Zübdetü’l buhâRÎ



Yüklə 2,57 Mb.
səhifə38/42
tarix27.07.2018
ölçüsü2,57 Mb.
#60515
növüYazı
1   ...   34   35   36   37   38   39   40   41   42

GİYİM (elbise) BAHSÎ
1308- Ebû Hureyre (Radıyallahu Anh) dan rivayet edilmiştir:

“İzarın (şalvarın) topuklardan aşağı sarkan (ve yere sürünen) kısmı cehennemdedir.”

Mütercim:

Belden aşağı giyilen elbiseye izar denilir. Böyle elbiseler yerlere sürünecek şekilde topuklardan aşağı sarkması, kibir ve azametten dolayı ise bu haramdır. Böyle bir maksat taşımıyorsa, temizliğe aykırı ve israf olacağından tenzihen mekruh sayılır.


1309- Ebû Zer (Radıyallahu Anh) der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: “Hiç bir kul yoktur ki, Lâ ilahe İllallah desin de sonra bu iman üzere ölsün ve cennete girmesin (muhakkak o kimse cennete girer). Ben, zina etse de, hırsızlık yapsa da mı? dedim. Hazreti Peygamber: “Zina da etse, hırsızlık da yapsa (girer).” buyurdu. Ben yine: Zina etse, hırsızlık yapsa da mı? dedim. Hazreti Peygamber: “Zina da etse, hırsızlık da yapsa” buyurdu. Ben tekrar:

— Zina etse ve hırsızlık yapsa da mı? dedim. Hazreti Peygamber: “Zina etse ve hırsızlık da yapsa Ebû Zerr’e rağmen (Cennete girecektir).” buyurdu.

Mütercim:

Ehli sünnet inancına göre, "bir mümin imanını kaybetmedikçe, her ne kadar günah işlemiş olsa bile ebedî olarak cehennemde kalmaz. Günah işlemiş olanlardan bir kısmı Allah’ın mağfiretine uğrayarak azab çekmeksizin cennete girerler, Allah dilediğini bağışlar; ancak kul hakları varsa onlar için ceza vardır. Tevbe etmeksizin ölen bazı günah sahipleri de azablarını çektikten sonra yine cennete girerler. Kul hakları için ölmeden önce helallaşmak veya hakları ödemek gerekir.

Bununla beraber, Allah dilerse hak sahiplerini ahirette memnun ederek dilediği kullarını azaba uğratmadan cennete koyar.


1310- İbni Zübeyr (Radıyallahu Anh) dan rivayet edilmiştir:

“Dünyada ipek elbise giyen erkek, onu ahirette giyemeyecektir.”

Mütercim:

Erkekler için haram olan saf ipek ve atlas gibi elbiseleri dünyada giyenler, ahirette böyle, elbiselerden mahrum kalacaklardır. Bu hadîs-i şerifin manası üzerinde âlimler ihtilâf etmişlerdir. Bir kısmına göre, mümin olarak bu elbiseyi giyenler ahirette cennete girecekleri halde orada bu elbiseden mahrum kalacaklardır.

Bir kısım âlimler de, ipek kumaşı helâl kabul ederek giyenler cehennemlik olacağından onlar bu cennet elbisesini giyemeyeceklerdir, demişlerdir. Bir kısmına göre de, bu hadîs-i şerif ipekten sakındırma ve korkutma mahiyetinde olarak varit olmuştur.

İpek elbise kadınlara helal olduğu için bu yasağın onlara şümulü yoktur. İki imama göre, savaşta bazı yararlı sebepler için askerlerin ve mücahidlerin ipek giymesinde bir sakınca yok ise de, İmam Azam’a göre alâmet ve işaret yerinde dört parmaktan ziyade kullanılması tahrimen mekruhtur. Fakat çözgüsü ipek, ağacı pamuk olursa giyilebilir. Aksi halde mekruhtur.


1311- Enes (Radıyallahu Anh)’den rivayet edilmiştir:

“Sizden birinin ayakkabısını giyerken sağdan başlasın ve çıkarırken soldan başlasın ki, sağ ayak, ayakların ilk giydirileni ve son çıkarılanı olsun.”

Mütercim:

Şeref ve önemi olan her işte sağ el ve sağ ayak ilk olarak kullanılır ve böyle işler sağ ile yapılır. Sümkürmek ve taharet gibi işler ise sol elle yapılır. Her iki elin veya her iki ayağın iştiraki ile olacak işlerde önce sağ ile işe başlanılır ki, bu müstehabdır.


1312- Ebu Hureyre (Radıyallahu Anh) den rivayet edilmiştir:

“Herhangi biriniz, tek ayakkabı ile dolaşmasın, ya ikisi de giyili veya ikisi de çıplak olsun.”

Mütercim:

Ayağın biri giyinik, diğeri çıplak olarak yürümek insanlar nazarında çirkin bir hareket olduğu gibi, böyle yürümekte de bir dengesizlik vardır. İnsanın vakar ve heybetine de aykırı düşer.


1313- Enes (Radıyallahu Anh)’den rivayet edilmiştir:

“Ben gümüşten mühürlü yüzük edindim ve ona Allah’ın Resulü Muhammed mührünü kazdırdım. Hiç kimse bu (bana ait) mühürü taklit etmesin.”

