Zübdetü’l buhâRÎ



Yüklə 2,57 Mb.
səhifə36/42
tarix27.07.2018
ölçüsü2,57 Mb.
#60515
növüYazı
1   ...   32   33   34   35   36   37   38   39   ...   42

TALAK (BOŞAMA) BAHSİ
1237- İbni Ömer (Radıyallahu Anhuma) ‘den rivayet edilmiştir:

İbni Ömer, zevcesini hayız halinde iken boşadı. Babası Hazreti Ömer, bunu Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’e sordu. Bunun üzerine Hazreti Peygamber, Hazreti Ömer’e şöyle buyurdu:

“Ona emret karışına dönsün. Sonra hayızdan temizlenip sonra tekrar aybaşı görüp temizleninceye kadar onu (nikâhı altında) tutsun. Bu ikinci temizlik döneminde isterse tutar ve dilerse cinsi temasta bulunmadan boşar. O temizlik süresi, kadınları boşamak için Allah Teâlâ’nın emrettiği süredir.” (Karı, kendisiyle cinsî temasta bulunulmayan temizlik devresi içinde boşanır.)

Mütercim:

Adet (hayız) halinde zevcesini boşayan kimsenin zevcesine dönmesi (boşamadan vazgeçmesi) hususundaki bu emir, Hanefî ve Şafii mezheblerinde vacip olmayıb müstehabdır. Fakat Maliki mezhebinde ve bazı Hanefî âlimlerine göre vaciptir.

Sünnete aykırı olarak adet halinde hanımını bir veya iki talak ile boşayan kimsenin ric’at etmesi gerekir. Hanımı adetten temizlendikten sonra yeniden bir hayız daha görüpte ondan da temizlenince, koca isterse onu boşar, istese nikâhında tutar. Ancak ilk hayızdan temizlendikten sonra cinsî münasebet kurmadan dilerse boşayabileceği hususu âlimler arasında ihtilâf konusudur. İkinci adetten temizlendikten sonra da şayed boşama niyeti varsa, yine bu boşamayı cinsi münasebet olmadan yapmak gerekir ki, sünnet üzere boşama yapılmış olsun.


1238- Hazreti Aişe (Radıyallahu Anha) der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Cevn’in kızını nikâhladıktan sonra zifaf için Hazreti Peygambere getirilince, birden bire ürkerek: Senden Allah’a sığınırım, dedi Bunun üzerine Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ona şöyle buyurdu:

“Ulu zata (Allah’a) sığındın. Haydi babanın evine git (seni boşadım) .”

Mütercim:

Hazreti Peygamber boşama yerine kapalı bir ifade kullanarak evine git, buyurdu. Bu kadın Arap emirlerinden birinin (Numan bin Şürah’ın) kızı idi. Allah’ın kaderi olarak Hazreti Peygamberden ürkmüş olup sonradan pişman olduğu ve başkası tarafından kendisine bu yolda telkinde bulunulduğu ve bunu iyi söz maksadıyla söylediğini ileri sürdüğü de söylenir. Fakat bunlar kabul görmemiştir.

Hazreti Peygamber o kadına hiç dokunmadan öylece onu boşamış ve mihir bedellerini fazlasıyla ödemiş olduğu gelecek hadîs-i şeriften anlaşılmaktadır.


1239- Ebû Üseyd (Radıyallahu Anh)der ki:

Cevn’in kızı, beraberinde dayısı ve dadısı olduğu halde Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’e getirildi. Resûl i Ekrem bize:

“Siz dışarıda oturunuz.” buyurarak gelinin yanına girdi ve ona: “Kendini bana bağışla” buyurdu. Kadın dedi ki:

— Bir prenses halktan birine kendini bağışlar mı? Hazreti Peygamber ona iltifat etmek için mübarek elini başına doğru uzatmak isteyince kadın başını sakındırmış ve: — Senden Allah’a sığınırım, demiş. Bunun üzerine Hazreti Peygamber ona şöyle buyurmuş:

“Büyük makama sığındın.”

Sonra Hazreti Peygamber dışarı yanımıza çıkarak şöyle emretti:

“Ey Ebû Üseyd! Sen o kadına (benim tarafımdan) iki kat Razıkıyye kumaşından elbise giydir ve onu kendi evine gönder (ben onu boşadım).”

Mütercim:

Arab Emirlerinden Numan bin Cevn El-Kindî adındaki zat, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’in huzuruna gelip: Ben sana Arabîstan bölgesinde bulunan dul hanımların en iyisini nikâhlayayım, kabul ediniz, diye kendi kızını vermekte Israr etti. Hazreti Peygamber de kabul ederek onu nikâhladı ve o kadını getirmek için Ebû Üseyd’i görevlendirdi. Sonra kadının kötü kaderi gereği olarak kendisine dokunulmadan boşanmış oldu. Boşandıktan sonra da yine Ebû Üseyd tarafından babası evine götürüldü. Kadının bütün akraba ve yakınları bağırıp feryad edince, onlara şu cevabı vermiş: bazı kıskanç kadınlar beni aldattılar ve bana tuzak kurdular. Bu sözü söylersen, Hazreti Peygamber sana daha çok rağbet ve iltifat eder, dediler. Hatta bunun üzüntüsünden çok geçmeden o kadının vefat ettiği rivayet edilir.
1240- Hazreti Aişe (Radıyallahu Anha) der ki:

Kurayza Oğulları kabilesinden Rifâa’nın boşanmış hanımı, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’in huzuruna gelerek dedi ki:

— Ya Resûlallah! Kocam Rifâa beni tamamen (üç talakla) boşadı. Ondan sonra ben yine Kurayza oğullarından Abdurrahman bin Zübeyr’e nikahlandım; fakat Abdurrahman’ın erliği, şu elbisenin saçağı gibi (sarkık) dır (beni ondan ayır).

Hazreti Peygamber ona şöyle buyurdu:

“Galiba sen tekrar (eski kocan) Rifâa’ya dönmek istiyorsun. Hayır, ikinci kocan Abdurrahman senin balcağızından tadmadikça ve sen de onun balcağızından tadmadıkça bu olamaz (ilk kocana dönemezsin) .”

Mütercim:

Kocasından üç talakla boşandıktan ve iddetini doldurduktan sonra isterse başka bir kocaya varabilir. Böyle bir duruma düşen kadın ilk kocasına varabilmek için ikinci bir adamla sahih bir nikâh yaptıktan ve karı koca olduktan sonra bu ikincisinden de ayrılırsa, o zaman ilk kocasına dönebilmek ancak kendisine helâl olur. Fakat bir veya iki talakla boşananlar böyle değildir. Bunlar muvafakat halinde tekrar ilk kocalarına varabilirler, başka bir kocaya gitmek zorunda kalmazlar.
1241- Hazreti Aişe (Radıyallahu Anha) der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem balı ve tatlıyı severdi. İkindi namazından çıktıktan sonra da pâk zevcelerinden birinin evine giderek onun gönlünü hoş ederdi. Bir defasında bu âdeti üzere Hazreti Ömer’in kızı olan zevceleri Hafsa’nın yanına vardılar. Orada her zamankinden fazla kaldılar. Ben bunu kıskandım. Bu kadar fazla kalmalarının sebebini de araştırdım. Sonra öğrendim ki, Hafsa’nın akrabasından biri, Hafsa’ya bir çömlek bal hediye olarak göndermiş. Hafsa da bu baldan şerbet yaparak Hazreti Peygambere içirmiş.

Bu hali öğrenince düşündüm ve bir hile kurayım diye yemin ettim. Sonra diğer ortağım Sevde’ye dedimki; Hazreti Peygamber şimdi senin yanına gelince kendisine: Ya Resûlallah! Galiba siz (hoş kokulu olmayan) meğâfîr zamkı yemişsiniz, dersin.

Hazreti Peygamber sana tabiî ki yok, böyle bir şey yemedim, diyecektir. O zaman sen, o halde bu meğâfîr kokusu nereden geliyor? diye sor. Hafsa bana bal şerbeti içirdi, diyecektir. Sen, öyle ise o balı anlar meğâfîr çiçeklerinden toplamış olmalı, dersin. Hazreti Peygamber bana gelince, ben de aynı şekilde söyleyeceğim. Hazreti Safiyye’ye de aynı şekilde söylemesi için tenbih ettim.

Sonra Sevde bana dedi ki: Senin verdiğin öğüt üzere hareket ettim ve Hazreti Peygamber de öylece sorularımı cevablandırdı ve: “Hayır, Hafsa bana bal şerbeti içirdi.” buyurdu. Hazreti Sevde’den sonra Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem bana geldi. Bende öylece söyledim. Safiyye’nin yanına vardığı zaman da, Safiyye bizim söylediklerimizi aynen söyledi. Daha sonra Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazreti Hafsa’nın yanına gidince, Hafsa sordu: Ya Resûlallah! Size bal şerbeti yapayım mı? Hazreti Peygamber:

“Artık bana bal şerbeti lazım değil.” buyurdu.

