İPIİKHANE-İ ÂMİRE
1827'de Eyüp'te Bahariye'de kurulmuş fabrika.
Donanmadaki gemilerin yelken gereksinimini sağlamak ve yeni kurulan Asâ-kir-i Mansure-i Muhammediye için yazlık elbise ve iç çamaşırı üretmek amacıyla İstanbul'da Evkaf-ı Hümayun Nezareti'ne bir İplikhane kurma görevi verildi. Nazır Hacı Yusuf Efendi döneminde giderleri evkaf hazinesinden karşılanmak üzere nezaret tarafından Necib Efendi'ye bir fizibilite raporu hazırlatıldı. Bu raporda her biri günde 15 vukiyye (okka= 1.280 gr) pamuk işleme kapasitesinde 14 takım iplik çarkı yapılması, çarkları çalıştırmak için 40 tane at kullanılması, fabrikanın bir ustabaşı ve 106 işçi ile çalışarak yılda 69.300
vukiyye pamuk işleyip yüzde 10 fire ile 63.000 vukiyye iplik üretmesi öngörülmüştür. Raporda gerekli çarkların (tezgâhların) üretimi ve gerekli pamuğun sağlanması konusunda da öneriler getirilmiştir. Yapımına 1242/1826-27'de başlanılan fabrika binası 9 Recep 1243/26 Ocak 1828'de bitirilmiş ve fabrika emini olarak Lağım-cıbaşı Kara Osmanzade Yakup Ağa tayin edilmiştir. Fabrika binası 350 m boyunda olup ortasında avlu vardı.
Fabrika Eyüp'te Haliç kıyısındaki Bahariye'de Hançerli Fatma Sultan Sarayı ile Çukur Saray arsalarına kurulmuştu. Binanın yapımında Kirkor Kalfa, makinelerin montaj ve işletilmesinde Barutçubaşı Si-mon ile kardeşi Avannis görevlendirilmiş ve yabancı uzmanlardan da danışman olarak yararlanılmıştı. Fabrikaya ustabaşı tayin edilen Barutçubaşı Simon ile gerekli çarkları yaparak çalıştırmakla görevli olan kardeşi Avannis bir süre sonra aletlerin yapımını tamamlayamayacaklarım belirterek istifa ettiler. Bunun üzerine yapılan aletlerin istenilen nitelikte olmadığı, ahşap kasnakların rutubet alması nedeniyle bakırdan yapılması gerektiği saptandı ve yapım işiyle saatçi Kevork görevlendirildi.
Sonuçta, Zilhicce 1242/Temmuz 1827 - Rebiyülevvel 1245/Ekim 1829 arasındaki dönemde yapımı tasarlanmış olan 120 takım hallaç tezgâhından 114 takımı, 20 tane şerbetçi tezgâhından 19 tanesi, 20 tane bağırsak tezgâhından 19 tanesi, 14 takım iplik tezgâhının her biri 50 iğli olmak üzere tamamı, 9 tane atiyye (çile) tezgâhından 8 tanesi ve hayvan gücü ile çevrilerek tezgâhların çalıştırılmasına yarayan 11 tane meydan çarkının 8 tanesi hallaç ve 3 tanesi de iplik tezgâhlarını çevirmek üzere tamamı yapılmıştır.
Bu makinelerden hallaç tezgâhı (çarkı) pamuğu açıp harmanlayarak vatka biçimine getiren harman-ı hallaç makinesi, şerbetçi tezgâhı pamuğu tarayıp temizleyerek şerit biçimine getiren tarak veya kard makinesi, bağırsak tezgâhı pamuğu çeke-
rek fitil biçimine getirip kovalara yerleştiren çekme veya cer makinesi, iplik tezgâhı fitili eğirerek iplik biçimine getiren Ark-wright'ın "water-freme" makinesinin benzeri eğirme makinesi ve atiyye tezgâhı da eğrilen ipliği masuralara saran veya çile biçimine getiren bobin makinesidir. Bunların yapımında yerli malzeme kullanılmıştır. Vardiya başına 114 işçi ve 11 at ile çalışması öngörülen fabrika 65 işçi ve 12 at ile çalışmaya başlamıştır. Fabrika 1830' larda tam kapasiteye yaklaşmıştır. 1830'da 26.250 vukiyyesi yelken bezi ipliği ve 11.875 vukiyyesi don, gömlek ve yazlık elbise ipliği olmak üzere toplam 43.125 vukiyye iplik üretilmiştir. Üretimde Batı Anadolu kaynaklı pamuk kullanılmıştır, l vukiyye ipliğin fabrika maliyeti 155 para (3,875 kuruş) pamuk bedeli ve 125 para (3,125 kuruş) üretim gideri olmak üzere 280 paradır (7 kuruş). 110 dolayında işçinin çalıştığı İplikhane'nin yıllık ortalama iplik üretimi 80.000 kg dolayındaydı. Bunun bir bölümü fabrikadaki dokuma üretiminde kullanılmış, bir bölümü ise dışarıya satılmıştır. Fabrikanın pamuk gereksiniminin Kırkağaç, Soma, Balıkesir, Serez, Rinhana ve Drama'dan sağlanması planlanmıştır. Başlangıçta kâr eden fabrika Feshane(->) ile Hereke gibi yeni fabrikaların kurulması ve yelkenli gemilerin ortadan kalkması sonucunda önemini yitirmiştir. Fabrikanın 1286/1869-70'te de çalıştığı anlaşılmaktadır.
Fabrika makineleri ve kullandığı üretim yöntemi bakımından 19. yy'ın başındaki İngiliz fabrikalarına benzemekle birlikte güç kaynağı olarak su çarkı veya buhar makinesi yerine hayvan gücü kullanılmaktaydı.
Bibi. E. Dölen, Tekstil Tarihi, İst., 1992; N. Öz-türk, "XIX. Yüzyılda Osmanh İmparatorluğu "nda Sanayileşme ve 1827'de Kurulan Vakıf iplik Fabrikası", VD, S. 21 (1990) s. 23-80; W. Müller-Wiener, "15-19. Yüzyılları Arasında istanbul'da İmalathane ve Fabrikalar", Osmanlılar ve Batı Teknolojisi, ist., 1992, s, 53-120. EMRE DÖLEN
İPSİLANTİ YALISI
Boğaziçi'nde Tarabya'da bulunan yalı.
Babıâli'de tercüman olarak çalışan, Eflâk ve Boğdan'da voyvodalık yapan üyeleriyle tanınmış, önde gelen Fenerli Rum ailelerden olan îpsilantiler tarafından 18. yy'da yaptırılmıştı. Rusya yanlısı bir siyaset izleyen Aleksandros İpsilanti'nin, Osmanlı İmparatorluğu'nda barınamayacak bir duruma düşerek Saint-Petersburg'a kaçması üzerine, bina 1807'de III. Selim tarafından dönemin Fransa büyükelçisi General Sebastiani'ye, elçiliğin yazlığı olarak kullanılmak üzere verilmiştir. Daha önce de, Fransa büyükelçileri Saint-Priest ve Choiseul-Gouffier, diğer bir Fenerli aile Muruziler'e ait olan ve İpsilanti Yalısı' nın yanı başında, yer alan bir yalıyı, yaklaşık 1765-1785 arasında 20 yıl kadar kullanmışlardı. 1850'lerde oldukça harap bir duruma düşen İpsilanti Yalısı, yüzyılın ikinci yarısında geniş kapsamlı birçok tamirat geçirmiştir. 1913'te çıkan bir yangında esas bina tümüyle yok olmuş, geriye ancak büyükelçiliğin birinci kâtip ve tercümanlarına ayrılmış olan ve olasılıkla 19. yy'ın ortalarına tarihlenen ek bina kalmıştır. Bu bina, esaslı bir onarım geçirdikten sonra, 1989'dan bu yana Marmara Üniversitesi Fransızca Kamu İdaresi Bölümü olarak kullanılmaktadır.
Melling'in 1819 tarihli ünlü albümünde yer alan ve Tarabya kıyılarım gösteren bir gravür, İpsilanti Yahsı'nın 19. yy'ın başlarındaki durumunu oldukça ayrıntılı bir biçimde yansıtmaktadır. Gravürün sol tarafında, taş levha döşeli, 3-4 m enindeki bir rıhtımın gerisinde, birbirinden küçük bir avlu ya da bahçeyle ayrılmış iki bina görülmektedir. Yapılar muhtemelen kagir olan bir zemin kat üzerinde yükselen ahşap ikişer kata sahiptir. Kavisli konsolların taşıdığı yan yana dizilmiş çıkmalar, yol açtıkları ışık-gölge oyunlarıyla, binaların denize bakan cephelerine plastik bir nitelik kazandırmaktadır. İkinci kat seviyesindeki çıkmalar, birinci kattakilere göre öne doğru taşmaktadır. Hemen hemen odaların zeminine inecek kadar alçak konumlandırılmış geniş pencereler sayesinde yalının aydınlık ve ferah iç mekânları Boğaz manzarasına tümüyle açılmıştır. Üst katta ayrıca, barok üslupta, oval tepe pencereleri yer almaktadır.
20. yy'ın başlarında çekilmiş fotoğraflarda, Melling'in gravüründe yer alan karmaşık cephe düzenli binaların yerinde, daha yalın bir cepheye sahip yapıların yükseldiği görülmektedir. Bunlardan biri, günümüzde mevcut olan tek çıkmalı tercümanlar binasıdır. Esas yalıyı oluşturan ve 1913'te yanan diğer bina ise, iki kademeli çıkmalarıyla Melling albümünde görülen yalıyı anımsatmaktaysa da, bazı ayrıntılarda ondan ayrılmaktadır: 19. yy'm başlarına ait yapıda en az 7 çıkma varken, 20. yy'da çıkmaların sayısı 2'ye, inmiştir. Gravürdeki yapılarda yer alan oval tepe pencereleri de fotoğraflarda görülmemektedir. Bu farklılıkların, Melling'in binayı betimlerken gerçeğe tam uymayıp, hayali ba-
İPSİLANTİLER___186___187__İPTİDAİLER__İSTANBULUN_TARİHİ_BİR_KONAĞININ_YAĞMALANMASI'>İPSİLANTİLER
186
187
İPTİDAİLER
İSTANBUL'UN TARİHİ BİR KONAĞININ YAĞMALANMASI
...Bir güruh, müftînin hanesini yağmaya varub yüzelli seneden berü Hanedan-ı Hasancan'da müdahharî (toplanmış) olan nefais ve emti'a ve bisât ve kütüb-i nefise ve tuhaf ve nevâdir-i nadide, ân-ı vahidde (bir anda) târâc-gerde-i dest-i bî-edebân oldu (edepsizlerce yağmalandı). Menkuldür ki ref ve nakle kaabil olan eşyadan eser kalmadıkda minderleri pâreleyüb yol ortasında bırağub mahzenlerin demür kapulannı ve pencerelerini ve suyollarmı ve hamam ve baz'zı su-kufun kurşunlarını hatta müftinin kütübhanesi ve mahsus odası olan mekânın sa-defkârî ve halkan münakkaş dolab kapaklarını koparub götürdüler. Haremde olan nisvan mühimmatı ve bisât ve avaniye varıncaya garet eldiler. Sarhoş erazil ga-ret etdikleri eşyayı yolda rast geldiklerine cüz'i bahâ ile füruhta âdem ararlardı.
