Zübdetü’l buhâRÎ


AKIKA KURBANI, HAYVAN KESME VE AVLAMA BÖLÜMÜ



Yüklə 2,57 Mb.
səhifə37/42
tarix27.07.2018
ölçüsü2,57 Mb.
#60515
növüYazı
1   ...   34   35   36   37   38   39   40   41   42

AKIKA KURBANI, HAYVAN KESME VE AVLAMA BÖLÜMÜ
1264- Selman bin Amir’den (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir:

“Erkek çocuğun doğması ile bir akîka kurbanı kesilir. Siz onun için kurban kesip kan akıtınız ve çocuktan eziyeti (onu rahatsız eden nesneleri) kaldırınız” bazı rivayetlerde de erkek çocuk için iki kurban, kızlar için de bir kurban kesilmesi emredildiğinden bunu yapmak müstehab sayılmıştır.


1265- Ebû Hureyre’den (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir:

“Fera (ilk doğan deve veya koyun yavrusunu kurban etmek ve atîre (receb ayında kurban) yoktur.” Cahiliyet zamanında müşrikler ilk doğan deve veya koyun yavrularını putları için kurban ederlerdi ve buna “Fera” derlerdi. Receb ayında da yine putları için kurban keserlerdi. Buna da “Atîre” derlerdi. İslâmda kesin olarak bunlar yasaklanmıştır, kesilmeleri caiz değildir. Esasen bunların, Allah’tan başkası adına kesilmeleri şirk ve küfür olur.

Ancak Şafii mezhebinde Allah rızası için olmak şartıyla ilk doğan deve veya koyun yavrusunu kurban etmek yahut receb ayında bir hayvan kurban etmek ve etlerini fakirlere sadaka vermek müstehabdır.
1266- Adiyy bin Hatim (Radıyallahu Anh) der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem efendimize ok ile avlanan hayvanların hükmünü sordum. Bunların eti hangi halde, yenilir ve hangi halde yenmez? Bana cevap olarak şöyle buyurdular:

“Ok, sivri ucuyla delip öldürdüğü hayvanı ye; fakat okun enine isabetiyle ölen hayvan lâşedir, yenmez.” Sonra Hazreti Peygambere köpeğin avladığı hayvandan sordum. Bana şöyle buyurdular;

“Av köpeğinin senin için tuttuğunu ye; çünkü bu köpeğin yakalaması bir nevi boğazlamadır. Eğer kendi köpeğinle veya köpeklerinle beraber başka bir köpek bulursan ve bu yabancı köpeğin yakalamasından veya av hayvanını öldürmesinden kuşkulanırsan, o zaman avlanan hayvanın etinden yeme. Çünkü sen besmele çekerek kendi köpeğini saldırdın (saldırttın), diğer köpeği besmele çekerek salmadın.”

Mütercim:

Bir hayvan boğazlanırken veya avcı tetiği çekerken veya avcıl hayvanı av üzerine salarken besmele getirmek vaciptir. Kasten besmele terk edilirse boğazlanan veya avlanan hayvanın, eti yenmez, haramdır. Hanefî ve Hanbeli mezheblerinde hüküm budur. Unutularak veya yanılarak besmele çekilmezse yenilir.

Şafii mezhebinde ise, besmele getirmek sünnet ve müstehabdır. Bunun için besmelesiz boğazlanan hayvanın etini yemek onlarca helaldir. Ancak Allah’tan başkası adına kesilmiş veya avlanmış olurlarsa, bu gibi hayvanların eti yenmez.

Hayvana atılan ok, sivri ve delici tarafından onu yaralayıp öldürdüğü zaman hayvanın kanını akıtmış olur. Fakat yan tarafından isabet edip kan akıtmadan öldürürse eti yenmez.

Kurşun ve saçmalarla öldürülen hayvanların etlerinin yenilebileceğine dair bir fetva risalesini Mısır’ın büyük kütüphanesinde gördüm. Fakat Şafii mezhebinde kurşun ve saçma ile avlanan hayvanın yenmesi haramdır. Ancak hayvan ölmeden kavuşulur ve boğazlanırsa, o zaman yenir. Onun için kurşuna mukavemeti olmayan küçük kuşlara kurşun atmak doğru değildir. Kaz ve ördek gibi hayvanlara kurşun atıldıktan sonra onların boğazlanmalarına yetişilebilir.
1267- Ebû Sa’lebe (Radıyallahu Anh) der ki:

Ya Resûlallah! dedim. Biz kitap ehli olan (hıristiyan ve Yahudilerin) memleketinde bulunuyoruz. Biz onların yemek kablarından yiyelim mi? Bir de av hayvanları çok olan bir memleketteyiz. Bazan ok atarak avlanıyorum. Bazan da öğretilmiş veya öğretilmemiş köpekle av yapıyorum. Bunlardan bana yemesi helal olan hangisidir? Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem bana şu cevabı verdiler:

“Kitab ehlinin kabları hakkında durum şöyle: Eğer onların kablarından başkasını bulursanız, o kablarda yemeyiniz. Eğer başkasını bulamazsanız, o kabları yıkayınız ve onlarda yiyiniz. Okunla avladığın ve besmele getirmiş olduğun hayvanın etini ye. Yine öğretilmiş köpeğinle avladığın ve besmele getirmiş olduğun hayvanı ye. Bir de avcıl olmayan köpeğin ile avladığın ve sonra henüz ölmeden kavuşup besmele, ile kestiğin hayvanı ye (başka şekilde avlananları yeme).”
1268- İbni Ömer’den (Radıyallahu Anhuma) rivayet edilmiştir:

“Kim hayvan ve malını korumak veya avlanmak kasdı olmadan evinde bir köpek beslerse, her gün onun amelinden iki kırât eksilir.”


