«Kim?» diye umutla sordu Cafer Bey. «Temir,» dedi arkadaşı.
«Temir ölür de kimseye bir kuruş sızdırmaz. Onun gibi nekes bir kişiyi dünya dünya olalı görmemiştir,» dedi özpolat
.umutsuzlukla.
«Sen bir dene. Karşına gelince ne yapıyor?» «•
«Hazırol duruyor.»
«Sen ona merhaba deyince ne yapıyor?» «Ağzı kulaklarına varıyor, sevincinden uçuyor.» «Anladın mı ne yapacağım?»
«Anladım.»
Cafer özpolat o gece sabaha kadar uyumadı. Bir umut ışığı belirdi. Tam da çeltik ekim zamanıydı ve Maraşlı çeltikçi de onunla ortak olmaya can atıyordu. Çünkü tarlası vardı, köylülerden de yok pahasına ekmek için tarla alabilirdi.
Sabahleyin erkenden uyandı, bir iyice tıraş oldu, kokular süründü, külot pantolonunu giydi, çizmelerini çekti. Uzun bir süredir çizme giymiyordu, bugün giydi, çünkü Ala Tenure çizme daha etkili olurdu. Lacivert ceketinin yakasına kırmızı bir mendil taktı, kırmızı kıravatına incili iğneyi taktı, eline gümüşlü kırbacını alıp bıyıklarını bir iyice burdu. Atı o kadar görkemli değildi, hırsızlanıp Urfadan daha yeni getirilmişti, komşudaki Arap ata gümüş savatlı bir Çerkez eyeri buldurdu.
Ata bindiği zaman gerçekten görkemli, etkileyici bir görüntüsü vardı. Bacak köyüne sürdü. Bir saat sonra bacak köyünde Ala Temirin evinin avlusundaydı. «Temir, Temir, Temir Ağa!»
Sert, tepeden içeriye seslendi. Gümüşlü kırbacı sağ elinde Are eli sağ bacağının üstündeydi. Atın üstünde, gözleri ilerde, kaşları çatılmış dimdik duruyordu.
Ala Temir sesi tanımıştı, yel yepelek, şalvarmı çekiştire çe-
kiştire dışarıya çıktı:
«Buyur, Beyim, buyur, buyur Beyim buyur. Hoş geldin safalar getirdin. Sen bizim Beyimizsin, hiç bizim eve de uğrar
426
miydin?» İçeriye seslendi: «Bak, bak, bak avrat bizim eve kim gelmiş! Kim, kim, kim gelmiş, ocağı yanası avrat...» Atın başını tuttu: «Buyur Beyim, in Beyim.»
Cafer Bey biraz daha dikeldi durdu, düşündü kasıldı. Uzaklara bir süre baktı, sonra birdenbire attan, ağır, indi. İçeriye doğru yürüdü, kadının sönmüş ocağın yayılmış külünün ya-cına serdiği döşeğin üstüne oturdu, belini yastığa dayayıp çizmelerini uzattı.
Temir telaşlandı:
Bu iş güç zamanı... Ben ne yapayım, ben ne yapayım, bin yılm bir başı Beyim evime geldi de ben kör olayım, vurgunlardan gideyim, bir kahve de yok. Bir çay da yok... Bir ayran
da...»
Dört dönüp döğünüyor, karısı ileriye köşeye oturmuş bir tuhaf yaratığa bakar gibi Cafer Beye bakıyordu.
Cafer özpolat ağır, tok, sert, keskin, emreden bir sesle:
«Hiç bir şey istemez,» dedi. Temir hemen sustu, ellerini bacaklarına yapıştırıp hazırola geçti.
«Biz seni deyip, Temir deyip, elimiz obamız deyip geldik. Hiç bir şey istemez. Gel otur şuradan!»
Temir hemen vardı, sevinçle çizmelerinin ucuna, toprağa oturdu.
Cafer Özpolat bu ilk etkiyi yitirmemeli, hemen bastırma-lıydı. Gözleriyle avrat dışarıya çıksın diye işaret etti ve kadın hemen, merakla bir kocasına bir Cafer Beye bakarak dışarıya çıktı.