Tarih-iNaima,Vl,9l
Amhâssaüe de rrarice, ıhirapia-Bosphore.
Yüzyıl başından bir kartpostalda Fransız Elçiliği yazlık binası olarak kullanılan tpsüanti Yalısı
TETTVArşivi
Bibi. F. Pinon, "Notes sur le residences de France en Turquie durant la premiere moitie du XIXe siecle", L'Empire ottoman, la Repub-liaue de Turquie et la France, ist., 1986, 151-168; F. Irez-H. Aksu, Boğaziçi Sefarethaneleri, ist., 1992; Melling, Voyage; Bidem,- Türk Bahçeleri, 58-61.
AKSEL TlBET
İPSİLANTİLER
Komnenos Hanedanı(->) soyundan oldukları iddia edilen Fenerli Rum ailesi (bak. Fenerliler).
Aile 19. yy'ın başında Balkanlar'da Osmanlılara karşı başlayan ayaklanmalara öncülük etmesiyle tanınır. Ailenin ilk tanınmış şahsiyeti Atanasios Ipsilantis 1730'da İstanbul'da doğdu. İtalya'da Padova Tıp Fakültesi'nden mezun oldu. 1760'a kadar İstanbul'da vezir Ragıb Paşa'nın hekim-
zı ayrıntılar eklemesi nedeniyle ya da binalarda gerçekleştirilen onarımlar sonucu mu ortaya çıktığı, yoksa 19.' jjy'ın'ikinci yarısında, ek binanın yanısıra esas yalının da yeniden yapılmış olmasından mı kaynaklandığı şimdilik bilinememektedir.
Yalının arkasındaki tepenin Boğaz tarafına bakan yamacında, tabanı kabaca kıyı boyunca uzanan bir üçgen oluşturan geniş bahçe, iki büyük set halinde düzenlenmiştir. Yukarı set, iki tarafı fıstık ağaçlarıyla çevrilmiş, ortası da satranç biçiminde dikilmiş ağaçlarla bezeli gayet büyük bir teras şeklindedir. Setin yalı tarafında küçük bir çıkması vardır. Bu set ile aşağı set arasında, kaskatlı bir çeşme bulunmaktadır. Kat kat istinat duvarıyla tutulan bu setler merdiven ya da rampalarla kıyı tarafındaki aşağı bahçeye bağlanmıştır.
Ipşilanti Yalısı günümüzde Marmara Üniversitesi Fransızca Kamu İdaresi Bölümü olarak kullanılmaktadır.
Feıyal Îrez-Hüsamettin Aksu, Boğaziçi Sefarethaneleri, ist., 1992
ligini yaptı. Daha sonra Bükreş'e yerleşti, danışman hekim olarak Prens Giga'nın yanında bulundu.
Ailenin ikinci ünlü kişisi Aleksandros İpsilantis (1726-1806) çok iyi Fransızca, İtalyanca, Türkçe, Arapça ve Farsça konuşurdu. 1774'te Babıâli'ye baştercüman tayin edildi. 1787'de Boğdan'a voyvoda oldu. 1794'te de Eflâk voyvodalığına getirildi. Burada gizli çalışmalarla silahlı bir güç oluşturdu. Bu güç Yunan ihtilalinin temelini teşkil edecekti. Ancak oğullarının aşırı davranışları sonucu bu emeli gerçekleşmeyince istifa etmek zorunda kaldı. 1787" de patlak veren Osmanh-Rus Savaşı'nda Osmanlılara esir düştü. Daha sonra affedilerek 1796'da yeniden Eflâk voyvodalığına tayin oldu. 2 yıl sonra istifa etmek zorunda kaldı ve 1799'da yerine oğlu Kons-tandinos getirildi. İhtilalci damgası yediği için bir süre sonra tutuklandı ve gördüğü işkencelerden dolayı 1806'da öldü. Oğlu Konstandinos İpsilantis (1760-1816) 1796-1799 arasında İstanbul'da babası gibi tercümanlık yaptıktan sonra Eflâk voyvodası oldu ve çevreye Rus etkisini yaydı. 1806'da İstanbul'a gelen Napolyon'un generali Sabastiani'nin ısrarı ile görevinden azledildi. Tilsit barışı sonunda Rusya' ya gitti ve orada öldü.
Konstandinos İpsilantis'nin oğlu Aleksandros îpsilantis (1792-1828) 1820'de İstanbul'dan Odessa'ya geldi. Rus çarının harp yaverliğini yaptı. Odessa'da kurulan • Fililci Eterya Cemiyeti'ni yönetti. 1820'de başlayan Eflâk-Boğdan isyanında önemli rol oynadı. Bu isyanı Eflâk-Boğdan'da başlatmayı istenmesinin nedeni, Romen, Sırp ve Bulgarları da bu harekete katmaktı. 1821'de Yaş şehrine girerek Yunanlılara bağımsızlık için kardeşleri Yeorgios ve Nikalaos'la çalışmaya başladı. Bu durumu Tepedelenli Ali Paşa, Babıâli'ye duyurmuş ise de Halet Efendi(->) Fenerli Rum beylerinin kâtipliğinden yetiştiği ve Ali Pa-şa'ya da husumet beslediği için bu ihbarı dikkate almamıştı.
Aleksandros îpsilantis 1821'de Osmanlı Devleti aleyhinde beyannameler dağıtarak harekete geçti ve Bükreş'i işgal etti. Ancak, halk eskiden beri burayı yöneten Fenerli Rum beylerinden nefret etmekteydi. Bu yüzden ayaklanma başarılı olamadı ve Aleksandros Avusturya'ya kaçmak zorunda kaldı. Burada uzun süre tutuklu kalan Aleksandros 1827'de Rus çarının çabası ile serbest bırakıldı ve l sene sonra öldü.
Aleksandros'un kardeşi Dimitrios da bağımsızlık savaşına katıldı. 1822'de asilerin oluşturduğu mecliste bir anayasanın hazırlanmasında görev aldı. 1825'te Kava-lalı Mehmed Ali Paşa'nın oğlu İbrahim Paşa'nın ilerleyişine karşı koydu ancak başarı sağlayamadı. 1832'de Nauplion'da (Anapa) öldü. En küçük kardeşleri Ni-kolaos da 1821'de ağabeyi Aleksandros' un yanında kutsal birliğin topçu komutanlığını yapmıştır.
Bibi, Yorga, Osmanlı Tarihi, V, Ankara, 1948; Karal, Osmanlı Tarihi, V, VI.
KUTLUAY ERDOĞAN
İPŞİR MUSTAFA PAŞA OLAYI
8-9 Mayıs 1655 tarihlerinde İstanbul'da yaşanan ve Sadrazam îpşir Mustafa Paşa'nın idamıyla sonuçlanan ayaklanma. "Sipah ve Yeniçeri Cemiyeti", "îpşir Paşa Vak'a-sı", "Kürd Mehmed Vakası" da denmiştir. Atmeydanı Olayı(-0 ile Çınar Olayı(->) arasında İstanbul'un tanık olduğu başlıca eylemdir.
İstanbul görgüsünden ve kültüründen yoksun bir taşra adamı olan îpşir Mustafa Paşa, Abaza Mehmed Paşa'nın yeğeniydi. Anadolu'da ayaklanma çıkarmaması için kendisine eyalet valiliği verilmişti. İstanbul'da adının duyulması, çok güzel olduğu söylenen karısını, Sultan ibrahim'in l647'de istemesinden dolayıdır. Varvar (Vardar) Ali Paşa, kendisinden İpşir'in ka-nsını İstanbul'a göndermesi istendiği için ayaklanmış, fakat, Vardar Ali Paşa'nın bu tutumuna karşı onu yakalayıp idam ettirecek kadar vefasız olan îpşir Paşa, Halep valiliği ile ödüllendirilmişti.
Görevden alınan Derviş Paşa'nın yerine 28 Ekim 1654'te îpşir Paşa vezirazam atandı. Halep'ten gelişine kadar da Melek Ahmed Paşa(-») Sadaret kaymakamlığına getirildi, îpşir Paşa ise istanbul'a gelmekte acele davranmayarak Konya'da bir süre oturdu. Çevresine topladığı sanca ve sekbanlarla harekete geçti. İstanbul'a ulaşan haberlerden halk korkuya kapıldı, îpşir Paşa'nın İstanbul'a yürüyeceği, Anadolu'da bağımsızlık ilan edileceği dedikoduları yayıldı, îpşir Paşa ise, başkent halkının kendisinden korkmasını istediği için bu dedikodulardan memnundu, izmit'e gelerek bir süre de burada oyalandı. Saray çevresinde bir grup onun azledilmesini isterken eski vezirazam Kaptan-ı Derya Murad Paşa da îpşir'i tutuyordu. Bir hatt-ı hümayun ile samur kürk gönderilerek bir an önce istanbul'a gelmesi istendi, îpşir, davetçi bostancı hasekisine, başka vezirlere benzemediğini, istanbul'daki etkili kişilerin buyruğuna girmeyeceğini, otur denince oturup, kalk denince kalkmayacağım, çöplük subaşılığının bile rüşvetle verildiği istanbul'u yola getirmek için görev aldığım vb açıkladı.
Şubat l655'te, yanında binlerce sarıca ve sekban olduğu halde Üsküdar'a inen îpşir Paşa, halkı ve devlet adamlarını büsbütün korkuttu. Herkes evlerine çekildi. 28 Şubat günü, nişanlısı Ayşe Sultan'ın (I. Ah-med'in kızı) oturduğu Nasuh Paşa Sara-yı'nda kendisine büyük bir şölen verildi. Ertesi gün seher vakti toplar atılırken Salacak îskelesi'ne indi. Buradan, ulemanın eşliğinde Eyüb Sultan'ı ziyarete gitti. Ocak ağalarının, kapıkulu askerlerinin, ulemanın ve vezirlerin katıldığı görkemli bir a-layla Edirnekapı'dan istanbul'a girdi. O gün, bu töreni izlemeyen istanbullu kalmamıştı. Vezirler siyah samur kürklü, aba-za ağalan asker giysili idiler. Ulema örf denen sarıklarıyla alayda yer almışlardı, îpşir Paşa ile Şeyhülislam Ebu Said Mehmed Efendi beyazlar giymişlerdi. Önlerinde ise 8 yeniçeri, başlarında keçe külah, sırtlarında kaplan postu, göğüslerine astıkları çö-
gürleri çalıp yüksek sesle türküler söyleyerek yürümekteydiler. Saraya giden îpşir Paşa, IV. Mehmed'le görüştü. Ertesi gün de vezirazamlık görevine başladı. Ancak kente soktuğu sekbanlar ve sarıcalar, her tarafta terör estirmeye koyuldular. Zengin devlet adamlarının malları müsadere edildi. Öte yandan Anadolu'ya dönmelerine izin verilmeyen sipahiler ise kuşkuya düşüp yeniçerilerle temasa geçtiler, îpşir Paşa, tutarsız buyrukları ve haksız işlemleri ile herkesi gücendirdi ve kaygılandırdı. Başlangıçta kendisine destek veren Kaptan-ı Derya Murad Paşa, îpşir'i tasfiye etmek için harekete geçti. Üsküdar'da oturan sipahi ağalarını Tersane'ye çağırarak gizli görüşmelerde bulundu. Ocak ağalan ile saray ileri gelenlerini de ikna etti. Halk arasına da îpşir Paşa'nın, Üsküdar'daki sipahileri istanbul'a geçirtip yeniçeri odala-nm bastırtacağı, ocak askerlerini kırdıracağı dedikodusunu yaydı. İstanbul tam bir sessizliğe gömüldü. Yeniçeri odalarının kapıları zincirlerle bağlandı.
8 Mayıs 1655 günü, İpşir'in küskün a-damlarından Kürt Mehmed 5-600 sipahi ile İstanbul'a geçip Atmeydanı'na(->) geldi. "Devlet nizamına ve mezalimin define dair davamız vardır!" diyerek eyleme geçti. Yeniçerileri de meydana çağırdı. Kapıkulu askerleri odabaşıları ile Atmeydanı' na geldiler. IV. Mehmed'in dağılmaları yönündeki buyruğunu geri çeviren eylemciler, İpşir Paşa ile Şeyhülislam Ebu Said Mehmed Efendi'nin idamını istediler. Tersane Bahçesi'nde olan IV. Mehmed, Top-kapı Sarayı'na döndü. Vezirazam ve şeyhülislam da saraya geldiler. O gün, îpşir Paşa'nın Ayasofya'daki sarayını yağmalayan asiler ele geçirdikleri paraları ve değerli malları heybelere doldurup Atmey-danı'na döndüler. Vakit geç olduğu için geceyi meydanda geçirip ertesi sabah da müftünün konağını yağmaya gittiler. Bu konak, Hasan Çan'ın ve Hoca Saadeddin Efendi'nin aile ocağı olup içinde büyük bir de kitaplığı vardı. Eylemciler hepsini talan ettiler.
IV. Mehmed, îpşir Paşa'nın sancak-ı şerifin çıkarılması önerisini kabul etmedi. Asilerden gelen baskı sonucu vazirazam-lıktan azlettiği İpşir Paşa'yı boğdurdu. Başı Atmeydanı'na gönderildi. Kesik baş, Kürt Mehmed'in emriyle bir harbeye takılıp meydanda gezdirildi. Sonra bir kazığa ge-
çirilip oturma yerlerinin damına konuldu. Yeni vezirazam Murad Paşa, îpşir Paşa' nın cesedini ve başını Kara Mustafa Paşa Türbesi'ne gömdürttü.
Kürt Mehmed ile Üsküdar'daki Abaza Hasan, ayrı ayrı ve sarıcalarla sipahilerin başında Anadolu'ya gittiler. Abaza Hasan ikinci kez ayaklanırken kendisine voyvodalık verilen Kürt Mehmed, Adana'da i-dam edildi.
Bibi. Tarih-i Naima, V, 444 vd, VI. 29-104; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, m/1, 272-287.
NECDET SAKAOĞLU
İPTİDAİLER
"Mekatib-i iptidaiye", "usul-i cedide mektepleri", "numune iptidaileri", "taş mektep" de denmiştir, ilki, 1862'de istanbul' da açılan ve Arap elifbası ile Türkçe okuma yazma öğretimini de içeren ders programlarının uygulandığı resmi ve özel Osmanlı ilkokulları, iptidainin sözcük anlamı "başlangıç" olup Tanzimat ve Meşrutiyet dönemlerinde medreselerin dışında kalan okullar aşamalandırılırken iptidailer bu sıralamada başlangıç sayılmıştı, iptidailer, ders programı, öğretim yöntemleri, a-raç gereçleri ve öğretmenleri ile geleneksel mahalle mekteplerinden(->) farklıydı. Bu nedenle bunlara "usul-i cedide mektepleri" de deniyordu. Binası kagir ve daha özenli olanlarına "taş mektep", kapsamlı ders programlan ve öğretmen kadroları bulunanlara ise "numune iptidaisi" denmekteydi.
Rüştiyelere(->) öğrenci hazırlamak için, sıbyan mekteplerinin ıslah edilmesi girişimi, 1862'de yayımlanan bir nizamnameyle başlatıldı. Buna göre istanbul, "merkez" denen 12 eğitim-öğretim bölgesine ayrıldı. Her merkezde, ilkin 2'şer, daha sonra 3'er sıbyan mektebinde okuma yazma öğretimi ağırlıklı bir uygulamaya geçildi. Bu okullara Meclis-i Maarifte yapılan sınavı kazanan muallimler atandı ve kendilerine 100'er kuruş aylık bağlandı, iptidai denen 3 yıllık bu yeni okullardaki Kuran-ı Kerim, tecvid ve ilmihal dersleri, diğer sıbyan mekteplerine koşuttu.
18 Aralık 1862'de kaleme alınan Meclis-i Maarif-i Umumiye mazbatasında, ilköğretimin önemi vurgulanarak istanbul' daki sıbyan mekteplerinin yetersizlikleri ve ıslah edilmeleri gerektiği açıklandı. Kentteki 360 sıbyan mektebinin yenileş-
İPTİDAİLER
188
189
İRAN ELÇİLİĞİ BİNASI
19. yy'ın sonunda Üsküdar'da, modern ders araç-gereçlerine sahip bir okulun iptidai ve rüştiye sınıfları öğrencileri öğretmenleriyle.
Necdet Sakaoğlu arşivi
tirilmesinin de olanaksızlığı belirtildi. Bu tutanağın en dikkate değer yönü ise, iptidai adıyla ıslah edilecek okullarda "Arabistan usulüne göre harflerin şekillerini göstermek ve alıştırmak için" çocuklara divit, taş tahta ve taş kalem verilmesinin uygun görülmüş olmasıydı. Gerçi o tarihlerde Arabistan'da bu tür bir uygulama yoktu. Batı eğitimine özgü ders araç ve gereçlerinin istanbul okullarında kullanılmasına tutucu çevrelerden yönelecek tepkiyi önlemek için böyle denilmişti, iptidai öğrencilerine dağıtılacak divitlerle küçük taş tahtaların ve taş kalemlerin de Maarif Ne-zareti'nce temin edilmesi kararlaştırıldı.
İptidai uygulamasının ilk başarılı örneğini Selim Sabit Efendi (1829-1910) Süley-maniye İptidaiyesi'nde gerçekleştirdi. Burada, Fransa'daki okullarda olduğu gibi, yazı tahtası, şemalar, haritalar ve en önemlisi de öğrenci sıraları vardı. Ama, medrese çevreleri büyük tepki gösterdiler. Şikâyetlerini şeyhülislamın aracılığı ile Sultan Abdülaziz'e ulaştırdılar. Maarif Nezareti, Selim Sabit Efendi'yi, çocukların Ku-ran-ı Kerim'i sıra üstünde değil yere diz çökerek okumaları konusunda uyardı.
1869'da yürürlüğe giren Maarif-i Umumiye Nizamnamesi'nde olasılıkla bu tür tepkilerden çekinilerek "iptidai" sözcüğünden kaçınılarak "mekatib-i sıbyaniye" başlığı altında (3-17. maddeler) ilköğretime ilişkin hükümlere yer verildi. Bununla birlikte iptidailere öğretmen yetiştirmek için Dariilmuallimin'de(-0 bir şube açıldı. 1873' te Cevdet Paşa'nın(-») maarif nazırlığı sırasında, Selim Sabit Efendi'nin Süleymani-ye îptidaisi'nde uygulamakta olduğu u-sul-i cedide-i tedrisiyenin (yeni öğretim metodu) yaygınlaştırılması amaçlandı. Nu-ruosmaniye Taş Mektebi, "Numune iptidaisi" adı verilerek bir tür pilot okul konumuna getirildi. Selanikli Abdi Efendi ise ilk özel iptidaiyi Süleymaniye semtinde açtı. İzleyen yıllarda da "Selanikli hocalar" denen ve eğitim tarihinde iz bırakan bir grup
(Abdi, İsmail Hakkı, Şemsi efendiler) İstanbul'da yeni özel iptidailer açtılar.
28 Nisan 1875'te yayımlanan talimatname ile Maarif-i Umumiye Nizamnamesi' nin öngördüğü "tedris meclisleri"ne açıklık ve uygulama olanağı getirildi. Buna göre Dersaadet(->) ve Bilad-ı Selase(->) iptidailerinin "daireler" kapsamında toplanması, her dairenin bir tedris meclisi, dairelerin ayrılacağı şubelerin de birer tedris meclisi şubesi bulunması öngörüldü. Bu kurullara, İstanbul mahallelerinin imam ve muhtarları ile o semtin ileri gelen kişilerinin katılmaları kabul edildi. Kurullar, okul açmak ve okul giderlerini karşılamak üzere semt halkından para toplamak, o-kulun yönetimi için karar almak yetkisine sahiptiler. Bir örnek olarak Yeniköy Tedris Meclisi'nde Ticaret Nazırı Kabulî Paşa, Şûra-yı Devlet Tanzimat Meclisi azası Besim Bey, Ayan azası Ahmed Şükrü Bey gibi dönemin önde gelen kişileri de bulunuyordu. Tedris meclisleri uygulaması, İstanbul'a mahsus olarak 19l6'ya kadar devam ettikten sonra II. Meşrutiyet'in (1908-1918) son yıllarında ülke genelinde de uygulanmaya çalışılmıştır.
1892'de tedris meclislerinin aynı ilgiyi ve başarıyı gösterememesi üzerine Maarif Nezareti yeni bir talimatname ile iptidailerin denetim görevim üstlendi. İptidailerin genel amacım "padişaha, ana ve babasına, hocalarına bağlı ve saygılı, dindaşlarına, vatanına, insanlığa sevgi duyan, küçüklerine şefkat besleyen, bilime ve erdeme hevesli" bireyler yetiştirmek tarzında açıklayan bu talimatname, İstanbul iptidailerim "Dersaadet ve kasabat iptidai mektepleri" adı altında 3 sınıflı, haftalık ders saati toplamı 22-24 olarak, "kurra (köy) iptidaileri"ni ise 4 yıl süreli, haftada 18-19 ders saatli öngörmüştü. İstanbul iptidailerinde her sabah derslere, Fil suresinden Fatiha'ya kadar Kuran surelerinin okuttu-rulması ve ardından padişaha millete ve ümmet-i Muhammed'e dua ile başlanma-
sı koşuldu. Talimatname ile İstanbul'daki 12 merkezin en iyi ve yeterli birer okuluna "merkez iptidaisi" denilerek buralarda fazladan birer muallim bulundurulması ve bu görevlinin, diğer iptidailerdeki usul-i cedid-i tedrisiye uygulamalarını sürekli denetlemesi esası da getirilmişti. Merkezler ve her merkezdeki sıbyan-ipti-dai mektepleri sayılan ile merkez iptidaileri, talimatnamede gösterilmişti. Bunlar: Aksaray 27 okul (Mahmudiye Merkez İptidaisi), Sultanahmet 24 okul (Sultan Mah-mud Merkez İptidaisi), Tophane 30 okul (Şahhuban Merkez İptidaisi), Eyüp 12 okul (Mihrişah Merkez iptidaisi), Sultan-selim 16 okul (Esad Efendi Merkez iptidaisi), Çengelköy 19 okul (Havuzbaşı Merkez İptidaisi), Üsküdar 34 okul (Sultan Selimiye Merkez iptidaisi), Beşiktaş 20 okul (Süheyl Bey Merkez iptidaisi), Emirgân 14 okul (Sultan Ahmed-i Salis Merkez İptidaisi), Emirbuharî 22 okul (Kara Emin Bey Merkez iptidaisi), Fatih 19 okul (Hekim Şirvanî Mehmed Efendi Merkez iptidaisi), Haseki 29 okul (Halid Efendi Merkez iptidaisi) idi. Bu 267 iptidaiden başka, rüştiyelerin ve diğer inas (kız) ve meslek okullarının, ayrıca sayılan 27 olan hususi mekteplerin de iptidai aşamaları vardı. Hususi iptidailerin en tanınmışı, istanbullu aydın ve zengin ailelerin, çocuklarını kaydettirmekte yarıştıkları, 1882'de açılan Şemsü'l-Maarif'ti. Yıldız Sarayı'nm himayesindeki Mekteb-i Hamidî de tercih edilen özel okullardandı. II. Abdülhamid döneminde (1876-1909) istanbul'da yeni birçok okul yapıldığı halde iptidai düzeyinde yalnızca Kıztaşı Mektebi (1895) inşa ettirildi. İptidailer için hizmet binaları yapılmadığından da bu okullar genellikle eski külliyelerde, cami meşrutalarında ve hayırseverlerin tahsis ettiği tek odalı mekânlarda hizmet vermekteydi.
. İptidai programı, 3 sınıf için Kuran-ı Kerim, ilmihal, imla, kıraat, hesap, hüsn-ihat ortak dersleri yanında, 1. sınıf için elifba, 2. sınıfta tecvid, ahlak, 3. sınıfta da tecvid, ahlak, sarf-ı Osmani, mülahhas tarih-i Os-mani, muhtasar coğrafya-yı Osmanî derslerini içeriyordu. 1893'te, iptidai ve rüştiye sınıflarını içeren 6 yıllık inas mektepleri için program düzenlenirken, bu okulların özelliği gereği, idare-i beytiye, el hünerleri dersleri de konuldu. Benzeri bir program da kız sanayi mekteplerinin iptidai sınıflarında uygulanıyordu. Bu okullarda, aylıkları Evkaf Nezareti'nce ödenen 25 muallime (bayan öğretmen) görevliydi. İnas mekteplerine yalnızca kız çocukları devam edebilirken diğer iptidailer karma, muallimleri de erkekti. II. Meşrutiyet'e kadar istanbul'da iptidai sayısında ve prog-ramlannda başkaca bir yenilik görülmedi, iptidailerin öğrenci mevcutları ise kaynaklara girmemiştir. Bu okulların 8'i Maarif Nezareti'ne, kalanları ise Evkaf Nezare-ti'ne bağlıydı. Ancak 1913'te Tedrisat-ı iptidaiye Kanun-ı Muvakkati yürürlüğe girdikten sonra istanbul'daki bütün iptidailerin Maarif Nezareti tarafından sürekli denetlenmesi mümkün olabildi. Bu bakanlık, 1914'ten itibaren istanbul'da ve taş-
rada yeni iptidailer açmaya başladığı gibi rüştiye ve iptidaileri, 6 yıllık "mekatib-i ip-tidaiye-i umumiye" adı altında birleştirmeyi de amaçladı. Meclis-i Mebusan'da ise en çok konuşulan ve eleştirilen husus bu o-kulların yetersizliğiydi. 1913'te Tedrisat-ı iptidaiye Vergisi'nin konması, 1913-1923 arası 10 yıllık dönemde vilayet bütçesinden, iptidailer için yüzde 40-80 oranlarında değişen ödenekler ayrılması, bu tartışmaların sonucunda gerçekleşmiştir.
Bu dönemde İstanbul iptidaileri 2'şer yıl süreli ve birbirinin devamı niteliğinde 3 devre oldu. Buna göre mekatib-i iptidai-ye-i umumilerin her birinin 6 derslikli ve 6 muallimli olması gerekiyordu. Oysa, okul yapıları buna elverişli olmadığı gibi öğretmen kadroları da çok yetersizdi. Bu yüzden İstanbul'daki okullar "l sınıflı", "2 sınıflı", "3 sınıflı", "4 sınıflı", "5 sınıflı", "6 sınıflı" olarak ayrılıyordu. Bunlardan en gelişmişleri ve 6 sınıflı, 6 öğretmenli olanları numune iptidaileriydi. Tedrisat-ı iptidaiye Kanun-ı Muvakkati, iptidailer için, Kuran-ı Kerim (Müslüman çocukları için), malumat-ı diniye (gayrimüslim çocukları, kendi din geleneklerine göre izlemekteydiler), kıraat, hat, lisan-ı Osmani, hesap, hendese, coğrafya, tarih, eşya dersleri, malumat-ı tabiiye ve tatbikatı, hıfzıssıhha, malumat-ı medeniye ve ahlakiye ve iktisadiye, erişleri ve resim, terbiye-i bedeniye ve mektep oyunları, talim-i askeri (erkeklere), idare-i beytiye (kızlara) derslerini kapsayan bir program öngörmüştü.
1913'te yürürlüğe giren tdare-i Umu-miye-i Vilayât Kanunu uyarınca iptidailerin program dışında, idareleri ve mali işleri vilayetlere bırakıldığından İstanbul'da da bu görevler şehremanetine verilmişti. 1914'te şehremini ve vali vekili Cemil Paşa (Topuzlu) Evkafa bağlı olanlar dışında, şehremanetine bağlı 63 iptidainin durumlarını açıklarken, bunların sağlıksız, dar, harap olduğunu, 19'unun kiralık yapılarda hizmet verdiğini, müfettiş raporlarına göre, gayrimüslim cemaat okullarının çok iyi düzeyde bulunduğunu açıklamıştı. O yıl hizmete giren iptidailerden, Aksaray'daki erkeklere, Üsküdar Açıktürbe'de-ki ile Kanhca'daki ise kızlara mahsustu. Ayrıca Kasımpaşa, Harmanlık, Büyükada mektepleri de numune iptidaisi konumuna getirilmiş bulunuyordu.
istanbul basını kentteki iptidailerin ve rüştiyelerin çağdaş eğitim olanaklarından yoksun oluşunu sık sık yazmaktaydı. Abdullah Cevdet, 1913'teki dururdan ile Evkaf iptidailerine ilişkin gözlemlerim yazarken hela kokusundan bu okullara girile-mediğini, 15 ırf'lik odada 40 çocuğun bulunduğunu, çocukların sıralara oturtulma-dıklarını, yerde ders yaptıklarını, hasırların üstündeki mangal, falaka ve sefer taslarının çok çirkin bir görüntü yansıttığını, Hoca Tahsin Efendi Mektebi'nin bir tür "maktel" (bireyleri öldürme yeri) sayılması gerektiğini vb vurgulamıştı. Dönemin hekimleri ise mevcut okulların hiçbirinde sağlıklı eğitim-öğretim yapılamayacağı görüşündeydiler. Diğer yandan, her yıl, iptidailerden mezun olanların 3-4 katı ka-
yıt başvurusu olduğundan, yetersizlik ve sağlıksızlık giderek artmaktaydı. Tek örnek iptidai, Mısır Hıdivi Abbas Hilmi Pa-şa'nın (1874-1944) Çubuklu'da yaptırdığı okul olarak gösterilmekteydi. .
Maarif nazırlarından Emrullah Efendi (1. kez 10 Ocak 1910-18 Şubat 1911, 2. kez l Ocak 1912-21 Temmuz 1912) iptidailerin gelişmesi ve verimliliği için iyi yetişmiş kadrolar gerektiği görüşüyle önceliğin Da-rülfünun'a ve yüksekokullara verilmesini savunuyordu. Karşıt görüşteki aydınlar ise iptidai eğitiminin alfabe öğretimi demek olmadığını, çocuk edebiyatından müziğe ve beceri derslerine kadar zengin bir program gerektirdiğini, iptidailer yeterli düzeye getirilmezse Darülfünun'un da yetersiz olacağını savunmaktaydılar. Maarif Nazırı Şükrü Bey (24 Ocak 1913-9 Aralık 1917) iptidai programlarını yenileyerek önemli bir hizmette bulundu. Bu dönemde 2 ayrı tedrisat-ı iptidaiye programı hazırlandı. Biri l ve 2 sınıflı, diğeri 3-5 sınıflılar içindi.
Sultanilerin 5 sınıflı iptidai sınıflarını kapsaması, iptidai ders kitaplarının yazılıp basılması da bu dönemdedir. Şükrü Bey, istanbul'a 100 yeni iptidai ile 4 idadi yaptırmak için ilginç bir öneriyi gündeme getirdi. Buna göre bir inşaat şirketiyle anlaşılıp yüzde 5 faiz ve yüzde 12 inşaat temettüsü ile istanbul'a yeni okullar yaptırılacaktı. Fakat, savaşlar yüzünden buna olanak bulunamadı.
istanbul iptidailerinde salı ve perşembe günleri, öğleden sonraları gezilere, tören ve konferanslara ayrılmıştı. Sabahları ise temizlik yoklaması yapılıyordu. Öğleye kadar Kuran-ı Kerim ile diğer dersler, öğleden sonra ise elişleri, ziraat, resim, musiki, yazı, imla, ezber, terbiye-i bedeniye, sıhhiye gibi uygulamalı dersler gösteriliyordu. Savaş yıllarında ise akşam paydosundan sonra tahta tüfeklerle atış talimleri yaptırılmaktaydı.
istanbul iptidailerinin 1917-1922 arası son 5 yıllık dönemi tam bir ilgisizlik içinde geçti. Okulların gereksinimleri karşılanamadı. Tıpkı mahalle mektepleri gibi, buralar da semtlerin hayırseverlerince bir ölçüde yaşatılmaya çalışıldı.
1921'de Ankara'da toplanan 1. Hey'et-i Ilmiye'nin aldığı kararla Anadolu'daki iptidailer "ilk mektep" adıyla yeni bir programa bağlandı. İstanbul iptidaileri ise bu yeniliğe Cumhuriyet'in ilanı (1923) ve Tev-hid-i Tedrisat Kanunu'nun yürürlüğe girmesinden sonra uydu (bak. ilkokullar). Bibi. Mahmud Cevad İbn eş-Şeyh Nâfi, Maarif-i Umumiye Nezareti Tarihçe-i Teşkilat ve İcraatı, ist., 1338, s. 79 vd, 159 vd, 314-337; Ergin, Maarif Tarihi, II, 383 vd, III, 725 vd, IV, 1173 vd; Maarif-i Umumiye Nezareti, Mekâtib-i Iptidaiye-i Umumiye Talimatnamesi, ist., 1331; Salname-i Nezaret-i Maarif-i Umumiye, ist., 1319, s. 169-207; F. R. Unat, Türkiye'de Eğitim Sisteminin Gelişmesine Tarihi Bir Bakış, Ankara, 1964, s. 96-98; Y. Akyüz, Türk Eğitim Tarihi, İst., 1993, s. 140, 196, 231; N. Sakaoğlu, Osmanlı Eğitim Tarihi, İst., 1991, s. 86 vd; H. Aytekin, İttihat ve Terakki Eğitim Yönetimi, Ankara, 1991, s. 46 vd.
NECDET SAKAOĞLU
Dostları ilə paylaş: |