1269- Adiyy bin Hatim (Radıyallahu Anh) Hazretlerinden rivayet edilmiştir:

“Köpeğini salıverip besmele getirdikten sonra avı yakalar ve öldürürse sen o av hayvanını ye. Eğer hayvan o avdan yerse, sen yeme; çünkü hayvan kendisi için avı tutmuş demektir. Eğer besmele çekerek saldığın köpeklere başkaları katılarak av hayvanını yakalar ve öldürürlerse onu yeme; çünkü sen hangi köpeğin yakalayıp öldürdüğünü bilemezsin (belki besmelesiz salıverilen hayvan onu öldürmüştür).

Bir av hayvanına ok atar da, bir veya iki gün sonra onu bulursan, eğer üzerinde senin okunun izinden başka bir iz yoksa (ondan) ye. (Bir rivayette de, dilerse yiyebilir, buyrulmuştur.) Eğer suya düşmüşse, ondan yeme.”

Mütercim:

Bu hadîs-i şerifin zahirine bakarak Şafii imamlarından îmam Nevevî Hazretleri, öldürülmüş olarak bulunan, av hayvanının yenmesinin helal olduğunu tercih etmiştir. Hatta suya düşen av hayvanının ok ve silâh tesiri ile ölmüş olduğu bilinirse yine yenir. Ancak hayvan suya düştükten sonra boğularak ölürse, onun eti yenmez. Bunlar Şerkavî şerhinden alınmıştır.
1270- Ebû Mûsâ’dan (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir:

İyi arkadaşla kötü arkadaşın hali, misk (hoş koku) taşıyanla körük çekenin haline benzer, Misk taşıyan ya sana misk verir, ya sen ondan satın alırsın, ya da onun güzel kokusundan faydalanırsın. Körük çeken ise, ya elbiseni yakar yahut ondan pis bir koku duyarsın.”

Mütercim:

Bu hadîsi- şerif miskin tahir ve temiz olduğuna delil kabul edilmiştir. Senenin muayyen bir ayında geyiğin karın kısmında toplanan kandan misk elde edilir. Bununla beraber bu kan, diğer kanlardan istisna edilerek pis sayılmamıştır. Çünkü hayvanın sütü ve şaraptan yapılan sirke gibi değişikliğe uğramıştır.50

50 Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:869-873
KURBANLAR BÖLÜMÜ
1271- Seleme bin Ekva (Radıyallahu Anh) der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem bir sene bize şöyle buyurdu:

“Sizden kurban kesen kimse, sakın bayramın üçüncü gününden sonra o kurban etinden evinde hiç bir şey bulundurmasın.”

Ertesi yıl olunca bize şöyle buyurdu:

“Kurbanlarınızdan yiyiniz, başkalarına yediriniz ve isterseniz (evlerinizde) biriktiriniz. Geçen yıl insanlarda sıkıntı vardı. Onlara bu hususta yardım etmenizi istedim (ve evlerinizde et biriktirmemenizi emrettim).”

Mütercim:

Hanefî mezhebinde yolculuk halinde olmayan (mukîm bulunan) ve zengin olan kimseye kurban kesmek vaciptir. Kurban etinin üçte birinin fakirlere, üçte birinin konu komşuya dağıtılması ve geriye kalan üçte birinin de aile halkına bırakılması sünnettir.

Diğer mezheplerde kurban kesmek vacip olmayıp sünnettir. Bununla beraber Şafii mezhebinde bir fakirin karnını doyuracak kadar ona et verilmesi gerekir.51

51 Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:874
MEŞRUBAT (İÇÎLECEK ŞEYLER) BÖLÜMÜ
1272- İbni Ömer (Radıyallahu Anhuma) ‘den rivayet edilmiştir:

“Dünyada şarap içen ve sonra tevbesiz ölen kimse ahirette ondan (cennet şarabından) mahrum olur.”

Mütercim:

Dünyada şarabı helal kabul ederek ondan içenin ve bu inanç üzere ölenin küfrüne hüküm verildiğinden ebediyyen cehennemlik olur. Böylece cennet şarabından mahrum kalır. Fakat şarabı helal kabul etmeyerek haram olduğu inancı ile içen ve böyle devam edip tevbe etmeksizin ölen kimsenin hali, diğer büyük günahları işleyenler gibidir. İşi Allah’ın dilemesine kalmıştır. Cenab-ı Hak dilerse bağışlar, dilerse azab eder. Fakat cennete girdiği zaman da yine cennet şarabını içemeyecektir.


1273- Ebu Hureyre (Radıyallahu Anh)den rivayet edilmiştir:

“Bir kimse zina ederken mümin olarak zina etmez, şarap içerken mümin olarak şarap içmez, bir hırsız çalarken mümin olarak çalmaz ve bir çapulcu, insanların göz diktikleri değerli bir nesneyi yağma ederken mümin olarak yapmaz.”

Mütercim:

Bu hadîs-i şerifin manası şu: zina işlemek, şarab içmek hırsızlık ve yağmacılık etmek gibi büyük günahları kâmil ve olgun bir Müslüman yapamaz. Yahut bu gibi günahları helal inancı ile işleyen kâfir olacağından o kimsenin imanı gitmiş olur. Bu hadîs-i şerifin müminleri tehdit ve korkutma için varit olduğu da söylenilmektedir. Bir de utanma ve ar sahibi olanlar bu günahları işleyemezler denilebilir. Çünkü helâl saymayarak nefsine uyup bu günahları işleyenler, müminlik vasfını kaybetmezler.


1274- Hazreti Aişe (Radıyallahu Anha) der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’e bal bozasından soruldu. Şu cevabı verdiler: “Her sarhoşluk veren içki haramdır.”

Mütercim:

Bu hadîsi- şerif müçtehit imamların delili olup kaynatılarak elde edilen ve çok içildiği zaman sarhoşluk veren bütün içkilerin haram olduğunu kabul etmişlerdir. Hububattan yapılanlar da böyledir. Yalnız ceza uygulaması bakımından şarab ile diğer içkiler arasında fark vardır. Şöyle ki, bir damla dahi içilse, şarabdan dolayı ceza uygulanır. Hâlbuki diğer içkilerin sarhoşluğundan dolayı ceza uygulanır. Bir de içkilerin necis olmalarında ihtilâf vardır. Şarabın ağır necaset olduğunda ihtilâf yoksa da, diğer içkilerin hafif necaset olduğunu kabul eden müçtehitler vardır. Bu bilgi Mülteka metninden alınmıştır.


1275- Ebû Âmir EI-Eş’arî (Radıyallahu Anh) Hazretlerinden rivayet edilmiştir:

“Benim ümmetimden bir takım kavimler gelecektir ki, zinayı, ipek giymeyi, şarabı ve çalgıları helal kabul edeceklerdir. Yine bir takım kavimler bir dağın kenarına konacaklar. Çobanlar, hayvanlarını otlatıp akşamleyin ağıllarına getirecekler. Kendileri nimet içinde yüzerken ihtiyaç sahibi bir kimse kapılarına varınca yarın gel! diyecekler: Allah Teâlâ onları geceleyin helak edecek ve başlarına o dağı yıkacaktır. Bir kısmını da, kıyamete kadar maymun ve hınzır biçimine çevirecektir.”

Mütercim:

Âlimlerin çoğu bu hadîs-i şerifin zahirine bakarak bu ümmetten de bazı kişilerin maymun ve domuz kılığına sokulacağına inanmışlardır. Bir kısım âlimler de bunların huylarının maymun ve domuz huyuna çevrileceğini söylemişlerdir. Şerkavî şerhinde bunun tafsilâtı vardır. İşte haramı helâl saymak ve nimete nankörlük etmek günahlarının cezası böyle kılık değiştirmek veya yere batmaktır.


1276- Hazreti Cabir (Radıyallahu Anh) der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem, içlerinde içki yapılan kapların kullanılmasını da yasaklamıştı. Ashabı kiramın: Ya Resulallah, biz bu kapları bazı ihtiyaçlarımızda kullanmak zorundayız, demeleri üzerine Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

“O halde kullanabilirsiniz.”

Mütercim:

Bu kitabın başında geçen 37. sayılı hadîs-i şerifle içki kaplarını kullanmanın yasaklanması üzerine ashabı kiram dediler ki, ya Resûlallah! bazı içeceklerimizin hazırlanması ve korunmasında bu kaplara zarurî ihtiyacımız vardır. Bunun üzerine Hazreti Peygamber sarhoşluk veren içki kaplarının mubah olan meşrubat için kullanılmalarına izin verdi ve eskiden konulmuş olan kullanma yasağının hükmünü kaldırdı. Mubah olan içecekler arasında boza da sayılmaktadır. Ancak bozanın sarhoşluk verecek derecede ekşimemiş olması şarttır.
1277- Hazreti Cabir (Radıyallahu Anh) der ki:

Ashabın ünlülerinden Ebû Humeyd Es Sâidî, Akik vadisinde bulunan Nakî adındaki çiftlikten taze sağılmış süt hazırlayarak açık bir kap içinde Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’e hediye getirdi. Hazreti Peygamber ona şöyle buyurdu:

“Keşki bir odun parçası ile olsun, bu kabın üzerini örteydin.”

Mütercim:

İçlerinde yiyecek ve içecek bulunan bütün kapların örtülmesi ve kapanması sünnettir. Çünkü kapların örtülmesiyle içlerine zararlı maddelerin düşmesi önlenmiş olur. Hiç olmazsa bir odun parçasıyla örtülmesinin istenmesi, kapları örtme işinin önemine işarettir. Örtülürken de besmele getirilmesi sünnet olduğundan, kap üzerine herhangi bir şey konarken besmele hatırlanır ve çekilir. Besmele getirilen şeyde bereket olduğundan o kab şeytandan da korunmuş olur.
1278- Ebû Hureyre (Radıyallahu Anh)’den rivayet edilmiştir:

“Sağılır bir devenin muayyen bir zaman için fakire verilmesi ve yine sağılır koyunun bir süre fakirin istifadesine bırakılması ne güzel sadakadır. O hayvan ki, bir kap sabahleyin, bir kap da akşam üstü süt verir...”


1279- Hazreti Cabir (Radıyallahu Anh) der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri beraberlerinde Hazreti Ebu Bekir olduğu halde Medine’de Ebû Heysem adındaki meşhur sahabinin bostanına girdiler. Bostan sahibi Ebû Hey-sem’e şöyle buyurdular: “Su kabında geceden soğutulmuş suyun varsa bize içir; değilse şu önümüzdeki akar suya ağzımızı dayar içeriz.”

Ebû Heysem dedi ki, ya Resûlallah! Geceden soğutulmuş suyumuz vardır. Buyurunuz, çardağa gidelim, orada size ikram edeyim. Beraberce çardağa (gölgeliğe) gittiler. Ebû Heysem su kırbasından bir miktar bir kâseye döktü ve üzerine de taze sağmış olduğu sütten ilâve ederek Hazreti Peygambere ve beraberinde olan Hazreti Ebû Bekir’e içirdi.

Mütercim:

Suyun soğutularak bir kap içinde iken içilmesinde veya akar sulardan ve çeşmelerden avuç ve ağızla içilmesinde bir sakınca olmadığına bu hadîs-i şerif delildir.
1280- Ümmü Seleme (Radıyallahu Anh) den rivayet edilmiştir:

“Gümüş kapdan su içen kimse, karnına cehennem ateşini gürül gürül akıtmış olur.”

Mütercim:

Gümüş kaşıklarla ve gümüş kaplardan yeyip içmenin haram olduğuna bu hadîs-i şerif delildir. Daha önceki hadîs-i şerifte altın kaplar da aynı yasağa sokulmuş olduğundan aralarında haram olma bakımından fark yoktur.52

52 Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:874-879
HASTALAR BAHSİ
1281- Ebû Saîd ve Ebû Hureyre (Radıyallahu Anhuma)dan rivayet edilmiştir:

“Diken batırılmasına varıncaya kadar Müslümanların başına gelen musibet, meşakkat sıkıntı, üzüntü, eziyet ve keder gibi şeyleri, muhakkak Allah Teâlâ o Müslümanın günahlarına kefaret kılar.”

Mütercim:

İmam Gazali Hazretleri, Müslümanın başına gelen musibetleri üçe bölmüştür. Birincisi, münafık olanlara gelen hastalık ve felâketlerdir. Münafık bunlar için Cenabı Hakk’a itirazda bulunur. Ondan dolayı da çektiği hastalık ona azabdan başka bir şey olmaz.

İkincisi, sabırlı mümine gelen hastalıklardır. Mümin bunlara sabrettiği için sevab kazanır, günahlarına kefaret olur.

Üçüncüsü, şükraniyet makamında olana gelen hastalıktır. Gelen musibete karşı Allah’a şükür ve hamd eder. Böyle musibetler, onun derecesini yükseltmek içindir.


1282- Ebû Hureyre (Radıyallahu Anh) dan rivayet edilmiştir:

“Müminin hali, yaş ekine benzer. Rüzgâr ona ne taraftan eserse, rüzgâra uyarak meyleder. Rüzgâr gidince de doğrulup kalır. Facir (kâfir) ise kaskatı ve dik duran çam gibidir. Allah dilediği zaman onu kırar (artık doğrulmaz)

Mütercim:

Buharî’de bu hadîs-i şeriften sonra “Allah Teâlâ Hazretleri, sevdiği kulu, dünyada çeşitli musibetlerle müptelâ eder (derecesinin yükselmesi için musibetler günahlarına kefaret olur) “şeklinde rivayet vardır.


1283- Abdullah bin Mes’ul (Radıyallahu Anh) der ki:

Ben, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem in hastalığında ateşinin şiddetinden mübarek vücudunun titrediğini görünce dedim ki:

— Ya Resûlallah! Bu derecede şiddetli hastalığınız, herhalde size iki kat sevaba vesile olacaktır. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem beni doğrulayarak şöyle buyurdu “Evet, hiç bir Müslüman yoktur ki, bir eziyete uğrasında, Allah onun günahlarını ağaç yapraklarının dökülmesi gibi dökmesin.”

Mütercim:

Âlimlerin çoğu, mümin kul büyük günahlardan sakındığı müddetçe, musibetlerden dolayı günahlarının döküleceğini kabul etmişlerdir. Yani hastalık ve musibetler sebebiyle ancak küçük günahlar bağışlanır. Günahların büyükleri ise ancak tevbe edip mağfiret dilemekle ve haklar ödenmekle bağışlanır.
1284- İbni Abbas (Radıyallahu Anhuma) der ki:

Bir kadın Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’in huzuruna geldi ve: Ya Resûlallah! Beni sar’a tutuyor ve bu esnada üstüm başım da açılıyor. Allah’a dua ediniz de bundan kurtulayım, dedi. Hazreti Peygamber ona şöyle buyurdu:

İstersen buna sabreder ve karşılığında cenneti kazanırsın. İstersen seni iyileştirmesi için Allah’a dua ederim.” Bunun üzerine kadıncağız:

— Ya Resûlallah! Bu halime sabrederim; yalnız açılmamam için dua ediniz, dedi ve Hazreti peygamber de ona dua etti.


1285- Enes Hazretleri (Radıyallahu Anh)’den rivayet edilmiştir:

— Allah Teâlâ buyurmuştur: Ben bir kulumu iki sevgili gözünden mahrum ettiğim zaman kul buna sabrederse, gözlerine karşılık ona cenneti veririm.” (Sabır, belanın başında olursa makbuldür. Ümit kesildikten sonra sabrın faydası kalmaz.)


1286- Kasım bin Muhammed ibni Ebi Bekir (Radıyallahu Anhüm) der ki:

Birgün Hazreti Aişe (Radıyallahu Anha) şiddetli bir baş ağrısına yakalanmıştı. Ölümüne sebeb olacağını ifade eder şekilde “Vay başım, ölüyorum!” deyince, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ona şöyle buyurdu:

“Eğer ben sağ iken sen (bu ağrıdan) öleydin, senin için mağfiret dilerdim ve sana dua ederdim.” Bunun üzerine Hazreti Aişe son derece üzülerek sitem yollu Hazreti Peygambere:

— Vay başıma gelen! Vallahi, sanıyorum ki, siz benim ölümümü istiyorsunuz, dedi. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Hazreti Aişe’yi teskin etmek için şöyle buyurdu:

“Hayır, senin sandığın gibi değil. Ah başım! diyen benim. İçimden geçti veya istedim ki, Ebû Bekir ile oğluna haber göndereyim ve (hilafet meselesinde) kendisiyle sözleşeyim ki, kimse lâf etmesin ve umutlu olanlar da umutlanmasınlar. Sonra düşündüm ki, nasıl olsa Allah, (ondan başkasını) kabul etmez ve müminler de reddederler veya Allah, (ondan başkasını) reddeder ve müminler de kabul etmez.”

Mütercim:

Bu hadîs-i şerif Hazreti Peygamberin mucizelerinden olup Hazreti Ebû Bekir’in hilâfetine de delil olabilir.
1287- Enes (Radıyallahu Anh)’den rivayet edilmiştir:

“Sakın sizden biriniz, çektiği acıdan dolayı ölümü istemesin. Eğer ölümü istemek zorunda kalırsa desin ki:

Allah’ım! Yaşamak hakkımda hayırlı ise, bana sağlık ver; ölüm benim için hayırlı ise canımı al!”

Mütercim:

Buradaki emir vücubu ifade etmeyip bu şekilde dua yapılabileceğine bir izin teşkil etmektedir.
1288- Ebû Hureyre (Radıyallahu Anh) dan rivayet edilmiştir:

“Hiç kimseyi ameli cennete koyamaz.” ashap sordular: Ya Resûlallah! Sizi de mi ameliniz cennete koyamaz? Hazreti Peygamber şöyle buyurdu:

“Beni de amelim Cennete sokamaz. Ancak Allah Teâlâ’nın lütfu ve rahmeti beni kaplarsa cennete girerim. Sizler dürüst olunuz ve mutedil davranınız. Hiç biriniz ölümü zinhar temenni etmesin! İyi kişi ise iyiliği artabilir ve kötü kişi ise pişmanlık duyup tevbe edebilir.”
1289- Hazreti Aişe (Radıyallahu Anha) der ki:

Bir hasta okunmak için, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’e getirildiği zaman ona şöyle dua ederlerdi:

“Ey insanların Rabbı! hastalığı gider ve şifa ver. Şifa veren ancak sensin, senden başka şifa veren yoktur. Geride hastalık bırakmayacak bir şifa ver!” 53

53 Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:879-884


TIP BAHSİ
1290- Ebû Hureyre (Radıyallahu Anh)’den rivayet edilmiştir:

“Allah Teâlâ, indirdiği her hastalık için muhakkak bir şifa indirmiştir.”

Mütercim:

Tedavi görmek tevekküle engel değildir. Allah her hastalık için bir deva yarattığına göre onun aranması gerekir. Ancak şifayı ihsan eden Allah Teâlâ olduğuna inanmalıdır.

Bir de, şarab gibi haram olan şeylerle tedavi caiz değildir. Vücut dışında kullanılmalarında beis yoktur. Hayvanata bile yedirilip içirilmeleri doğru değildir.
1291- İbni Abbas (Radıyallahu Anhuma)’dan rivayet edilmiştir:

“Şifa üç şeydedir: Hacamat aletiyle kan almada, bal şerbetinde ve ateşle dağlamada. Ancak ben, (başka çare bulunursa) ateşle dağlamaktan ümmetimi menederim.”


1292- Ebû Saîd El-Hudrî (Radıyallahu Anh) der ki:

Bir adam Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretlerine gelerek: Ya Resûlallah! Benim kardeşim karnından şikâyet ediyor, ishali vardır, ne yapalım? diye sorunca, Hazreti Peygamber şöyle buyurdular:

“Ona bal (şerbeti) içir!” Bir müddet sonra adam gelip: Ya Resûlallah, emriniz üzere ona bal içirdim; fakat hastalığı geçmedi, dedi. Hazreti Peygamber ikinci defa: “Ona bal şerbeti içir!” buyurdu. Adam gidip tekrar döndü ve eski sözünü tekrarladı. Hazreti Peygamber üçüncü defa:

“Ona bal içir!” buyurdu. Adam dördüncü defa gelip, ilâcı yaptım, fakat fayda vermedi, dedi. Bunun üzerine Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

“Allah sözünde doğrudur (balda şifa vardır); fakat senin kardeşinin karnı yanılıyor. Sen ona bal içir!” Adam gidip hasta olan kardeşine tekrar bal içirince, iyileşti.

Mütercim:

Bal şerbetinin bir, iki ve üçüncü defalarda fayda vermemesinin sebebi, yetecek miktar içilmemiş olmasındandır. Yoksa Hazreti Peygamberin tedavi edişleri kesindi. Tıp kitaplarına göre, bal ateş veren bir ilaç olduğundan bütün soğukla ilgili hastalıklarda çok faydalıdır.

Müfessirler, Kuran-i kerimde bal hakkında geçen “Onda şifa vardır” ayetini tefsir ederlerken bazı hastalıklar murad edilmekte olduğunu söylemişlerdir.


1293- Hazreti Aişe (Radıyallahu Anha)’dan rivayet edilmiştir:

“Gerçekten şu kara tanecik (çörek otu) samdan (ölümden) başka her şeye şifadır.” Ben, sam nedir? diye sordum. Hazreti Peygamber: “Ölümdür.” buyurdu.

Mütercim:

Çeşitli sebeplerden meydana gelen hastalıklara çörek otunun fayda ve şifa verdiğini doktorlar kabul etmektedir. Bazı ilâçlara karıştırılarak muhtelif hastalıklar için kullanılır.

Çörek otu dövülerek bal ile macun yapıldıktan sonra sıcak su ile içilirse mesanedeki taşları eritir. Beş gram çörek otu su ile içilirse, nefes darlığına fayda verir. Çörek otundan 5-7 tane döğülüp zeytin yağı ile karıştırılıp süzüldükten sonra nezleli olanın burnuna çekilir ve içilirse nezle hastalığı gider.
1294- Ümmü Kays (Radıyallahu Anh)dan rivayet edilmiştir:

“Siz, bu Üd-i Hindiye (topalak otuna) devam ediniz; çünkü bunda yedi çeşit şifa var. Bademcik hastalığı için buruna (enfiye gibi) çekilir. Zatülcenb hastalığı için su ile karışık içilir.”


1295- Hazreti Enes (Radıyallahu Anh)’den rivayet edilmiştir:

“Kullandığınız devanın en iyisi (bilhassa sıcak bölgeler için) kan aldırmak ve topalak otunu kullanmaktır. Çocuklarınızın boğazındaki bademcikleri ezip onlara eziyet vermeyiniz. Topalak otunun tozunu burunlarına çektiriniz.”

Mütercim:

Hadîs-i şerifte “Kust” olarak adı geçen ot bir kaç nevidir. Biri Kust-i Hindidir ki siyah renkte, tatlı ve hafif olur. Bir nevi de Kust-i Sami’dir. Şimşir ağacına benzer, güzel kokusu vardır. Bir de Kust-i Bahrî’dir. Bu ak renkte olup hoş kokusu var; fakat tadı acıdır.


1296- İbni Abbas (Radıyallahu Anhuma)’dan rivayet edilmiştir:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurdu:

“Bana bütün ümmetler gösterildi. Peygamberler, beraberlerinde grupları olduğu halde birer, ikişer geçtiler. Yanında hiç kimse bulunmayan peygamber vardı. Nihayet bana büyük bir kalabalık gösterildi. Kim bunlar, benim ümmetim mi? dedim. Bu kalabalık Mûsâ kavmidir, denildi, sonra, ufka bak! denildi. Birden ufku dolduran bir kalabalık gördüm. Sonra, gök ufuklarının şurasına ve şurasına bak! denildi. Birden ufku dolduran bir kalabalık gözüme ilişti. Denildi ki: İşte senin ümmetin. Bunlardan yetmiş bin kişi hesaba çekilmeksizin cennete girecektir. Onlar muska ve afsun yapmayan, şu veya bu hadiseyi uğursuz saymayan, ateşle dağlanmayan ve Rablerine tevekkül eden (bel bağlayan) kişilerdir.”

Mihsan oğlu Ükâşe dedi: Ben onlardan biri miyim? Ya Resûlallah! Hazreti Peygamber: “Evet (sen onlardansın)!” buyurdu. Başka birisi kalkıp: Ben de onlardan mıyım? dedi. Hazreti Peygamber ona:

“Ükâşe, bunda seni geçti.” Buyurdu.

Mütercim:

İkinci olarak kalkan adamın Sa’d bin Ubade olduğu rivayet edilir. Eğer Hazreti peygamber buna da evet cevabını vermiş olsaydı, onun arkasından herkes kalkıp aynı şeyi isteyeceklerdi. Buna meydan vermemek için Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem sözü kesmiş oldu.

Tedavi için zahirî sebeplere baş vurmak gerekli ise de, aslında Allah’a tevekkül ederek şifayı Allah’tan beklemelidir. Bu inançla, tedavi usullerine baş vuranların hareketi yerindedir ve tedaviye baş vurmayanlardan da dereceleri daha düşük değildir.


1297- Ebû Hureyre (Radıyallahu Anh)’dan rivayet edilmiştir.

“Hastalıklar (Allah’ın izni ve takdiri olmadan) bulaşmaz, şu veya bu hadiseyi uğursuz saymak, baykuş uğursuzluğu, Sefer ayı uğursuzluğu yoktur. Ancak cüzzam hastalığına yakalanandan, aslandan kaçtığın gibi kaç.”

Mütercim:

Her şeyde tesiri yaratan Allah’tır. Bazı hastalıklar bulaşıcı ise de bu bulaşmayı yaratan ve ona sebep bağlayan yine Allah’dır. Ateş yakar, kılıç keser; fakat gerçekte bunlarda o kuvveti yaratan Allah’dır diye inanç beslemelidir. Diğer taraftan cüzzamlıdan kaçınılması emredildiğine göre; bu hastalıkta bulaşıcılık olduğu anlaşılmaktadır. Fakat yine onun bulaşması kendi tesiri ile değil, Allah’ın takdiri iledir.


1298- Ebû Hureyre (Radıyallahu Anh) der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem, “Hastalık, (Allah’ın takdiri olmadan) bulaşmaz.” buyurunca bir bedevi şöyle dedi:

— Ya Resûlallah! Benim geyikler gibi sapasağlam kırda dolaşan develerimin arasına dışardan uyuzlu bir deve girerse onları uyuz eder. Hâlbuki siz hastalık bulaşmaz, buyurdunuz?

Hazreti Peygamber şu cevabı verdiler:

“İlk deveye hastalığı geçiren kimdir?” Yani, ilk uyuz illetine yakalanan deveye o hastalık bulaşmakla geçmemiştir. Önce o hastalık Allah’ın takdiri ve kudreti ile olduğuna göre, her hayvanda da hastalık aynı şekilde olur. Vasıtalar asıl hastalığı yapmaz. Demek ki, senin bu develerinin uyuz hastalığına yakalanmaları yine Allah’ın kaza ve kaderi iledir.

Mütercim:

“Sakın hasta hayvanın yanına sağlam hayvanı getirme” mealindeki hadîs-i şerifte açıklama gelecektir.
1299- Hazreti Enes (Radıyallahu Anh)’dan rivayet edilmiştir:

“Taun (veba) hastalığı her Müslüman için şehitlik rütbesidir.”

(Taun hastalığı, yaralanıp ölen şehit in çektiği acı ve ızdırab gibi tesir bıraktığından onların kavuştuğu mertebeye veba sebebiyle ölenler de erişir.)
1300- Ümmü Seleme (Radıyallahu Anha) der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem benim evimde iken, yüzünde kara ve kızıl yahut sarı renk karışığı olan bir kızı görünce şöyle buyurdu:

“Şu kıza nazar değmiş, Onu afsunlayınız.”

(Nazar hastalığına karşı tütsü ve efsun gibi şeyler yapılmasının caiz olduğuna ve göz değmesinin hak olduğuna bu hadîs-i şerif delildir.)


1301- Hazreti Aişe (Radıyallahu Anha) der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem bir hastayı okuduğu zaman: “Bismillah, Ülkemizin toprağı kimimizin tükürüğü ile karışır ve hastamız, Rabbimizin izniyle şifa bulur.”

Mütercim:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem önce mübarek işaret parmağını ağzına koyup tükürükle ısladıktan sonra toprağa değdirir ve ondan sonra hastanın ağrıyan yerine sürer ve bu duayı okurdu. İnsanın asıl mayası ve yaratılış maddesi toprak ve su olduğu için, bunlardan hayat veren Allah Teâlâ, hastalıklara da bunlarla şifa verir. Hazreti Peygamberin yaptığı gibi hareket edilerek onun duası hastaya okunursa Allah’ın izni ile hasta şifa bulur.


1302- Ebû Hureyre (Radıyallahu Anh)’dan rivayet edilmiştir:

“Uğursuzluk sayma (kötüye yorma) yoktur. En iyisi fal (iyimserlik) dir.” ashap sordular ki, fal nedir? Hazreti Peygamber şu cevabı verdi: “Sizden birinizin işittiği (ve iyimserlik uyandıran) yararlı sözdür.”

Mütercim:

Cahiliyet zamanında bir adam yolculuğa çıkınca onun sağ tarafından bir kuş uçtu mu, onu hayıra yorardı. Sol taraftan uçarsa kötüye yorardı. İşte buna “Tıyere” denirdi. İslâmda bunun yeri olmadığını Hazreti Peygamber:

“Tıyere yoktur” buyurarak o âdeti kaldırmıştır. Fakat işitilen güzel sözün iyiliğe yorumlanabileceğini beyan buyurmuşlardır. Meselâ, yolculuğa çıkan bir kimse, başka bir adamdan: Ey yol gösteren, ey insanların öncüsü, ey hayır sahibi gibi güzel sözler işitirse, bunlar iyiliğe yorumlanabilir. Bu da kesin bir şey değildir. Bu itibarla yolculuk maksadıyla evinden dışarı çıkanın bazı sebepleri kötüye yorumlayarak evine geri dönmesi mekruhtur.
1303- Ebû Hureyre (Radıyallahu Anh) der ki:

Hüzeyi kabilesinden iki kadın kavga ettiler. Onlardan biri hamile olan diğerinin karnına taş ile vurarak karnındaki çocuğu öldürdü. Bunlar Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’in huzurunda muhakeme edildiler. Hazreti Peygamber onlar arasında şöyle hüküm verdi:

“Hamile kadının karnındaki çocuğun diyeti, ğurre, bir köle veya bir cariyedir. “Sonra bu şekilde hüküm giyen kadının (kocası):

— Ya Resûlallah! Yemeyen, içmeyen, konuşmayan ve hayat belirtisi göstermeyen bir cenin için diyet ödemeye nasıl mahkûm edilirim. Onun gibisi, hükümsüz sayılır dedi. Bunun üzerine Hazreti Peygamber: “Şüphesiz bu adam, kehânet yapanlardandır.” buyurdu. Fakat yine de Hazreti Peygamber, ona bu yorumundan dolayı ceza vermedi. Ancak diyet ona ödettirildi.


1304- İbni Ömer (Radıyallahu Anhuma) der ki: Medine’nin doğusunda oturan ve Arab hatiplerinden olan iki adam, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’in huzurunda hitabet (nutuk) yarışmasında bulundular. Orada bulunanların hepsi, bu iki adamın güzel konuşmalarına hayran oldular. Bunun üzerine Hazreti Peygamber:

“Anlatışın da büyüleyeni vardır veya bazı anlatışlar büyüleyicidir.” buyurdu. Böyle güzel ifadeler, sihir gibi insana tesir eder.

Mütercim:

Bu hadîs-i şerifte belagat üzere söylenen kelâma sihir adı verildiğinden bazı âlimler böyle tesirli sözler söylemenin iyi bir iş olmadığına hükmetmişlerdir. Ancak helâl olan sihirdir, demişlerdir. Doğrusu bu hadîs-i şerif, böyle tesirli sözlerin iyi veya kötü olduğuna delil gösterilemez. Sözün en iyisi, kısa ve faydalı olandır. Buna dair de hadîs-i şerif vardır: “Bana derli toplu (lafızları az, manaları çok) sözler verildi.”


1305- Ebû Hureyre (Radıyallahu Anh)dan rivayet edilmiştir:

-Sakın hasta deve, sağlam devenin yanına sokulmasın.” Ebû Hureyre, hastalıklarda bulaşıcılık yoktur, mealindeki ilk rivayetini inkâr etmiştir.

Mütercim:

Bazı hastalıkların tabiatları gereği Allah’ın izni ile başkalarına geçtiğine en büyük delil bu hadîs-i şeriftir.

“Hastalıklarda bulaşma yoktur,” hadîs-i şerifi ile bu hadîsin ravisi Ebû Hureyre olduğu halde, Ebû Hureyre önceki hadîs-i tamamen inkâr etmiştir. Önce “Hastalıklarda bulaşma yoktur” hadîsini rivayet etmişken, her nasılsa bu rivayetini tamamen unutmuş. Hâlbuki diğer hususlarda bu duruma düştüğü olmamıştır. Bununla beraber ilk hadîs-i anlattığı zaman çok kimseler onu kendisinden işittikleri için onların rivayeti ile sahih hadîs kitaplarına geçmiştir.
1306- Ebû Hureyre (Radıyallahu An)’den rivayet edilmiştir:

“Kim kendini bir dağın tepesinden aşağı atarak öldürür ise o kişi cehennemliktir ve cehennemde temelli, ebedi ve sonsuza dek yuvarlanacaktır. Kim de zehir içerek kendini öldürürse, zehiri elinde olduğu halde onu cehennemde temelli, ebedî ve sonsuza dek yudumlayacaktır. Kim de bir demirle (kesici bir aletle) kendini öldürürse, demiri elinde olduğu halde onu cehennemde temelli, ebedî ve sonsuza dek karnına saptayacaktır.”

Mütercim:

Bu hadîs-i şerifte varit olan tehdit ve azabla korkutma üzerinde âlimler değişik açıklamalarda bulunmuşlardır. Bazılarına göre, intihar etmeyi helal sayarak kendini öldüren kimse kâfir olacağından ebedî olarak cehennemde kalır. Bazılarına göre de, mümin olduğu halde intihar eden, uzun müddet cehennemde kalacaktır. Fakat birkaç defa tekid edilerek ebediyyen cehennemde kalacağı ifadesine bakılırsa, intihar edenin akıbetinden korkulur. İntihar, şirkten sonra gelen en büyük günahtır.


1307- Ebû Hureyre (Radıyallahu Anh)’dan rivayet edilmiştir:

“Birinizin tabağına kara sinek düşerse onu iyice batırsın ve sonra çıkarıp atsın, çünkü onun kanatlarının birinde dert ve diğerinde deva vardır.”54

54 Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:884-893


Yüklə 2,57 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   34   35   36   37   38   39   40   41   42




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin