KADEV YAŞAMI
362
363
KADIN YAŞAMI
Osmanlı döneminde kadın giysilerine örnekler: 16. yy'da ev kıyafetleriyle kadınlar (solda) ve 18. yy'ın ortalarında düğünlerden sonra yapılan
bir paça gününde kadınları betimleyen anonim bir resim.
Viyana MÜH Kütüphanesi Yazmalar Böl., 8626/Osmanlı Döneminde istanbul Kadınları, İst., 1984 (sol), Sevgi Gönül koleksiyonu/Çağlar Boyunca Anadolu'da Kadm, 1994
Eminönü'nde kadın taksi şoförü, 1930'lar.
Salahatîin Giz
na çıkabilmişlerdir. Hattâ sokakta dolaşan kadınların sayısı 19. yy'da istanbul'a gelen bir ingiliz kadınını şaşırtmıştı: "Bir erkek kalabalığının arasına serpiştirilmiş kadın miktarı da tahminin çok üstünde idi. Rahat ve korkusuz köprüyü geçmekte olan bu beyaz, kırmızı, mavi, yeşil ve mor renkli kıyafetlere bürünmüş kadınların, şeffaf peçeleri arkasında parlayan siyah gözlerinden başka bir şey görmek mümkün değildi..."
Hali vakti yerinde olan kadınlar şehir içinde "koçu" denilen yaysız arabalarla dolaşırlardı. Koçu arabaları genellikle gösterişsiz olur, pencereleri kafesle kapatılır, içleri cevizle kaplanıp, kumaşla döşenirdi. Bunların binmek ve inmek için küçük merdivenleri vardı. Ancak sultanların ve kimi seçkin kadınların özel koçuları olur, diğerleri kira arabası kullanırlardı. Yaylı arabalar çıkınca koçular kullanılmaz oldu (bak. arabalar). Daha sonraları kupa, landolar çıkmış, kadınlar daha sonra da körüklü faytona binmeye başlamışlardı.
Kadınlar uzun seyahate nadiren çıkarlardı. Bu da çoğu kez hacca gitmek için olurdu. Bu uzun yolculuklarda koçu arabalarından daha rahat taşıma araçlarından, örneğin at ya da katır tarafından taşman tahtırevanlardan yararlanırlardı.
Eğlence Hayatında Kadınlar: Kadınların başlıca eğlenceleri, birbirlerine misafirliğe ve toplanıp mesire yerlerine gitmek, Kâğıthane ve Boğaziçi'nde kayıkla gezmek, alışveriş yapmaktı.
Kadınların en kolay ziyaret edebilecekleri kişiler kendi aileleri olurdu, bu fırsat da sık sık çıkmadığı için bu çeşit ziyaretler bazen 15-20 gün uzardı. Kadın, küçük çocukları ve cariyelerim alarak annesi, kız kardeşi, teyzesi, kayınvalidesinde birkaç hafta kalabilirdi. O da aynı şe-
kilde onları kendi evinde misafir ederdi. Böylece birçok aile hemen hemen bütün yıl boyunca birbirlerinin misafiri olarak vakit geçirirlerdi.
Hamama gitmek kadınların başlıca eğlencelerinden biriydi. Öyle ki, 17. yy'da kadının, "kocası ona mecbur olduğu şeyleri, ekmek, pilav, kahve, haftada iki defa hamama gitme parası temin edemiyorsa boşanma hakkına sahip olduğu" bildirilmektedir (bir diğer boşanma nedeni de erkeğin iktidarsızlığı ya da kadından normal olmayan zevkler istemeye kalkışmasıydı. Kadın bu durumda kadı huzuruna çıkarak kocasından ayrılma talep eder, kadı sebebini sorduğunda hiç konuşmadan ayağından pabucunu çıkarıp ters çevirerek yere koyardı). İstanbul'da bir dönemde zengin konaklarında 15.000 özel, halk için de 155 çarşı hamamı olduğu kaydedilmektedir.
Mezarlık gezileri kadınlar için aynı zamanda bir piknik olurdu, istanbul'a gelen birçok yabancı, mezarlıklarda oturup yemek yiyen, çocuklarını salıncakta sallayan kadınlardan hayretle söz etmektedir.
Mesire yerlerine arabayla ya da kayıkla gidilirdi. Bir ailenin özel kayığı olmasa da zarif ve değerli kumaştan bir kayık takımı, al renkli ehram, gümüş ve armudi seyir aynası, gümüş su tası ve sürahisi, iki gözlü Venedik sepeti, sefer tası, sofra takımı bulunurdu. Al ehram, kayığın kıç üstüne serilir, saçakları deniz sularına de-ğercesine kayığın iki tarafına salıverilirdi.
Ünlü Kâğıthane âlemlerinin(->) en hareketli, en parlak zamanı ilkbahar mevsiminin cuma günleri idi. Hıristiyanlar ise pazar günleri giderlerdi. Kadınlarla erkekler ayrı ayrı otururlardı. Birinci köprüden itibaren içeriye doğru sahilin bir tarafı kadınlara, diğer tarafı erkeklere, iç kısmındaki
top ağaçların altı da arabalılara ayrılmıştı. Kadınların mesire yerlerindeki davranışı da kurallara bağlanmıştı. Örneğin, 1752'de "hafifmeşreb kadınların namahremlerle buluşması" dolayısıyla çıkarılan fermanla "kadınların arabalarla uzak mesirelere gitmeleri yasak edilmiştir. Gidenlerle onları yasağa rağmen arabasına alıp götürecek arabacılar, yakalandıkları gibi istanbul'dan taşraya sürüleceklerdir".
İstanbul'un seyir yerleri hakkında 186i' de yayımlanan "tembihname"de ise herkesin gidebileceği mesireler sayıldıktan sonra şöyle deniyordu: "Fakat erkek ve kadınlar için özel yerler bulunduğundan kadın ve erkek karmakanşık oturmayacak ve oturamayacaktır. Şayet bunun aksine hareket edenler olursa kanunun 254. maddesine göre cezalandırılacaktır". İstanbul Boğaziçi ve Üsküdar seyir yerlerinden bazısı sırf cuma günleri kadınlara ve pazar günleri erkeklere mahsus olduğu için Kâğıthane, Moda Burnu, Fenerbahçe, Hacı-hüseyin Bağı, Ihlamur, Küçükçiftlik, Tak-simönü, Küçük ve Büyük sular, Çubuklu, Hünkâr İskelesi ve Arnavutköy'e cuma ve sair günlerde gidilebilirdi. Ancak pazar günleri Müslüman kadınların buralara gitmesi yasaktı. Gidenler olursa, yukarıda adı geçen kanun gereğince cezalandırılırlardı. Maslak, Şişli, Levent Çiftliği, Pangaltı, Zincirlikuyu gibi bazı yerler ise "öteden beri seyir yeri olmadığından" hangi gün'o-lursa olsun Müslüman kadınların araba ile durması ve sereserpe oturması tamamen ve kesin olarak yasaktı.
Kadınlar evlerde de düğün, doğum gibi nedenlerle çeşitli eğlenceler düzenlerlerdi. Sarayda ve devlet ileri gelenlerinin haremlerinde her zaman dans etmesini bilen cariyeler olurdu. Hem efendilerini, hem de hanımlarını eğlendiren onlardı. Diğer aileler ise profesyonel çengilerin hizmetlerinden yararlanırlardı. Evinde çalgı çaldıracak veya oyuncu oynatacak kimseler izin almak zorundaydılar. Bu izin para ödeyerek alınır, bunu yapmayanlar ise izin için verecekleri paradan daha çok ceza ödemek zorunda kalırlardı.
19. yy'm ortalarında kadın topluluklarına gösteri yapan çengilerin(-«) birçok kollara ayrıldığı kaydedilmektedir. Kolbaşı ve muavini ile beraber bir kol 12 kadından oluşurdu. Bunların yanında ikisi daire, birisi keman, biri de çiftenara çalmak üzere 4 tane de çalgıcıları bulunurdu. Çengiliğe heves edenler kolbaşı hanımın evindeki özel meşkhanede talim ederek 30-35 yaşlarına kadar sanatlarını icra ederlerdi. Bunların bulundukları başlıca yer Tah-takale Kadınlar Hamamı olup, derme çatmaları ise Ayvansaray'da Kıpti mahalle-sindeydi.
Ali Rıza Bey "çengilere, hamam ustalarına ve bunlarla sıkı fıkı canciğer olan bazı mirasyedi hanımlara zürafa (ince takım)" denildiğini anlatmaktadır. Bu "ince takım" kadınlar, zürafalığa alamet olmak üzere kenarları "ciğerdeldi", köşeleri "ah ah" işlemeli mendil bağlarlardı. Yazar, bu kısım kadınların cemiyet hayatına muhalif bir hayat geçirdiklerini, erkeklerden zevk alma-
dıklarım, kendi kendilerine kaldıkça âşıkane beyitler, kıtalar okuduklarını söyler.
Kadınların Giyim Kuşamı: Osmanlı İstanbul'unda kadınların giyim kuşamı sıkı kurallara bağlıydı. Kadınlar sokağa çıktıklarında ferace giyip yaşmak takarlardı (bak. giyim-kuşam).
Hıristiyan kadınlar da sokağa çıktıklarında Müslüman kadınlarla aynı kıyafeti giymek zorundaydılar. Aynı şey Avrupalı kadınlar için de geçerliydi; kendi mahallelerinden çıktıklarında Türkler gibi giyinmeye mecburdular. Ancak sokakta Müslüman ve gayrimüslim kadınların ayırt edilebilmesi için ferace ve ayakkabılarını statülerini belirleyici renklerde giymeleri öngörülmüştü. Müslümanlar sarı, Ermeniler kırmızı, Rumlar siyah, Museviler mavi ayakkabı giyerlerdi. Müslüman kadınlar kırmızı, yeşil, mavi gibi renklerde ferace giyerken gayrimüslimlerin feraceleri daha açık renklerde olurdu; yeşil renk giymeleri ise özellikle yasaklanmıştı.
Ferace, bedeni ve kolları bol (yazın kısa), önden açık, etekleri uzun bir giysiydi.
18. yy'ın başına kadar yakasız olan ferace
lere bu tarihten sonra omuzlara düşen ge
niş bir yaka takılmış, II. Mahmud döne
minde (1808-1839) ise yakalar topuklara
kadar uzamıştır. Genellikle kırmızı, mavi
ya da yeşil satenden yapılan bu yakalar,
gerdanda bir açıklık kalmasını sağlıyordu.
19. yy'ın ikinci yarısında ise feraceler ön e-
tekleri yuvarlak kesimli ve tek düğmeli
bir biçim almış, yakalan kırmalarla süslen
mişti. Kışlık feraceler çuhadan, yazlıklar
ipekli ince kumaştan yapılır, içleri bazen
"sandal" denilen bir tür beyaz atlasla astar-
lanırdı. Sonraları feraceler merinos, lahur-
daki, salaki, atlas vb kumaşlardan yapıl
maya başlandı.
Yaşmak beyaz renkli yumuşak kumaştan iki parçadan oluşurdu. Alttaki parça burnun ortasından başlayıp bütün göğsü örterek göbeğe kadar iner, üstteki gözka-paklanna kadar bütün başı kaplardı. Kimi zaman bunun üzerine takılan siyah peçe, yüzü tümüyle örterdi. Yaşmaklar da gide-
rek değişti, inceldi, içi gösterir hale geldi. 19. yy'm sevilen şarkılarından biri de şuydu: "Gençliğim var, isterim elbet bir al ferace, ince yaşmak, eldiven".
Yönetim kadınların giysilerindeki bu değişimleri de önlemeye çalışmış, padişahlar bu konuda birçok ferman çıkarmışlardır. 1725 tarihli "kimi yaramaz avratların" davranışlarının eleştirildiği kılık ve kıyafet fermanında, "kadınlar bundan böyle büyük yakalı feracelerle sokağa çıkmayacaklardır, başlarına üç değirmiden büyük yemeni satmayacaklardır. Feracelerinde süs olarak bir parmaktan kalın şerid kullanmayacaklardır" denmektedir. Yasağa uymayan kadınların feracelerinin yakaları kesilecek, bu suçu ikinci ya da üçüncü kez işleyenler ise taşraya sürülecektir.
1791'de çıkarılan bir fermanla terzilerin içi gösterecek kadar ince olan İngiliz ve Engürü şalisi denilen çuhalardan ferace kesip dikmeleri yasaklanmıştır. Yasağa uymayan terzinin, dükkânının kapısına asılacağı bildirilmektedir.
Bu tür yasaklar 20. yy'ın başında bile sürmüş, I. Dünya Savaşı sırasında çalışan kadınlar siyah eteklerinin resmen izin verilenden kısa olması halinde sık sık polis tarafından eve geri dönmeye zorlanmışlardı. 1917'de bir polis duyurusunda kadınlar "eteklerini uzatmaya, korse giymekten sakınmaya ve kalın bir çarşaf giymeye" çağrılıyorlardı.
Çarşaf, Suriye'den gelen bir giyim tarzıydı ve 1872'den sonra feracenin yamsıra kullanılmaya başlanmıştı. Tutucu kesimin bir tepkisi olarak görülen çarşaf, II. Abdül-hamid tarafından saraylı kadınlara yasaklanmıştı. Çeşitli modelleri olan çarşafın "torba çarşaf" denilen biçimi giderek ekonomik gücü düşük kesim arasında yaygınlaşmış ve bugüne dek varlığını sürdürmüştür.
Kadınlar ev içinde şalvar, bürümcük kumaştan topuklarına kadar uzanan ve uzun kollu gömlekler, kısa veya uzun kollu hırka ile yine kısa ve uzun kollu kaftanlar giyerlerdi. Zengin kesim bunların üstüne içi
kürklü veya kürksüz üst kaftanları giyerdi. Yüzyıllar boyunca bu kıyafetlerde kimi değişiklikler olmuş, elbiseler bedene oturmuş, şalvarlar bollaşmış, yakalar giderek açılmıştır. 19. yy'm ikinci yarısından sonra saraylı ve seçkin kadınlar Avrupa modasına göre giyinmeye başlamışlardı. 19- yy'm sonunda İstanbul'da yaşayan, D. Neave, tanıştığı kadınları "örtülerini açarlar, Paris ya da Viyana elçiliklerindeki akrabaları tarafından yollanan pahalı Paris kıyafetleri ortaya çıkardı. Yabancı dil bilen Türk hanımları, moda mecmualarını dikkatle takip eder, en son modaya göre giyinirlerdi..." diye anlatmaktadır.
Kadınların en çok kullandıkları makyaj malzemesi sürme ile kınaydı. Kaşlarına ve kirpiklerine sürme çeker, kınayla da tırnaklarını boyarlardı.
Saçlarını doğal biçiminde korur, ya u-zun örgüler halinde omuzlarına döker ya da başlarına taktıkları tülbendin etrafına dolarlardı. 50-60, hattâ 80 örgüsü olanlar vardı. Örgüler çoğunlukla çiçekler ve her çeşit mücevherle süslenirdi. Başın ön tarafındaki saçlar kısmen alnın üstüne dökülür, kısmen yanakları örterdi.
Her sınıf ve zümreden ev kadınlarının, saray kadınlarının dışında eski İstanbul'da fahişeler de vardı (bak. fuhuş). Müslüman fahişelerin sayısı çok azdı. Gayrimüslim fahişeler ise şehrin en sapa mahallelerine yerleşirler ve devamlı polis kontrolü altında olurlardı. Ancak kendi milletlerinden müşteri kabul edebilirlerdi. Müslüman erkekler ise bunları gizli gizli ve gündüzleri ziyaret ederlerdi. Çünkü geceleri sıkı bekçi kontrolü olurdu.
Fahişeler sokağa çok az, o da çok gerekli durumlarda, çıkarlardı. Bu yüzden onlara sokaklarda pek az rastlanırdı. Yine örtülü ve umumi terbiye kaidelerine a-zami derecede riayet ederek dolaşırlardı. Hiç kimseyle konuşmazlardı.
Özellikle I. Süleyman (Kanuni) döneminde (1520-1566) Müslüman fahişelere karşı çok sert bir tutum izlenir, fuhuş yaparken yakalanan kadınlara edep yerleri
KADINIAR DÜNYASI
364
365
KADIRGA
IMB
kesilerek işkence yapılırdı. Sonraki yüzyıllarda bu ağır işkenceler sona erse de, kötü yola düşen kadınlara kırbaç cezası ve hapis cezası verilmeye devam edildi.
Osmanlı döneminde istanbul'da kadın yaşamı, toplumun içine girdiği genel değişme ve Batı'ya açılma sürecine paralel olarak 19. yy'in ikinci yarısı, özellikle de 20. yy'dan itibaren değişmeye başladı. Kadının görece özgürleşmesine, toplum yaşamında yer almaya başlamasına, sistematik eğitim görmesi ve eve ya da hareme kapalı doğurgan ana olmaktan çıkıp "eş" ve toplumun bir üyesi olmasına doğru ilk küçük adımlar 19. yy'ın sonlarının ürünü oldu (bak. aile). Pera'da, Boğaziçi sayfiyeleri, Adalar vb yerlerde, Müslüman kadınlardan çok daha özgür koşullarda yaşayan ve üst tabakaları Batı'daki hemcinsleriyle eşit koşullarda yaşayan yabancı veya Hıristiyan kadınlar, üst sosyoekonomik kesimlerin Müslüman aileleri ve kadınlarına örnek oldular. 20. yy'ın başlarında istanbul'da kadın hareketi(->) örgüt ve yayınlarıyla kendini gösterirken Osmanlı dönemi kadın yaşamının yasak ve sınırları da bir ölçüde aşılmaya başlanmıştı (bak. ka-dm dergileri; kadın örgütleri). Cumhuriyet Dönemi Cumhuriyet sonrasında, Cumhuriyetin Batıcı anlayışının bir parçası olan kadın hak-
Kumkapı'da balık ağlarını tamir eden kadınlar.
Cumhuriyet Gazetesi Arşivi
ları, kadın eşitliği vb büyük ölçüde kâğıt üzerinde ve yasa hükümlerinde kalsa da bu gelişmelerden en fazla yararlananlar istanbul kadınları oldular. Çarşafı ilk ve en rahatlıkla atan, Kıyafet Kanunu'nun maddelerini en çabuk uygulayan onlardı.
istanbul'un her dönem görece fazla cilan eğitim, kültür, toplumsal etkinlik vb o-lanaklarından özellikle de belli kesim kadınlar, ülkenin diğer yörelerine göre daha çabuk ve daha fazla yararlandılar. Geleneksel ve dinsel değerlerin bir parçası olarak kaçgöç bir süre daha devam etmekle birlikte, orta halli evlerde ve Batıcı Osmanlı aydın kesimlerinde zaten çözülmüş o-lan harem ve harem yaşamı sona erdi. İstanbul kadınları yeni giyim tarzını, yeni toplumsal yaşam biçimini çabuk benimsedikleri gibi, İstanbul Türkiye'nin diğer bölge ve şehirlerine de örnek oldu. Kadınlar İstanbul'da tarım dışındaki alanlarda diğer yörelere göre daha çabuk ve daha kitlesel çalışmaya başladılar (bak. istihdam; işçiler).
İstanbul'da kadın nüfus 1927 sayımından başlayarak günümüze kadar hep azınlıkta kaldı. Bunun başlıca nedeni, İstanbul'a Anadolu'nun çeşitli yerlerinden çalışmaya gelen tek erkeklerin varlığıydı. 1927'de toplam 806.863 olan İstanbul nüfusunun 397.257'si; 1940'ta toplam 991.237
Bir
konfeksiyon atölyesinde çalışan kadın işçiler. Cumhuriyet Gazetesi Arşivi
olan nüfusun 452.255'i; 1955'te toplana 1.533.822 olan İstanbul nüfusunun 675.257' si; 1970'te 3.019.032 İstanbul nüfusunun 1.394.374'ü; 1980'de 4.741.890 olan İstanbul nüfusunun 2.259.643'ü ve 1990'da 7.309.190 İstanbul nüfusunun 3.510.429'u kadındı.
Bibi, N. Abadan, Social Change and Turkish Women, Ankara, 1983; Ali Rıza, Bir Zamanlar; Z. Arıkan, XV-XWI. Yüzyıllarda Avrupalı Gezginlerin Türkiye ile ilgili Gözlemleri, izmir, 1993; Ogier Ghiselain de Busbecq, Türki-yeyiBöyle Gördüm, İst., 1977; B. Caporal, Ke-malizmde ve Kemalizm Sonrasında Türk Kadını, Ankara, 1982; D'Ohsson, 18. Yüzyıl Tür-kiyesinde Örf ve Âdetler, ist., 1977; A. Demir-direk, Osmanlı Kadınlarının Hayat Hakkı Arayışının Bir Hikâyesi, İst., 1993; A. Duben, "Geçmişte Türk Ailesi: Mitos ve Gerçekler", Kadın Araştırmaları Dergisi, ist., 1993; C. Kafadar, "Tanzimat'tan Önce Selçuk ve Osmanlı Toplumunda Kadınlar", Çağlarboyu Anadolu'da Kadın, ist., 1993; Ş. Kurnaz, Cumhuriyet Öncesinde Türk Kadını, İst., 1992; Lady Montague, Türkiye Mektupları 1711-1718, İst., 1977; Mrs Max Müller, istanbul'dan Mektuplar, ist., 1978; D. L. Neave, Eski İstanbul'da Hayat, İst., 1978; Ahmet Rasim, Dünkü istanbul'da Hovardalık, ist., 1922; J. Thevenot, 1655-1656'da Türkiye, ist., 1978.
ZÜLAL KILIÇ
KADINLAR DÜNYASI
17 Nisan 1913'te İstanbul'da çıkan Kadınlar Dünyası dergisi, Cumhuriyet'e dek sayıları 40'a yaklaşan kadın dergileri içinde önemli bir yere sahiptir. Osmanlı kadını ile ilgili önemli bilgiler vermiş, kadın hareketine zemin sağlamış, kadın haklan mücadelesini başlatmıştır. Kadınlar Dünyası, amacı, üslubu, içeriği, faaliyetleri ve okur düzeyiyle, kendisinden önce çıkmış kadın dergilerinden farklıdır. Dergiyi bu ayrıcalıklı konuma getiren en önemli özellik, Osmanlı kadınının haklarını savunan, bu yolda bir hareket başlatan, kadınların eşit hak mücadelesini yönlendiren önemli bir demek olan Müdafaa-ı Hukuk-ı Nisvan Cemiyeti'nin (Osmanlı Kadınlarının Hukukunu Savunma Derneği) yayın organı olmasıdır.
İlk 100 sayı günlük, sonraki sayılar haftalık olmak üzere kesintilerle de olsa 1921'e dek yayımlanmıştır. Kadınlar Dün-yası'nm 4 sayfa ve resimsiz olan günlük nüshaları, haftalığa dönüştükten sonra resimli ve 16 sayfa olmuş, dergi kapakları fotoğraflı olarak çıkmıştır. Dergi, Türk kadınının fotoğrafını ilk kez yayımlayarak bu konuda da bir çığır açmıştır.
Kadınlar Dünyası, kısım-ı içtimai, kı-sım-ı edebi, terbiye-i etfal (çocuk terbiyesi), evrak-ı varide, kadın tefrikası bölümlerinden oluşur. Bu bölümlerde kadın hukuku ve hakları, çalışma, eğitim, aile ve toplumsal yaşamın kadına ilişkin yönleri sorgulanır, yerli malı ve vatan sevgisi gibi çeşitli konular işlenir, ansiklopedik bilgilere yer verilir.
100'üncü sayıda yeni bir yayın politikası çizilmiştir. Dergi bellibaşlı makalelerden başka iki kısma ayrılmıştır: İlkinde kadınların sosyal ve hukuki konumlarına ait "leh ve aleyhteki" tartışmalara, ikinci bölümde ise her türlü konuyu yazmak ve
yayımlatmak isteyenlerin yazılarına yer verilmiştir. Dergide tüm bunların yamsıra ev eşyası, temizlik, giyim ve makyaj malzemeleri ile kadını ilgilendiren her tür duyuru ve reklamlar da yer almıştır. Bu reklamlar arasında yeni çıkan kitap, gazete ve mecmualar göze çarpmaktadır.
Derginin bir diğer bölümü olan "hava-dis-i dünya", "ilim, görmek, işitmek ve başkalarının görüp işittikleri şeyleri ihzar eden evrak-ı havadisi okumakla istihsal olunur" ifadesiyle açıklanmıştı. Özellikle dünyadaki kadın hareketinin gelişimini izlemenin Osmanlı kadın hareketinin başarıya ulaşmasındaki önemi vurgulanmıştır.
Kadın derneklerinden bahsedilmiş, dernek programları ve faaliyetleri hakkında tanıtıcı bilgiler verilmiştir. Yeni açılan o-kulların ders programlan yayımlanmış, gerek yurtiçi, gerekse yurtdışında kadınlar için verilen konferansların haber ve metinleri de dergide yer almıştır.
Kadınlar Dünyası'mn tirajı konusunda kesin bir bilgi yoktur, ama 165'inci sayıda kâğıt sıkıntısı nedeniyle ancak 3.000 adet basılacağı doğrultusunda bir açıklama vardır. Batılı kadını Osmanlı kadınından haberdar etmek ve karşılıklı iletişim kurmak amacıyla, derginin bazı sayıları Fransızca olarak yayımlanmıştır.
Tüm bunların ötesinde, Kadınlar Dünyası, sahibi ve yazı kadrosuyla, dergiye gelen yazı ve mektuplarla kadınlara ait olan, hattâ mürettipleri bile kadınlardan oluşan bir dergidir. Yazı kadrosunu kadınların o-luşturduğu dergide yalnızca kadınların yazılarına yer verileceği ilke olarak benimsenmiştir. Böyle bir karara neden gerek duyulduğu 110. sayıda şöyle açıklanmıştır: "Hukukumuz, hukuk-ı umumiye arasında tanınmadıkça, kadın-erkek her nevi mesaide iştirak kabul olunmadıkça, Kadınlar Dünyası sayfalarını erkeklere açmaz". Üstelik, kadınlığın yükselmesi ile ilgilenen erkeklerin, kadınlığa ilgisiz olan erkek gazetelerinde yazılarını yayımlamaları daha yararlı olacaktı.
Derginin sahibi, Nuriye Ulviye'dir. 108' inci sayıdan sonra bu isim N. Ulviye Mev-lan olarak değişmiştir. Bu değişikliğe Nuriye Ulviye'nin gazeteci Rıfat Mevlan (Mev-lanzade Rıfat) ile yaptığı evlilik neden olmuştur. Yazı işleri müdürlüğünü 108'inci sayıya kadar Emine Seher Ali yürütmüş, 108-118 arasındaki sayılarda ise bu görevi müdür-i mesul olarak Ruşen üstlenmiştir. 163'ten sonraki sayılarda müdürlük Ulviye Mevlan'ın eşi Mevlanzade Rıfat Bey'e geçmiştir. Yazı kadrosunda şu isimler göze çarpar: Ulviye Mevlan, Aziz Haydar, Emine Seher Ali, Mükerrem Belkıs, Atiye Şükran, Aliye Cevad, Sıdıka Ali Rıza, Safiye Biran, Yaşar Nezihe, Nimet Cemil, Sa-cide, Nebile Akif, Melihe Cenan. Ulviye Mevlan, Aziz Haydar, Mükerrem Belkıs, Nimet Cemil kadın hakları, feminizm, sosyal sorunlar ve eğitim; Nebile Akif, Atiye Şükran donanma ve sanayi konularına a-ğırlık vermişlerdi. Mesadet Bedirhan sosyal içerikli piyes yazmış, şair Yaşar Nezihe de şiirlerinde aynı temayı işlemişti. Kadrodaki bir diğer şair Meliha Cenan'dır.
Kadınlar Dünyası dergisinin 3 Ocak 1914 tarihli 123. sayısının kapağı. Kadın Eserleri KütüphanesVLateper Aytek
Kadınlar Dünyası dergisi, toplumun farklı kesimlerindeki kadınlardan gelen yazı ve mektupları yayımlaması dolayısıyla da önemli bir kaynaktır. Dergide yayımlanan yazı ve mektuplarda yazar adıyla birlikte semt ya da vilayet, yani kadınların oturdukları yer de belirtilmiştir.
Çeşitli milletlerden çoğu gazeteci-ya-zar kadınların yazılarına da dergide rastlanır. BerlinerTageblatt gazetesinden Odet-te Feldmann, Times gazetesinden Grace Ellision, ayrıca Dr. Amelle Frisch, Lia Hur-şi, Lucy Tomayon, Madam Berthe Dan-gannes, Madam Dugue de la Fauconnerie, Dr. Frieda Oszcar, Madame Berthe De Lau-nay, Fahr-ül, Benat Süleymanova gibi isimlerin yazıları vardır.
Kadınlar Dünyası adı, bilinçli bir tercihin ürünüdür. Amaç, kadınların bir dünyası olduğunu göstermek ve onların nasıl bir dünya istediklerini her yönüyle ortaya koymaktır. Bu düşünce, Kadınlar Dün-yası'nm okurları tarafından da benimsenmiş, ismin içerikle örtüşmesi için bir an önce kadınlara ait bir dünya yaratılması ve tüm kadınların bu proje doğrultusunda çalışmaları gerektiği vurgulanmıştır.
Kadınlar Dünyası sadece Türk kadınına değil, din ve mezhep ayırımı gözetmeksizin herkese, hattâ Türkçe bilmeyen ecnebi kadınlara bile seslenmiştir. Dergide, ecnebi kadınlarla ve farklı etnik gruplardan kadınlarla bağlantı kurulması için yer ve zaman belirten açıklamalar yer almıştı. Bu kadınlar her perşembe saat 1-4 arası derginin idarehanesine davet ediliyordu.
Dergi, kadınların yazı yazmak konusundaki arzularının gerçekleşmesini, kendilerine güven duymalarını da sağlamıştır. Bundan dolayı da kadın okurlardan sürekli teşekkür almıştır. Erkeklerin çıkardıkları yayınlarda "saçı uzun aklı kısa" diye-
rek kadın yazılarına önem ve yer vermedikleri, kadın yazısına yer veren dergilerin ise ilgi görmeden kapandığı bir dönemde çıkan Kadınlar Dünyası, kadınları erkeklere müdâhane etmekten (dalkavukluk etmek) kurtararak önemli bir işlev üstlenmiştir (Canide Cihangir, "Bir Hasbıhal", 23 Nisan 1329, no: 20).
Yazı yazma isteği, fazla tahsili olmayan kadınlar için de geçerliydi. Bu kadınlar dergiye gönderdikleri mektuplar aracılığıyla düşüncelerini açıklama yolunu seçmişlerdir. Hattâ okuyucu mektuplarının sayıca çokluğu nedeniyle "evrak-ı varide" (gelen mektuplar) başlıklı bir köşe oluşturulmuştur.
Kadınlar Dünyası Osmanlı kadınını uyandırmış, harekete geçirmiş, sözcülüğünü yapmıştır. Kadınlar dergide, dergi çıkmadan önceki umutsuzluklarını açıklamışlar, bu durumu da kadınların varlığını gösterecek, birbirleriyle iletişim kurmalarını sağlayacak bir yayın organının olmayışına bağlamışlardır.
Kadınlar Dünyasılnın içeriği ve anlatımıyla genel yapısı o günkü değişen ve değişmek isteyen kadınla ilgili önemli ipuçları vermektedir. Dergiye Osmanlı kadınının statüsündeki, rolündeki, dahası kimliğindeki değişimleri görmek ve ne tür taleplerle ortaya çıktıklarım, sorunlarını çözmede kullandıkları yöntemleri öğrenmek açısından da bakılabilir. Tüm bunlar dergiyi kadın tarihi açısından önemli bir kaynak kılmaktadır.
Dostları ilə paylaş: |