TABİR (Rüya tevili) BAHSİ
1479- Hazreti Enes (Radıyallahu Anh) ‘den rivayet edilmiştir:
“Salih adamın güzel rüyası, peygamberliğin kırk altıda bir bölümüdür.”
Mütercim:
Salih kimsenin görmüş olduğu güzel ve iyi rüyalar, peygamberliğin bir bölümüdür. Çünkü rüya gayba ait şeylerle ilgili olduğu bakımdan nübüvvet bölümlerine benzer. Burada ifade ettiği mana gerçekten nübüvvetin parçası olmayıp ona benzeme bakımından mecazi manasını taşımaktadır. Fakat peygamberlerin gördükleri rüyalar nübüvvetten olduğu cihetle hakikattir ve Allah’tan bir vahiydir.
Çoğunlukla iyi kimselerin (salih kulların gördükleri rüyalar gerçek çıktığından hadîs-i şerifte salihlerin rüyası diye kayıd vardır. Yoksa sâlih olmayanlar da güzel rüyalar görebilir. Müslüman olmayanlar da görebilir. Onun için rüyalar üç kısımdır:
1- Peygamber rüyası: Bunların rüyalarının tümü doğrudur ve çoğu da tâbire muhtaç olmayıp aynı ile çıkar. Bazısıda tevile muhtaç olarak çıkar.
2- sâlih insanların rüyası: Bunların rüyalar çoğu kez rahmanidir. Ve gördükleri gibi çıkar.
3- Diğer insanların rüyası: rüyalarının bir kısmı doğrudur, bir kısmı da bozuk ve karışıktır. Bu üçüncü kısım arasında kâfir olanların rüyaları nadiren doğru çıkar. Âlimler, doğru kimselerin rüyaları doğru çıkar, yalancı ve sahtekârların rüyaları ise doğru çıkmaz, demişlerdir.
Bir de peygamberlerin bir nübüvvet yönü ile risalet yönü vardır. Nübüvvet yönü, gayba dair bilgilere sahib olma hasletidir. Risalet ise, insanlara tebliğ halidir. Onun için rüya nübüvvetten parça sayılmış, risaletten sayılmamıştır.
1480- Ebû Saîd (Radıyallahu Anh)’den rivayet edilmiştir:
“Sizden biriniz, sevdiği bir rüya gördüğü zaman, muhakkak o rüya Allah’tandır. Bu rüyadan dolayı Allah’a hamd etsin ve onu anlatsın. Bundan başka hoşlanmadığı bir rüya gördüğü zaman, muhakkak o şeytandandır, onun kötülüğünden Allah’a sığınsın ve onu hiç kimseye de anlatmasın; artık o rüya kendisine zarar veremez.”
Mütercim:
Salih rüyaların edepleri üçtür:
1- Allah’a hamd ve şükür etmek,
2- Görülen sâlih rüyayı başkasına anlatmak,
3- Kendisine rüya anlatılan kimse, o rüyadan sevinç duyabilecek ve onu kerih görmeyecek kimse olmalıdır.
Fena rüyaların edepleri ise dörttür:
1- Görülen rüyanın fenalığından Allah’a sığınmak,
2- Şeytanın şerrinden Allah’a sığınmak,
3- Uykudan uyanır uyanmaz, hemen sol tarafa tükürmek ve sağ yanı üzere yatmak,
4- O rüyayı hiç kimseye söylememek.
Bir de Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem, ashaptan kötü ve korkulu rüya gören birine buyurdular ki: “Sen yatağına girerken şunu oku: Bismillâhi eûzü bikelimatillahi’t-tammati min gadabihi ve şerri ibadihi ve min hemezati’ş-şeyatıni ve en yahzurûn.” Bu hadîs-i şerifi imam Nese’i tahriç etmiştir.
Bu gibi korkulu rüyalardan korunmak için Ayetülkürsi’nin okunmasının yararlı olduğu tecrübeye dayanarak söylenir.
1481- Ebu Hureyre (Radıyallahu Anh) der ki:
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem: Peygamberlikten, mübeşşirattan başka bir şey kalmadı.” buyurdu. Ashap sordular:
— Ya Resûlallah, mübeşşirat nedir? Hazreti Peygamber: “Salih rüyadır.” buyurdu.
Mütercim:
Artık peygamberlik bende tamamlandı. Benden sonra bâzı kullara sâlih rüya ile müjdeler gelecektir.
Yunus sûresinin 64. ayeti kerimesinin meali olan “Veliler için hem dünya hayatında (Kur’an’ın ve Peygamberin haberleriyle), hem de ahirette (cennetle) müjdeler var.” ayetini, bazı müfessirler, Allah iyi kullarını, güzel rüyalar göstererek ve ilhamda bulunarak dünyada müjdeler, diye tefsir etmişlerdir. Bir müminin dünyada müjdelenmesi, gerek kendisi için ve gerekse başkası için göreceği sâlih rüyadır ve ahiretteki müjdesi de cennettir, diye de tefsir edilmiştir.
1482- Ebû Hureyre (Radıyallahu Anh) ‘den rivayet edilmiştir:
“Rüyasında beni gören kimse, (ahirette) ayık iken beni görecektir. Şeytan benim kılığıma giremez.”
Mütercim:
Allah Teâlâ Hazretleri, şeytanın dünyada Hazreti Peygamberin şekil ve kıyafetine girmesine müsaade etmediği gibi, rüya aleminde de ona izin vermemiştir. Bunun sebebi de, hak ile batıl birbirine karışmasın diyedir. Hazreti Peygamberin şekil ve kıyafetine uygun olarak görülen ve rüyada âlimler ittifak etmişlerdir. Diğer hususlar ihtilaflıdır.
1483- Ebû Saîd (Radıyallahu Anh) den rivayet edilmiştir:
“Rüyada beni gören, muhakkak zatımı görmüştür; çünkü şeytan benim şeklime giremez.”
1484- Ümmü Haram (Radıyallahu Anha) dan rivayet edilmiştir:
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’in süt teyzesi ve Ubade bin Samit zevcesi olan Ümmü Haram der ki:
— Bir gün, Hazreti Peygamber evimizi şereflendirdi ve evimizde uyudu. Bir müddet sonra gülümseyerek sevinç ve neş’e ile uyandı. Ben ona sordum:
— Ya Resûlallah, neden güldünüz? Cevap verdiler: “Rüyamda ümmetimden birtakım insanlar tahtları üstünde sultanlar gibi şu denizin ortasında savaş gemilerine binip Allah yolunda gazaya çıkmış olarak bana gösterildiler.”
— Ya Resûlallah! dedim, Allah’a dua et beni de onlardan biri yapsın.” Hazreti Peygamber de istediğim şekilde bana dua etti. Sonra Hazreti Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem mübarek başını yastığa koyarak tekrar uykuya daldı. Sonra yine gülümseyerek neş’e ile uyandı. Ben sordum:
— Ya Resûlallah, neden güldünüz? Cevap verdiler:
“Rüyada ümmetimden bir takım insanlar, tahtları üstünde sultanlar gibi şu denizin ortasında savaş gemilerine binip Allah yolun da gazaya çıkmış olarak bana gösterildiler.” “Ümmü Haram der ki; Ben yine dilekte bulundum:
— Ya Resûlallah, dua et de, Allah beni onlardan bir mücahide yapsın. Bana cevap verdiler:
“Hayır, sen evvelkilerdensin!”
Mütercim:
Gerçekten Hazreti Peygamberin bir mucizesi olarak Hazreti Osman’ın hilâfeti zamanında Hazreti Muâviye’nin kumandası altında Kıbrıs’ı fetih için savaşa çıkan ordu içinde Ümmü Haram savaşa katılmış. Mücahidler Kıbrıs’a çıktıkları zaman, Ümmü Haram (Radıyallahu Anha) binmiş olduğu hayvandan düşerek adada ilk şehit kadın olmuştu.
1485- Ebû Hureyre (Radıyallahu Anh) den rivayet edilmiştir:
“Zaman (kıyamet) yaklaştığı vakit müminin rüyası pek az yanlış çıkar. Müminin rüyası, nübüvvetin kırk altı parçasından bir parçadır. Nübüvetten olan şeyde de yalan olmaz.”
Mütercim:
Bazı mevsimlerde veya kıyamete yakın zamanlarda müminlerin görecekleri rüyalar çoğunlukla doğru çıkar. Kıyamete yakın rüyaların doğru çıkacağına dair başka hadîs-i şerif vardır.
Bir kısım âlimlere göre de, insanlar Hazreti Mehdi zamanında herkes saadete kavuşacağından vakit çok çabuk geçecektir. Böyle bir zamanda görülen rüyalar doğru olur ve nadir olarak yanlış çıkar. Bu zaman da kıyamete çok yakın bulunacağından bir takım esrarın ortaya çıkmış olması tabiidir. Bir de bu zamanın, sür’at zamanı denilen uçak, füze, radar ve telsizler gibi keşiflerin ortaya çıktığı vakit olduğunu söyleyenler de vardır. Bu da Hazreti Peygamberin yine bir mucizesi olur.
1486- İbni Ömer (Radıyallahu Anhuma) den rivayet edilmiştir:
“Rüyamda sanki siyah ve başı dağınık bir kadının Medine’den çıkarak Cuhfe denilen Mehyea’ya konduğunu gördüm. Bu rüyamı, Medine’deki veba hastalığı oraya nakledildi, diye tevil eltim.”
Mütercim:
Hazreti Peygamberin bu rüyasından sonra Medine’nin veba ve sıtma hastalıkları kalkmış, diğer memleketlerde ara sıra olan hastalıklar gibi zuhur etmiştir. Daha önce bu hastalıklar Medine’de çok olurdu.
Bir de rüya tabiri yapacak olan kimsenin bu hususta ilim ve tecrübe sahibi bir kimse olması şarttır.
1487- İbni Abbas (Radıyallahu Anhuma) dan rivayet edilmiştir:
“Her kim rüyasında görmediği bir şeyi gördüm diye söylerse, ahirette ona iki arpa danesini birbirine düğümlemesi teklif edilir; Hâlbuki bunu asla yapamayacaktır. Kim de, bir toplum kendisinden hoşlanmadığı yahut ondan kaçtıkları halde, dinlerse, kıyamet gününde onun kulağına kurşun dökülür. Kim de (canlılara ait) bir suret (heykel) yaparsa, (kıyamette) ona ruh vermeye zorlanır. Hâlbuki ona ruh veremeyecektir.” (Bu işleri helal sayarak yapan kimseler, bu şekilde azab edilirler. Yahut bu işleri yapmamak için bir tehdit mahiyetindedir. Yoksa müminler ebedi olarak cehennemde kalmazlar.)
1488- İbni Ömer (Radıyallahu Anhuma)’den rivayet edilmiştir:
“Yalanların içinde en büyük yalan, rüyasında gözlerinin görmediği şeyi görmüş göstermesidir.”
1489- İbni Abbas (Radıyallahu Anhuma) der ki:
Bir adam Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’in huzuruna gelip dedi ki:
— Ya Resûlallah! Ben bu gece rüyamda gökte bir bulut gördüm. O buluttan yağ ve bal yağıyordu. İnsanlar o bal ve yağdan avuç avuç toplamaya başladılar. Bir kısım kimseler çok, bir kısmı da az topladı. Sonra bir ip gördüm ki bir ucu yerde, diğer ucu gökte. Ya Resûlallah, sen o ipi tuttun ve göğe çıktın. Sonra başkası tuttu ve o da çıktı. Sonra birisi daha tuttu; o da çıktı. Sonra bir adam daha o ipi tutunca, ip koptu. Sonra yine birleşti. Bu rüyamı nasıl tabir edersiniz?
Orada bulunan Hazreti Ebû Bekir (Radıyallahu Anh) hemen dedi ki: - Ya Resûlallah, anam-babam sana feda olsun. Vallahi bu rüyanın tabirini bana bırakınız. Bunun üzerine kendisine izin verildi. O da rüyayı şöyle tabir etti:
O bulut İslâm dinidir. O buluttan akan yağ ve bal, Kur’an ı kerim olup bazı insanlar onu çok okuyarak fazla tad alacaklar, bazıları da az okuyarak az tad alacaklardır. Gökten yere kadar sarkan ip de, sizin şimdi üzerinde bulunduğunuz hak dindir, şeriattır. Siz bu dine bağlı kalarak Allah sizi yüksek derecelere çıkaracaktır. Sizden sonra yerinize geçecek halifeniz de şeriata tutunarak o da onunla yüksek derecelere ulaşacak. Sonra birisi daha tutacak, o da yüksek derecelere çıkacak. Sonra birisi daha tutacak; fakat bu defa o ip kesilecek, sonra yine birleşecek ve o da yüksek derecelere kavuşacak.
Hazreti Ebû Bekir rüyayı bu sakilde tabir ettikten sonra sordu:
— Ya Resûlallah, anam-babam sana feda olsun. Bu tabirimde isabet mi ettim, hata mı ettim? Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ona: “Rüyanın bir kısmında isabet, bir kısmında hata ettin.” buyurdu. Hazreti Ebû Bekir rica etti:
— Ya Resûlallah, Allah için bana söyle, hangi yerde isabet ve hangi yerde hata ettim? Resûl-i Ekrem:
“Allah için deyip yemin ederek ısrar etme.” buyurdu.
Mütercim:
Hazreti Ebû Bekir’in tabiri üzere Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem efendimizden sonra Hazreti Ebû Bekir halife oldu.. Ondan sonra Hazreti Ömer ve sonra Hazreti Osman halife oldu. Fakat Hazreti Osman zamanında fitne ve fesad ortaya çıkarak ip koptu ise de Hazreti Osman şehit olarak cennete gittiğinden ip tekrar bitişti.
Bu tabirlerin hata ve sevab yerlerinde hadîs şarihleri ihtilâf etmişlerdir.
Rüyasının tabirini isteyen kimseye: Hayırdır inşa Allah, rüyanız bize hayırdır ve düşmanlarımıza şerdir. Âlemlerin Rabbı olan Allah’a hamd olsun, rüyanı anlat, demelidir. Tabir edecek kimse de, bu işe ehil olmalı, rüyayı görenin hal ve durumuna göre yorum yapmalıdır. Kerahet vakitlerinde, geceleyin tabir etmemelidir.
Güzel ve doğru rüya görmek isteyen de, yatarken abdestli olmalı ve Ayetülkürsi ile üç İhlâs ve Muavvizeteyn’i okumalıdır. Bundan sonra kıbleye karşı sağ yanı üzere yatmalıdır. Şu duayı da okumalıdır:
“Rabbim! Korkulu rüyaların kötülüğünden ve şeytanın oyunundan hem uyanık iken, hem de uyurken sana sığınırım. Rabbim! Senden sâlih ve faydalı olan, zihinde tutulan ve unutulmayan bir rüya isterim, Rabbim: Rüyamda bana, sevdiğim şeyi göster.”
Bir de rüyayı, güvenilir kâmil insanlara tabir ettirmeli. Cahillere ve düşmanlara ettirmemelidir.65
65 Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:974-981
FİTNELER VE SULTANA İTAAT BAHSİ
1490- İbni Abbas (Radıyallahu Anhuma)’dan rivayettir:
“Her kim amirinden hoşlanılmayacak bir şey görürse sabretsin; çünkü sultanın itaatinden bir karış çıkan, bir nevi cahiliyet ölümü ile (sapıklık üzere) ölür.”
1491- İbni Abbas (Radıyallahu Anhuma) dan rivayettir.
“Her kim amirinden hoşlanmayacağı bir şey görürse ona sabretsin; çünkü toplumdan (islâm toplumundan) bir karış ayrılıp da vefat eden, ancak cahiliyet ölümü gibi bir ölümle vefat etmiş olur.”
1492- Ubade bin Samit (Radıyallahu Anh) der ki:
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem bizi biat için çağırdı. Biz de Hazreti Peygambere şöyle biat ettik:
“Neş’eli ve kederli halimizde, darlıkta, bollukta, aleyhimize yapılan tercihde ve idari iş hususunda idarecilerle, bizce apaçık küfür sayılan ve Kur’an’dan da delili bulunan bir mesele olmadıkça çekişmemek hakkında biat ettik.
1493- İbni Mesud (Radıyallahu Anh)’dan rivayet edilmiştir:
“Hayatta kalıp da kıyamet başlarına kopanlar, insanların en kötülerindendirler.”
Mütercim:
Kıyamet, insanların en kötülerinin başına kopacak. Kıyamete yakın zamanda yeryüzünde sâlih kimselerden hiç biri bulunmayacak. bazı hadîs-i şeriflerde, kıyamete yüz sene kala yeryüzünde Allah Allah diyen kalmayacak, buyrulmaktadır. Çünkü kıyamete yakın bir zamanda Yemen tarafından gayet yumuşak ve tatlı bir rüzgâr gelip bütün müminlerin ruhlarını alacaktır. Sonra yeryüzünde insanların kötüleri kalacaktır.
1494- Hazreti Enes (Radıyallahu Anh)’dan rivayet edilmiştir:
“Siz Rabbinize kavuşuncaya kadar, üzerinize hangi zaman gelirse mutlaka sonraki zaman ondan. ???”
(Zaman ve asırlar geçtikçe kıyamete kadar fenalıklar çoğalarak devam edecektir. Fakat hadîs âlimleri bunu genel bir kaide kabul etmemektedirler. Çok kere böyle fenalıklar olacağı manasını taşıdığını ifade ediyorlar. Bu da bazı devirlerde iyiliklerin bulunacağına aykırı düşmez.)
1495- Ebû Hureyre (Radıyallahu Anh)’den rivayet edilmiştir:
“Sakın sizden biriniz silâhını din kardeşine doğrultmasın çünkü farkında olmadan şeytan silâhı elinden kaydırabilir de (kaza neticesi cinayet işleyerek) cehennem çukuruna düşer.”
(Şaka ve eğlence kabilinden dahi olsa, hiç kimse silâhını din kardeşine çevirmemeli ve onu hedef almamalıdır. Çünkü şeytan dürtmesi ile silâh patlayabilir, elden fırlayabilir. Sonunda da haksız yere bir din kardeşin ölümüne sebebiyet verilebilir. Bu işi yapan da kıyamette cehennem azabını çeker.)
1496- Ebû Hureyre (Radıyallahu Anh) ‘dan rivayet edilmiştir:
“Yakında birtakım fitneler olacaktır. O fitneler zamanında oturan ayakta durandan daha hayırlı, ayakta duran yürüyenden daha hayırlı ve yürüyen de koşandan daha hayırlıdır. Kim o fitneleri görmeye kalkarsa fitneler onu helak eder. Kim de o fitnelerden kurtulmak için bir sığınak yahut bir barınak bulursa, oraya sığınsın, (fitnelere bulaşmasın).”
1497- İbni Ömer (Radıyallahu Anhuma)dan rivayet edilmiştir:
“Allah bir kavme azab indirdiği zaman, azab o kavmin içinde bulunanların tümüne isabet eder. Sonra kıyamette kendi amellerine göre hesaba çekilirler.” (yine iyiler cennete, kötüler cehenneme girerler.)
1498- Ebû Hureyre (Radıyallahu Anh)’den rivayet edilmiştir:
“Busrâ’da (Medine ile Şam arasında bir yerde) bulunan develerin boyunlarını aydınlatacak şekilde Hicaz arazisinden bir ateş çıkmadıkça kıyamet kopmaz.”
(Hicretin altıyüz yirmi dört yılında ve Cumadelahire ayının başlarında pazar günü kuşluk zamanında başlayarak cuma gününe kadar devam eden zelzele sonucu, Medine çevresinden bir yerde meydana gelen ateş dere ve tepeleri kaplayacak şekilde ortalığı dehşete vermişti. Medine’liler tevbe ve istiğfar ederek, kurbanlar keserek ve sadakalar vererek korkulu anlar geçiriyorlardı. Sonra Allah tarafından cuma günü Uhud dağı hizasına yaklaştığı bir sırada ateş söndü. Bu ateş Mekke’den ve Medine ile Şam arasında, bulunan Busra’dan görülmüştür. Ateşin göklere doğru yükselmesiyle ışığı uzaklara kadar ulaşmıştı.)
1499- Ebû Hureyre (Radıyallahu Anh) den rivayet edilmiştir:
“Fırat nehrinin bir altın hazine çıkarma zamanı yaklaşıyor. Kim bu hazinenin çıkışında hazır olursa ondan bir şey almasın. (Çünkü insanlar ona sahib olmak için birbirlerine girecekler ve o mücadeleye girenler birbirini öldüreceklerdir.)
1500- Ebû Hureyre (Radıyallahu Anh)’den rivayet edilmiştir:
“Davaları bir olan ve aralarında çok büyük bir savaşın meydana geleceği iki büyük ordu çarpışmadıkça, her biri Allah’ın Peygamberi olduğunu iddia eden otuza yakın yalancı deccal çıkmadıkça, ilim kaldırılmadıkça, zelzeleler çoğalmadıkça, zaman daralmadıkça, fitneler baş göstermedikçe, öldürme vak’aları çoğalmadıkça, servetiniz çoğalıp taşmadıkça, mal sahibini sadakasını kimin kabul edeceği düşündürmedikçe ve sadakasını (maddi yardımını) arzettiğİ kişi, benim ona ihtiyacım yoktur, demedikçe, insanlar yüksek yüksek binalar kurmadıkça, kişi, bir ölünün kabrine uğrayıp, keşki onun yerinde ben olaydım, demedikçe ve güneş battığı yerden doğmadıkça kıyamet kopmayacaktır. Güneş batıdan doğup da insanlar, onu görünce hepsi birden iman edecekler, fakat o vakit önceden iman etmemiş veya iman ederek hayır kazanmamış olan kişiye imanının fayda vermeyeceği zamandır, kıyamet mutlaka kopacak ve kumaşlarını aralarında açan iki insan, onu satmaya veya katlamaya fırsat bulamayacaklardır. Kıyamet mutlak kopacak ve hayvanının sütünü (evine) götüren adam onu tatma fırsatı bulamayacaktır. Kıyamet mutlaka kopacak ve havuzunu dolduran kişi sulama fırsatı bulamayacaktır. Kıyamet mutlaka kopacak ve lokmasını ağzına kaldıran kişi onu yeme fırsatı bulamayacaktır.”
1501- Hazreti Enes (Radıyallahu Anh)’den rivayet edilmiştir:
“Başı siyah bir nokta gibi, Habeş’li bir köle dahi sizin başınıza idareci getirilmiş olsa, ona itaat ediniz ve onu dinleyiniz.”
1502- Ebû Hureyre (Radıyallahu Anh)’den rivayet edilmiştir:
“Gerçekten siz amir olmaya hırs ve heves gösterirsiniz. Hâlbuki o, kıyamet gününde pişmanlık olacaktır. Amirlik, iyi emziren sütanne ve fakat memeden kesen kötü kadındır.”
1503- Ma’kıl bin Yesar (Radıyallahu Anh)’dan rivayet edilmiştir:
“Müslüman halkı idare eden bir vali, onlara hainlik ederek ölürse, Allah ona cenneti mutlaka haram kılar.”
1504- Cündeb (Radıyallahu Anh) ‘dan rivayet edilmiştir:
“Kim işittirmek için (şöhret ve gösteriş için) bir iş yaparsa, Allah da onu teşhir eder. Kim de insanlara güçlük çıkarırsa kıyamet gününde Allah ona güçlük çektirir.”
Mütercim:
Dünyada gösteriş ve şöhret gibi şahsî maksadlar için ibadet ve amel işleyen kimseyi Allah Teâlâ Hazretleri kıyamette insanların ortasında rezil eder, teşhir eder. Yahut dünyada da o kimseyi rezil ve rüsvay eder. Her kim de insanları zorluk ve sıkıntıya sokar veya zahmet ve meşakkat yüklerse yahut onların ayıblarını örtmeyip meydana çıkarırsa, o kimseyi de Cenabı Hak ahirette “Ceza iş karşılığıdır” kuralınca yaptığına karşılık azaba sokar.
1505- Ebû Bekre (Radıyallahu Anh) ‘dan rivayet edilmiştir:
“Sakın bir hâkim, öfkeli iken iki kişi arasında hüküm vermesin.”
(insanlık hallerinden olan üzüntü, öfke, korku ve açlık benzeri haller insanın kalbini meşgul eder ve hisler gerçekler üzerinde tesirde bulunur. Bu gibi durumlarda hâkim davaya bakıp hüküm vermesin; başka zamana bıraksın. Hatta Hanbelî mezhebinde bu ahval içinde hâkimin vermiş olduğu karar geçerli sayılmaz. Diğer mezheblerde kerahetle geçerlidir.)
1506- Sehl ibni Ebî Hesme (Radıyallahu Anh) anlatır:
Sehl oğlu Abdullah ile Muhaysa adlarında iki amcaoğulları yiyecek noksanlığından içine düştükleri sıkıntı ve zarureti gidermek için hurma satın almak üzere Hayber kasabasına gittiler. Orada birbirlerinden ayrılarak ayrı ayrı yerlerde dolaştılar. Sonra Muhaysa, Abdullah’ın bulunduğu yere gidince Abdullahı bir su kenarında al kanlar içinde ölü buldu. Muhaysa Yahudilere dedi ki:
— Vallahi bu cinayeti siz işlediniz. Yahudiler:
— Vallahi onu biz öldürmedik, dediler. Sonra Muhaysa amcazadesini gusledip kefenleyerek namazını kılıp oraya gömdü. Hemen Medine’ye dönerek durumu kendi kabilesine haber verdi. Muhaysa, büyük kardeşi Huveysa ve kendilerinden daha küçük olan ölü Abdullah’ın kardeşi Abdurrahman olduğu halde Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’in huzuruna çıktılar. Muhaysa söze başlayınca” Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ona şöyle buyurdu:
“Sözü büyüğe bırak, sözü büyüğe bırak!”
Sonra Muveysa hadiseyi anlattı. Sonra, Muhaysa gördüklerini olduğu gibi etraflıca anlattı. Sonra bunların içinde bulunan ve en küçükleri olan ölünün kardeşi Abdurrahman konuşarak kısas veya diyet istedi. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Yahudilere: “Siz ya bu ölünün diyetini verirsiniz, ya da bu işten dolayı anlaşmayı bozmuş sayılacağınızdan size karşı harp ilân edeceğim.” şeklinde yazı gönderdi. Yahudiler:
— Biz muhakemeye hazırız, vallahi onu biz öldürmedik, öldüreni de bilmiyoruz, diye cevap yazdılar. Bunun üzerine Hazreti Peygamber Muhaysa, Huveysa ve Abdurrahman’a hitaben:
“Siz katilin kim olduğuna dair yemin eder misiniz? Bu takdirde ölen adamınızın diyetine hak kazanırsınız.” buyurdu. Onlar:
— Ya Resûlallah! Görmediğimiz şeye nasıl yemin edelim? dediler. Hazreti Peygamber: “O halde Yahudilerden elli kişi gelip öldürmediklerine dair yemin etsinler” buyurdu.
— Ya Resûlallah! dediler, Onlar Müslüman olmadıklarından yalan yere yemin edebilirler. Biz onların yeminine nasıl inanabiliriz. Sonra Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri, ölünün diyetini bizzat kendi malından (yahut Müslümanlara harcanacak maldan) ölünün varislerine yüz deve verdi.
Mütercim:
Kadı İyad’ın beyanına göre, Maliki mezhebine bağlı bazı âlimler bu hadîs-i şerifin delaletiyle zekâtın bu gibi yerlere verilebileceğine kail olmuşlardır.
Bu hadîs-i şerif biraz daha noksan olarak Cihad Bahsinde 836 sayıda geçmişti. Fakat “Sözü büyüğe bırak, sözü büyüğe bırak” hitabı orada Abdurrahman hakkında varit olmuştur. Burada ise Muhaysa’ya hitaben variddir. Olabilir ki, bunların en küçüğü olan Abdurrahman söze başlamış da ona hitab olmuştur. Sonra Muhaysa başlayınca, ona da aynı hitab olmuştur. Bu da zannımca mümkün olabilir.
1507- İbni Ömer (Radıyallahu Anhuma) der ki:
Biz, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’e, kendisini dinleyip itaat etmek üzere biat ettiğimiz zaman herbirimize şöyle buyururlardı:
“Gücün yettiği şeyde (itaat edeceğine dair senin biatini kabul ettim)”
1508- Cabir bin Semûre (Radıyallahu Anh)’den rivayettir:
“O iki emîr olacaktır. Onların hepsi Kureyş’dendir”
Mütercim:
Kureyş’den on iki kıymetli zat müminlerin emiri olacaktır. Dört halife (Hulefa-i raşidîn) ile beraber Ömer bin Abdülaziz’in zamanına kadar on iki zat Müminlerin Emîri olmuştur. Yahut on iki Emir adalet üzere şeriat ahkâmını yürüteceklerdir, İslâm şevketi kemal derecesine ulaşacaktır. Yoksa on iki imamdan sonra İslâm emirliği olmayacaktır manasını taşımaz. On iki zattan başka emirlerin idaresi kemâl üzere olmayacağı manasına hamledilir.66
66 Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:982-990
TEMENNİ BAHSİ
1509- Hazreti Enes (Radıyallahu Anh)’den rivayet edilmiştir:
“Ölümü istemeyiniz (temenni etmeyiniz.)”
(Hiç kimse dünyada karşılaştığı sıkıntılardan dolayı “Rabbim, canımı al” diye istek ve temennide bulunmasın. Ecel takdir edilmiş muayyen bir zaman olduğu için böyle bir dilekte bulunmak, kadere rıza göstermemek anlamını taşıyabilir. Ancak bir kimse: Allah’ım! ölüm hakkımda hayırlı ise benim iman üzere hemen canımı al, hakkımda hayırlı değilse ömrümü uzat” şeklinde dua edebileceği başka hadîs-i şeriflerde vardır.
1510- Ebû Ubeyde (Radıyallahu Anh) den rivayet edilmiştir:
“Sakın sizden hiç biriniz ölümü istemesin. İyi kimse ise umulur ki iyiliği çoğalır. Kötü kimse ise umulur ki tevbe eder.”67
67 Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:990-991
KİTAB VE SÜNNETE SARILMAK
1511- Ebû Hureyre (Radıyallahu Anh) den rivayet edilmiştir:
-Ümmetimin hepsi, cennete gireceklerdir; ancak çekinip kaçınanlar giremeyecektir.” Sonra ashap sordu:
— Ya Resûlallah! Çekinip kaçınanlar kimlerdir? cevap verdiler: “Bana itaat eden cennete girer, bana isyan eden de çekinip kaçınmıştır.”
Mütercim:
Bana iman ve itaat edip kitap ve sünnete yapışanlar cennete girecekler; fakat nefis arzularına uyup doğru yoldan sapanlar cehenneme gireceklerdir. Eğer bir kimse mümin olarak günah işlemiş olursa, bağışlanmadığı takdirde günahına göre cehennemde muayyen bir müddet kalacaktır. Eğer inkârcı ise cehennemde ebedi olarak kalacaktır.
1512- Hazreti Cabir (Radıyallahu Anh) der ki:
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem uyurlarken yanlarına melekler geldi. Bunlardan biri, peygamber uyuyor dedi. Bir diğeri, göz uyuyor; fakat kalp uyanıktır dedi. Sonra aralarında dediler ki: Sizin bu adamınız için örnek vardır; ona bir örnek verin. Biri uyuyor dedi. Öbürü de, göz uyuyor; fakat kalp uyanıktır, dedi. Sonra (ona örnek vererek) dediler ki:
O, saray yaptıran adam benzer ki, orada bir sofra hazırlar. Sonra ziyafetine insanları davet için bir davetçi gönderir. Davete icabet eden eve girer ve sofradan yer. Davete icabet etmeyen de eve giremez ve sofradan yemez. Melekler, bu örneği tevil edin (yorumlayın) ki, onu kavrasın! dediler. Biri, uyuyor, dedi. Bir diğeri de, gözü uyuyor, fakat kalbi uyanıktır dedi.
Sonra örneği şöyle tevil ettiler: Saray cennettir. Davetçi ise Muhammed’dir (Sallallahu Aleyhi ve Sellem). Kim Muhammed’e (Sallallahu Aleyhi ve Sellem ’e) itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur. Muhammed’e (Sallallahu Aleyhi ve Sellem ) isyan ederse, Allah’a isyan etmiş olur. Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem, insanları birbirinden ayırt etmiştir. (Mümin de bellidir, kâfir de... İman edenle etmeyen diye ikiye ayrılmışlardır.)
1513- Hazreti Enes (Radıyallahu Anh) den rivayet edilmiştir:
“İnsanlar, (yaratıcıyı) birbirlerine sormaktan vaz geçmeyecekler ve nihayet, her şeyi yaratan Allah bu; fakat Allah’ı kim yarattı? diyeceklerdir.”
Bütün kâinatı ve varlıkları yaratan Allah’dır. Acaba Allah Teâlâ Hazretlerinin yaratıcısı kimdir? diye şeytan insanların kalbine vesvese bırakacaktır. Bu durum karşısında şeytandan korunmak için, “Allah’ın rahmetinden kovulmuş olan şeytandan Allah’a sığınırım, deyiniz” mealindeki hadîs-i şerifin emrine uymalıdır. Çünkü varlığı kendisinden olan vacibu’l-vücud hazretlerinin zatını ve hakikatini hiç kimse bilemez. Allah hiç bir şeye muhtaç değildir ve bütün âlemlerden müstağnidir. Mahlûkat (yaratıklar) ise hep Allah’a muhtaçtırlar. Onun kudret ve iradesiyle, vardırlar ve yok olacaklardır. Onun için Allah’a bir yaratıcı düşünmek küfrün en büyüğüdür.
1514- İbni Amr (Radıyallahu Anh)’den rivayet edilmiştir:
“Allah Teâlâ, ilmi onlara verdikten sonra onu çekip almaz. Lâkin âlimleri ilimleriyle beraber vefat ettirerek ilmi onlardan çeker alır. Geriye birtakım cahiller kalır. Bunlara dini meseleler sorulur. Onlar da kendi görüşleriyle cevap verirler. Böylece hem başkalarını dalalete düşürürler, hem de kendileri dalalete düşerler.”
1515- Ebû Hureyre (Radıyallahu Anh)’den rivayet edilmiştir:
“Ümmetim, kendilerinden önceki milletlerin tutumunu karış karış ve arşın arşın izlemedikçe kıyamet kopmayacaktır.” Hazreti peygambere soruldu:
— Ya Resûlallah! Acem ve Rum gibi milletlerin mi? Hazreti Peygamber:
“Milletler ancak onlar değil mi?” buyurdular. (Zamanla müminler bu iki milletin ve bunlara bağlı olanların ahlâk ve adetlerini benimseyeceklerdir.)
1516- Amr bin As ve Ebû Hureyre (Radıyallahu Anhuma)’ dan rivayet edilmiştir:
“Bir hâkim, içtihad ederek (hakkı araştırarak) hüküm verir de isabet ederse, iki sevab kazanır. Eğer içtihad ederek hüküm verir de yanılırsa bir sevab kazanır.”
Mütercim:
Müçtehid, isabet eder, hata da edebilir. Doğruyu bulana iki sevab, hata edene de bir sevab vardır. Ancak hatasında bir kasıtolmamak şarttır. Yanılarak hatanın işlenmiş olması halinde bir sevab var. kasıtolursa, sevab yerine azab gerekir.68
68 Ömer Ziyaeddin Dağistâni, Zübdetü’l-Buhari, Hisar Yayınevi:991-994
Dostları ilə paylaş: |