Mütercim:

“Muhammed Resûlullah” imzası yalnız Hazreti Peygambere aittir. Bu unvanı hiç kimse kendi mühüründe kullanamaz. Çünkü Hazreti Peygamberin imzalamış olduğu mektup ve vesikalara başka sahte imza karışması ancak böyle önlenebilir. Herkes, kendine mahsus gümüşten bir mühürü yüzük edinebilir. Erkeklerin sağ elin küçük parmağına yahut yüzük parmağına (serçe parmakla orta parmak arasındaki parmağa) takmaları müstehabdır. Sol elin yüzük parmağına da takılabilir. Orta parmakla işaret parmakların takılmasında tenzih yollu kerahet vardır. Bir de yazılı olan kısmın elin iç tarafından bulunması evlâdır.


1314- İbni Abbas (Radıyallahu Anhuma)’dan rivayet edilmiştir:

“Kendilerini (giyim-kuşam ve hareketleriyle) kadınlara benzeten erkekleri ve kendilerini erkeklere benzeten kadınları evlerinizden çıkarın, kovunuz.”

(Kadın elbiseleri giyip kadınlar gibi süslenen ve onların konuşma ve hareketlerine kendini uyduran erkeğe “Muhannes” denilir. Kadınlardan da aynı şekilde kendilerini erkeklere benzetenlere “Mütereccile” denilir. İşte bunların her ikisine Hazreti Peygamber lanet etmiştir ve onların evlerden kovulmasını emretmiştir. Hazreti Peygamber, böyle erkek kıyafetine bürünen Binti Gaylân adındaki bir kadını ve kadın kılığına giren Enceşe adındaki siyah bir köleyi kendi saadethanelerinden kovmuştur.)
1315- İbni Ömer (Radıyallahu Anhuma)’dan rivayet edilmiştir:

“Allah’a şirk koşanlara aykırı olunuz, sakallarınızı uzatıp, bıyıklarınızı kesiniz.”

Mütercim:

Sakalın bir kabza (tutam) miktarından çok olan kısmını almakta bir kerahet yoktur. Bıyıklar ise, dudakların kırmızılığı tamamen meydana çıkıncaya kadar kısaltılır. Bundan çok uzatılmalarında kerahet vardır. Bu hadîs-i şeriften bıyıkların büsbütün tıraş edilmeleri gerektiği anlaşılmaktadır. Çünkü bıyıklar hakkındaki emir, kökünden bıyıkları yok ediniz manasını taşımaktadır. Fakat İmam Malik Hazretleri bıyıkların tıraş edilmesini bir nevi uzuv (organ) kesilmesi sayarak bıyıkların tıraş edilmesine cevaz vermez. Diğer imamlar dudakların kırmızılığı görününceye kadar kısaltılmalarını müstehab görmüşlerdir. Ancak heybet ve yiğitlik ifadesi maksadıyla savaşan asker ve mücahidler bıyıklarını kısaltmayarak uzatabilirler. Diğer erkeklerin kısaltmaları sünnettir. Sakalın uzatılması ise sünnettir, kabzadan az olmasında kerahet vardır. Ayrıca başın tamamen tıraş edilmesinde bir kerahet yoktur.


1316- Ebû Hureyre (Radıyallahu Anh)’dan rivayet edilmiştir:

“Yahudilerle Hıristiyanlar sakallarını boyamazlar, siz onların aksini yapınız (sakallarınızı boyayınız).”

Mütercim:

Kına ve ketem denilen ot yaprağı ile yahut bunların karışımı ile saç ve sakalları boyamak, ak saçlı olanlar için müstehabdır. Kına kırmızıya, ketem sarıya ve her ikisinin karışımı da siyaha yakın koyu bir renk verir ve en güzeli olur. Sırf siyaha boyanması mücahidlerden başkası için caiz değildir. Bir de karısı genç olanların ünsiyet ve muhabbetin devamı için saç ve sakallarını siyaha boyamaları caizdir, demişlerdir.


1317- İbni Ömer (Radıyallahu Anh)’dan rivayet edilmiştir:

“Bu tasvirleri (heykelleri) yapanlara kıyamet gününde muhakkak azab edilecektir. Kendilerine yarattıklarınızı diriltiniz, denilecektir.”

Mütercim:

Canlı varlıkların tasvirlerini yapmak haramdır; fakat canlı olmayan ağaç ve manzara resimleri caizdir.


1318- Ebû Hureyre (Radıyallahu Anh)’dan rivayet edilmiştir:

“Allah Teâlâ buyurur ki: Benim yaratıklarımın benzerini (tasvirlerini) yaratmaya kalkışandan daha küstah kim olabilir! Güçleri yetiyorsa bir habbe (tane) yaratsınlar, bir zerre (atom) yaratsınlar.”

Mütercim:

Canlı varlıkların tasvirlerini yapmak haramdır; fakat gölgesi düşmeyen resimleri çizmenin haram olmadığı insanlar arasında yaygındır. Bu sözün dayanağı da yine Buharî’de olan “Kumaş ve elbiseler üzerine çizilen resimlerde beis yoktur” mealindeki hadîs-i şeriftir. Buharî’de bu hadîs kuvvetli ve sahih olduğundan eşyalar üzerine çizilen resimler istisna edilmiştir.55

55 Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi: 893-899
EDEB VE SILA-İ RAHİM BAHSİ
1319- Ebû Hureyre (Radıyallahu Anh) der ki:

Bir kimse, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’in huzuruna gelerek:

— Ya Resûlallah! İnsanlar içinde benim iyilik etmeme en çok lâyık olan kimdir? dedi. Hazreti Peygamber:

“Annendir!” buyurdu. Adam sordu: — Sonra kimdir? Hazreti Peygamber: “Annendir!” buyurdu. Adam yine sordu: — Sonra kimdir? Hazreti Peygamber: “Annendir!” buyurdu. Adam dördüncü defa: — Sonra kimdir? diye sorunca, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem:

“Babandır!” buyurdu.

Mütercim:

Bazı âlimler bu hadîs-i şerifin zahirine bakarak anne hakkının baba hakkından üç derece daha üstün olduğunu söylemişlerdir. Fakat Şafii mezhebinde baba ile annenin hakları ve kendilerine iyilik etmek hususları eşittir. Diğer taraftan annelerin gebelik, doğum, çocuk emzirme ve yetiştirme bakımından çektikleri eziyetler, babanınkinden daha çok olduğu için daha fazla mükâfata hak kazanmaları da söylenebilir.
1320- İbni Ömer (Radıyallahu Anhuma) ‘dan rivayet edilmiştir:

“Kişinin kendi ana ve babasına lanet etmesi, büyük günahların en büyüğündendir. Şöyle ki: Bir adam, başka bir adamın babasına söver, sövülen adam da sövenin babasına ve anasına söver.” (Böylece baba ve annesini sövdürmüş olur.)


1321- Cübeyr ibni Mut’im (Radıyallahu Anh) rivayet eder:

Sılâ-i rahmi (Akrabalara iyilik edip onlarla ilgilenmeyi) kesen kimse cennete girmez.”

(Sılâ i rahmi kesmenin, helâl olduğuna inanarak bunu yapan yahut hiç bir sebeb olmaksızın sıla’yı kesen, ilk cennete girenlerle beraber cennete giremez şeklinde yorumlanır.)
1322- Ebû Hureyre (Radıyallahu Anh)’dan rivayet edilmiştir:

“Rahim (akrabalık), ilahî rahmetin sarmaşmış köklerinden biridir. Allah Teâlâ (rahme:Akrabalığa) şöyle buyurmuştur: Kim sana yakınlık gösterirse ben de ona yakınlık gösteririm ve kim seninle alakasını keserse ben de onunla alakamı keserim.”

(Sılâ-i rahim, mümkün olduğu takdirde bizzat hısım ve akrabayı ziyaret etmek ve onlarla ilgilenmek ve elden gelen yardımı yapmak suretiyle olur, değilse, mektup ve haberleşme suretiyle yapılır.)
1323- Amr bin As (Radıyallahu Anh)’dan rivayet edilmiştir:

“Benim babamın akrabası, velilerim değildir, ancak benim velim Allah’dır ve müminlerin salihleridir. Lâkin onlar (babamın akrabaları) için akrabalık hakkı vardır ve ben bu hak sebebiyle onlarla ilgilenirim.”


1324- Abdullah (Radıyallahu Anh)’dan rivayet edilmiştir:

“Sıla (nın faziletli olanı), karşılık olarak yapılan değildir. Fakat sıla, akrabalık bağları koparıldığı zaman onları bağlamaktır.”

Mütercim:

Sıla, yakınlık göstermek, ilgilenmektir. Bu sıla hususunda insanlar ûç kısımdır:

1- Birincisi “Muvasıl” dır ki, kendisine ilgi gösterilmediği halde ilgi gösterendir. İşte asıl sıla budur.

2- İkincisi “Mükâfî” dir ki, kendisine gösterilen ilgiye misliyle mukabele edendir. Buna sıla denmez.

3- Üçüncüsü “Kâtı = İlgiyi kesen” dir ki, kendisi herkesden alır; fakat kimseye bir şey vermez.

Bir de vardır ki, kendisine çok az bir şey verildiği zaman ona fazlasıyla mukabele eder. Böyle kimse de birinci kısma dahil olur. Bunların gönül rızası ve hoşluğu ile verilmesi gerekir. Fakat bazı maddi menfaatler için olursa, iyilikler Allah katında makbul olmaz, belki vebali olur.


1325- Hazreti Aişe (Radıyallahu Anha) der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’e bir Arabî : — Siz çocukları öpüyorsunuz; fakat biz çocuklarımızı öpmeyiz, dedi. Bunun üzerine Hazreti Peygamber ona şöyle buyurdu:

“Allah, senin kalbinden merhameti soyup almışsa ben sana ne yapabilirim.”

Mütercim:

Çocukları öpmek, merhamet ve şefkatten ileri gelir. Çocukları öpmeyenlerde bu merhamet duygusu yok demektir. Allah tarafından kalplerden çıkarılan merhameti de kimse geri çeviremez. Bundan anlaşılıyor ki, hadîs-i şerifte çocukları sevmeye teşvik vardır.
1326- Hazreti Ömer (Radıyallahu Anh) der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’e Havazin kabilesinden bir takım esirler gelmişti. Bu esirler arasında bir kadın vardı ki, çocuğunu kaybettiği için göğüslerinde biriken sütü rastgele çocuklara emziriyordu. Sonra o kadın esirler arasında kendi çocuğunu bulur bulmaz onu kucaklayıp bağrına bastı ve onu emzirmeye başladı. Hazreti Peygamber, bu kadının böyle şefkatle çocuğuna sarılmasını görünce bize şöyle buyurdu:

“Şimdi şu kadının çocuğunu ateşe atabileceğini, sanar mısınız?” Biz de dedik: — Bu kadının elinde oldukça çocuğunu ne kendisi ateşe atar ve ne de ona ateş dokundurur. Bunun üzerine Hazreti Peygamber: “işte kendi çocuğuna bu derecede şefkatli ve merhametli olan kadından Allah Teâlâ Hazretleri kullarına daha çok merhametlidir.” buyurdu.
1327- Ebû Hureyre (Radıyallahu Anh)’dan rivayet edilmiştir:

“Allah Teâlâ Hazretleri, rahmeti yüz bölüm olarak yarattı. Bunlardan doksan dokuz bölümünü kendinde tuttu ve yeryüzüne de bir bölümünü indirdi. İşte bu bir bölüm ile yaratıklar birbirlerine merhamet ederler; hatta yavrusunu çiğnemesin diye at ayağını kaldırıp yavrusundan uzaklaştırır.”


1328- Üsame bin Zeyd (Radıyallahu Anh) der ki: Çocukluğumda Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem beni bir dizine ve Hazreti Hasanı da öteki dizine oturturdu. Sonra her ikimizi de bağrına basarak bizi kucaklaştırır ve şöyle buyururlardı.

“Allah’ım! Bu çocukları esirge; ben de onları esirgiyorum.”

Mütercim:

Üsame hazretleri, Hazreti Hasan’dan birkaç yaş büyük ise de, Hazreti Peygamberin mübarek dizleri üzerine oturamayacak kadar büyük yaşta olmasa gerektir. Yahut dizlerinin yanında oturmuş oldukları da hatıra gelebilir.


1329- Ebû Hureyre (Radıyallahu Anh) der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem namaza durdu ve biz de cemaat olarak ona uyduk. Sonra namaz içinde bir Arabî (Zül-cevhere El-Yemanî): Allah’ım! Bana ve Muhammed’e rahmet et! bizden başkasına merhamet etme, diye dua etti. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem selâm verip namazdan çıkınca o Arabî’ye şöyle buyurdu:

“Gerçekten sen, geniş (ve hudutsuz olan) Allah’ın rahmetini kısıtladın. (Allah’ın rahmeti herkese şamildir, onu yalnız ikimize tahsis etmen doğru değildir).”
1330- Numan bin Beşir (Radıyallahu Anh)’den rivayet edilmiştir:

“Bütün müminleri, birbirlerine acımada, birbirini sevmede ve birbirine yardım etmede tek vücut gibi görürsün. O vücudun azalarından biri hastalanınca, vücudunun diğer azaları onun uykusuzluğuna ve sızısına katılırlar.”


1331- Hazreti Enes (Radıyallahu Anh) ‘den rivayet edilmiştir:

“Herhangi bir Müslüman bir ağaç diker de o ağaçtan bir insan yahut bir hayvan yerse, muhakkak o Müslüman için bir sadaka olur.”


1332- Cerîr (Radıyallahu Anh) ‘den rivayet edilmiştir:

“Merhamet etmeyen kimseye merhamet edilmez.”


1333- Hazreti Aişe (Radıyallahu Anha) ‘den rivayet edilmiştir:

“Cibril bana komşu hakkında o denli tavsiyelerde bulundu ki, komşuyu (komşuya) mirasçı kılacağım sandım.”

Mütercim:

Komşu üç kısımdır. Biri, yalnız komşuluk hakkı bulunan kafir komşudur. Biri de, hem komşuluk ve hem de İslâm hakkı bulunan komşudur. Öteki de, hem Müslüman, hem akraba olan komşudur.


1334- Ebû Süreyh ve Ebû Hureyre (Radıyallahu Anhuma) derler ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem:

“Vallahi iman etmiş olmaz, vallahi iman etmiş olmaz, vallahi iman etmiş olmaz.” diye üç kere yemin etti. Bunun üzerine kendisine:

— Ya Resûlallah! Kimdir o iman etmemiş olan? diye soruldu Şu cevabı verdiler: “Komşusu kötülüğünden emin olmayan kişi...”

(Komşusuna eziyet ve cefa edenin imanı tam olmaz, kemal üzere bulunmaz. Yahut ettiği zulüm ve cefayı helâl kabul ederse imanını yitirir.)
1335- Ebû Hureyre (Radıyallahu Anh)’den rivayet edilmiştir:

“Allah’a ve ahiret gününe iman eden kimse komşusuna eziyet etmesin. Allah’a ve ahiret gününe iman eden, misafirine ikram etsin. Allah’a ve ahiret gününe iman eden, hayırlı söz söylesin yahut sussun.” (Kâmil iman sahibi bu hasletlere sahip olacağından bunları her mümin gözetmelidir. Bir de misafirin hakkı üç gece ağırlanmaktır.)


1336- Cabir (Radıyallahu Anh) den rivayet edilmiştir:

“Her iyi davranış sadakadır.” (Tatlı bir söz, iyi bir davranış karşılığında insan, vermiş olduğu sadaka sevabı gibi sevab kazanır. Hatta bir mümin kardeşinin yüzüne güler yüzle bakması da bir iyilik ve sadaka yerine geçer).


1337- Hazreti Aişe (Radıyallahu Anha) der ki:

Yahudilerden bir kaç kişi, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in huzuruna gelip “size ölüm” demek olan “Essamü Aleyküm” dediler. Ben de onlara: “Ve aleykümüssamü ve’l-Lânetü = Ölüm ve Allah’ın laneti size olsun!” dedim. Sonra Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem bana şöyle buyurdu:

“Yavaş ol, ey Aişe! Muhakkak ki Allah Teâlâ bütün işlerde yumuşaklığı sever. Ben onlara, Ve Aleyküm = size olsun, demiştim.”

Mütercim.

Es-sam kelimesinin manâsı ölümdür. Yahudiler, Essamü Aleyküm, diyerek selâm veriyorlarmış gibi gözükerek Peygambere ölümle beddua ettiler ve Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem de: “ve Aleyküm = Size olsun” buyurmakla kendilerine kısaca mukabele ettiler. Fakat Hazreti Aişe (Radıyallahu Anha) Yahudilerin bu çirkin hareketlerine dayanamayarak “Ölüm ve lanet size olsun!” diyerek sert bir karşılık verdi ve onların ayıbını yüzlerine vurdu. Bunun üzerine Hazreti Peygamber Hazreti Aişe’ye itidal tavsiye buyurdu ve onlara “Ve Aleyküm” sözü ile mukabele ettiğini, onların beddualarının kendine geçmediğini Hâlbuki kendi bedduasının onlara geçeceğini bildirdi. Bunun için onlara bu derece sert davranmaya lüzum olmadığını da açıkladılar.
1338- Ebû Mûsa (Radıyallahu Anh) ‘den rivayet edilmiştir:

"Mümin’e karşı mümin, tuğlaları birbirine kenetlenen bir yapı gibidir.” Hazreti Peygamber bunu buyurduktan sonra mübarek ellerinin parmaklarını kenetleyerek müminlerin böylece birbirlerine bağlanarak yardımlaşmaları gereğine işaret etti. Tam bu sırada meclise dışardan biri gelip bir şey istedi. Hazreti Peygamber bize dönerek şöyle buyurdu:

“İhtiyaçların karşılanması için aracı olunuz ki bundan dolayı sevabı kazanasınız ve Allah Teâlâ da peygamberinin dilinden dilediği hükmü versin.”
1339- Hazreti Enes (Radıyallahu Anh) der ki: Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem birini azarlayacağı zaman:

“Nesi var, alnı topraklanasıca!” buyururdu.

(Bu ve bunun gibi sözler Arab lisanında beddua manasını taşımazlar. Bununla beraber alnı secdeye kapanıp toz- toprak olsun yere düşsün ve hayır görmesin şeklinde de manalandırılabilir.
1340- Ebû Zer (Radıyallahu Anh)’den rivayet edilmiştir:

“Biri diğerini fasıklıkla itham etmesin ve kâfirlikle de itham etmesin. Eğer bunu yapar ve arkadaşı dediği şekilde olmazsa, isnad ettiği şey kendisine döner.”

(Bir kimse, diğer bir kimseye: Ey fasık, ey kâfir, demiş olsa, o kimse de fasık veya kâfir değilse “Söz, sahibinin sıfatıdır.” Kaidesi gereğince söylenen söz, söyleyene ait olur. Bu gibi kötü sözlerden, sakınmalıdır. Söylendiği takdirde de, tevbe ve istiğfar etmeli ve karşı tarafla helallaşmalıdır. Kendisine söz atılan kimse, gerçekten facir ve kâfir olsa bile onu ağır ve sert bir şekilde suçlayıp günahını açığa vurmak haram olur. Tatlı ve yumuşak sözlerle onu yola getirmeğe çalışmalıdır. Sert çıkışlardan bir fayda ve hayıf umulmaz, onun azgınlığı artırılmış olur. Onun için Kur’an ı kerimde Hazreti Mûsâ ve Hazreti Harun (Aleyhisselâm) Firavun’u hak dine davet edecekleri zaman Allah Teâlâ onlara: “Firavun’a yumuşak söz söyleyin.” diye tavsiyede bulunmuştur.)
1341- Sabit bin Dahhak (Radıyallahu Anh)’den rivayet edilmiştir:

“Her kim İslâm milletinden başka bir milletten olmaya (falan işi yaparsam, falan batıl dinden olayım, şeklinde) yemin ederse o kimse dediği gibi olur. İnsanoğluna sahibi olmadığı bir malda adak düşmez (ben kurtulursam falancanın malı sadaka olsun, sözü adak olmaz). Kim herhangi bir şeyle (aletle) kendini dünyada öldürürse, kıyamette o aletle ona azab edilecektir. Kim bir mümine lanet ederse, onu öldürmek gibidir. Kim de bir mümine küfür isnad ederse, onu öldürmek gibidir.”

Mütercim:

Kasıdlı olarak yalan yere “falan işi yaparsa, kâfir olsun” diye yemin eden kimse, sonra o işi işlerse, dediği gibi kâfir olur. Burada kesin niyetin bulunması şarttır. Niyet ve kasıtolmaksızın bu türlü yapılan yemin küfrü gerektirmezse de, böyle sözlerden kaçınmak lazımdır.

Bir de, bir kimse sahibi bulunmadığı bir şeyi adasa bir şey gerekmez. Ben hastalığımdan şifa bulursam, falancanın kölesi azad olsun, diyen kimseye şifa bulduğu zaman bir şey yapmak gerekmez.

Herhangi bir aletle, kendini öldüren (intihar eden) kimse, kullandığı aletle kıyamet gününde azaba uğratılacaktır. Bir mümine lanet eden kimse, o kimseyi öldürmüş gibi azab çeker. Bir mümine küfür isnad eden de, o mümini öldürmüş gibi, ahirette azab çeker.


1342- Huzeyfe (Radıyallahu Anh)’den rivayet edilmiştir:

“Koğuculuk eden cennete giremez.”

(İnsanlar arasında koğuculuk yaparak fesad çıkaran kimse, cennete ilk gireceklerle beraber giremez. Yahut büyük günahlardan olan koğuculuğu helâl kabul eden kimse kâfir olacağından cennete giremez demektir.)
1343- Ebû Bekre (Radıyallahu Anh) der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’in huzurunda, bir adam başka bir adamı aşırı derecede övdü. Bunun üzerine Peygamber Sallallahu aleyhi ve Sellem o adama:

“Allah sana iyilik versin; sen arkadaşının boynunu kırdın.” buyurarak bu sözü bir kaç defa tekrarladı. Sonra Hazreti Peygamber ilâve etti:

“Sizden biriniz çaresiz arkadaşını övecekse ve arkadaşının övdüğü gibi olduğuna kani ise, ben onu şöyle ve şöyle biliyorum, ancak iç yüzünü Allah bilir, desin ve Allah’a karşı hiç kimseyi tezkiye etmesin.”


1344- Hazreti Enes (Radıyallahu Anh) den rivayet edilmiştir:

“Birbirinize karşı kin tutmayınız, hasedleşmeyiniz, birbirinize (darılıp) arka çevirmeyiniz. Ey Allah’ın kulları, kardeş olunuz. Hiç bir Müslümanın üç günden fazla kardeşine darılıp konuşmaması caiz değildir.”

Mütercim:

Allah için sevmek gibi Allah için darılmak da caizdir.


1345— Ebu Hureyre (Radıyallahu Anh) den rivayet edilmiştir.

“Kötü zan beslemekten sakınınız; çünkü zan, sözlerin en yalanıdır. Birbirinizin kusurlarını araştırmayınız. Birbirinizi gözetlemeyiniz. Alıcı değilseniz satılık malın fiyatını artırmayınız, hasedleşmeyiniz. Birbirinize kin tutmayınız. Birbirinize (darılıp) arka çevirmeyiniz. Ey Allah’ın kulları, kardeş olunuz!”


1346- Hazreti Aişe (Radıyallahu Anha) der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem, münafıklardan iki kişi hakkında bana şöyle buyurdu:

“Falanca ve falanca kişilerin, bizim dînimizden bir şey bildiklerini sanmıyorum.” Başka bir rivayetde ise şöyle buyurmuştur: “Ya Aişe! Falan ve falanın, bağlı olduğumuz dini bildiklerini sanmıyorum.”

Mütercim:

Böyle nifakları meydanda olanlar hakkında kötü zanda bulunmanın caiz olduğuna bu hadîs-i şerif delildir.
1347- Ebû Hureyre (Radıyallahu Anh)’den rivayet edilmiştir:

“Ümmetimin hepsi bağışlanmıştır; ancak açık olarak günah işleyenler bağışlanmazlar. Kişinin geceleyin yaptığı işi (işlediği günahı) Allah Teâlâ örtmüşken sabahleyin kalkıp (bir arkadaşına,) falan! dün gece şöyle ve şöyle yaptım, demesi düpedüz deliliktir. Geceyi Rabbisi tarafından örtülerek geçirdiği halde sabahleyin kalkıp Allah’ın örttüğünü açığa vuruyor.”

Mütercim:

Bütün ümmetin günahları bağışlanır; fakat ümmet içinde pervasızca açıktan açığa günah işleyen kimselerin günahları bağışlanmaz. Üstelik bu gibiler işledikleri günahları da övünerek söylerler. Türkçede meşhur bir ata sözü vardır: “İbadet de gizli, kabahat da gizli olmalıdır.” İbadetlerden nafile olanlar gösterişten uzak tutulmalı ve günahları da Allah’tan başkası bilmemelidir. Başkalarına kötü örnek olmamalı ve fenalığa teşvik etmemelidir.


1348- Ebû Eyyûb (Radıyallahu Anh) dan rivayet edilmiştir:

“Bir adamın, üç günden fazla kardeşine dargın durması caiz değildir. Birbiriyle karşılaşırlar ve o yüz çevirir, bu da yüz çevirir. Bunların en hayırlısı ilk olarak selâm verendir.”

Mütercim:

Bid’at ehlinden olan veya sapık İslâm fırkalarından bulunan kimseler hallerinden tevbe edip dönmedikçe onlarla dargın durmak caizdir. Ayrıca kızgınlığa kapılarak üç güne kadar dargın durmanın caiz olduğuna bu hadîs-i şerif delildir. Fakat barışmak daha faziletlidir. Türkçede güzel bir ata sözüdür: Müminin dargınlığı tülbent kuruyuncaya kadardır.


1349- Abdullah (Radıyallahu Anh) dan rivayet edilmiştir:

“Doğruluk insanı iyiliğe ulaştırır. İyilik de insanı cennete götürür. Gerçekten insan, doğruluğu adet edinerek sonunda Sıddık (çok dürüst kişi) olur. Yalan da insanı kötülüğe götürür ve kötülük de insanı cehenneme götürür. Kişi yalana alışarak sonunda Allah katında büyük yalancı olarak yazılır.”

Bu hadîs-i şerif, “Muhakkak ki iyiler Naîm cennetlerindedir ve facirler (kâfirler) de cehennemdedir” mealindeki ayeti kerimeye uygun olarak varit olmuştur. (înfitar sûresi: ayet 13-14)
1350- Ebû Mûsâ (Radıyallahu Anh)’dan rivayet edilmiştir:

“Hiç kimse veya hiçbir şey, duyduğu ezaya (hakarete) karşı Allah’tan daha sabırlı değildir. Onlar Allah’a çocuk nispet ettikleri halde yine Allah onlara sıhhat ve afiyet veriyor, onları rızıklandırıyor.”


1351-Ebû Hureyre (Radıyallahu Anh)’dan rivayet edilmiştir:

“Güçlü, başkalarının sırtını yere getiren değildir. Asıl güçlü, öfkelendiği zaman kendine hâkim olan (öfkesini yenen) kişidir.”


1352- Ebû Hureyre (Radıyallahu Anh) der ki:

Bir kimse Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretlerine:

— Ya Resûlallah! Bana bir tavsiyede bulununuz, dedi. Hazreti Peygamber ona! “Sakın öfkelenme!” buyurdu. Adam, birkaç kere isteğini tekrarladı ve Resûl-i Ekrem “Sakın öfkelenme!” cevabını verdiler.

(Öfke ve hiddete hâkim olmak çok önemli ve zor bir iş olduğu gibi, doğuracağı zararlar da büyüktür. Bunun için Hazreti Peygamber tekrar tekrar öfkelenmemeyi tavsiye buyurmuşlardır.)


1353- İmran bin Husayn (Radıyallahu Anh)’den

“Utanmak insana ancak hayır getirir.”

(Allah’tan ve insanlardan utanan kimse haram ve yasak işlerden sakınır ve böylece gerekli vazifelerini yerine getirmiş olacağından dünya ve ahiret saadetine, bütün hayırlara kavuşur.)
1354- İbni Mes’ud (Radıyallahu Anh) anlatır:

“İlk peygamberlik sözünden insanların eriştikleri hikmetlerden şüphesiz biri de, utanmazsan dilediğini yap, hikmetidir.”

Âdem Aleyhisselâm’dan beri peygamberlik sözü olarak nesilden nesile intikal ede gelen hikmetlerden biri de hadîste varit olan sözdür. Eğer utanmazsan, kötülüğü emreden nefsine uyarak dilediğini yap; ona göre de, mücazat görürsün.
1355- Hazreti Enes (Radıyallahu Anh) der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem bazan aramıza katılır ve bizimle şakalaşırdı. Anneden kardeşim olan Ebû Umeyr’in kırmızı gagalı bir kuşcağızı vardı. Resûl-i Ekrem:

“Ebû Umeyr! Ne yaptı Nügayr (kuşcağız) ?” diyerek onunla şakalaştı.
1356- Ebû Hureyre (Radıyallahu Anh)’dan rivayet edilmiştir:

“Mümin aynı delikten iki defa sokulmaz, ısırılmaz.”

Mütercim:

Akıllı bir mümin, yılan veya akreb deliğine bir defa elini sokup ısırılınca bir daha aynı yere elini sokmaz. Yani bir mümin bir defa aldatılırsa, ikinci defa aynı işten ötürü aldanmaz. O iş için tedbirli hareket eder.

Bu hadîs-i şerifin söyleniş sebebi şu: Mekke şairlerinden Ebû Azze adındaki ünlü şair, Hazreti Peygamber hakkında ve İslâm dini aleyhinde şiirler söyleyerek insanları İslâm aleyhine kışkırtırdı. Sonra bu adam Bedir savaşında Müslümanların eline esir olarak düşünce, bir daha böyle şiirler söylemeyeceğine dair söz verdiğinden bağışlanarak salıverilmişti. Fakat Mekke’ye dönünce, sözünde durmayarak eskisi gibi İslâm aleyhine şiirler söylemeğe başlamış. Aradan zaman geçip Uhud savaşı olunca bu şair tekrar Müslümanların eline esir olarak geçti ve Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’in huzuruna götürüldü. Adam Bedir savaşında yapılan sözleşme şekliyle tekrar bağışlanmasını isteyince Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem bu hadîs-i şerifi” Mümin bir delikten iki defa ısırılmaz.” buyurdular ve onu bağışlamadılar.
1357- Übeyy bin Kâb (Radıyallahu Anh) ‘dan rivayet edilmiştir:

“Bazı şiirler hikmettir (gerçeğe ve hakka uygundur).”

(Böyle faydalı olan ve gerçeği dile getiren şiirleri söylemek caizdir.)

1358- İbni Ömer (Radıyallahu Anhuma)’dan rivayet edilmiştir:

“Sizden birinizin karnı şiir dolmaktansa irinle dolması daha hayırlıdır.”

(Aşırı söz ve hicivlerden ibaret şiirler yerilmektedir.)


1359- Hazreti Enes (Radıyallahu Anh) der ki:

Bir kimse Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’e sordu:

— Ya Resûlallah! Kıyamet ne zaman kopacaktır? Hazreti Peygamber ona şu cevabı verdi:

“Sen o kıyamet için ne hazırladın?” Adam:

— Ya Resûlallah, oruç, sadaka, namaz gibi ibadetlerden fazla bir şeyim yoktur; fakat Allah Teâlâ Hazretlerini ve onun peygamberini severim, dedi. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ona:

“Gerçekten sen, sevdiğinle berabersin.” buyurdular. Bir rivayette de şu ilâve vardır:

Resûlullah ’a dedik ki, biz de böyle (sevdiğimizle beraber) miyiz? Hazreti Peygamber; “Evet!” buyurdu.
1360- İbni Ömer (Radıyallahu Anhuma) anlatır:

“Ahdını bozan kimse için kıyamet gününde bir sancak dikilir ve denilir ki: Bu, falan oğlu falanın gadirliğinin alametidir.”


1361-1362 - Ebû Hureyre (Radıyallahu Anh) dan rivayet edilmiştir:

“Üzüm asmasına kerm (kerem) demeyiniz. Ancak kerem müminin kalbidir, zamanın kalleşliği de demeyiniz; çünkü zamanı yaratan ve idare eden bizzat Allah’dır.”

“Üzüm asmasına her ne kadar kerim manasında” kerem adı verilirse de, cahiliyet adeti üzere üzüm suyundan elde edilen şarabı içen kimse iyi huylardan cömertlik ve kahramanlık gibi vasıflara sahib olma manasında kullanılmaktaydı. Hâlbuki İslâm’da asıl iyilik, iman nuru ile dolu olan müminin kalbidir. Üzüm ve üzümün asması değildir. Bununla beraber yine üzüm asmasına kerem denilebileceği cihetle halen üzüm hakkında bu isim kullanılmaktadır. Zamana sövgü ve yergi anlamında dil uzatılmamalı, zaman kötülenmemelidir. Kötü olan insanların hareketidir. Çünkü zamanı yaratan Allah’dır ve onun bir sorumluluğu yoktur. Bütün varlıkları ve oluşları dehre - zamana isnad eden maddeciler (materyalistler), en büyük bir küfür içindedirler; çünkü bunlar Allah ve ahireti inkâr ederler.
1363- Hazreti Enes (Radıyallahu Anh) der ki:

Bir yolculukta annem Ümmü Süleym ile bazı kadınlar Resûl-i Ekrem’e refakat ediyorlardı. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in “Enceş” adındaki kölesi de şiir ve gazeller okuyarak develeri ahenkli bir şekilde hızlı sürüyordu. Hazreti Peygamber ona şöyle buyurdu:

“Ey Enceş! Billur vazo (kadın) Iarın kervanını yavaş sür.”

(Güzel sesin ve nağmelerinle hayvanları koşturup billur gibi, nazik hanımları incitme kendin coşup kervanı, da coşturma.)


1364- Ebû Hureyre (Radıyallahu Anh)’dan rivayet edilmiştir:

Kıyamet gününde Allah katında adların en çirkini bir hükümdarın, kendisini padişahlar padişahı olarak adlandırmasıdır.”

Mütercim:

İmam Buharî Hazretleri bu hadîs-i şerifin açıklamasında der ki: Melikü’l-Emlâk, şahların şahı demektir. Şerkâvi şerhinde diyor ki: Bir kimsenin şahların şahı (şehinşah) adını vermesi haram ve yasak ise de, bir başkası tarafından söylenmesinde beis yoktur. Ulu hâkim, kadılar kadısı demek gibi olur. Bu şekli ile haram olmaz. Nitekim Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Hazreti Ali hakkında: “Ali, sizin en ulu kadınız (hâkim iniz) dir!” buyurmuştur. Çünkü bu bir isim ve lâkab olmayıp bir vasıftan ibarettir. Diğer taraftan fıkıh kitaplarının önsözlerinde zamanın padişahları Sultanlar sultanı” diye yad edilmişlerdir.


1365- Hazreti Enes (Radıyallahu Anh) der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem in huzurlarında iki kişi aksırdılar. Hazreti Peygamber bunlardan birine “Yerhamukellah, Allah sana merhamet etsin” dedi; fakat diğerine söylemedi. Ashap bunun hikmetini sorunca, onlara şu cevabı verdiler:

“Aksıran bu adam Allah’a hamd etti (Elhamdu Lillâh dedi). Öteki ise aksırınca Allah’a hamd etmedi.”

(Bir kimse aksırınca “Elhamdü Lülah” demelidir ve bunu söylemek müstehabdır. Bunu işitenlerden birinin veya bir kaçının ona “Yerhamükellah = Allah sana merhamet etsin” diyerek dua etmeleri ve aksıranın da “Yehdînâ ve Yehdikümullah” diyerek karşılık vermesi müstehabdır.)


1366- Ebû Hureyre (Radıyallahu Anh) den rivayet edilmiştir:

“Allah Teâlâ, aksırığı sever, esnemeyi sevmez. Bir kimse aksırır da Allah’a hamd ederse, bunu duyan her Müslümanın ona “yerhamükellah, demesi gerekir. Esnemeye gelince, o şeytandandır. İnsan gücü yettiği kadar onu engellesin. İnsan esner de: Hah... derse, şeytan ona güler.”

Mütercim:

Nezle hastalığı olmadığı bir zamanda sağlık ve neş’e halinde gelen aksırma uyarıcı ve ibadete teşvik edici bir işaret taşıdığından iyi bir şeydir. Esnemek ise, usanma ve tembellik alâmeti olduğu için iş ve ibadetten insanı alıkoymakla Allah katında mekruhtur. Şeytanın da hoşlandığı bir şeydir. Onun için bu iş şeytana nispet edilmiştir. Yoksa her işin yaratıcısı Allah’dır. Onun için bir kimse aksırdığı zaman Allah’a hamd etmeli ve esnediği zaman da onu engellemek için ağzını kapamalı ve çirkin ses çıkmasını önlemelidir. Çünkü esneyipte ağzı açarak hâ... dedikçe şeytan sevinir ve güler. Bir de böyle çirkin bir şekilde esnemek köpeğin hareketine benzeyeceği cihetle, en güzel bir kıvamda yaratılan insanın şekli değişmiş olur. Bu bakımdan da esnemek çirkin bir şeydir.56

56 Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi: 899-918


Yüklə 2,57 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   34   35   36   37   38   39   40   41   42




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin