Zübdetü’l buhâRÎ



Yüklə 2,57 Mb.
səhifə40/42
tarix27.07.2018
ölçüsü2,57 Mb.
#60515
növüYazı
1   ...   34   35   36   37   38   39   40   41   42

KADER BAHSİ
1445- İmran bin Husayn (Radıyallahu Anh) der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’e biri (yani kendisi) sordu:

— Ya Resûlallah! Cennet ehli cehennem ehlinden (dünyada) ayırt edilir mi? Cevap verdiler: “Evet!”

— O halde (cennet için) çalışanlar neden çalışsınlar? dedi. Hazreti Peygamber: “Herkes, hangi şey için yaratılmışsa veya kendisine hangi şey takdir edilmişse ona çalışır.” buyurdu.

(Bir kimse cennetlik ise, ömrünün sonuna kadar sâlih amel işler. Böylece iyi bir hal üzere ahirete göçer ve cennetlik olur. Cenemnemlik olan kimse de küfür ve inad üzere bulunur ve çeşitli günahlar işleyerek o hal üzere ahirete göçer ve cehennemlik olur. Her ne kadar bir kimsenin cennetlik veya cehennemlik oluşu ezelde mukadder ve Levh-i Mahfuz’da yazılı ise de, bunlar onun dünyada yapacağı işlere uygun olarak takdir edildiğinden amelleri iradesi ile yapılmış olur. Kul, ezelde kendisi için takdir edilen durumu bilmediği için daima hayırlı işlere koşmak ve sorumlu olduğu işleri yapmak zorundadır.)
1446- Ebû Hureyre (Radıyallahu Anh)’den rivayet edilmiştir:

“Adak, insanoğluna takdir etmediğim bir şeyi sağlayamaz. Ne var ki kader o kimseyi adak yapmaya sevkeder. Oysa ben onu (ezelde) kendisine takdir etmişimdir. Fakat bu adak sebebiyle (fukaraya) çıkar sağlarım.” (Çünkü adak yapmamış olsa, fakire hiç bir şey verecek değildi.)

Mütercim:

Bir kimse: Falan dileğim olursa, falan musibet benden kalkarsa, Allah rızası için fakirlere şu kadar para vereceğim yahut Allah rızası için bir kurban keseceğim, diyerek adak yaparken her şeyin Allah’ın takdiri ile olacağına inanır. Bu inançla yapılan adaklar meşru olup sonunda fakirlerin faydalanmasına sebep olur. Aslında adaklar Allah Teâlâ Hazretlerinin takdirini değiştirmez. İşte nezirler (adaklar) bu inanç ile yapılmalıdır.


1447- Ebû Saîd (Radıyallahu Anh)’dan rivayet edilmiştir:

“İktidar mevkiine getirilen bir şahsın mutlaka iki çeşit sırdaşı vardır. Bunlardan biri, ona iyiliği tavsiye eder ve onu hayıra teşvik eder. Diğeri ise kötülüğü tavsiye eder ve onu kötülüğe teşvik eder. Masum, Allah’ın koruduğu kimsedir.” (Allah’ın himayesinde olan bir idareci daima hayırlı işi kabul eder ve onu yapar.)


1448- Abdullah bin Mes’ud (Radıyallahu Anh) der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem, çoğu kez: “Kalpleri çeviren hakkı, için, hayır!” diye yemin ederdi.60


YEMİNLER VE ADAKLAR
1449- Abdurrahman bin Semüre (Radıyallahu Anh)’den rivayet edildiğine göre;

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:

“Ey Abdurrahman bin Semüre! Sen valilik isteme, Eğer valilik sana istekten dolayı verilirse, onunla başbaşa bırakılırsın (sana Allah’tan yardım gelmez). Fakat istemeksizin verilirse, o hususta sana (Allah tarafından) yardım edilir. Eğer bir iş için yemin eder de, o işten başkasını daha hayırlı görürsen, yeminini bozarak hayırlı olanı yap ve yeminin için de kefaret ver.”

(Meselâ: Falanca kimseye vallahi selâm vermem, diye bir kimse yemin etmiş olursa, selâm vermek hayırlı bir" iş olduğu için yeminini bozması ve yemini bozduğundan dolayı da kefaret vermesi gerekir.

