekler, karılarını bir arada oturmaya mecbur edemezlerdi. Çokkarılı erkeğin her karısının haremde ayrı bir dairesi, ayrı sofası ve ayrı cariyeleri olurdu. Bütün karılarını, ayrı ayrı evlerde oturtanlar da nadiren görülürdü.
Varlıklı ve orta sınıftan her ailenin cariyeleri olurdu. Daha sonraki yüzyıllarda ö-zellikle Çerkez ve Gürcülerden oluşan cariyeler, alınıp satılırdı. Ancak sultanın ve seçkinlerin cariyeleri genellikle çok genç kızlardan seçilir ve haremde dikkatle yetiştirilirler, çeşitli beceriler kazanırlardı. Cariye pazarları 19. yy'ın ortalarında köleliğin resmen yasaklanmasıyla kapatıldı, ama gizli satışlar sürdü.
Evler çok sade döşenirdi. Odaların başlıca eşyası duvara sabit bir sedirdi. Şilte ve
yorganlar duvara gömme yüklüklerde durur, yataklar her akşam serilip sabah kaldırılırdı. Yemek de aynı odada, ortaya konulan bir sini ya da bezin üstünde yenirdi. Soba yoktu. Başlıca ısınma aracı tandırdı.
Kadınlarla erkekler yemeklerini ayrı ayrı yerlerdi. Ailenin babası hemen hemen daima yalnız başına yer, yaşlan ve durumları ne olursa olsun çocukları nadiren o-nunla birlikte sofraya otururdu. Kadın, yemeğini haremde yerdi. Haremde çalışan cariyeler ise her birlikte yemek yerlerdi.
Elişi, özellikle nakış, kadınların başlıca uğraşılanndandı. Evde hemen her şey nakışlı olurdu; mendiller, havlular, peşkirler, peçeteler, hattâ don ya da şalvarların uçkurları bile işlenirdi.
Evin günlük alışverişini hizmetkârlar yapar, hizmetçisi olmayan orta halli aileler ise gereksinimlerini seyyar satıcılardan karşılarlardı. Kadın çarşıya pek çıkmazdı.
İstanbul sokaklarında satıcı olarak dolaşan kadınlar sadece bohçacılardı. Bunlar da ancak belirli bir yaştan sonra bu işi yaparlardı.
Kadınların yaşamında çok önemli bir grup da ebe kadınlardı. Doğumu ebe kadınlar yaptırırdı (bak. doğum âdetleri). Kadın gebe kalınca bir ebe seçilir, kendisine hediye olarak birkaç okka şeker ve kahve gönderilirdi. Bu ebe zaman zaman gebe kadının evine gelir ve muayenelerini yapardı. Ebe doğumdan bir hafta-10 gün önce çocuğun kundağını hazırlar, doğum için gelirken de kendi özel iskemlesini birlikte getirirdi. Doğumdan sonra ebe kadın çocuğu yıkar, tuzlar, tatlı dilli olması için ağzına şeker sürer, sesinin güzel olması isteniyorsa, göbeğini uzunca keserdi. Doğum sonrası döneme ilişkin âdetler çok dikkatle uygulanırdı. Kadın ve çocuk, loğusa yatağına yatırılır, kadına o günden
itibaren "baldınkara" denilen ottan kaynatılarak günde birer fincan içirilirdi. Loğusanın başına kırmızı tülden bir çatkı atmak da âdetti. Şerbetlik şeker kaynatılıp, sürahilere konur, sürahiler kırmızı tüle sarılırdı. Bu sürahiler akrabalara, din adamlarına, tanıdıklara gönderilerek doğum resmen bildirilmiş olurdu. Al basmaması için, loğusa, odasında hiç yalnız bırakılmazdı. Loğusalığın altıncı gününde son günü toplantısı yapılır, çoğu kez bir hoca hanıma mevlit okutturulurdu. Akşama kına gecesi yapılırdı. Sabaha kadar çengiler oynardı. Gece yarısı çocuk büyük bu' törenle beşiğe yatırılırdı. Kırkıncı gün de loğusa ve çocuğu hamama götürülürdü.
Çocuk doğurtmanın yamsıra ebeler hekimlik de yaparlardı. Bir kadının erkek hekime görünmesi gerektiği zaman, kocası ya da cariyeleri her zaman yanında bulunurdu. Hekim hastanın nabzını ancak kolu baştanbaşa bir tülbentle örtülü halde tutabilirdi. Ama erkek hekime çok az gereksinim duyulur, çoğu zaman hekim gibi çalışan kadınlara başvurulurdu.
Uzmanlıklarına göre ebelere "aşıcı", "damar basıcı", "kırbacı" (karın şişmelerini tedavi eden) gibi adlar verilirdi. Lady Mon-tagu(-0, 1717'de, bu kadınların çiçek hastalığına karşı ceviz kabuğu içine konulmuş bir aşı uyguladıklarını, aşının yararlarını gördükten sonra bunu kendi çocuğuna da yaptırdığını yazmaktadır.
Gizli doğuracak ya da çocuk düşürecek kadınlara yardım eden ebeler de vardı. Bunların çoğunun Musevi kadınları olduğu ve daha ziyade işlerini evlerinde yaptıkları söylenmektedir. Çocuk düşürmek İstanbullu kadınlar arasında dikkat çekici bir düzeye geldiğinden, bu durumun engellenmesi için 1858'de hükümetçe bazı tedbirler kondu. Önce hekim ve eczacılara, bununla ilgili ilaçları vermemeleri için istanbul kadılığı ve dört topluluğun (Müslüman, Yahudi, Ermeni ve Rum) dini liderleri tarafından yemin ettirildi. 5'ten fazla çocuğu olanlara yardım edilmeye başlandı; çocuk düşürenler de ihbar ediliyordu.
Sokakta Kadın: Kadınlar hamama ve mezarlığa gitmek, anne babasına ziyarette bulunmak, alışveriş etmek ya da sadece gezinmek için sokağa çıkabilirlerdi, ama bu durumda evin diğer hanımları, cariye ve hadımlar onlara refakat ederdi. Ancak yaşı çok ilerlemiş olanlar kendi başlarına sokağa çıkabilirlerdi. Kadınlar camiye gitmezlerdi. Ancak daha sonraki dönemlerde kadınların büyük camilerden Sultan Alımed ve Şehzadebaşı camilerine gitmelerine izin verilmişti.
Hangi milletten olursa olsun kadınlar gerek davranış, gerekse giyim bakımından sokakta azami derecede edebe uygun hareket etmeye mecburdular. Hükümet ve polis İstanbul'da bu konuyu çok ciddiye alırdı, çünkü 1725'te çıkarılan bir fermanda söylendiği gibi "Allah her türlü bela ve afetten korusun, İstanbul, Osmanlı ülkesinin yüzü suyudur; ulema, sulaha, üdeba beldesidir, ahalisinin tabaka tabaka, tespit edilmiş kıyafetleri vardır". Nitekim İstanbul'da yalnızca kadınlar değil tüm halkın
Kıyafet
kanunundan
sonra İstanbul
sokaklarında
görülen
hanımlar.
Cengiz Kahraman
arşivi
giysilerinin biçim ve renkleri rütbe, meslek ve milliyetlerine göre kanunlarla belirlenmişti.
Gerek ahlaki, gerekse ekonomik nedenlerle de, kadınların ev dışındaki davranışları ve kıyafetleri konusunda, yüzyıllar boyunca çok şiddetli yasak fermanları çıkarılmıştı.
Örneğin, 16. yy'da kadınların Eyüp'te kaymakçı dükkânlarına girmesi yasaklanmıştı. Buralarda kadınların âşıklarıyla buluşmaları nedeniyle "kadınların kaymakçı dükkânlarına gitmemesi, gelen kadınların dükkâna alınmaması" buyrulmuştur (1573).
Fetihten II. Abdülhamid döneminin (1876-1909) sonlarına kadar devam eden bir yasak da kayıklara erkeklerle beraber binme yasağıydı. Yasağın konulma nedeni bazı "hafifmeşreb nazenin taze kadınların, kayıklarda, kırıkları olan erkeklerle buluşmalarına mani olmak"tı. 1580'de bu konuda kayıkçılar kâhyasına gönderilen bir fermanda, "taze avratların levend taifesiy-le kayığa girip gezmelerinin" engellenmesi istenmektedir. Bu nedenle genç kadınlar Haliç ve Boğaziçi'nde dolmuş yapan kayıklara bile erkekle binemezlerdi. Bu yasaktan yalnız ihtiyar kadınlar, o da dolmuş kayığı olmak şartıyla istisna edilmişti.
19. yy'ın ortalarında da kadınların babaları ya da oğullarıyla sokakta yürümeleri, aynı arabaya binmeleri ve belli meydanlardan geçmeleri yasaklandı.
Tanzimat'ın ilanından sonra yayımlanan bir duyuruda, "Halkın ve hele kadınların elbiselerine dair evvelce ilan edilen hükümler bilindiğinden herkesin bu tembihlere uyması ve hilafına hareket etmemeleri icabetmektedir... Kadınlar açık sa-
çık kıyafetle gezmeyecek, saat onbirden sonra sokaklarda kadınlardan kimse kal-mıyacaktır. Kadınlar eşya almak için çarşı içinde dükkân ve mağazalardan içeri girip alışveriş edemeyecekler, alacağı ne ise bunu satan dükkânların önünde edebi ile durup istediği şeyi isteyecek, aldıktan sonra hemen evine dönecektir" denilmektedir.
1876'da sokaklar aydınlatıldığı zaman, kadınların gece sokağa çıkmaları yasaklanmıştı. 19. yy'ın son 10 yılında bile sultanın buyruğu ve şeyhülislamın talebiyle "Müslüman kadınların giyecekleri giysilerin niteliğini ve nasıl hareket etmeleri gerektiğini" belirleyen kurallar konmuştu. Buna göre genel yerlerde ve işlek caddelerde görünmek ve ziyaretler yapmak Müslüman kadınlara yasaklanmıştır. Polis memurları en büyük uyanıklığı göstermeye ve kurallarda öngörüldüğünden daha ince bir çarşaf giymeye cüret eden bir kadın görür görmez tutanak tutmaya çağrılmışlardır. Müslüman kadınlara arabayla ya da yaya olarak Beyazıt, Şehzadebaşı ve Aksaray semtlerine gitmek, oralarda gezinmek, Kapahçarşı'ya girmek ve dükkânlara girip oturmak yasak edilmiştir. Müslüman kadınların genel yerlerde gruplar halinde toplanmaları kesinlikle yasaklanmıştır. Bu tür bir grubu gören polis, kadınlara dağılmalarını emretmekle yükümlüdür. Bu dağılma çağrısı gruptaki en yaşlı kadına, yanındaki öbür kadınlara yöneltilecektir.
III. Osman (hd 1754-1757) kadınların haftada yalnızca 4 gün sokağa çıkabileceklerini buyurmuş, IV. Mustafa döneminde (1807-1808) ise kadınların evden çıkması yasaklanmıştı. Ancak bu yasaklar çok kısa dönemler için geçerli olmuş, diğer zamanlarda kadınlar kısıtlı da olsa evin dışı-
Dostları ilə paylaş: |