«Temir sana geldim. Sizin Beyiniz olaraktan. Bir hacetim düştüğünden. Sen ki bizim elin obanın en variyetli, en çalışkan, en soylu adamısın. Dağlardan, yaban ormanlardan geldin ama ekmeğin yenir, sözün dinlenir. Ben, tüm oba seninle iftihar eyleyip hep seni konuşuyoruz. Sen ki bu köylere geleli hu köyler asaletini...» Daha etkili olmak için Ala Temirin anlayamayacağı bir sürü Arapça, Farsça sözler etmeliydi. «İşte
427
te
binaenaleyh, binanazalik, bunu müteakip, asil bir adem olupsun ki... Asil ademler içinde berveçhi cihet ve canip ve küffar nazarında makbul olmayan, nazarı bin hümeyra ve deryadaki se-mekül melakut oluptur ki...»
Ala Temir gözlerini kirpiştiriyor, başını sallıyor, ağzı kulaklarında, tüm kulak kesilmiş Beyini, evine konuk inmif Beyini dinliyordu. Beyin ağzından ballar akıyordu. Ne de güzel, ne de anlaşılmaz konuşuyordu.
«Binanaleyh, sen sonradan geldin ama, seni kabul edip bağrımıza bastık,» diye sözünü bitirdi Cafer Bey. Sonra durdu, çelik yeşili gözlerini Temirin gözlerinin içine dikti, bekledi, Temir gözlerini kaçıracakken bindirdi: «Senden bir isteğim var.»
«Başım üstüne Bey.»
«Çeltik ekeceğim, seninle ortak olmak istiyorum. Bunun için bana...»
«Bey... Ben ben... işte... Mem...»
Dinlemedi.
«Bana... Yüz bin lirayı hemen vereceksin.» Sert: «Anladın
mı?»
«Bey... Bey... Bey...»
«Hemen ...Sana senet de vereceğim... Beş paralık da hak-km olacak. Güz gelince yüz binini ve de kârını alacaksın. O kadar. »
«Bey bey, yok ki...»
«Anlamam, var... Ben biliyorum. Ne kadar paran olduğunu... Sen ki kartal...»
Ayağa kalktı, «Bey, Bey,» diyerek dışarıya çıktı şaşkın, kıpkırmızı kesilmiş. Gözleri dışarıya uğramıştı. «Avrat, avrat, duydun mu başımıza gelenleri, duydun mu olanları?»
«Ne olmuş?» dedi kadın durgun, oralı bile değil.
«Bey bizden para istiyor, yüz bin. Ortak olacakmış. Çeltik ekip...»
«Eeee, versene! Gözü körolası herif, koca Beyimiz ayağı-
428
uj,^„„— 6wiuuj, uu uc sen... sen... Sen... Vay gözün kör olsun herif! Kapımıza gelen Bey, Bey, Bey... Duydun mu herif?» Temir içeriye geri girdi, Beyin çizmelerinin oraya diz çöktü-'
«Yirmi beş binim var, olmaz mı?»
Cafer Bey kadının sözlerini duymuş, yüz bini alacağına inanmıştı. Oralı bile olmadan, yumşak bir sesle: «Olmaz, olmaz,» dedi. Temir gene dışarıya fırladı. «Yirmi beş bine razı olmadı.»
«Ne isterse ver. Beyimiz alıp da senin paranı yiyecek de-oil ki... Yese de ne olur, hakkı değil mi?»
İçeriye girdi, gene çizmelerin ucuna diz çöktü, yalvarmağa başladı. Bey, gözlerini kapamış onun yalvarış yakarışlarını dinliyordu. Uzun uzun yalvardı, yemin etti, ilendi. «Yüz bine ihtiyacım var, bir kuruş aşağı olmaz.» Aralarında uzun bir sessizlik oldu. Bey gözlerini kapamış bekliyor, Temir dizüstü çökmüş düşünüyordu. Sonunda Temir:
«Bey, bey,» dedi, «senden senet menet istemem. Ortaklık da istemem. Sana borç veriyorum. Güzün geri verirsin bana, olur mu?»
«Olur,» dedi Özpolat. Temir ayağa kalktı:
«içerisi sıcak,» dedi. «Şu dutun altına gidip oturalım. Olur mu? Zahmet olmazsa zatına...»
Cafer Özpolat anlamıştı, hemen ayağa fırladı, dışarıya çıktı, dutun altına yürüdü. Daha o dutun altına varmadan döşeği kucaklamış kadın koşarak vardı döşeği dutun gölgesine attı. Bey oturmadı, ayakta gezinmeğe, kırbacıyla usul uçul çizmelerine vurmaya başladı. Sonra başını kaldırdı, orada durup kalmış kadına:
«Nasılsın bacım, halin dirliğin iyi mi?»
429
«Beyim sağ olsun,» dedi Kaaın. muş ki, gül gibiyim. Beyimizin canı sağolsun yeter ki...» «Çocuklar?»
«Kölen olsunlar, iyiler onlar da...»
Gene yürümeğe, kaşlarını çatmış, düşünür gözükerek, usul usul çizmesini kırbaçlamağa başladı.
İçerde Temir kutuları çıkarmış, paraları bir çulun "üstüne dökmüş durmadan sayıyor, gene sayıyordu.
Temir içerde tam öğleye kadar para saydı, Cafer Bey dışar-da, dutun yöresinde tam öğleye kadar durmadan çizmelerini kırbaçladı, dönerek, kaçıp gitti mi, beni aldattı mı, diyerek, gözlerini kapıya uzun uzun dikip bekleyerek.
Temir iki eliyle bir torbaya sıkıca sarılmış, evden çıktı. Buna Cafer Bey derecesiz sevindi. Neredeyse şu iki insanın karşısında, sığır pisliğiyle yer yer beneklenmiş tozların üstüne yatacak, tâ buradan köyün dışına kadar takla atacaktı. Sevincini belli etmemek için dudağım ısırdı, atma atladı, Ala Temkin iki eliyle ona uzattığı torbayı aldı:
«Sağol, varol Temir,» dedi, atını mahmuzladı. Geriye döndü: «Bacım sen de sağol...»
At yel gibi köyün içinden tozu dumana katarak süzüldü. Cafer Özpolat Maraşlıyla ortak tam üç bin dönümlük bir çeltik ektirmişti. Geriye kalan parayı, tarlalarını ipotek ederek bulmuştu.
Güz geldi, hasat yapıldı, çeltik harmanları verimden taştı. Cafer özpolat öylesine çok para kazandı ki bundan sonra sırtı
hiç yere gelmezdi.
Cafer Özpolata ana parayı Temirin verdiğini nasılsa herkes öğrendi. Kimi şaştı, kimi söğdü: «Kendisi bir lokma ardında sürünür, acından ölür de başkalarım adam eder pezevenk,» dediler. Ala Temire takılmağa başladılar. Nereye gitse yüz bin üstüne bir söz geliyordu.
430
U V LI WVA.
^^.puıanjgıu v^aıcı ney sciıueu aıuıgı yuz Dine verecek! Ulan tuzlayım da kokma Ala Temiiiir!»
«Hah hah hah, Temir, Temir, Ala Temir Allah verdiği canı alamıyor ondan. Hah hah hah ha... Sen ondan para mı alacaksın?»
«Yemeyip içmeyip, kimbilir kaç yılda biriktirdin o parayı! Vay fıkaram, vay gün görmemişim vay!»
«Keski, keski Temir, keşkiii o kâfire vereceğine o kadar parayı, ayağına bir ayakkabı, bacağına bir pantolon, sırtına yün. bir ceket ala da sen de insanlar içine şöyle insan gibi karışay-dm.»
«Onlar Beylerdir Temir, kes umudunu. Verdiklerini almazlar, aldıklarını vermezler.»
«Sen şimdi evine git, o yüz binin üstüne bir güzelce bir tas soğuk su iç.»
«Bak, çeltik kalkalı, satılalı nicedir, niye vermedi senin paranı kaç aydır? Niye? Vermeyecek de ondan. Verir mi, verir mi hiç o kadar parayı eline geçirmiş de...»
«Vay fıkara Temir, vay fıkara!»
«Yemeyenin malını yerler.»
«Bu vicdansızlık canım. Tam bir vicdansızlık. Vicdansızlık ki vicdansızlık. Sen al adamın parasını, o parayla çeltik ek, milyon kazan, sonra verme fıkaranm parasını, hiç olmazsa yarışım, yarısını ver paranın, behey Allanın kulu.»
«Bak Temir, varayım da Cafer Beye, yüzüne dikileyim de paramı isteyeyim deme. Adamı öldürürler bu Beyler. Hem pa-ram alamazsın, hem de bir bakmışız ki ölün bir hendekte kurt lanmış, çürümüş yatar.»
«Aman ha aman, bu Beylerin üstüne varmaya gelmez. Aman ha aman Temir, Temir, Ala Temir! Aman ha aman!»
«Bunlar yaban atma benzerler hangi yandan çifteyi savu-lacakları belli olmaz.»
Bütün bunları Temir dinliyor, hiç bir söze varmıyor, eline bir çöp alıp üstüne çömeldiği tozu karıştırıyor, küçük sarı gözle-
431
ri düşüncenin, zorlu bir düşüncenin çabasında küçülüyor, günler geçtikçe avurdu avurduna geçiyor, elleri de usuldan titriyordu.
Ha bugün, ha yarın Beyimiz paramı getirecek diye, Temir alaşafakta uyanıp hemen dışarı fırlıyor, elini alnına siper edip gün atmcaya kadar Cafer Özpolatın köyünün yoluna bakıyordu. Gün atınca hemen içeriye girip bir sümürüşte çorbasını içiyor, yeniden dışarı fırlıyor, yorulmadan usanmadan Cafer Özpolatın yolunu gözlüyordu. Umudunu kesmeden, inadından şaşmadan... Bey gelecekti, gelecekti ama, ne demeye gecikiyordu? Bu kadar da, sandık sandık, teneke teneke de para kazanmıştı.
Kış geldi, soğuklar başladı, deli poyrazlar ardı arkası ke-silmemecesine ortalığı altüst etti, kavurdu yaktı, gene Bey gelmedi
«Gelmeyecek Temir, gelmeyecek. Hiç umudunu üzme.
Beyimiz gelmeyecek.» «Gelmeyecek.» «Gelecek.»
Uzun bacaklı Çukurova yağmurları gökten aşağı boşandı-rılmış iplikler gibi sağılmağa başladı, ıyıp, durmadan... Ala Temir deli poyrazda, yağmurda doluda, orada, huğunun köşesinde, büzülmüş, ıslak, Beyinin yolunu gözledi.
Bir gece bu böyle olmayacak, belki unutmuştur, Beyler unutkan olurlar, varıp bir Beyime görüneyim diye düşündü. Değneğini alıp yola düzüldü. Yemeden içmeden kesilmiş, bir deri bir kemik kalmıştı Temir. Yolda durup durup soluk ah-yor, dizleri çözülüyordu. Demek bu hale gelmişim, diye düşünüyordu. Demek para yitirmek evlat acısından da, ölümden -zormuş, diyordu. Ama şimdi az sonra Beyinin konağına varacak, Beyi onu görünce şaşıracak. Kusuruma kalma Temr: Ağam... Ağam diyecek... Yaaa, ne belledin ya... İşim çoğudu da, elim değmedi, sana paranı getiremedim. Al şimdi, diyeceK. Ne zahmet, ne zahmet, istersen hiç verme. Bana şimdilik bir gerekliği yok. Ne zaman elin bolalırsa, o zaman ver. Ne hacet «canım. Bizim canımız da, malımız da Beyimize kurban. Kimin
böyle bir üeyı var/ Alıp parayı koynuna koyacak. Bey diyecek ki, bugün burada kal... Bir güzel bir yemek çıkaracak Hatun..- Düşündü... Kaz kızartması, dedi, kaz kızartması... Kıpkırmızı, tepeleme, yağlı, yağı ışıl ışıl, pirinç pilavının üstünde... Yanında ayran... Çalarsın kaşığı, çalarsın kaşığı...
Konağın avlusuna girdi. Bey onu çok uzaklardan görmüştü. Savuşup gitmek mi, diye düşünmüş, epey bir cebelleşmeden sonra kalmağa karar vermişti. Bekleyecek, onu avluda karalayacak, aşırı ikramlarda, saygılarda bulunacaktı.
Yanaşmaya emir verdi:
«Ala Temir gelir gelmez, avluya bir kuzu yatırıp keseceksiniz.» Karısına, hizmetçilere de: «Saygıdeğer bir konuğumuz geliyor, bugün onu el üstünde tutacağız. Gösterin kendinizi,» dedi gülerek. «Velinimetimiz geliyor.»
Temir avluya daha girer girmez Cafer Özpolat:
«Hoş geldin, hoş geldin Ağamız,» diye onu karşıladı. «Hoş geldin, hoş geldin... Kusuruma kalma. Malum, işler, elim değip de bir kere yüksek zatını görmeğe gelemedim. Kusur işledik, dedik ki o bizim büyüğümüzdür kusurumuza kalmaz. Dedik ki kusur küçükten, bağış büyükten, dedik, gelemedik. Hoş geldin, safalar getirdin. Sen de bizim evin yolunu bilir miydin aslan Ağam? Şerefyaboldum. Evimizi yüksek sayvanlı Kuşoğlu konağını nura garkeyleyip, şerefe boğdun.»
Koluna girdi, bacakları feldirdiyen Ala Temiri ağır ağır merdivenlerden yukarı çıkardı. Bu fukaraya, dağ gibi, sağlıklı adama ne olmuştu böyle de bir deri bir kemik kalmıştı? Gözleri de iyice çukura kaçmış, feri kalmamış, ışığı sönmüş.
Doğru, üstüne çiçekler işlenmiş, gıcır gıcır, sakız gibi, sabun kokan ak patiskayla örtülü sedire götürdü, elinden tutup cnu yumuşak sedirin üstüne oturttu. Temir sedire oturur oturmaz ayaklarını birleştirip, ellerini dizlerinin üstüne yapıştırdı. Dimdik kasıldı, sarı, artık kırışık içinde kalmış gözlerini de kar-?>ya dikti.
Cafer Özpolat boyuna:
432
433
F: 28
«Rahat ol Temir Ağa, rahat ol! Burası senin evin. Senin
evin burası.»
Cafer Bey söyledikçe o daha çok kasılıyor, ellerini dizleri, ne daha çok yapıştırıyor, dizlerini biribirine kenetlercesine bitiştiriyordu.
On yedi yaşlarında yeşil gözlü, iri kıyım bir kız, arkasında kırk örgü beliklerini sallaya sallaya elinde ibrik, leğen ve omzunda asılı havluyla geldi. Çabucak Ala Temirin postallarının bağını çözdü, sağ ayağındaki postalı çıkarınca amansız bir koku tekmil konağa yayıldı. Kız elinde olmayarak burnunu
tuttu.
Cafer Özpolat hiç bozmadan içeriye seslendi: «Benim bir çift çorabımı getirin. Giyilmemiş olsun.» Hemen bir çift çorap geldi. Kız Ala Temirin birer taş parçası gibi olan sert ayaklarını ilk suyla, bol sabunla ova ova bir güzelce yıkadı, kuruladı, çorabı güzelce giydirdi. Bıcık bıcık
tek içinde kalmıştı kız.
«Ağanın postallarını aşağı indirin, bir de benim en yeni
terliğimi getirin.»
Terlik de geldi.
Bütün bu işler olurken Temir hiç kıpırdamamış, gözlerini kırpmadan karşıya bakmıştı. Kıvançlı, deli divaneydi ama hiç renk vermiyor, içi coşkudan taşıyordu. Tâ ezelden kurt eniği kurt oiur. Göl yerinde de su eksik olmaz. Bu yüksek, hem de yüce, hem de ulu bir dağ kartalına benzeyen, hem de böyle yiğit mi, benim, benim gibi bir fukaranın parasını vermeyecek? Verir verir. Kibarca... Beni bir güzel ağırladıktan sonra...
Elinde kocaman bir kasap bıçağıyla içeriye giren bıyıklı
adam:
«Beyim hangi koyunu keseyim? Göster de bana...»
Bey:
«Benim en aziz, en şerefli konuğum gelmiştir. Bu konak, bu konak oldu olalı, bu konağa böyle şerefli bir konuk daha inmemiştir. Bu dedemin soylu, yüce konağı çok vali, vezir, Bey,
434
sadrazam görmüştür ama böyle aziz bir varlığı ilk olaraktır ki bağrına basıyor. Hangi tavlı, hangisi iyiyse en iyisini kes. Anladın mı?»
«Anladım Bey...»
Utanmış, sıkılmış Ala Temirin dudakları kıpırdadı:
«Ne hacet, ne hacet, ne zahmet,» dedi.
Bir yumruk gelmiş boğazını tıkamıştı. Neredeyse, kendini tutmasa çocuklar gibi Cafer Beyin dizlerine kapanıp hıçkıra hıçkıra ağlayacaktı. Canım da kurban olsun, malım da kurban olsun böyle Bey oğlu Beye diyordu. İsterse paramı hiç vermesin, geriye kalanını da alsın. Böyle konuksever, böyle insan değeri bilir bir insana ben ömrüm boyunca çalışayım, o otursun yesin.
Akşama kadar öyle elleri dizinde oturdu. Cafer Bey bir iki sözcük sorarsa, iyice toparlanarak, ona karşılık verdi.
Akşam oldu, gün kavuştu. Aşağıdan, aşaneden kızaran etlerin kokusu geliyordu. Uzun bir şölen sofrası kurulmuştu. Derken, Cafer Beyin köylüleri birer ikişer, ellerini göğüslerine götürüp, hoş geldin, merhaba Temir Ağa diyerek, önünde eğilerek, saygıda bulunarak içeriye girip sedire sıralandılar. Temir hiç durumunu bozmadı, ellerini gene dizlerinin üstünde, dizleri gene bitişik ...Yalnız, gözleri artık karşıya bakmıyor, her gelenin üstünde bir süre duruyor, sonra başkasına çevriliyordu.
Yer sofrası yapılmıştı. Yemekler geldi, köylüler sedirden aşağı usulca kaydılar, bağdaş kurup sofranın yöresine sıralandılar. Temir de öyle yaptı. Temir köyün en yaşlısıyla Cafer Beyin ortasına düşmüştü. Bey benim için toy veriyor, on iki köyün Beyi... On iki köyün tam. Sevincinden içi halay çekiyordu. Başka bir zaman şu güzel, kokulu etin tadını çıkara çıkara bir yer, bir yer, bir yerdi! Şimdi et mi yiyor, dert mi yiyor, bir türlü bilemiyordu.
Yemek bitti. Yemekte bereket versin köylüler konuşmazlardı. Gene de konuşmadılar. Yemekten sonra sohbet başladı. Pamuk, çeltik fiyatlarından, Hükümetten, öteki devletlerden,
435
I
eşkiyalardan, her şeyden konuştular. ıeimr suz,& mV şnıa dı. Dizleri bitişmiş, eli dizlerinin üstünde dinliyor, küçücük çukurdaki gözleri o adamdan o adama fır dönüyordu.
Yatma zamanı geldi, köylüler kalktılar. Temir ömründe bu kadar geç uyumamıştı. O genç kız gene geldi, onu elinden tuttu, bir odaya götürdü, bir karyolayı gösterdi çıktı. Biraz sonra, daha başını yastığa koymamıştı, Cafer Bey girdi:
«Allah rahatlık versin ünü büyük konuğum,» dedi.
Temir, don gömlek karyoladan fırlayıp hazırola geçti:
«Sağol, sağol, varol, varol Beyim,» diye bağırdı. «Sen
binler yaşa.»
Cafer Bey onu elinden tutup karyolaya geri götürdü. Yatağa soktu, yatırdı, üstüne yorgam örttü çıktı.
Temir başını yastığa koyar koymaz anında uyudu. Sabahleyin erkenden kalktı. Sofrada tereyağı, peynir, bal, üstü kıpkırmızı, yağdan pul pul, sarımsak kokan tarhana çorbası vardı. Temir her şeyi unutup yumuldu, önce yağı balı kocaman bir dürüm yaparak gövdeye indirdi. Üstünden, büyük bir kristal bardaktaki sütü bir dikişte içti, sonra tarhana çorbasını kaşıkladı. Karnı davul gibi oldu.
«Sofrana Halil İbrahim bereketi Bey,» dedi sevinçle. Hemen kalktı, yerine sedire, ellerini dizlerinin üstüne koyup oturdu.
Bey gitti geldi, köye çıktı, Ceyhanın kıyısına gitti, öğle oldu, Temir daha öyle oturuyordu. Öğle yemeğini de gene o iştahla yeyip sedire, yerine geçti. Elleri dizleri üstünde... Akşam oldu, sabah oldu. Aynı minval üzre... Üçüncü günün sabahı, gözlerini Beyin gözlerinin içine yal-varircana dikti. Boynu bükülmüş, küçülmüş sedirin üstünde, bütün bedeniyle, saçının tüyüne kadar yalvarır, öyle baktı kaldı. Bey de büyülenmiş gibi orada, sedirin öte ucunda kalakaldı. Kaç saat böyle kaldıklarını ne o bilebiliyor, ne de öteki... Öğle yemeği geldi. Yediler. Yemekte de Temir tekmil bedeniyle yalvanyordu.
436
1 Yemek bitince:
i «Beyim, Beyimizin oğlu, ben gayrı gitmeliyim,» dedi. Te-
peden tırnağa şimdi bir umutsuzluk olmuştu.
«Aman Ağa, aman,» dedi Cafer. «Aman Ağa aman... O uç demek öyle... Hemen arabayı koşup seni götürsünîer.» Aya-ı-a kalktı, gülüyor, seviniyordu. «Çok sevindirdin beni çok. Gene beklerim. Böyle aziz, değerli bir konuğu bu konak şimdiye kadar vallahi de billahi de görmedi. Hem vallahi, hem de billahi. Ben böyle bir konuğumu yaya yapıldak gönderir mi-vim? El ne der sonra bana? El anama avradıma söğmez mi, konuğu olan, Temir Ağa gibi konuğu olan bir zatı muhteremi evine geri yaya yapıldak bu Cafer Bey nasıl oldu da gönderdi demezler mi?»
Ala Temir ayakta durmuş sallanıyor, şaşkınlık içinde Cafer Özpolata bakıyordu. Cafer Özpolatsa durmadan salonun bu ucundan öteki ucuna gidiyor geliyor, konuşuyordu. Aşağıdan, «araba hazır Beyim,» sesi gelinceye kadar konuştu, sonra ayakta durmuş kalmış, hazırolu bozulmuş perişan Ala Temirin yanına vardı, sağ elini tuttu, eli buz gibi olmuştu. Koluna girdi, Ala Temirin dizlerinin feldirdediğini, bedeninin titrediğini duydu. Ona azıcık acıdı.
Aşağıda, merdivenin dibinde, elinde Ala Temirin postalları bir yanaşma bekliyordu. Eğildi, alışkın ellerle postalları onun ayağına geçirdi, bağlarını bağladı. Ala Temiri üç. kişi karga tulumba ancak arabaya atabildiler. Çözülmüş adam bir türlü kendisi arabaya atlayamıyordu.
Arabacı hemen atları kırbaçladı, araba çabucak oradan uzaklaştı. Cafer Özpolat bu işe çok öfkelendi, kendi kendine söylendi:
«Pezevenge bak,» dedi. «Sanki paraya çok ihtiyacı varmış gibi. Aman be, böylesi sümsüklerden de borç alınır mı, pis adamlardan? Neredeyse ölecek, ölecek be! Beş on kuruş için... Tu sana, tu sana ulan köpek... Köppek...»
Avluda bir aşağı bir yukarı dolaşmağa başladı. Sinirleri
437
I
yatışana kadar dolaştı. Sinirleri yatışınca da Ala Temiri gözünün önüne getirip getirip gülmeğe başladı. Karısı, orada bulunan yanaşmalar, kim varsa Ala Temiri gören anlatıp anlatıp gülüyorlardı.
Cafer Özpolat duruyor, düşünüyor, kahkahalarla uzun uzun gülüyor:
«Seni pezevenk, cimri pezevenk seni,» diyordu.
Ala Temir eve varınca arabadan yüzü sararmış, halsiz, bir yığın kemik gibi indi. v
Karısı korkuyla:
«Ne var, ne oldu?» diye sordu.
«Vermedi,» dedi Temir, kendisini çulun üstüne kaldırdı attı. Ağzı aşağı oraya, cansızcana, bacaklarını açıp uzandı.
Yanına diz çökmüş karısı:
«Sıkma canını kurban olduğum, sıkma canım. Beyimizdir, varsın vermesin. Seni iyi karşıladı mı, seni iyi ağırladı mı?»
Karısı sordu, konuştu, onu teselli etti. Ala Temirde ses şada yok.
Neden sonra Temir olduğu yerden kıpırdamadan, yüzünü, sağ elinin üstünden karısına dönerek:
«Zöhre,» dedi, «Zöhre, bir görmeliydin Bey beni nasıl karşıladı! Bir koyun kesti. Kokulu sabunla bir kız ayaklarımı yudu, elleriyle, yumuşacık... Karyolada, kuştüyü yatakta uyudum. Uç gün beni Bey yere göğe bastırmadı.»
«Eeee, öyleyse derdin ne?»
«Ben de utandım paramı istiyemedim. O da akıl edip de al borcumu demedi. Biliyorum, Beyler unutkan olurlar ama, paramı neden vermedi?»
«Verecek,» dedi karısı. «Vermese ne olur? Elin alemin içinde seni adam yerine koyup böyle baş tacı edince hiç vermesin. Gelsin, ne kadar paramız varsa, hepsini de alsın.»
«Yağ, bal,» dedi Temir. «Bir de akşamki toya tekmil köylüsünü çağırdı. Köylülerin hepsi ellerini yüreklerinin üstüne ko-yaraktan, önümde boyun kıraraktan bana merhaba dediler. Bey
438
f
dedi ki onıara, aynen Döyle dedi, dedi ki bu ev çok şanlı, büyük konuk gördü ama Temir Ağa gibisini görmedi, dedi. Ben de utandım, parayı istiyemedim.»
«Çok çok iyi yapmışsın,» dedi karısı. «İnsanoğlu insanlık yapmışsın. Bey de anlasın şimdi, insan kim imiş, düşman kim imiş- Anlasın, bellesin bizi.»
«Bellesin,» diyerek ayağa kalktı Temir. Daha ince bir sabun kokusu geliyor bir yerlerden, onu mestediyordu.
Bundan sonra Temir ayda, iki ayda bir Beyin konağına gitti, gene öyle aşkla şevkle karşılandı. Elleri dizinde tepeden tırnağa yalvarış olarak, sonra bir umutsuzluk kesilerek Beyin gözlerinin içine baktı. Bey oralı bile olmadı.
Bazı da Beyi konakta bulamıyordu. Temir, Beyin onu uzaktan görüp kaçtığını anlamakta gecikmedi. Beyin olmadığı bir gün Hatunu yakaladı, her şeyi ona bir bir anlattı: «Söyle de Beye benim paramı versin,» dedi. «O bizim büyük Beyimizdir.»
Kadın:
«Söylerim Ağa,» dedi yumşacık. «Bey unutmuştur.»
Temir sevindi:
«Biliyorum, biliyorum Bey unutmuştur ama... Şunu bir aklına düşürüver.»
Hatun ona gene güzel yemekler çıkardı, kuştüyü yatakta yatırdı onu. Tabii unutmuştu. Şimdi Hatun onun aklına düşürecek, o da binbir özür nazır, hemen parayı eve getirecekti.
Gene yollan gözlemeğe başladı. Bir umut olaraktan sabahlardan akşamlara kadar Beyin yoluna bakıyordu.
Dostları ilə paylaş: |