Yemin kefareti de zengin olan için imkân varsa bir köle azad etmek, yoksa on fakire ayrı ayrı birer fitre miktarı para vermek yahut on fakirin bedenlerini örtecek şekilde onları giydirmektir. Fakir olan kimse ise arka arkaya üç gün oruç tutar. Yemin bozulduktan, sonra kefaretin yerine getirilmesi lazımdır.

Yemin üç kısımdır:

1- Yemin-i gamus: Yalan yere kasten yemin etmektir. Böyle bir yemin büyük günahlardandır. Tevbeden başka bir kefareti yoktur. Ancak böyle bir yeminle kul hakkına tecavüz edilmişse, o hakları geri verilmesi yahut hak sahibinden helallik alınması gerekir. Böyle kul hakkını taşıyan yemin-i gamûs, sahibinin ocağını söndürür. Şafii mezhebinde böyle bir yeminden dolayı ayrıca fazla olarak kefaret ödemek de gerekir.

2- Yemin-i lağv: Bir kimse kendi inancına göre gerçek zannı ile yemin eder. Hâlbuki yemin ettiği iş dediği gibi değildir. Bunda bir kasıtolmadığı için, yemin sahibinin bağışlanmış olacağı umulur.

3- Yemn-i Mün’akıd: gelecekte bir işi yapmaya veya yapmamaya yemin etmektir. İnsan böyle bir yemin eder de

yeminini bozarsa, kefaret ödemesi vacip olur. Eğer böyle bir yemin hayırlı işlerin yapılması ve kötü işlerin yapılmaması için ise, o yemine bağlı kalmak işin önemine göre farz ve vacip olur. Eğer edilen yemin hayırlı işi terk veya hayırsız işi yapmak için ise, o zaman yeminin bozularak kefaret verilmesi gerekir.

Bir de bu hadîs-i şerifte valilikle yemin bir arada anıldığına göre, bir memuriyet işinde hayır olduğu takdirde yeminin bozulabileceği ve kefaret verilmesi gerektiği anlaşılabilir.
1450- Ebû Hureyre (Radıyallahu Anh)’den rivayet edilmiştir:

“Biz sonuncularız ve (fakat) Ahirette önde gelenleriz. Vallahi, sizden birinizin aile ve akrabası aleyhindeki yemininde ısrar etmesi, Allah’ın farz kıldığı kefareti vermek için yemini bozmasından Allah katında kendisi için daha günahtır.”

Mütercim:

Bir kimse aile ve akrabasından biri ile konuşmamaya veya ona yardım etmemeye yeminde bulunursa, bu yemini bozmam ve keffaret vermem, diye ısrar ettiği takdirde işlediği günah Allah katında büyük olur. Onun için yeminini bozarak kefaret ödemesi gerekir.

Bu hadîs-i şerifi açıklayan âlimler, hadîsin birinci kısmı olan “Biz sonuncularız...“ ile son kısmı olan ”yeminde ısrar etmenin günah olması” arasında bir ilgi bulamamışlardır. Ben bu ve buna benzer yerlerde tam bir ilgi buldum. Şöyle ki: Biz bütün geçmiş ümmetlerden en sonra geldiğimiz için, geçmiş ümmetlerden ibret alarak şeriat edeplerine en çok riayet etmemiz gerekir. Bu itibarla akraba ve dostlar aleyhine yemin edip bunda ısrar etmek, bu hayırlı ümmetin güzel ahlâkına aykırı düşer.
1451- Abdullah bin Hişam (Radıyallahu Anh) der ki:

Biz Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile birlikte idik. Hazreti Peygamber de Ömer bin Hattab’ın elinden tutmuştu. Bu halde iken Hazreti Ömer, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’e:

— Ya Resûlallah, Ben seni, kendimden başka her şeyden daha çok severim, dedi. Hazreti Peygamber ona şöyle buyurdu:

“Hayır, nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, ben sana, kendi nefsinden daha sevgili olmadıkça imanın kemale ermiş olmaz.” Hazreti Ömer de:

— O halde, şimdi yemin ederim ki, sen bana nefsimden daha sevgilisin, dedi. Buna karşılık Hazreti Peygamber: “Ey Ömer, işte şimdi inancın tam oldu.” buyurdu.
1452- Ebu Zer El Gıfarî (RadıyaİIahu Anh) der ki,

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri Kâbe’nin gölgesinde otururlarken:

“Kabe’nin Rabbi olan Allah’a yemin ederim ki, onlar en büyük hüsrandadırlar! Kâbe’nin Rabbi olan Allah’a yemin ederim ki, onlar en büyük hüsrandadırlar.” buyurdukları sırada ben yanlarına vardım. Hatırıma geldi ki, acaba Hazreti Peygamber bu sözleri benim için mi söylüyor. Bu endişe ve korku ile gidip yanıbaşlarında oturdum. Kendimi tutamayarak sordum:

— Ya Resûlallah! Anam-babam sana feda olsun! En büyük hüsranda olanlar kimlerdir? Şu cevabı verdiler:

“Onlar, büyük servet sahibi olanlardır. Ancak şöyle, şöyle ve şöyle yapanlar (önüne sağına ve soluna yardım elini uzatanlar) başkadır.”

(Yani önüne, sağına ve soluna gereken şekilde verenler bu hüsran ve ziyan dışında kalır. Bu gibilerin akıbeti kötü değildir.)


1453- Ebû Hureyre (Radıyallahu Anh)’den rivayet edilmiştir:

”Müslümanlardan birinin üç çocuğu ölürse, ona cehennem ateşi değmez, ancak Allah’ın yemini yerine gelecek kadar (sırat köprüsünden geçerken) değer.” (Kur’an ı kerimin Meryem sûresi 71. ayeti kerimesinde mealen: “İçinizde cehenneme uğramadan geçecek hiç kimse yoktur. Bu, Rabbinin katında kesinleşmiş bir hükümdür.” buyrulan yemin yerini bulacaktır. Bu itibarla üç çocuğu ölen ana ve babaya cehennem ateşi dokunmayacaktır. Ancak ayeti kerimede buyrulduğu şekilde cehenneme varılacak; fakat cehennem ateşinden zarar görülmeyecektir.)


1454- Ebû Hureyre (Radıyallahu Anh)’den rivayet edilmiştir:

“Allah Teâlâ Hazretleri benim ümmetimi, kuşkulandığı içinden geçirdiği kötü şeyleri yapmadıkça veya söylemedikçe (açığa vurmadıkça) bağışlar.”

Mütercim:

İnsanın kalbine ve zihnine gelen bir takım kuruntular ve vesveseler dil ile söylenmedikçe veya işlenmedikçe, sırf böyle fenalıkları düşünmekle günah yazılmaz. Bu özellik bu ümmete mahsustur. Bazı âlimler, kalplerde yerleşen ve kararlaşan çirkin işler işlenmemiş olsa bile bunlardan sorumluluk doğacağını söylemişlerse de, gerçek olan bunların da bağışlanmış olmasıdır. Fakat inanç bozukluğu ile ilgili olup kalpte veya zihinde yerleşen hususlar münafıklık olur ki, Allah korusun imansız gitmeye sebeb teşkil edebilir.


1455- Hazreti Aişe (Radıyallahu Anha) ‘dan rivayet edilmiştir:

“Kim Allah’a itaat (ibadet) etmek üzere adakta bulunursa, o ibadet adağını yerine getirsin. Kim de Allah’a âsi olmayı adarsa, Allah’a asi olmasın.”

(Bir kimse: Allah rızası için gece namaz kılmaya kalkacağım. Adağım olsun, Allah için üç gün oruç tutacağım, sadaka vereceğim demiş olursa bu adaklarını yerine getirsin. Bunları yerine getirmek vaciptir. Fakat şarab içeceğim, günah işleyeceğim diye adak yaparsa, bunları yapmak haram olduğu için bu gibi işler yerine getirilmez.
1456- İbni Abbas (Radıyallahu Anhuma) der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem bir Cuma günü hutbe okurken, herkes mescidde gölgede oturuyordu. Bir adam da güneş altında ve ayakta duruyordu. Hazreti Peygamber onu görünce kimliğini ve halini sordu. Ashap cevap verdiler:

— Ya Resûlallah! Bu adam Ebû İsrail’dir. Güneş altında kalmak, yere oturmamak ve asla konuşmamak şartı ile oruç tutmayı adamıştır. Onun için böyle duruyor. Bunun üzerine Hazreti Peygamber ashaptan birine şöyle buyurdu:

“Ona söyle, konuşsun, gölgeye çekilsin ve otursun. Orucunu da tamamlasın.” (Bunlar içinde yalnız oruç ibadet olduğu için onun yerine getirilmesi gerekir, diğerlerini yerine getirmek gerekmez.)


1457- Enes (Radıyallahu Anh)’den rivayet edilmiştir:

“Allah’ım! Medinelilerin ölçek, kile ve şiniklerine bereket ver (onların ürünlerini bol yap).”


1458- Ebû Hureyre (Radıyallahu Anh)’den rivayet edilmiştir:

“Peygamber Süleyman Aleyhisselâm dedi ki: Vallahi, bu gece doksan karımı dolaşacağım. Bunlardan herbiri, Allah yolunda savaşacak birer oğlan doğuracaktır. Peygamberin arkadaşı melek, kendisine: İnşa-Allah, de! dedi. Hazreti Süleyman (İnşa Allah demeyi) unutarak karılarını dolaştı. Bunlardan hiç biri çocuk doğurmadı; yalnız bir tanesi yarım (felçli) bir çocuk doğurdu.” Ebû Hureyre rivayet ederek der ki: “Eğer Süleyman Aleyhisselâm, İnşa Allah demiş olsaydı, yemini yerine gelecek ve maksadına kavuşmuş olacaktı.” Bir defa da Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir. “Keşki İnşa Allah deseydi.”

Mütercim:

İmam Buharî Hazretleri bu hadîs-i şerifin birinci kısmını Hazreti Peygambere isnad etmeyerek onu sanki Ebû Hureyre’nin sözü gibi göstermişse de, yine iman ve adak bahsinin baş tarafında Hazreti Peygambere isnad ile zikretmiştir.61

61 Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:959-964
SEKİZİNCİ CÜZ

FERAİZ BAHSİ
1459- İbni Abbas (Radıyallahu Anhuma)’den rivayet edilmiştir:

“Kur’an-i Kerimde takdir ve tayin edilen hisseleri hak sahiblerine veriniz. Arta kalanı da en yakın erkek asabeye veriniz.”

(Meselâ: bir kimse ölür de geriye zevcesini, iki kızını ve bir erkek kardeşini bırakırsa, bu durumda farz ve muayyen hisse olarak zevce sekizde bir (1/8) hisse, iki kız da üçte iki (2/3) hisse alır. Bu hisseler alındıktan sonra geri kalan kısım erkek kardeşe (asabeye) ait olur. O halde miras 24 hisse itibar edilir. Bundan sekizde bir olan 3 hisse ölenin karısına, üçte iki olan 16 hisse iki kızına düşer ki bu farz hisselerin toplamı 19 hisse eder. Yirmidört hisseden geri kalan 5 hisse de, ölenin erkek kardeşine ait olur.)
1460- Hazreti Enes (Radıyallahu Anh)’den rivayet edilmiştir:

“Bir kavmin azadlısı, kendilerinden sayılır. (Azad edilen bir kölenin soyca yakını yoksa onun mirası, kendisini azad eden efendinindir.”)

1461- Hazreti Enes (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir:

“Bir kavmin kız kardeşlerinin oğlu kendilerinden sayılır (ve mirasa hak kazanır). “Bir ölünün mirasçı olarak farz hisse sahipleri veya asebesi bulunmazsa, yakınlık derecesine göre kız kardeş çocukları asabe gibi hak sahibi olurlar.)


1462- Sa’d (Radıyallahu Anh) anlatır.

“Her kim, babasından başkasını, babası olmadığını bildiği halde, babasıdır diye iddia ederse cennet ona haramdır.”

(Böyle haram olan bir işi helal kabul ederse cehennemliktir ister şöhret edinmek için, ister miras almak için olsun, böyle bir iddiada bilerek bulunmak haramdır.
1463- Ebû Hureyre (Radıyallahu Anh) ‘den rivayet edilmiştir:

“Sakın babalarınızdan yüz çevirmeyin (başkalarını baba edinmeyin). Kim babasından yüz çevirirse nankörlük etmiş olur.”62

62 Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:965-966
ŞER’Î CEZALAR VE DİYETLER BAHSİ
1464- Ebû Hureyre (Radıyallahu Anh) der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’in huzuruna şarab içen bir adam getirilince bize şöyle buyurdu:

“Onu dövünüz.” Biz de o şarab içeni dövdük. Sonra içimizden biri ona: Allah seni perişan etsin, diye beddua etti. Bu beddua üzerine Hazreti Peygamber:

-Böyle söylemeyiniz ve onun aleyhine şeytana yardımcı olmayınız.” (Şeytan insanın kötülüğünü ister; onun isteğine yardımcı olmayınız yahut nefis bu sözlerden katılaşır da ona fenalığa devam etmeyi emreder. Bu, bakımdan Şeytana ve nefse yardımcı olmayınız.

Mütercim:

Kendi istek ve arzusu ile, bir damla dahi olsa, şarab içen kimse ağzında şarab kokusu olduğu halde yakalanırsa yahut diğer içkilerden sarhoş olarak yakalanırsa ve bu kendi ikrarı yahut iki şahidin şehadeti ile sabit olursa ona ceza olarak seksen kamçı vurulur. Bu hüküm Hanefî, Maliki ve Hanbelî mezheblerine göredir. Şafii mezhebinde ise onun cezası kırk kırbaçtır.

Ceza sarhoşluk halinde uygulanmaz; kendine geldikten sonra, uygulanır. Sarhoşluk, kadın ile erkeği, yer ile göğü ayırt edemeyecek kadar kendinden geçme halidir. Bu imam Azam’a göredir. Diğer iki imama göre sarhoşluk konuşurken saçmalama ve sözleri birbirine karıştırma halidir. Fetva da bunların görüşü üzeredir.

Şarabın haram oluşu Kur’an ı kerimin serahati ile sabit bulunduğundan onun bir damlasını dahi içmek şer’î cezayı gerektiriyor. Hâlbuki diğer içkiler böyle olmadığı için ancak sarhoşluk verdikleri zaman şer’i ceza gerekiyor.


1465- Hazreti Ömer (Radıyallahu Anh) der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’in zamanında Himar lâkabında bir şakacı adam vardı. Bazan yaptığı şakalarla Hazreti Peygamberi tebessüm şeklinde güldürürdü. Bir vakit bu adam şarab içmiş olduğundan Hazreti Peygamber ona kırbaç cezası uygulamıştı. Yine bir gün aynı suçtan dolayı yakalanarak Hazreti Peygamberin huzuruna getirildi. Kendisine ikinci defada değnek cezası uygulandığı esnada, orada bulunanlardan biri; Rabbim, bu şarabcıya lanet et, ne de çok içki içiyor! diye ilendi. Bunun üzerine Hazreti Peygamber şöyle buyurdu:

“Ona lanet etmeyiniz. Vallahi, onun Allah’ı ve Allah’ın peygamberini sevdiğini kesinlikle biliyorum.” Bundan anlaşılıyor ki, bir mümin, şarab içmek gibi günah işlemesiyle lanetlenmez ve haram iş Allah’ı ve peygamberini sevmeye engel olmaz. Bununla beraber şer’i cezaya çarptırılır; bu da günahına kefaret sayılır. Haklarında açık delil olmayan kâfirleri bile isim tayin ederek lanetlemek caiz değildir; ancak Allah’ın laneti zalimler üzerine olsun, kâfirler üzerine olsun denilebilir.
1466- Ebû Hureyre (Radıyallahu Anh)’den rivayet edilmiştir:

“Allah o hırsıza lanet etsin ki, başa giyilen miğferi çalar da eli kesilir, urganı çalar da eli kesilir.”

Mütercim:

Bir dinarın (bir altının) dörtte bir kıymetine ulaşan herhangi bir eşyanın çalınması ile elin kesilmesi gerekir. Bundan daha az kıymette olan eşyaların çalınması ile el kesilmez.


1467- Hazreti Aişe (Radıyallahu Anha) ‘dan rivayet edilmiştir: “Çeyrek Dinar ve ,daha fazlasında el kesilir.” (Altın paranın dörtte biri veya gümüşün on dirhemi veya bunlar kıymetinde olan eşyaların çalınması, el kesmeyi gerektirir. Ancak îmam Azam Hazretlerine göre, halk arasında mubah hükmünde olan ot, kamış, kızıl toprak boyası gibi şeyleri çalmakla el kesilmez. Yine çabuk bozulan ve çürüyen süt, et, kavun, karpuz ve yaş meyvalar gibi şeylerden dolayı da kesilmez. Sarhoşluk veren maddeleri ve eğlence aletlerini çalmaktan da el kesilmez. Alacağını tahsil edemeyen bir kimse, alacağı kadar bir malı borçludan çalarsa yine el kesilmediği gibi umuma ait veya ortak malların çalınmasından da kesilmez. Bununla beraber başkasının hakkına tecavüz edilen yerlerde haram yine işlenmiş olur. Hak sahibi ile hellallaşılmazsa ahirette ceza çekilir.
1468- Ebû Hureyre (Radıyallahu Anh)’den rivayet edilmiştir:

-Bir cariye (kadın köle) zina eder de ettiği zina meydana çıkarsa, (efendisi onu) kırbaçla dövsün (ona elli kırbaç vursun); fakat ona bağırıp çağırmasın. Sonra yine zina ederse, yine onu dövsun. Fakat bağırıp çağırmasın” Sonra üçüncü defa zina ederse bir ip karşılığında olsa bile onu satsın.”

Mütercim:

Şer’î cezalarda kölelerin cezası hür olanlara uygulanan cezanın yarısıdır. Bekâr halde iken zina eden hür kimselerin cezası yüz değnek ve kölelerinki elli değnektir. Ayrıca kölelerde recim cezası yoktur; çünkü recim cezasının yarısı olmaz. Bu ceza yalnız hür ve nikâhlanmış kimseler hakkında olur.


1469- Ebû Bürde (Radıyallahu Anh)’den rivayet edilmiştir:

“Allah’ın şer’î cezalarından olmayan (başkasına hakaret gibi suçlardan dolayı (suçluya) on değnekten fazla vurulmaz.”

Mütercim:

Bir kimse, şarab içmek, zina etmek ve namuslu bir kadına iftira da bulunmak gibi, şer’î cezayı gerektiren suçların dışında bir suç işlerse, o suçluya on değnekten fazla ceza verilmemelidir.

İmam Ahmed ile îmam Hanbel Hazretleri bu hadîs-i şerifi esas kabul ederek amel etmişlerdir. İmam Azam, îmam Şafii ve imam Maliki Hazretleri ise, on değnekten çok vurulabileceğini kabul etmişlerdir. Ancak ne kadar ziyade yapılabileceğinde ayrılığa, düştüler. İmam A’zam Hazretlerine göre, tazir adı verilen cezaların miktarı hâkim in takdirine bağlıdır. Suçlunun suç durumuna, bedenî, malî içtimaî durumlarına bakılarak tayin edilir. Azarlama ve ayiblama cezaları da verilebilir.
1470- Ebû Hureyre (Radıyallahu Anh) ‘dan rivayet edilmiştir:

“Kim, kölesine suçsuz olduğu halde zina isnad ederse, kıyamet günü kırbaçlanır. Ancak söylediği doğru ise kırbaçlanmaz.”

(Bir kimse kendi kölesine zina etmiştir diye iftira ederse dünyada bu iftirasından dolayı ceza görmez ise de, ahirette Allah tarafından ona iftira suçunun cezası olmak üzere seksen kırbaç vurulur.)
1471- İbni Ömer (Radıyallahu Anhuma)’dan rivayet edilmiştir:

“Bir mümin, yasak olan cana kıymadıkça dininde genişlik içinde devam eder.”

Mütercim:

Bir mümin küçük ve büyük günahlar işlemiş olsa bile, din ve iman dairesinde serbestlik içinde olur. Her istediği zaman tevbe ve, istiğfar ederek, üzerinde kul hakkı varsa helallaşarak bağışlanması umulur. Fakat şirkten (Allah’a ortak koşma günahından) sonra en büyük günah olan adam öldürme suçu insana bulaştı mı, artık onun dindeki genişliği kaybolur; çünkü dünyada kısas cezasına, ahirette de azaba çarpılır.

Bu hadîs-i şerifin işaretinden anlaşılıyor ki, katil olanın tevbesi makbul değildir. Bu görüşe, İbni Ömer ve İbni Abbas katılmışlardır. Fakat diğer müçtehitlere göre, bu hadîs-i şerif tehdit ve teşdit manasını taşımaktadır. Yahut öldürme işini helal kabul etmek şartına bağlıdır. Çünkü şirkten başka günahları işlemekle, helali helal, haramı da haram kabul etmek şartı ile hiç bir mümin kâfir olmaz. Ancak küfrü gerektiren söz ve hareketleri işlemekle dinden çıkılır. Dinden çıkmayı gerektirmeyecek şekilde günah işleyenlere Allah dilerse ahirette azab eder, dilerse bağışlar. Azab edişi de kulun günahı miktarınca olur.
1472- Mikdad bin Amr (Radıyallahu Anh) der ki:

Ben Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimize sordum:

— Ya Resûlallah! Savaşırken bir kâfirle karşılaşsam ve kolumu bir kılıç darbesiyle kesmiş olsa ve sonra bu adam bir ağacı siper ederek, ben Allah rızası için Müslüman oldum dese onu öldürebilir miyim? Hazreti Peygamber:

— “Onu öldürme!” buyurdu. Ben yine:

— Ya Resûlallah! Bu kâfir benim kolumu kestikten sonra Müslüman olduğunu söylüyor. Yine onu öldüremem mi? dedim. Buyurdu ki:

“Sakın onu öldürme. Onu öldürürsen, o kâfir senin onu öldürmenden önceki durumuna geçer (mümin sayılır); sen de, o kâfirin, tevhit kelimesini söylemesinden önceki durumuna düşersin.” (Bir mümini, mümin olduğu için öldürmek küfürdür.) İbni Ömer’den (Radıyallahu Anhuma) şöyle bir rivayet vardır:

“Mümin kişi, kâfirlerle beraber olduğu için imanını gizlerde sonra açığa vurur ve sen onu öldürürsen aynı netice meydana gelir. Nitekim sen de önceleri Mekke’de imanını gizliyordun.”
1473- Abdullah bin Amr Ebû Mûsâ (Radıyallahu Anh)’dan rivayet edilmiştir:

“Bize karşı silâh taşıyan bizden değildir.” (Müslümanlara ve İslâm idaresine karşı silâh taşıyan ve bunu helâl sayan bir insan mümin değildir.)


1474- Abdullah (Radıyallahu Anh) dan rivayet edilmiştir:

“Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed Aleyhisselâm’ın Allah’ın peygamberi olduğuna şahadet eden bir Müslümanın kanı (öldürülmesi) ancak üç sebebden biri ile helâl olur:

1- Can mukabilinde can (haksız yere cana kıyanın kısas olarak öldürülmesi gerekir).

2- Evli veya dul iken zina eden (taşlanarak öldürülmesi gerekir) .

3- İslâm dininden çıkan ve İslâm cemaatindan ayrılan.” (katil zani ve mürted olandan başkasını öldürmek helâl olmaz.

Bir kısım âlimler, bu üçüne bir dördüncüsünü ilâve etmişlerdir. O da nefis müdafaası için adam öldürmektir.

Birisinin üzerine saldıran ve hayatına kasteden kişi başka türlü önlenemezse öldürülür.)

Mütercim:

Hanefî mezhebinde cemaatle namaz kılmayı terk etmek öldürülme sebebi değildir; ancak farziyyeti inkâr edilirse dinden çıkılır ve tevbe etmediği takdirde öldürülür. Çünkü İslâm toplumunu terk etmek, namazı terk etmek manasına gelmez. Müslümanlardan ayrılıp kâfirlere karışmak demektir.
1475- İbni Abbas (Radıyallahu Anh)’dan rivayet edilmiştir:

“Allah’ın en çok buğzettiği kişiler üçtür: 1 — Harem hudutları içinde inkarcılık eden, 2 — Müslümanlıkta cahiliyet adeti peşinde koşan. 3 — Haksız yere bir kimsenin kanını dökmeye istekli olan.


1476- Ebu Hureyre (Radıyallahu Anh)’den rivayet edilmiştir:

“Biz dünyada sonuncular ve (fakat) ahirette önde gelenleriz. İzin vermediğin halde evinin içine bakan kimseye, parmaklarının arasından bir çakıl taşı fırlatıp gözünü çıkarsan sorumlu olmazsın.”

Mütercim:

İmam Şafii Hazretleri bu hadîs-i şerifin zahiri ile amel ederek demiştir ki: Bir kimse, kendi evinin kapı veya penceresinden izin almaksızın evin içine bakar da, içerde bulunan ev sahibi, iki parmak arasına bir taş alarak içeriye bakan mütecavizin gözüne atarak gözünü kör eder veya sakatlatırsa, bundan dolayı ev sahibine ceza vermek gerekmez. Yaralanan ölse bile yine bir günah yoktur, diyet de yoktur. Diğer âlimler ve müçtehitler demişlerdir ki, bu hadîs-i şerif tehdit ve teşdit ifade eder. Büyük pencere ve kapılardan içeri bakanın gözü oyulması halinde diyet gerekir.


1477- İbni Abbas (Radıyallahu Anhuma)’dan rivayet edilmiştir:

“Şu ve şu (serçe parmağıyla baş parmak) diyetçe eşittir.”

(Bu iki parmaktan herhangi biri kesilmiş olursa kesen kimsenin ölüm diyeti olan yüz devenin onda birini (on deveyi) vermesi gerekir.63

63 Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:966-973



MÜRTEDLERİN (HAK DİNDEN ÇIKANLARIN) TEVBEYE ÇAĞRILMALARI
1478- İbni Mes’ud (Radıyallahu Anh) Hazretleri der ki:

Bir kimse Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’e sordu: — Ya Resûlallah! Cahiliyet zamanında (islâmdan önce) yapmış olduğumuz günahlardan sorumlu olacak mıyız? Hazreti Peygamber cevap verdi:

“İslâm’da iyi olan kimse, cahiliyet zamanında işlemiş olduğu günahlardan sorumlu tutulmaz. Fakat İslâm’da kötü olan kimse, önceki ve sonraki kötülüklerinin cezasını çeker.”

Mütercim:

Bir kimse irtidat ettikten sonra tekrar tevbe ederek İslâm dinine dönse, imanı sahih olur ve o günden itibaren Müslüman sayılarak sahih amelleri makbul olur. İrtidat halinde terk etmiş olduğu farzları kaza etmesi gerekmez. Ancak İslâm iken yapmış olduğu hac ibadetini yeniden Müslüman olmakla kaza etmesi icab eder.

İrtidad eden kimseye, tevbe ederek iman etmesi teklif edilir ve varsa şüpheleri giderilir. Tevbe edince kurtulur, değilse İslâm idaresi tarafından öldürülmesi gerekir. Ancak irtidad eden kimse kadın ise öldürülmez, habsedilir. Şafii mezhebinde kadın bakımından hükümde bir ayrılık yoktur.

İşte İslâm’da kötülük yapan kimse, hem İslâm halinde, hem de cahiliyet zamanında işlediği günahlardan sorumlu tutulur, hükmünün manası da, İslâm’dan kötülük yaparak çıkanın durumunu tespit etmektedir. Yoksa İslâm dininden çıkmaksızın günah işleyen kimse manasına gelmez.64

64 Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:973-974


Yüklə 2,57 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   34   35   36   37   38   39   40   41   42




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin