Bibi. L. Ferdinando Marsigli, Bevanda Asiati-ca Brindata, Viyana, 1685; L. Rava, "il Conte Marsigli e il Caffe". Memorie Intorno a Luigi
Ferdinando Marsigli, Bologna, 1930, s. 357-381; H. Eduardjacob, Coffee: The Epic of a Commodity, Londra, 1935; William H. Ukers, AUAbaut Coffee, New York, 1935; A. Uribe Compuzano, Broum Gold. The Amazing Story of Coffee, New York, 1954; Alan S. Kaye, "The Etymology of Coffee. The Dark Brew",/o«m«/ of the American OrientalSociety, 106/3 (1986), s. 557-558; Ayvansarayî, Mecmuâ-i Tevârih, 429; Tarih-i Peçevî, I, 363-365; Kâtip Çelebi, Cihannüma, ist., 1145, s. 535-536; Tarih-i So-lakzade, 237; Kâtip Çelebi, Mizanü 'l-Hakkfî İhtiyari'l-Ahakk, ist., 1280, s. 46; Mustafa Na-ima, Tarih-iNaima, I, ist., 1140, s. 551-554; Tarih-i Kaş id, II, 425-426, V, 114-115; Gelibolulu Mustafa Ali, Mevâidü'n-NefâisfîKavâidi'l-Mecâlis, ist., (tıpkıbasım), s. 187-189; Latifi, Ev-sâf-ı İstanbul, ist., 1977; J. Dallaway, Constan-Hnople Ancient and Modern, Londra, 1797, s. 82; J. Auldjo, Journal of a visit to Constantinop-le, Londra, 1855, s. 161-165; R. Walsh, A Resi-dence at Constantinople, II, Londra, s. 240-244; Salname-i Vilayet-i Yemen, (3. defa), San'a, 1304, s. 102-107; Ahmed Raşid, Tarih-i Yemen ve San'a, II, İst., 1291, s. 312-315; d'Ohsson, Tableau, II, 123-126; Ebüzziya Tevfik, "Kahvehaneler", Mecmua-i Ebüzziya, S. 129-131 (21 Muharrem 1330-5 Sefer 1330); Ahmed Refik, "Kahve ve Tütün", ikdam, (5 Kânumsani 1340); R. Osman, "Memleketimizin Tarihinde Mükeyyifata Bir Bakış: Kahvehaneler", istanbul Belediye Mecmuası, 78/6 (Şubat 1931), s. 235-244; A. Süheyl Ünver, "Türkiye'de Kahve ve Kahvehaneler", Türk Etnografya Dergisi, V (1962), s. 39-84; ay, "Türkiye'de Kahvenin 400. Yıldönümü", Tarih Dünyası, S. 10 (l Eylül 1950), s. 419-423; ay, "Kahve 450 Yaşında", Hayat Tarih Mecmuası, 1/4 (Mayıs 1967), s. 12-14; Ahmed Refik, "Eski istanbul Kahvehaneleri", Akşam, (24 Şubat 1936); M. Halit Bayrı, "Semai Kahveleri", TFA, 1/11 (Haziran 1950), s. 163-105; M. Şerefeddin Yaltkaya, "Kahveye Dair Bir Türk Hekiminin Şahsî Mütalâaları", Türk Ttb Tarihi Arkivi, II/5 (1937), s. 3-6; T. Alangu, Çalgılı Kahvelerdeki Külhanbey Edebiyatı ve Numuneleri, ist., 1943; O. Cemal Kaygılı, istanbul'da Semai Kahveleri ve Meydan Şairleri, İst., 1937; R. Ekrem Koçu, "Eyüb'de Pi-erre Loti Kahvehanesi", TTOK Belleteni, 21/300 (Ocak 1969), 11; T. Toros, "Türklerin Avru-
KALAMIŞ
392
393
KALAMIŞ VAPURU
pa'ya Tanıttığı Sihirli İçecek: Kahve", Hayat 1/9-17 (24 Şubat 1977-21 Nisan 1977); H. Y. Şehsuvaroğlu, "Her Biri Birer Kulüp Olan Eski Kahvehaneler", Cumhuriyet, (l Haziran 1956); M. Gökgöl, "Kahvenin Hikâyesi", Yeni İstanbul, (17 Mart 1955); M. Aksel, "Kahve. Kahvehaneler", TFA, K/185 (Aralık 1964), 3589-3591; H. Turhan Dağlıoğlu, "Kahve Hakkında", HBH, S. 111 (İkincikânun 1940), 61-65; M. And, "Eski istanbul'da Meddah Kahveleri", Folklor, 1/3 (Temmuz 1969), s. 7-8; H. F. Es, "istanbul'da Eskiden Kahveler Nasıldı? Buralarda Hayat Nasıl Geçerdi?", Akşam, (30 Temmuz 1938); I. Numan, "Eski İstanbul Kahvehanelerinin içtimai Hayattaki Yeri ve Mimarisi Hakkında Bazı Mülahazalar", Kubbealtı Akademi Mecmuası, S. 2 (1981); Ralph S. Hattox, Cof-fee and Coffeehouses. The Origins of a Social Beverage in the Medieval Near East, Londra, 1985; E. Işın, "Semai Kahvelerinde insan ve Kültür", Sanat Dünyamız, S. 40 (1990), s. 26-29; ay, "İstanbul'un Tanrısız Tapınakları: Kahvehaneler", Çağdaş Şehir, S. 14 (Temmuz 1988), s. 82-85; R. Mantran, "XVII. Yüzyılda istanbul'da Kahve", ÎT, IH/15 (Mart 1985), 25-27; Ahmed Rasim, "Semaî Kahvehaneleri", Resimli Tarih Mecmuası, VII/4 (Nisan 1956); Ergin, Mecelle, I, 656; S. Birsel, Kahveler Kitabı, ist., 1975; Gerard-Georges Lemaire, L'Orient deş Cafğs, Paris, 1990; F. Georgeon, "Leş cafes â istanbul an XDCe siecle", Etudes Turqu-es et Ottomanes, I (Mart 1992), s. 14-40; M. Tuchscherer, "Cafe et cafes dans l'Egypte Ot-tomone XVF-XVIHe siecles", Contributions au theme du et deş Cafes. Dans leş societes du Proche-Orient, Aix-en-Provance, 1992 s. 25-51.
EKREM IŞIN
KALAMIŞ
Kadıköy'de bir semt ve aynı adla anılan koy.
Moda ve Fenerbahçe burunları arasında kuzey-güney doğrultusunda yer alan koya tam kuzeyde açılan Kurbağalı Dere' nin denize döküldüğü yerden (bugünkü
Fenerbahçe Spor Kulübü tesislerinden) güneye doğru uzanan ve sahile paralel bir yay çizerek Fenerbahçe'ye giden sokağın adı Kalamış iskele Sokağı'dır. Batısında denizin yer aldığı sokağın doğusunda ona paralel olarak, Kızıltoprak'ta Bağdat Cad-desi'nden ayrılan ve gene Fenerbahçe'ye uzanan yola ise Kalamış-Fenerbahçe Caddesi denilmektedir. İşte, Kızıltoprak'ın güneyinde Bağdat Caddesi ile Kalamış-Fenerbahçe Caddesi'nin makas yaptığı yerden başlayıp bu caddenin Fenerbahçe yakınlarında Kalamış İskele Sokağı ile kesiştiği yere kadar kuzey-güney istikametinde uzanan yolla deniz arasında kalan ince şeridin oluşturduğu kesim Kalamış adını alır. Semtin merkezi diyebileceğimiz mevki ise Kalamış Vapur îskelesi'nin bulunduğu bugün de küçük bir yat limanı (marina) haline getirilerek iki mendirek a-rasına alınmış alandır.
Münir Nurettin Selçuk'un kendi bestesi ve sesiyle ünlendirip, yediden yetmişe herkese duyurduğu Behçet Kemal Çağ-lar'ın mısralarında Yok başka yerin lütfü ne yazdan, ne de kıştan /Bir tatlı huzur almağa geldik Kalamış'tan diye tanımlanan Kalamış, Marmara Denizi -ve dolayısıyla İstanbul sahilleri- kirlenip, kıyılar bugünkü hallerine gelmeden önce, Kadıköy yakasının olduğu kadar kentin de en güzel yerlerinden birisiydi.
Kalamış Koyu'nun ve onun güney ucunu oluşturan Fenerbahçe'nin(-0 tarihi MÖ 7. yy'a kadar gider. Fenikelilerin kurduğu Halkedon kolonisinin söz konusu koyun doğusunda bir mezarlığa sahip olduğu, ayrıca bugünkü Fenerbahçe'de Tanrıça He-ra (Olympos'un hâkimi Zeus'un karısı) a-dına yapılmış bir tapınağın bulunduğu ba-
zı kaynaklarda kaydedilmiştir. Gene kimi kaynaklar, koyun kuzeyini oluşturan bugünkü Moda'daki(->) Halkedon bağlarını, yörenin mesire yeri olarak kaydederler. '
Bizans'ta İmparator I. İustinianos(-«) döneminde (527-565) bugünkü Fenerbahçe'de bir imparatorluk sarayı yapılmıştı. İustinianos ile Teodora'nın kullandıkları Hieria adını alan bu sarayın çevresi, özellikle koy boyunca uzanan bahçelerle, yoğun ağaçlıklarla, yeşilliklerle imparatorluk sarayı için geniş bir sayfiye alanı olarak düzenlenmiş ve bu arada mezarlık kaldırılmış, ayrıca çevrede bir kilise ile ayazma, hamam, deniz feneri vb yapılmıştı (bak. Hieria Sarayı). Sarayın bir de iskelesi vardı. O dönemde saray ve çevresindeki Bizans soylularının (İmparatoriçe Teodora dahil) o koyda denize girdikleri söylenir.
Bazı kaynaklara göre 600'lü yılların başlarında zamanın ileri gelenlerinden Eut-ropos (veya Eutropo) tarafından bir liman yaptırıldı. Liman ve koy bu adla anılmaya başlandı, sözcük zamanla Otropo'ya dönüştü.
Bizans sarayının sayfiye olarak seçtiği koyun eşsiz güzelliğinin Osmanlılar da farkına vardılar ve I. Süleyman (Kanuni) (hd 1520-1566) orada bir köşk yaptırdı, ayrıca artık ortadan kalkmış olan Bizans fenerinin bulunduğu yerde de fener yaptırılmasını emretti. Padişahın tuğrasını Receb 969/ Mart 1562 tarihli fermanda "Kadıköyü di-mekle maruf mahalle karîb Kelemiç-bur-nu nâm mevzi'de Müslümanların ve gayrin gemileri gece ile gelüp geçerken fanus olmamağın, ekser zamanda taşa çalup zarar ve ziyan olmağın" sözlerinde görüldüğü gibi, fener olmadığı için gece geçen gemilerin kayalara çarpıp hasar görme-
Kalamış
Ozan Bilgiseren, 1994
Kalamış
istanbul Ansiklopedisi
leri nedeniyle bir fener yapılması istenen, mahal Kelemiç Burnu diye adlandırılıyor- \ du. Koyun güney ucundaki fenerden do- \ layı bugün Fenerbahçe adıyla anılan burna, o zamanlar Kelemiç Burnu denilmesi, koyda birtakım sazlıkların, kamışlıkların bulunmasından ileri gelmekteydi. (Grekçe "kalamisia" sözcüğü "kamışlar" ya da "kamışlık" demektir.)
17. yy'ın ünlü seyyahı Evliya Çelebi, Kalamış Koyu'nun bir gezinti yeri olduğunu söyler, körfezin iç kısmında kumsalın beyazlığını ve denizi över, burada "deniz melikeleri gibi Âdem melekleri"nin yüzdüğünü söyler.
Fenerbahçe ve civarındaki köşkler, kasırlar 17. yy'da ve 18. yy'ın başlarında çoğaldıysa da, sonradan bu gelişme, sayfiyenin Boğaziçi'ne kaymasıyla ve orada yalılar, köşkler yapılmasıyla durdu.
Kalamış'ın asıl görkemli dönemi 19. yy' in ikinci yarısında başlar. Gerek devlet ricalinden, gerekse başka varlıklılardan, Müslüman veya gayrimüslim birçok kişi Bağdat Yolu ile deniz kıyısı arasına, Kızıltop-rak, Çiftehavuzlar, Göztepe, Caddebostan, Fenerbahçe, Erenköy vb gibi yörelere köşkler, yazlıklar yaptırırken, kentin en güzel koyu Kalamış da buranın en gözde sahili haline gelecekti. Özellikle İstanbul-Bağ-dat demiryolunun yapılması, saydığımız semtlere banliyö tren seferinin konulması, ek bir hattın Fenerbahçe'ye kadar uzatılması, Kalamış'a vapur seferlerinin başlaması gibi olaylar böyle bir gelişmede belirleyici etki yapacak, ayrıca bu güzel yöre sadece varlıklılara ait olmaktan çıkarak, İstanbul'dan, Beyoğlu'ndan, Üsküdar ve Kadıköy'den çok sayıda kişinin demiryoluyla ya da denizyoluyla perşembe, cuma günleri gezmeye, pikniğe geldikleri çok şenlikli, çok canlı bir mesire mahalline dönüşecekti. Sonra, buraya kadınlara ve erkeklere mahsus olmak üzere deniz banyoları yapıldı, tramvay seferleri konuldu vb.
Kalamış'ın bu özelliği 1950'li yılların sonlarına değin devam etti. Bağdat Caddesi'nin bugünkü haliyle yeniden düzenlenmesi sonucunda caddenin her iki tarafına apartmanlar yapılırken, bahçeler, bağ ve bostanlar, yeşil alanlar ortadan kaldırılırken, deniz tarafına düşen güney kesim daha hızlı bir iskâna uğradı ve andığımız diğer semtler gibi Kalamış da yazlık olmaktan çıkıp sürekli iskân yöreleri arasına katıldı. Derken, gerek bu evsel atıklarının, gerekse bir pislik yatağı haline gelmiş Kurbağalı Dere akıntılarının körfezi iyice kirletmesi, Marmara kıyılarının genel kirlenmesiyle bileşince Kalamış Koyu'nun eski güzellikleri büyük ölçüde ortadan kalktı. Kalamış'a vapur seferleri 1960'ta durduruldu. 1980'lerde körfezin bir bölümü dolduruldu, beton yığınından ibaret bir marina yapıldı. Kalamış İskelesi'nin yakınındaki Rum kilisesinin avlusunda bulunan ünlü Todori Meyhanesi ile kıyıdaki bazı lokantalar da kapandı, sahil marina ve te-
Kalamış'tan bir görünüm.
Nazım Timuroğlu, 1994
sislerinden, dükkânlarından ibaret kalınca, artık Kalamış'ın ne yazında, ne de kışında alınacak bir "huzur" kaldı.
İSTANBUL
KALAMIŞ VAPURU
Şehir Hatları İşletmesi vapuru.
Türkiye Seyr-i Sefain İdaresi tarafından 1928'de, eşi Heybeliada Vapuru(-0 ile birlikte Fransa, Marsilya'da Chantiers de Pro-vence Port de Bouc tezgâhlarında inşa e-dildi. 1912'de aynı tezgâhlarda inşa edilmiş Burgaz, Kadıköy, Moda adlı vapurların e-şiydi. 699 grostonluktu. Yazları 1.700, kışları da 1.119 yolcu alabiliyordu. Uzunluğu 61,2 m, genişliği 9,2 m, sukesimi 3,3 m idi. Her biri 350 beygirgücünde 2 adet tri-pil buhar makinesi vardı. Çift uskurlu olup saatte 10 mil hız yapıyordu. Yaz günlerinde yolcuların serinlemesi için alt güverteye vantilatörler yerleştirilmişti. 1960'lı yılların sonlarında kadro dışı bırakılarak satıldı.
394
KALCILAR HANI
Günümüzde Kalamış adlı bir şehir hattı yolcu vapuru daha vardır. 1987'de Haliç Tersanesi'nde motorlu olarak inşa edildi. "Şehit" tipi vapurlarmdandır. 456 grostonluktur. 1.500 yolcu almaktadır. Uzunluğu 58,2 m, genişliği 10,6 m, sukesimi 2,4 m'dir. Pendik-Sulzer yapımı, her biri 750 beygirgücünde 2 adet dizel motoru vardır. Çift uskurlu olup saatte 14 mil hız yapmaktadır.
ESER TUTEL
KALCILAR HANI
Eminönü İlçesi'nde Kapalıçarşı grubu hanlarından olup, Zincirli Han ile İmameli Han' in arkasında, Mahmutpaşa Yokuşu'na açılan Tarakçılar Sokağı'nın köşesindeki Kaşıkçı Han'ın(->) doğusunda inşa edilmiştir.
Kitabesi olmayan hanın inşa tarihini bildirecek bir kaynak da yoktur. Ancak mimari özellikleriyle, bulunduğu alanda yer alan diğer han yapılan ile olan benzerlik-leriyle 18. yy'a tarihlenebilir.
Yamuk bir alana intibak ettirilmiş plan semasıyla yapı avlulu, avlusu revaklı ve iki katlı olarak inşa edilmiştir. Taştan yuvarlak kemerli bir kapı açıklığı ile girilen yapının giriş mekânı çapraz tonoz örtülüdür. Yapı bulunduğu yerin topografyasına uydurulduğundan, doğu kanadı üç katlı olarak inşa edilmiştir. Düzensiz bir avlu şemasına sahip olan yapıda, revaklardaki kemerler zemin ve üst katta tuğla derz dokulu yuvarlak şekillidir. Üç katlı kanatta ise üçüncü katta revak kemerleri farklı olarak, sivri kemer şeklindedir. Revaklarm taşıyıcı sistemini örme taştan kare kesitli payeler o-luşturur. Her mekân revak altına birer kapı ve birer pencere ile açılır. Her iki kat re-vaklan ile zemin kattaki mekânlar beşik tonozla, üst kattaki mekânlar ise kubbelerle örtülmüştür.
Kalcılar Hanı
Yavuz Çelenk, 1994
Avlu revak cepheleri taş, tuğla-derz dokuyla meydana getirilmiş ve bu cepheler üstten tuğla kirpi saçak friziyle sınırlanmıştır. Yapının bitişik nizam durumu tek cephe ile dışa açılmasına neden olmuştur. Tarakçılar Sokağı'ndaki cephe günümüze bazı değişikliklerle ulaşabilmiştir. Ancak kesme taş ve üç sıra tuğla-derz hatıllı olarak inşa edilmiş olan cephede yuvarlak kemeriyle kapı tek açıklık olarak görülür. Cephenin üst kısmında ise mekânların dışa a-çılan pencere sıraları yer alır. Bu cephe üstten, tuğladan kirpi saçak friziyle sınırlanmıştır. Yer yer harap olan yapı, uygun olmayan onarımlarla günümüze ulaşmıştır. Özellikle kubbelerin çimento ile onarımı ilk bakışta görülen özensiz bir onarımdır. Kalcılar Hanı, kuyumcuların artık tozlarından altın ayıran "kalcıramatçı" atölyelerinin yerleştiği bir yapı olmuş ve bu zanaatın a-dıyla tanınmıştır. Bibi. Güran, İstanbul Hanları, 122-123.
GÖNÜL CANTAY
KAIDIRIMCILIK
Eskiden, toprak zemin üzerine taş döşeyerek yapılan yol anlamına gelen "kaldırım", bugünkü anlamından oldukça farklı bir kavramı karşılamaktaydı. "Yaya kaldırımı" ile "at, araba geçen yol" arasındaki fark ö-teden beri bilinmekle birlikte bu fark ancak İstanbul'da şehir içi trafik sorunlarının başladığı 19. yy'ın ikinci yarısında kesinlik kazanmıştır.
istanbul'da fetihle birlikte başlayan Osmanlı kaldınmcılığı öteki meslek gruplarında olduğu gibi geleneksel esnaf örgütlenmesine sahipti. Kaldırımcı esnafı, barış ve savaş yıllarına göre ayrı ayrı hizmetlerde bulunurlardı. İstanbul'un bitmek bilmeyen yol yapım ve yenileme hizmetleriyle suyollarının taş döşemeciliği, barış yıllarında kaldırımcıları inşaat mevsimi boyunca meşgul ederdi. Ordu sefere çıkacağı sırada ise her meslek için olduğu gibi kaldırımcılardan da ordu esnafı alınır, bunlar ordunun geçeceği yolların yapımı ya da o-narımında çalışırlardı. Ordunun sefere çıkıp dönmesi belli aylar arasında söz konusu olduğundan gidiş gelişin, haberleşmenin selameti açısından yol ustalarına büyük iş düşerdi.
İstanbul'un içinde ve yakın çevresinde yol inşaatı ve suyolu döşemesi yapan kaldırımcılar çoğunlukla Silivri ve köylerinde otururlardı. Bu yörede oturmakla birlikte büyük bir çoğunluğu Arnavutluk'tan gelmişlerdi. 19. yy'ın sonlarına kadar kaldı-rımcılık İstanbul'da Arnavutların yaygın mesleği durumundaydı. Türkçeye "arnavut-kaldırımcı" ve "arnavutkaldırımı" deyimlerinin yerleşmesi de bu yüzden olmuştur.
16. yy'dan kalma belgelerden anlaşıldığına göre kaldırımcılar inşa edecekleri yolun taşlarını da kendileri sağlamaktaydılar. Bu yönüyle kullandıkları ana malzeme taş olan kaldırımcılarla taşçılar arasında belli bir ortak çalışma alanı oluşmuştur.
İstanbul'un fethinden 1588'e kadar her iş dalında olduğu gibi kaldırımcılarda da fazla bir ücret artışı olmamış, şehir içinde
"cedid (yeni) kaldırım" yapımında l terbi (zira kare) için 6 akçe, "mahlut (taş toprak karışık) kaldırım" için ise 4 akçe ücret ödenmiştir. 1588'de başlayan enflasyon yüzünden kaldırımcıların ücretleri değiştirilmiş, buna göre yeni kaldırımın l terbisi 8 akçeye yükseltilirken, karışık kaldırım 4 akçede kalmıştır.
Evliya Çelebi de Seyahatname'de 1638 ordu esnafı alayını tanıtırken İstanbul'daki kaldırımcı esnafından da söz etmiş, bunların 800 kişi olduklarını belirtmiştir. Evliya Çelebi'nin çizdiği sahneye göre ama-vutkaldırımcılar, esnaf alayında ellerinde kazmalar, demir kösküler ile kaldırım düzeltme taklitleri yaparak ve Arnavutça sözler söyleyerek geçmişlerdi.
Kendi içlerinde geleneksel meslek örgütleri bulunan kaldırımcılar, devletle o-lan ilişkilerini kaldırımcılar kethüdası vasıtası ve mimarbaşının emir ve onayı ile yürütürlerdi. İşlerini götürü olarak yaptıkları için, önceden keşifle belirlenerek verilen yol işi, bittikten sonra da keşifle teslim alınırdı.
İstanbul'da yol yapımı "devlet eliyle" ve "çeşitli vakıf gelirleriyle" olmak üzere iki koldan karşılanırdı. Devlet tarafından yaptırılan kaldırımlarda yol üzerinde ev ve dükkânı olanların da belli oranlarda katkıda bulunmaları zorunluluğu vardı. Şehrin meskûn olmayan mahallerine yapılan yollarda ise masraf bütünüyle hazineden karşılanırdı.
İstanbul'un yangınlar ve seller yüzünden sık sık yenilenmek zorunda kalan yollan, kaldırımcıların her zaman aranan meslek erbabı olmalarına yol açmış, 1826'da İhtisab Nezareti kuruluncaya kadar mimarbaşının bunlarla ilgili sorumluluğu devam etmiştir. 1831'de Ebniye-i Hassa Müdüriye-ti(-») kurulunca kaldırımcılar buraya bağlanmış, 1857'den itibaren de İstanbul'un kaldırım işleri yeniden şehremanetine devredilmiştir.
1848 tarihli Ebniye Nizamnamesi ile her türlü yol ve bina inşaatı da düzene sokulmuş, yol yapımının bir mühendislik işi olduğu fark edilince de "şose kaldırımları" adıyla yenilikler yapılmıştır. İstanbul'da ve ülkenin başka yerlerinde yapılan yeni yollar için Türk ve yabana mühendislerden yararlanılmış, 1850'li yıllarda da "dürbünlü pusula" diye adlandırılan "teodolit" adlı mühendislik aleti ile haritacı subaylar devreye girmiştir. Beşiktaş, Ortaköy, Tophane, Beyoğlu, Galata ve Kasımpaşa'da yenilenen yol ve sokakların düzeni bu aletleri kullanan harita subaylarının katkılarıyla gerçekleşmiştir. Teknik hizmetlerdeki bu modernleşme kaldırımcı esnafının "uygulayıcı" olarak varlığına son vermemiş, ar-navutkaldırımcılar 20. yy'ın başlarına kadar varlıklarını korumuş, ancak asfalt yolların yaygınlık kazanmasıyla birlikte meslek de unutulmuştur.
Bibi. Evliya, Seyahatname, I, 628-629; (Ergin) Mecelle, I, 1084, 1098-1104, 1146-1147; C. Or-honlu, "Meslekî Bir Teşekkül Olarak Kaldırun-cılık ve Osmanlı Şehir Yollan Hakkında Bazı Düşünceler", GDAAD, S. I (1972), 93-138.
İSTANBUL
Ali
Süreyya
Kalemci-
oğlu
Turhan Baytop arşivi
KALEMCİOĞLU, ALİ SÜREYYA
(1855, İzmit - 10 Ağustos 1936, İstanbul) Eczacı.
Kalemcioğlu ailesinden Şeyh Mehmed Efendi'nin oğludur. 1884'te Mekteb-i Tıb-biye-i Mülkiye'nin eczacı sınıfından mezun olmuş ve diplomasını 1887'de almıştır. 1887'de Balıkesir Belediyesi, 1891'de Haseki Hastanesi eczacılığına atanmıştır.
Kalemcioğlu 1899'da "İksir-i Süreyya" (Elbdr Toni-Digestif Ferrugnineux) adım verdiği, bir ilaç hazırlayarak piyasaya çıkarmıştır. Bu hazır ilaç kısa bir sürede büyük bir üne kavuşmuş ve 1965'e kadar Pertev Laboratuvarı'nda imal edilmiştir.
İlk Türk tıbbi müstahzarlarından birinin sahibi ve yapımcısı olan Kalemcioğlu, meslektaşları tarafından çok sevilip sayılmış ve "Baba" lakabıyla tanınmıştır.
Cerrahpaşa Hastanesi'nde üremiden vefat etmiştir. Mezarı Merkezefendi Kabris-tam'ndadır.
Bibi. S. Ünver, "Türk Eczacılarının En Yaşlı Üstadı Süreyya ve Tıb Tarihimize Ait Hatıraları, 1857-1936", Dirim, S. 32 (1937).
TURHAN BAYTOP
KALEMKÂRLIK
Yumuşak madenlerin (gümüş, altın, bakır, san vb) üzerlerine ucu sivriltilmiş çelik kalemler vasıtasıyla desen ve şekiller oyma sanatına kalemkârlık ve bu sanatı yapan ustaya da kalemkâr denir. Altın pahalı olduğundan, sarı ve bakır gibi madenler de aşırı oksitlenme özelliğinde olduklarından bu gümüşe özgü bir sanat haline gelmiştir. Değişik şekillerde uçları sivriltilmiş çelik kalemler, bu sanatın en önemli aletidir.
Evliya Çelebi, 1638 ordu esnafı alayına katılan esnaf zümrelerini tanıtırken hak-kâklardan sonra "esnaf-ı kalemkârân-ı ku-yumcuyan"dan söz eder ve 200 dükkânda 300 usta kalemkâr çalıştığını ekler. Tanınmış kalemkârlar olarak da Unkapam'n-da Simitçioğlu Rum Mihail ve Ermeni Ha-çadur'dan; Bedestenönü'nde Aydın Ermeni ve Kalemkâr Tanburi Arnavut Osman Çelebi'den söz eder.
Kalem işinin yapımında şöyle bir yol takip edilir: Karakuyumcudan gelen şekillendirilmiş gümüş, ibrik, tepsi, zarf, şeker-
dan vb şeylere usta biçimlerine uyacak şekilde kâğıt üzerine müsvedde yapar. Müsveddeyi beğenirse onu sabit kalemle gümüş üzerine çizer, daha sonra da çizdiği desenin özelliğine göre değişik kalemler kullanarak işi tamamlar.
Bu çalışmaların en önemli özelliği sanatkârın çok iyi bir bileğe sahip olmasıdır. İyi bilek sözünün açıklaması, kâğıt ü-zerinde çok zordur, onun için bir ustayı seyretmek ve bir eser üzerinde konuşmak gerekir.
Kalemi topuzlu sapından avucu içinde sıkıca tutan usta, dal ve kıvrımlarda yumuşak dönüşü temin için nefesini tutar ve tek hareketle kıvrımı tamamlar. Güzel bir işte titizlikle başlama kadar işin sonunu da aynı titizlikle getirmenin önemi büyüktür. Değişik kalem çalışmaları, derin kalem ve yüzey yalamaları, işi daha dekoratif ve alımlı gösterir.
Bu yüzden kalemkârlıkta usta çok zor yetişir, iyi bir kalem işi nadir bulunur ve güzel eser sayısı da azdır. Bu sanatı iyi öğrenen ustalar savatC-») tekniğini öğrenince savat ustası; hat sanatını öğrenenler ise hakkak yani mühürcü olurlar (bak. hakkâklık). Sade kalemkârlık, savat ve hak ustalığının ilk durağıdır.
Kalem işi kendi başına bir eserde kullanıldığı gibi diğer tekniklerle beraber de sıkça kullanılmıştır.
Bibi. Evliya, Seyahatname, I, 575-576; Büngül, Eski Eserler, I, 142.
M. ZEKİ KUŞOĞLU
KALENDER KASRI VE BAHÇESİ
Boğaziçi'nin Rumeli yakasında, Tarabya-Kireçburnu arasında, Kalender mevkiinde yer almaktadır.
Eski İstanbul'un ünlü mesirelerinden o-lan bu mevkide ilk olarak, I. Ahmed döneminde (1603-1617), Sultan Ahmed Camii' nin bina eminlerinden Kalender Çavuş'un bir sahilsaray inşa ettirdiği tespit edilmektedir. Ahşap olduğu anlaşılan bu yapı kısa bir süre sonra harap düşerek ortadan kalkmış, sahilsaraydan geriye kalan bahçe, uzun yıllar, Boğaziçi'nin asayişinden sorumlu bostancılar tarafından karakol olarak kullanılmıştır. Boğaziçi kıyılarının revaç bulduğu ve birçok sahilsaray ve yalı ile bezendiği III. Ahmed döneminde (1703-1730) burada bir biniş kasrı yaptırılmış,
19. yy'ın
sonunda
Kalender
Kasrı.
Yüdız Albümleri, 90461
395 KALENDER KASRI VE BAHÇESİ
çevresindeki bahçe de mesire olarak düzenlenmiştir.
Patrona Halil İsyam'ndan sonra ihmale uğrayan Kalender Kasn ve Bahçesi 18. yy'ın ikinci yansında yeniden imar edilmiş, Sadrazam Koca Ragıb Paşa (ö. 1763), İstanbul'daki mesire geleneğine uygun olarak, burada bir namazgah ve çeşme inşa ettirmiş, III. Selim, Kalender Kasrı'nı yenileyerek yaz aylarında burada musiki toplantıları düzenlemeyi âdet edinmiştir. II. Mah-mud döneminde de (1808-1839) hanedanın ve devlet ricalinin bu mevkiye ilgi göstermeyi sürdürdüğü, ileri gelen vezirlerden Ağa Hüseyin Paşa'nın (ö. 1849) buraya bol miktarda su getirttiği, II. Mahmud'un Boğaziçi'nde düzenlediği gezintilerde Kalender Kasrı'na sık sık uğradığı bilinmektedir. 1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında, II. Mahmud karargâhını Rami Çiftliği'n-den Tarabya'ya naklederken sancak-ı şerif de Kalender Kasn'na getirilerek yapının salonlarından birinde muhafaza edilmiş, bu olaydan sonra hükümdarların ve hanedan mensuplarının, Kalender Kasrı'nm ö-nünden geçerken, sancak-ı şerifin hatırasına hürmeten ayağa kalkarak yüzlerim kasra dönmeleri bir gelenek haline gelmiştir.
Bugünkü Kalender Kasrı Abdülaziz (hd 1861-1876) tarafından, saltanatının ilk yıllarında inşa ettirilmiştir. İki katlı ve kagir o-lan yeni kasrın tasarımı dönemin başmi-marı Sarkis Balyan'a (ö. 1899) aittir. Abdülaziz, 17 Eylül 1864'te Fransa İmparatoru II. Napoleon'un yakınlarından Prens Mu-rat'yı Kalender Kasrı'nda kabul etmiş, bu yapı Cumhuriyet dönemine kadar hanedan mensuplarının ve .saraylıların günübirlik gezintilerinde uğradıkları bir yer olarak kullanılmıştır.
Cumhuriyet döneminde, mülkiyeti Milli Emlak Bankası'na intikal eden kasır 1933' te Milli Eğitim Bakanlığı'na devredilerek ortaokul haline getirilmiş, bir müddet sonra terk edilerek berduşların barınağı haline gelmiş ve bir yangın sonucunda önemli ölçüde tahribe uğramıştır. 1950'lerin sonlarında kasrın kalıntılarının ortadan kaldırılması düşünülmüş, bu sırada I. Ordu Komutanı Cemal TuraPın girişimiyle, ordu mensuplarının dinlenme tesisi olarak onarılmıştır. Günümüzde de bu kullanımını sürdürmektedir.
Bir bodrum ile iki kattan oluşan kasrın
1_
Dostları ilə paylaş: |