Hazreti Aişe der ki: Sevde bana, ya Aişe, bundan böyle bal şerbetini biz Hazreti Peygambere haram ettirdik, dedi. Ben ona:

— Sus! Bu benim Hafsa’ya ettiğim bir hiledir, duyulmasın, dedim.

Mütercim:

Cenab-ı Hak: “Ey Peygamber! Neden Allah’ın sana helal kıldığı şeyi kendine haram ediyorsun?” mealindeki ayeti kerimeyi indirerek pak zevcelerin almış oldukları tedbiri açığa çıkardı. Ancak bu, kadınlarda olan kıskançlık gereği küçük günahlardan sayıldığından bağışlanan günahlar arasına girer. Üstelik bu hareketlerinden dolayı pâk zevceler ağlaştılar, tevbe ettiler ve mağfiret dilediler. Nitekim bu husus daha önce mezkûr ayeti kerimenin tefsirinde geçmişti. (Tahrîm sûresi: 1. Ayeti)


1242- İbni Abbas (Radıyallahu Anhuma) der ki:

Sabit bin Kays’ın karısı Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretlerine gelip:

— Ya Resûlallah! Kocam Sabit bin Kays’ın gerek ahlâkı ve gerekse dindarlığı hakkında bir kusur söyleyemem; fakat başka sebebden dolayı ondan memnun olmadığım için çok kötü duruma düşmekten korkuyorum. Beni ondan ayırınız, dedi. Hazreti Peygamber ona sordu:

“Kocanın sana evvelce vermiş olduğu bostanı ona geri verir misin?” Hanım: - Evet, onu geri veririm, dedi. Sonra Hazreti peygamber Sabit bin Kays’a şöyle emretti:

“Sen (daha önce hanımına verdiğin) bahçeni geri kabul et ve hanımını bir talakla boşa,” (Mevcut hoşnudsuzluk ve geçimsizliği gidermek için mal karşılığında boşamanın meşru olduğuna bu hadîs-i şerif delildir.)
1243- İbni Abbas (Radıyallahu Anhuma) der ki.

Berîre adındaki cariyenin kocası, Muğîs adlı bir köle idi. Sonra Hazreti Aişe (Radıyallahu Anha) Berîre’yi azad edince, Berîre hürriyet hakkını kullanarak kocasından ayrıldı.

İbni Abbas sözüne devam ederek der ki: Karısının ayrılmasına üzülen Muğîs’in göz yaşları sakalları üzerinde akarak Medine sokaklarından dolaştığını halâ görür gibiyim. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem babam Abbas’a şöyle buyurmuştu;

“Ey Abbas! Mugîs’in Berîre’ye olan sevgisine ve Berîre’nin de Muğîs’e olan nefretine hayret etmiyor musun?” Sonra Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Mûğîs’in haline acıyarak Berîre’ye:

“Muğis’e dönsen olmaz mı? “buyurdu. Berîre dedi ki:

- Ya Resûlallah! Gerçekten ona dönmemi mi emrediyorsun? Hazreti Peygamber şu cevabı verdi:

Hayır, bu hususta sana kesin emir vermiyorum; ancak vasıta olmak istiyorum.” Berîre: — Artık benim ona bir ihtiyacım yoktur (onunla ilgim kesilmiştir), dedi.
1244- Sehl bin Sa’d (Radıyallahu Anh) der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem, mübarek işaret parmağı ile orta parmağını göstererek ve bir miktar aralarını açarak şöyle buyurdu:

“Ben ve yetimin işlerine bakan kimse, cennette şunlar (birbirine yakın olan şu iki parmak) gibiyiz.”

(Cennet-i Alâ’da benim derecemle, yetimlerin iş ve ihtiyaçlarını hakkaniyet üzere gören kimsenin derecesi arasında bu kadarcık bir fark olacaktır.)


1245- Ebû Hureyre (Radıyallahu Anh) der ki:

Bir adam Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’e gelip:

— Ya Resûlallah! Benim simsiyah bir çocuğum doğdu (benden olup olmamasında şüpheye düştüm), dedi. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ona sordu:

“Senin develerin var mı?” Adam: — Evet, var, dedi. Peygamber,

“O develerin renkleri nedir?” Adam: — Renkleri kızıldır, dedi. Peygamber:

“Onların İçinde boz renkli olanı var mıdır?” Adam: — Evet, vardır, dedi. Yine Hazreti Peygamber:

“O halde o boz renk nereden geldi?” diye sordu: Adam: — Her halde soyunda, bulunan bir damar çekmiştir, cevabını verdi. Hazreti Peygamber: “İşte senin bu çocuğun da belki soyunun bir damarına, (atalarından veya analarından birine) çekmiştir,” buyurdu.

Müütercim:

Böyle zayıf işaretlerle çocuğu kendinden kabul etmemek caiz değildir. Çocuğu kendinden kabul etmemek için kuvvetli bir delil gerekir. O da zevcenin kesin olarak zina etmiş olması veya karı koca olduktan sonra altı aydan az bir zaman içinde zevcenin çocuk doğurması ve yahut adam öldükten sonra dört (veya iki) yıl geçtikten sonra zevcesinin çocuk doğurmuş olması halleridir.46

46 Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:852-858


LİAN BAHSİ
1246- İbni Ömer (Radıyallahu Anhuma) der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri, lian edecek (karşılıklı yemin etmek suretiyle lânetleşecek) olan karı ve kocaya hitaben şöyle buyurdular:

“Her ikinizin, hesabını (ahirette) Allah görecektir. Şu bir gerçek ki, ikinizden biri yalancıdır. Tevbe edeniniz var mı?” Resûl-i Ekrem Bu soruyu üç defa tekrarladılar. Sonra usulüne göre “Mülâane” yapıldı ve kocaya hitaben Hazreti Peygamber:

“Artık bu kadın üzerinde senin bir hakkın kalmadı,” buyurdu. Adam dedi ki: — Benim harcadığım malım ne olacak? Hazreti Peygamber ona şöyle buyurdu:

“Mal alacağın da yoktur; çünkü sen ona isnat ettiğin zina doğru ise, senin verdiğin mal onun nikâhından faydalanman karşılığıdır. Yok, eğer o kadına iftira etmişsen verdiğini geri almaktan daha uzaksın.”
1247- Ümmü Seleme (Radıyallahu Anha) der ki:

-Bir kadın, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’e gelerek: Ya Resûlallah! Kızımın kocası öldü. Şimdi kızımın gözleri ağrıyor, gözlerine sürme çeksin mi? diyerek bu hususta izin istedi. Hazreti Peygamber ona şu cevabı verdi:

“Hayır, gözlerine sürme çekmesin! Ey kadın Cahiliyet devrinde sizden birinizin kocası ölünce, en kötü elbisesi veya evinin en kötü yerinde tam bir sene matem tutardı. Bir yıl dolunca yanından bir köpek geçtiği zaman yerden hayvan tezeği alarak arkasına atar ve mateminden çıkardı. Şimdi dört ay on gün geçmedikçe sürme çekmek (süslenmek) olmaz. Allah’a ve ahiret gününe iman eden Müslüman bir kadının kocasından başkasına üç günden fazla matem tutması caiz değildir. Ölen kocası için ise dört ay on gün matem tutar.”

Mütercim:

Kocası ölen bir kadın, Müslümanlıktan önce matem tutup süsünü bırakarak eski, kara ve kirli elbisesini giyinip yahut kötü ve karanlık bir odada tam bir sene beklerdi. Bir yıldan sonra yanından bir köpek geçerken yerden bir tezek alıp kendi arkasına atarak mateminden çıkardı. İslâm’da ise, böyle kocası ölen bir kadın dört ay on gün bir zaman (iddet) bekler ve bu müddet içinde süslenmez. Eğer o kadın hamile ise doğum yapıncaya kadar beklemek zorunda kaldığından yine sürme çekmek ve buna benzer süs bakınmaktan kaçınır.

Cahiliyette arkaya tezek atılmasının manası, güya bir yıl kocam için tutmuş olduğum matemin bence bir tezek parçası kadar kıymeti yoktur, demektir.

İmam Malik mezhebinde, matemde olan bir kadının sürme çekmesi mutlak olarak caiz değildir. Ancak gözlerin kör olma korkusu olur da başka bir ilâç bulunamıyorsa, o zaman sürme çekmesi caiz olur. İmam Şafii Hazretlerine göre de hüküm böyle ise de, yalnız geceleri sürme çeker, gündüzleri sürmeyi siler. Çünkü bu hadîsin sonunda: “geceleri sürme çek, gündüzleri sil,” diye varit olmuştur. Bununla beraber büsbütün sürmeyi terk etmek daha iyidir.

İmam Azam Hazretlerine göre, kocası ölen kadın için süs yapmak, gösterişli elbise giymek, güzel kokular sürmek, gözlere sürme çekmek, ellerine kına yakmak gibi şeyler, meşru bir mazeret olmaksızın caiz değildir, haramdır. Yine iddeti içinde diğer bir adama nişanlanmak, nikâh için sözleşmek haram olduğu Kur’an’ın hükmü ile sabit olduğundan bütün mezheblerce caiz değildir. Ancak ihtiyaç hallerinde bazı gündüz ve bazı geceleri dışarı çıkması caiz ise de, kendi evinden başka bir evde gecelemesi caiz değildir. Boşanmış bir kadın ise, iddeti içinde (üç hayız müddeti zarfında) zaruret olmadıkça evinden başka hiç bir yere çıkamaz, caiz değildir. Bu hususta geniş bilgi fıkıh kitaplarında vardır.47

47 Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:858-860
NAFAKA BAHSİ
1248- Ebû Mes’ud (Radıyallahu Anh)’dan rivayet edilmiştir:

“Bir Müslüman Allah rızasını gözeterek çoluk-çocuğuna (ailesine), harcama yaparsa, bu harcaması kendisi için bir sadaka olur.”

Mütercim:

Harcadığı nafaka, sevab bakımından sadakaya benzer. Bir kimse, ailesine ve çoluk - çocuğuna nafaka temin etmenin Allah tarafından üzerine farz kılındığını düşünerek Allah rızası için bu hizmeti yerine getirirse, malının zekâtını vermekten kazandığı sevab gibi büyük bir sevab kazanır. Çünkü çoluk-çocuğun geçimini sağlamak, hem sadakadan ve hem de zekâttan önde gelir.

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri Hayber’de kendilerine ait olan bahçenin hurmalarını satıp elde ettiği parayı, pâk zevcelerinin birer yıllık idaresi için saklarlardı. Bunu nafaka bahsinde, Hazreti Ömer’den imam Buharı rivayet etmiştir. Bir yıllık nafaka saklanmasının tevekküle aykırı olmadığı adı geçen sahih hadîsle sabittir. Ayrıca ümmetine caiz olduğunu bildirmek içindir. Fakat Hazreti Peygamber şahsı için hiç bir şey biriktirmez ve saklamazdı.
1249- Ebû Hureyre (Radıyallahu Anh)’dan rivayet edilmiştir:

“Dul ve miskinin hayır işine koşan kimse, Allah yolunda mücahede eden yahut geceyi ibadetle geçirip gündüz oruç tutan gibidir.”48

48 Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:861
YİYECEK (Etime) BAHSİ
1250- Ebu Hureyre’den (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir:

Açlık sebebiyle takatim kesilmişti. Hazreti Ömer ile karşılaştım. Kendisinden, bana Kur’an’dan birkaç âyet okumasını istedim. Esas maksadım, bu bahane ile yiyecek bir şey bulmaktı. Hazreti Ömer (Radıyallahu Anh) evine girdi ve bana Kur’an okumaya başladı. Sonra ben oradan çıktım. Biraz uzaklaştığım zaman açlıktan bayılarak yol ortasında yüzükoyun düşüp kaldım. Bir de gözümü açtım ki, yanımda Hazreti Peygamber duruyor. Bana:

“Ey Ebû Hureyre!” buyurdular. Ben de, buyurunuz, ya Resûlallah, dedim. Resûl-i Ekrem elimden tutarak beni kaldırdı ve halimi (aç olduğumu) anladı. Beni saadethanelerine götürdü ve hemen bana bir kâse içinde süt ikram etti. Ben de o sütten içtim. Bana:

“Ya Ebâ Hureyre, içmeye devam et!” buyurdular. Ben de içtim. “Yine iç.” buyurdular. Ben de içtim öyle ki karnım şişip göğsümün hizasına geldi.

Sonra Hazreti Ömer’le tekrar karşılaşınca o zamanki hal ve hareketimi ona anlatarak dedim ki; Allah, karnımı doyurmak için senden daha hayırlı olan Hazreti Peygamberi görevlendirdi. Vallahi, senden Kur’an dinlemek istemiştim; Hâlbuki ben senden daha iyi okurum. Asıl maksadım beni yedirmenizdi. Hazreti Ömer cevap verdi: Vallahi sana orada ziyafet vermiş olsaydım, bana bir deve sürüsü bağışlanmasından daha sevimli olurdu. Böylece pişmanlığını belirtmişti.
1251- Ömer ibni Ebi Seleme (Radıyallahu Anh) der ki:

Henüz bulûğ çağına varmamıştım. Hazreti Peygamberin himaye ve terbiyesinde bulunuyordum. Annem Ümmü Seleme, Hazreti Peygamberin zevcesi olduğundan ben de onun üvey oğlu idim. Bir defasında yemek yerken elim yemek kabının öte yanına uzanmıştı. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem bana şöyle buyurdu:

“Ey oğul, yemek yerken besmele çek, sağ elinle ve önünden ye!”
1252- Ömer ibni Ebi Seleme (Radıyallahu Anh) der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem üvey oğlu Ömer ibni ümmi Seleme’ye (bana) şöyle buyurdu: “Yemek yerken önünden ye!”

Mütercim:

Yemeğin başında Besmele ve sonunda hamdele (Elhamdü Lillah) söylemek sünnettir. Yemeğin başlangıcında besmele unutulursa, sonra hatıra gelince getirilmelidir. Yine sağ el ile yemek sünnettir. Sol el ile yemek veya içmek mekruhtur. Hatta İmam Şafii Hazretlerinin bir kavline göre, sağ el ile yemek ve içmek vaciptir. Sol el ile yemek-içmek haramdır. Zira İmam Müslim’in rivayetinde şu manada bir hadîs vardır:

Hazreti Peygamber, sol eliyle yemek yemekte olan bir kimseyi görünce ona: “Sağ elinle ye, buyurdu. O kimse de: Sağ elimle yiyemiyorum, cevabını verdi. Hazreti Peygamber ona: sağını kullanamaz olasıca! buyurdu ve artık adam ondan sonra sağ elini kaldıramaz oldu.

Bunun için sahih olan, ehli sünnet âlimlerine göre, sol el ile yemek- içmek ve başkasının önünden yemek mekruhtur. Ancak bir birinden farklı olan meyva taneleri bir tabak içinde olduğu zaman aralarından seçme yapılabilir. Bunda kerahet yoktur. Fakat yine önden almak daha iyidir.


1253- Ebû Hureyre’den (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir:

“iki kişinin yemeği üç kişiye yeter. Üç kişinin yemeği de dört kişiye yeter.” Çoklukta ve toplulukta bereket vardır.

Diğer bazı rivayetlerde de: “Bir kişilik yemek iki kişiye, iki kişilik yemek üç kişiye ve üç kişilik yemek dört kişiye yeter!” şeklinde nakledilmiştir.
1254- İbni Ömer (Radıyallahu Anhuma) der ki:

“Mümin, yalnız bir bağırsağını dolduruncaya kadar yer; kâfir ise, yedi bağırsağını dolduruncaya kadar yer.” (Burada yedi bağırsağını dolduruncaya kadar sözü, çok yemek yemesine işarettir. Bağırsakların hepsinin yedi kısma ayrılması da mümkündür. Aklı başında olan bir mümin, sünnete riayet ederek yemeğini yer ve midesini doldurmaz. Bununla midesini fazla dolduran müminler, anlayışsız olanlardır ve Hazreti Peygamberin sünnetine uymayanlardır. Diğer taraftan sağlık yönünü gözeterek az yemek yiyen kâfirler de az değildir. Gerçek manada mümin hem israf yönünden, hem de sağlık yönünden asla çok yemeğe rağbet etmez. Fakat kâfirler genellikle bu kaydın dışında kalarak israfa düşerler. Daha doğrusu mümine yaraşan az yemektir.)


1255- Ebû Cühayfe’den (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir:

“Ben bir yere yaslanmış olarak yemek yemem.”

Mütercim:

Sünnet üzere oturuş, dizler üzerine oturmak yahut sol ayak üzerine oturup sağ ayağın dizini dikmek ve bu şekilde yemek yemektir.


1256- Hazreti Aişe’den (Radıyallahu Anha) rivayet edilmiştir:

Bir ev halkından vefat eden bir kimse için taziye maksadı ile insanlar ölü evinde toplandıktan sonra dağılmışlardı. Ev halkı yalnız kalınca Hazreti Aişe emredip muhallebi hazırlattı ve bu ev halkına şöyle dedi: Siz bu telbine adı verilen yemekten (muhallebiden) yiyiniz; çünkü Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’den bu yemek hakkında şöyle buyurduğunu kulaklarımla işittim:

“Telbine (muhallebi) hastanın kalbine rahatlık verir, bazı keder ve üzüntüleri de giderir.”

Mütercim:

Gerçekten benim oğlumun ölümünden çok üzüntü duymuştum. Sonra bir kadın kaymaklı ve buzlu bir kayısı yemeği yaparak bana getirdi. Onu böyle soğuk soğuk yediğimizde, kederli olan kalplerimize bir merhem gibi ferahlık verdi.

Kederli olan bir kimsenin kalp ve midesi, gıda azlığından ve üzüntünün vücudu kaplamasından susuz kalacağı için böyle hafif şeyler yemek, kalbi ve mideyi kuvvetlendirir.


1257- Huzeyfe’den (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir:

“Siz ipek ve atlas elbise giymeyiniz, altın ve gümüş kaptan su içmeyiniz, bunların tabaklarında da yemeyiniz. Çünkü bu altın ve gümüş kaplar dünyada kâfirler, Ahirette ise bizim içindir.”

Mütercim:

Halis ipek ve atlas kumaşları giymek erkeklere haramdır. Fakat hanımlar için bunları giymek mubahtır. Savaşta gazilerin ipek giymeleri ve giysilerde dört parmak eninde ipek kullanılmak erkekler için de caizdir. Altın ve gümüş de süs eşyası olarak kadınlara helâldir; bunları takınırlar. Erkeklere ise haramdır. Yalnız erkekler gümüşten mühür ve yüzük edinebilirler, kılıç kabzasını süsleyebilirler.

Bir de altın ve gümüş kaplardan su içmek ve bunların çatal-kaşığı ile yemek yemek hem erkeklere, hem de kadınlara haramdır.
1258- Ebû Mes’ud (Radıyallahu Anh) der ki:

Ensar’dan Ebû Şuayb namında bir adam vardı. Kölesi kasap idi. Bir gün bu kölesine dedi ki; Bana beş kişilik bir yemek hazırla. Ben beş kişinin beşincisi olarak Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’i davet edeceğim. Sonra yemek, hazırlandı ve Hazreti Peygamber, beraberinde dört kişi olduğu halde çağırıldı. Yolda gelirlerken bunlara altıncı bir kişi takıldı. Davet sahibi Ebû Şuayb’ın yanına vardıkları zaman Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Şuayb’a şöyle buyurdu:

“Gerçekten sen bizi beş kişi olarak davet ettin; fakat bu zat da bize katılıp geldi. Şimdi istersen ona izin verirsin, istersen yol verirsin!” Ebu Şuayb dedi ki: ben ona izin verdim, davete buyursun.

Mütercim:

Davet edilmediği halde bir kimsenin başka davetlilere uyarak onlarla davete gitmesi haramdır. Ancak davet sahibi ile davet edilmemiş kimse arasında bir yakınlık ve özel durum olursa, bu durumda ev sahibinin rızası bilindiği zaman davetsiz olarak da gidilebilir.

Davetsiz olarak ziyafet ve düğün yemeklerine gidene “Tufeyli” denilir ve türkçede de kullanılır. Bunun aslı şu; Kûfe’de Tufeyl isminde bir adam vardı. Her nerede bir ziyafet ve yemek daveti var idiyse bu Tufeyl orada davetsiz olarak hazır bulunurdu. Düğünlerin Tufeyl’i diye şöhret bulmuştu. İşte onun halinde olan herkese Tufeyli lâkabı verilmiş ve böylece devam edegelmiştir.

1259- Hazreti Cabir (Radıyallahu Anh) der ki.

Medine’de bir Yahudi vardı. O Yahudi her yıl hurma harmanı zamanına kadar bana ödünç para verirdi. Benim de Rûme kuyusu adı verilen Hazreti Osman kuyusu yolunda hurma bahçem vardı. Nasılsa o yıl hurmalarda çok az ürün oldu. Sonra harman zamanında o Yahudi gelerek benden alacağını istedi. Çıkan ürünle borcumu kapayamayacağımı anladığımdan, gelecek yıla kadar borcumu ödemek için bana mühlet vermesini Yahudi’den rica ettim. Fakat Yahudi kesin olarak kabul etmedi ve alacağının ödenmesini istedi. Benim zor duruma düştüğüm Hazreti Peygambere iletildi. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem bir kısım ashaba şöyle buyurdu:

“Yürüyünüz gidelim, Cabir için Yahudi’den mühlet isteyelim.” Sonra Hazreti Peygamber, beraberlerinde ashaptan bazı zevat olduğu halde benim hurma bahçeme geldiler. Borcumun gelecek yıla kadar ertelenmesi için Yahudi’ye teklifte bulundularsa da Yahudi kabul etmeyip şöyle dedi: Ya Eba’l - Kasım, ben asla alacağımı tecil etmem (ertelemem). Cabir’e bir gün bile müsaade etmem.

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem onun bu halini görünce, benim hurmalığımı şöyle bir dolaştı. Sonra Yahudi’ye yine aynı teklifte bulundu. Yahudi yine kabul etmedi. Ben kalkıp bir miktar olgun hurma toplayarak Hazreti Peygamberin önüne koydum. Onlardan bir miktar yedikten sonra bana şöyle buyurdular:

“Ey Cabir, senin çardağın (gölgeliğin) nerededir?” Ben de çardağımın yerini ona bildirdim. Buyurdular ki:

“Orada (çardağında) bana bir yer döşeyip hazırla, istirahat edeyim.” Ben de hemen orada bir yer hazırladım. Hazreti Peygamber de çardağa girerek hazırladığım yerde yatıp biraz uyudu. Uyandıkları zaman ben yine bir miktar hurma getirip kendilerine takdim ettim, onlardan yediler. Sonra yerinden kalkarak üçüncü defa Yahudi’den alacağını ertelemesini rica ettiler. Yahudi yine kabul etmedi. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem benim hurmalığımın çevresini ikinci defa olarak dolaşıp geldi ve bana şöyle buyurdu: “Ey Cabir, ağaçlarda olan hurma salkımlarını kesip topla ve bunlarla Yahudîye olan borcunu öde.” Hazreti Peygamber bizzat hurma harmanının başında durdu. Ben, hemen hurma ağaçlarındaki salkımları kesip topladım ve o zamanki hesaba göre borcuma karşılık olarak hurmaları Yahudi’ye verdim. Borcumu tamamen ödedim. Fazla olarak bir o kadar da hurma yanımda kaldı. Ben bu hali gidip Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’e bildirince bana şöyle buyurdular:

“Ben, kendimin Allah’ın Peygamberi olduğuma şahidlik ederim.” (Ben Allah’ın hak Peygamberi olduğumdan benden böyle mucizeler meydana gelir. Allah’ın izni ile böyle az olan hurmaları çoğaltırım. Bunlar Allah’ın lütuf ve ihsanıdır.)
1260- Hazreti Sa’d’dan (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir:

“Her sabah Acve hurmasından yedişer tane yiyen kimseye o gün, zehir de tesir etmez, sihir de tesir etmez.”

(Medine hurması denilen ve Medine’nin, en iyi cins hurması olan Acve’den aç karnına her sabah yedişer hurma yiyen kimseye, o gün, zehir ve sihir tesir etmez.)
1261- İbni Abbas’dan (Radıyallahu Anhuma) rivayet edilmiştir:

“Sizden biriniz yemek yiyince, parmaklarını yalamadan veya başka bir şeyle silip temizlemeden elini bir yere dokundurmasın.”

Mütercim:

Yemeğin başında ve sonunda elleri yıkamak sünnettir. Fakat su bulunmadığı bir yerde yine el yağlı bırakılmayıp hiç olmazsa parmakları yalamalı veya el bezi gibi bir şeyle silmelidir. Yağlı ellerle bir şey tutmamalıdır. Zarurî durumlara ve yenen yemeğin cinsine göre bu hususta alınacak tedbir değişik olur. Asıl olan, imkân dahilinde en iyi bir şekilde temizliği gözetmektir. Bugün için su ve sabun en iyi bir temizleyicidir. Bunlar varken başka türlü temizliğe ihtiyaç kalmaz.


1262- Ebû Ümame (Radıyallahu Anh) der ki:

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem yemeği bitirince şöyle buyururlardı:

“Cenabı Allah’a sayısız, halisane ve kendisine lâyık şekilde hamd olsun! Ey Rabbimiz! Nimetinin hakkı karşılanamaz, ondan vazgeçilemez ve ona olan ihtiyaç kesilmez.”
1263- Ebû Ümame’den (Radıyallahu Anh) rivayet edilmiştir:

“Allah’a hamd olsun ki, bize yetecek nimet verdi, bizi (içirip) kandırdı. Onun nimetinin hakkı karşılanamaz, nimetleri de inkâr edilemez.”

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem yemeği bitirdiği zaman böyle dua ederdi ve bazan da : “Ey Rabbımız, sana hamd olsun! Nimetinin hakkı karşılanmaz, ona veda edilmez ve ondan uzak kalınmaz, ey Rabbimiz (bizi besleyip kemale erdiren yaratıcımız) !”49

49 Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:862-869


Yüklə 2,57 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   32   33   34   35   36   37   38   39   ...   42




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin