OrtadoğU’da rusya faktöRÜ ve dünden bugüne askeri geriLİm stratejiSİ ÜzeriNE



Yüklə 227,17 Kb.
səhifə1/5
tarix17.12.2017
ölçüsü227,17 Kb.
#35185
  1   2   3   4   5

ORTADOĞU’DA RUSYA FAKTÖRÜ VE DÜNDEN BUGÜNE ASKERİ GERİLİM STRATEJİSİ ÜZERİNE

Ulvi Keser-Asporça Melis Keser



Özet

Amerikalı stratejist Alfred Thayer Mahan’ın cadı kazanına benzettiği ve bütün dünyayı etkileyecek kaotik olayların yaşanacağı bölge olarak adlandırdığı Ortadoğu coğrafyasında başat güç olarak özellikle ABD karşısında dik durabilmek ve her ne kadar Gürcistan-Ukrayna-Kırım operasyonlarıyla yönünü Baltık coğrafyasına çevirse de- klasik sıcak denizlere inme stratejisi içerisinde kalıcı olabilmek düşüncesindeki Rusya’nın bölgede sığınabileceği tek liman Suriye’nin Tartus limanıdır. Özellikle deniz gücünü kuvvetlendirmek, daha ağır tonajlı gemilerini ve özellikle de uçak gemilerini uzun süreli olarak bölgede tutmak düşüncesindeki Rusya İkinci Dünya Savaşı sonrasında bölgede kalıcı ve gerilimi artırıcı stratejiler geliştirmektedir. Bunun son halkası Türkiye ile yaşadığı uçak krizidir ve bu noktada Rusya savaş yorgunu Suriye’de Lazkiye bölgesinde de yeni bir askeri üs açma imkânını bulmuştur. Bu çalışma kapsamında Rusya’nın Ortadoğu’daki askeri mevcudiyeti mercek altına yatırılacak ve muhtemel hareket planları üzerine bir analiz ortaya konulacaktır.

Anahtar Kelimeler: Rusya, Akdeniz, Kıbrıs, Ortadoğu, Askeri, İkinci Dünya Savaşı
Abstract

In the area that was named by American strategist Alfred Thayer Mahan as the boiling pan, that is to say in the Middle East, Russia confronting or trying to challenge against especially the USA has only one harbour so as to make use of, and to reach at tyhe hot waters, and it is that of Tartus in Syria even if Russia seems to direct itself towards the line of Georgia-Ukraine-Crimea. Russia has been carrying out the strategies to increase the military tension in the area so as to strengthen the naval force, to keep the military presence there, and to keep the heavy naval ships in the Mediterranean just after World War II. The last step of such a tense strategey is the aircraft dispute with Turkey, and Russia has got the opportunity to establish a new military air base in Latakia of war-torn Syria. This scientific study will focus on Russian military activities in the Mediterranean and the Middle East, and will put the possible war plans forth.

Key Words: Russia, mediterranean, Cyprus, Middle East, Military, World War II
Rusya-Güney Kıbrıs Rum Yönetimi İlişkileri

Slavlar tarafından kara devleti olarak kurulan Rusya, güçlü bir devlet olabilmek için her zaman sıcak denizlere inmek istemiştir. Bu yüzden Rusya’nın ilk deniz hedefleri, sınırlarına yakın olan Karadeniz, Baltık ve Hazar Denizi olurken; ikinci deniz hedefleri ise Akdeniz, Basra Körfezi, Pasifik ve Büyük Okyanus’u içine alan ve sıcak denizleri kapsayan coğrafi bölgeler olmuştur.1 Rusların sıcak denizlere inme siyasetinin mimarı Çar I. Petro’dur.2 Rusya, Çar I. Petro’dan itibaren güçlü bir devlet olabilmek için sıcak denizlere inme ve Balkanlara ulaşma politikası gütmüştür. Rusya’nın sıcak denizlere inme hedeflerine ulaşabilmesi için de, Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılması gerekmekteydi.3 Rusya’nın Kıbrıs ilgisi, 1877–78 Osmanlı-Rus savaşı sonrasında başlamıştır ve günümüze kadar süre gelmiştir. 19.yüzyılda topraklarının nüfusuna yetmediği Rus Çarlığı, güneyinde bulunan Hazar İmparatorluğu'nun varisi, Osmanlı İmparatorluğu’nun desteklediği Tatarlar ile Kırım merkezli Karadeniz hegemonyasının önünü kesmek için ve sıcak denizlere inme hedefinin ilk adımı olarak Kırım Savaşı’nda karşı karşıya gelmişlerdir. Diğer tarafta dünya ticaretini elinde tutan Yahudi burjuvazisinin eğilimleri doğrultusunda İpek Yolu’nu denetimi altında tutan Osmanlı İmparatorluğu’nun kuzeyindeki ticaret yollarını da Kırım üzerinden denetlemesi Fransız Devrimi sonrasında gelişen Rus milliyetçiliğini rahatsız etmiş ve iki güç karşı karşıya gelmiştir ve bu Osmanlıyı çöküşe götürecek olaylar zincirinin başlangıcını oluşturur. Sıcak denizler stratejisinin ilk ayağı olan Kırım mücadelesinin başarıyla sonuçlanmasının ardından güneye inişini batıdan Balkanlar, doğudan Kafkaslar üzerinden sürdürmüştür ve Batum üzerinden Kars’la Ardahan’a girmiştir. Bu sırada 15.yüzyıldan sonra dünya üzerinde hegemonyasını kuran okyanusların hâkimi Büyük Britanya İmparatorluğu, Çarlık Rusya’sının dünyanın merkezi denilebilecek jeopolitik bir noktaya inmesini engellemek için Kırım’a karşılık Kıbrıs’ı işgal etmiştir.



Birinci Dünya Savaşı sonunda Osmanlı İmparatorluğu yok olurken Bolşevik Rusya’daki devrimin de etkisiyle Kırım, Batı desteği ile kurulan Ukrayna’ya bağlanmıştır. İngiltere ABD’nin de desteğini alarak, eski bir Türk toprağı olmasına bakılmaksızın ve Lozan’ da bu konuya yer bile verilmeksizin, Kıbrıs’ı merkezi bir üs yapan stratejiyi Ortadoğu coğrafyasında izlemiştir. Rusya’nın sıcak denizlere inme girişimleri önce İngiltere, ardından ABD tarafından engellenmiştir ve Türkiye Cumhuriyeti Rus hegemonyasının yayılmasının önünde tampon görevi görerek merkezi coğrafyada yerini almıştır. Kıbrıs adası İngilizlerin merkezi coğrafyada ana üssü konumuna gelmiş, daha sonraki dönemlerde de operasyonlar buradan yönlendirilmiştir. Birinci Dünya Savaşı ve Atlantik inisiyatifinin bölgede egemen kılınması için çalışılmıştır hatta Türkiye’nin de NATO’ ya dâhil edilmesiyle askeri üs yapılanması genişletilmiştir. Dolayısıyla Rus emperyalizminin güneye inmesini engellemek adına Kıbrıs adası, merkezi üs konumuna sürüklenmiştir. Kıbrıs merkez üssü ile Birinci Dünya Savaş’ında Ortadoğu’ya yayılma imkânı bulun İngiltere’nin yanı sıra İkinci Dünya Savaşı sonrasında da Yahudiler yine Kıbrıs adası üzerinden İngiltere vasıtasıyla Filistin’e yerleştirilmişlerdir.4 Rusya’nın Kafkasya üzerinden Ortadoğu’ya inmesi ve Anadolu kıyılarından sıcak denizlere ulaşması doğrultusunda geliştirdiği güneye yolculuk hedefinin önü bir anlamda Atlantik inisiyatifinin Kıbrıs adasını karşı kale haline dönüştürmesiyle, kesilmek istenmiştir. 1958 İhtilali ile Rusya Irak’a girerek kendine bağımlı bir askeri yönetimi burada yaratmış, ardından ABD ve NATO da Türkiye üzerinden karşı bir askeri rejim kurdurmaya çalışmışlardır. Sovyetler Birliği daha sonraki aşamada Suriye’ye girerek Baas yönetimi ile sıkı ilişkiler geliştirmiş ve Ortadoğu’daki dengeleri değiştirmiştir. Böylece Suriye üzerinden sıcak denizlere inme hayalini de hayata geçirmiştir. Bu dönemde Suriye'de Hafız Esad yönetimi ise Sovyetlerle kurdukları sıkı stratejik işbirliğinin ardından Scud füzeleri, T-20 tankları başta olmak üzere Sovyet silah sanayiinin nimetlerinden bolca faydalanmıştır. Akdeniz’e inen her siyasal gücün karşısına Kıbrıs çıktığı için, Sovyet emperyalizmi de Kıbrıs’a yönelmiştir. Rus emperyalizmi dayandığı ideolojiyle Kıbrıs adasında Akdeniz’in en güçlü komünist partisi olan AKEL'i kurmuştur. Başta İtalya, İspanya, Portekiz, Fransa, Yunanistan, Yugoslavya, Arnavutluk gibi Akdeniz ülkelerinin güçlü bir komünist akımın etkisine girmesine karşılık Batı Bloku NATO üzerinden Türkiye’nin 1974 Barış Harekâtı’yla Kıbrıs çıkarmasına destek vermiştir. Rusya'nın Akdeniz ve dolayısıyla klasik Kıbrıs politikası ise adanın ne olursa olsun Batı güdümünden çıkması, Rusya yanlısı güçler tarafından kontrol ve idare edilmesi veya en azından bağımsız ve bağlantısız kalmasıdır.5 Rusya'nın bu stratejisi özellikle 16 Ağustos 1960 tarihinde kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti sürecinin ardından bir süre daha devam etmiş, Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı seçilen Başpiskopos Makarios'un ABD ve Batı yanlısı bir siyaset izlemek yerine bağlantısızlar grubuna yaklaşması, Rusya'nın tam da çıkarlarına uygun olarak bağlantısızlar içinde hareket etmesi, ABD yardımlarını zaman zaman kabul etse dahi Batı yanlısı bir politika izlememesi ve özellikle silahlanmaya gittiği süreçte başta Sovyetler Birliği ve uydusu Çekoslovakya gibi ülkelerden silah almaya başlaması ABD ve müttefiklerini ürküten gelişmeler olmuştur. Kıbrıs'ta 21 Aralık 1963 tarihinde başlayan ve Rumların Akritas Planı adı verilen bir plan çerçevesinde bütün Kıbrıslı Türkleri ortadan kaldırarak adayı doğrudan bir Yunan adası yapmayı hedefleyen saldırıları ve ardından 1964 yılında Türkiye'nin adaya müdahale girişimleri döneminde Rusya doğrudan Makarios'u desteklemiş, hatta Türkiye'ye nota dahi vermiştir. 5 Mayıs 1964 günü TBMM'de bir konuşma yapan Başbakan İsmet İnönü ise yaşananları "...Bu konuda Rusya'nın bize nota verdiğini biliyorsunuz. Bu nota bizim umumi efkârımızda hayretle ve derin bir üzüntü ile karşılandı. İyi komşuluk münasebetleri için uzun zamandan beri çok gayret sarf edildiği bir sırada Türklerin aşikâr mezaliminin caiz görülmesi gibi bir manayı halkımız notadan elemle çıkarmıştır. Buna mukabil Kıbrıs Rum idarecileri çok sevinmiştir. Verilen izahlardan anlaşılmıştır ki Rusya, Kıbrıs davasını daha ziyade bir NATO üssü olarak ele almakta, bugünkü Kıbrıs istiklalinin devamını bu bakımdan istemektedir..." diyerek açıklar.

Makarios'un Yunanistan'daki Albaylar Cuntası'nın isteği doğrultusunda adayı Yunanistan'a ilhak etme konusunda yavaş ve isteksiz davranması Albaylar Cuntası'nın 15 Temmuz 1974 tarihinde Nikos Sampson vasıtasıyla bir darbe gerçekleştirmesine neden olmuş, ABD bu noktada herhangi bir müdahalede bulunmazken Türkiye'nin 20 Temmuz 1974 tarihinde garantör devlet olarak tek başına giriştiği askeri harekâta da onay vermiştir. Böylece ABD bir yandan faşist Albaylar Cuntası'ndan kurtulurken bir yandan da iyice Sovyetler Birliği'ne yanaşan Makarios'u saf dışı bırakmıştır. Bu duruma en sert tepki gösteren ülke ise Sovyetler Birliği olmuş, bu darbe ve ardından yaşananların bir NATO tezgâhı olduğunu ileri süren Sovyetler Birliği adada Makarios dışında hiç kimseyi tanımadığını açıklamıştır. Kıbrıs sorununun çözümü konusunda Rusya'nın yaklaşımı ise bunun sadece ABD ve müttefiklerinin sorunu olmadığı yönündedir. Bu noktada Kıbrıs sorununa Rusya'nın Türkiye ve Yunanistan'a karşı açıkça cephe almasını ve ilişkileri gerginleştirmesini gerektirecek kadar önem vermiyormuş gibi davranması da stratejik bir yaklaşım olarak değerlendirilebilir.6 Şüphesiz bu aşamada Türk-ABD ilişkileri de önem arz etmektedir. “Bölgenin en güçlü ülkesi olarak”7 Türkiye'nin 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı ve harekât sürecinde Amerikan yardımı olarak verilen askeri malzemeyi kullanması, 25 Nisan 2015 tarihinde 100.yılı Ermeni diasporası tarafından muazzam bir propaganda kampanyasıyla karşılanması beklenen sözde Ermeni sorunu ve Türkiye'nin bu sorundaki yeri, Türkiye'nin özellikle AB üyesi Yunanistan ve GKRY ile ilişkileri yanında Irak ve Afganistan harekâtlarında ABD yanında yer alması, Malatya Kürecik'e yerleştirilen Tomahawk füzelerine ev sahipliği yapması, inişli çıkışlı bir seyir izleyen ve özellikle Temmuz 2014'den itibaren İsrail'in karadan, havadan, denizden Gazze'yi ablukaya alması ve hedef gözetmeksizin saldırmasıyla kopma noktasına gelen Türkiye-İsrail ilişkileri, ayrıca Türk-Amerikan askeri işbirliği ve eğitim anlaşmaları, 3.500 Türk ve 1.500 Amerikalı personelin görev yaptığı İncirlik üssünün8 durumu gibi pek çok önemli husus da iyi değerlendirilmesi gereken hususlar arasındadır.

Öte yandan Putin liderliğindeki Rusya’nın GKRY üzerinden Doğu Akdeniz siyaseti, 21. yüzyıl dünya politikalarında söz sahibi olma ve karar mekanizmalarında yer alma talep ve arzusu olarak tanımlanabilir. Makro bakış açısıyla sorgulandığında bugün Rusya, Soğuk Savaş dönemindeki gibi iki kutuplu dünya aktörlüğünü devam ettirmemektedir. Dünya liderliğini ABD’ye kaptırmış gibi görünse de Rusya, ABD’nin uygulatmaya çalıştığı uluslararası sistemde önemli bir aktör olarak yer almaktadır. Kimi zaman Batı ile benzer politikalar içinde yer alan ama kimi zamanda farklı bir siyaset güden Rusya, dünyanın alternatifsiz olmadığını ve kendisine ihtiyaç duyulduğu izlenimini vermektedir ve özellikle ABD ile ters düştüğü noktalarda Çin desteğini alarak hareket etmiştir.9 Rusya 17 milyon kilometrekarenin üzerinde sahip olduğu toprakla uluslararası sistemde önemli bir yer teşkil etmektedir. Sahip olduğu jeopolitik konum yüzölçümü ile de sınırlı değildir. Rusya Uzakdoğu’dan Doğu Avrupa’ya, Kuzey Buz Okyanusu’ndan Hazar Denizi'ne ve oradan da Karadeniz’e uzanan doğal sınırı ile geniş bir hareket alanına sahiptir. Özellikle Çarlık döneminden beri değiştirmediği Akdeniz’e inme ideali, küreselleşen dünyanın yarattığı yeni oluşumlar çerçevesinde değiştiği de kabul görmektedir. Güneyde sahip olduğu ekonomik baskı ve diplomatik gücünü başta Mavi Akım enerji10 koridorundan alan Neo-Rusya, etki sahasını ticari açıdan Akdeniz ile doğal sınırı olan Türkiye üzerinde yoğunlaştırmaktadır. Rusya’nın deniz ve ülke aşırı olarak etki ve çıkar sahası içinde bulunan diğer bölge ise Akdeniz'de Kıbrıs adasıdır.11 2012 yılı bütçesinin en azından %50'lik kısmını hidrokarbondan sağlayan ve Avrupa'nın enerji ihtiyacının büyük bir kısmını karşılayan Rusya kontrolü dışındaki bu bölgede de etkin olma düşüncesindedir.12 Durum böyle olunca da Rusya'nın devlet patentli enerji şirketi Gazprom Kıbrıs açıklarında enerji arama çalışmaları konusunda son derece hevesli görünmektedir. Rusya aynı sondaj çalışmasını İsrail kıyı şeridinde de yapmak üzere çalışmalara başlamıştır.13

GKRY, Rusya’ya verdiği liman ve sahip olduğu ikili stratejik ortaklıklarla lojistik destek veren ve alan ülke konumundadır. Rusya kapitalist dünya ile iç içe giren, sistemi devlet kontrolüyle de olsa kapitalizme açan bir G–8 ülkesi olarak aynı masa etrafında yer aldığı ABD ve Batılı ülkeler ile restleşmektedir. Diplomatik açıdan bakıldığında 1991 öncesine göre etkisini uluslararası platformlarda kaybeden Rusya, özellikle taraf olduğu çatışmalarda gücünü BM Güvenlik Konseyi’nde kendisine tanınan veto hakkıyla aldığı görülmektedir. Rus ordusunun mevcudunun 1 milyona çıkması hedeflenmektedir ve Türkiye’nin 2023’te Doğu Akdeniz’den Ortadoğu’ya uzanan sıcak denizler coğrafyasında bu güçlerle birlikte politika üretmek durumunda kalacağı ve bölgeye hangi devletin iradesinin yansıyacağı düşünülmesi gereken bir noktadır. ABD ile silahlanma yarışını devam ettiren Rusya’nın deniz gücünü füzeler ile geliştirme çabası uluslararası sistemde oyun kurucu olma isteğinin somut bir örneğini oluşturmaktadır. Esasında ABD Rusya'nın Doğu Akdeniz'deki enerji faaliyetleriyle pek de ilgilenmemektedir; ancak İsrail'in Ortadoğu coğrafyasında yaşadığı gerginlikler ve savaş durumu, Yunanistan ve GKRY'nin de Türkiye ve KKTC karşıtı pozisyonları nedeniyle bu yaklaşım adı geçen bütün ülkeler için avantaj sağlamaktadır.14 Rusya’nın GKRY, Suriye ve hatta İsrail ile olan ilişkileri ile Akdeniz ve Ortadoğu coğrafyasında söz sahibi olmak istediği, Kıbrıs üzerinde siyasi etkisini kullanarak da15 bölgede hâkim olmaya çalıştığı görülmektedir.16 Özellikle 1994 sonrasında bugüne kadar gelinen süreçte GKRY ile Rusya arasında karşılıklı olarak işlemekte olan savunma ve güvenlik alanında yoğun bir işleyiş olduğu görülmektedir. Rusların Rumlara silah satmasının ötesinde Genişletilmiş Savunma İşbirliği Anlaşması yapılması ve bu kapsamda Kıbrıs adasında müşterek eğitim merkezlerinin açılması, ayrıca çeşitli askeri malzeme ve teknoloji transferinin gerçekleştirilmesi, malzeme ve silah depoları kurulması yanında Rusya tarafından Kıbrıs'ta küçük uçaklar üreten bir fabrika açma teşebbüsü de söz konusudur.17



Rusya'nın Kıbrıs'ta AKEL ve Kilise Bağlantıları

Akdeniz’de komünist partiler oluşturarak yeni Roma İmparatorluğunu komünist ideoloji üzerinden, Alfred Thayer Mahan'ın da belirttiği üzere dünyanın merkezi Ortadoğu ve Akdeniz çevresinde kurmayı düşünen Rusya, Suriye üzerinden geçmeyi düşündüğü Kıbrıs’ta bugün de Kıbrıs’ın en büyük siyasal gücü olarak varlığını sürdüren ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'nde iktidarda bulunan AKEL partisini örgütlemiştir. Soğuk Savaş rüzgârlarının estiği dönemde Kıbrıs’ta bir Küba yaratamayan Rusya, Sovyetlerin dağılmasından ve Akdeniz ülkelerinde komünist etkisi yok olmasına rağmen GKRY üzerinde AKEL ile hegemonyasını sürdürmeye çalışmaktadır. 11 Şubat 1959 tarihinde İngiltere, Türkiye ve Yunanistan ile Kıbrıs Rum ve Türk toplumları arasında imzalanan, bağımsız bir devlet olarak Kıbrıs halklarının geleceğini belirleyen ve Kıbrıs Cumhuriyeti anayasasını onaylayan Zürih ve Londra antlaşmaları ile Kıbrıs’ın bağımsız oluşu AKEL etkisindeki Komünist Rumları memnun etmemiştir. Komünizmle Akdeniz’deki yayılmasına engel olan Türk-Yunan ittifakını bozmak ve Yunanistan’ı da, Türkiye’yi de Batı dünyasından ve NATO’dan uzaklaştırmak için Kıbrıs konusunu istismar etmek AKEL için de zarurî bir hâl almıştır. Sovyet Rusya gibi AKEL'in isteği de Kıbrıs’ın kayıtsız, şartsız ve topyekûn bağımsızlık ile yönetilmesidir. Kıbrıs buhranından faydalanan Rusya, ada halklarının koruyucusu ve kendi kaderini tayin etme prensibinin savunucusu olarak ortaya çıkmıştır. Doğu Bloku Kıbrıs buhranını istismar ederek tüm Kuzey Afrika, Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’e hâkim olacak bir konuma gelmek için çaba harcamıştır. Bunu yaparken de AKEL’ in etkisinden faydalanılmıştır. Bugün de hala GKRY'de AKEL etkisi görülmekte olup Rumların Avrupa Birliği katılım sürecinde de bu üyeliğe karşı çıkmıştır.

Moskova Ortodoks Kilisesi vasıtasıyla hem Yunanistan ve hem de GKRY'de kiliseyi ve kilise vasıtasıyla da kamuoyunu kanalize etmeye çalışan Rusya örneğin kendisinden silah satın alan tek NATO ülkesi olan Yunanistan'da Yunanistan ve Rum tezlerini savunan ülke durumunda algılanmaktadır. Daha sonra Girit'e sevk edilen Rus yapımı S-300 füzelerinin Kıbrıslı Rumlara satılması da bu anlamda değerlendirilmelidir. Öte yandan iki NATO üyesi ülke olarak Türkiye ile Yunanistan arasındaki Kıbrıs eksenli sorunun büyümesini NATO içerisinde bir çatlak olarak değerlendiren Rusya bu hassas denge üzerinde de durmuş, zaman zaman Ortodoks kiliseyi de devreye sokarak özellikle Yunanistan'ı etki sahasına almaya gayret etmiştir. Örneğin 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı sonrasında Yunanistan'ın NATO'nun askeri kanadından çekilmesi Sovyetler Birliği tarafından üzerinde en çok durulan ve kaşınan hususlardan birisi olmuştur. Sovyetler Birliği Kıbrıs konusundaki politikasını ve Kıbrıs sorununa nasıl bir çözüm bulunmasını istediğini ilk defa 1986 yılında bir öneri paketi halinde kamuoyuyla paylaşmıştır;18

1- Kıbrıs Cumhuriyeti bağımsız, bağlantısız ve toprak bütünlüğüne sahip bir devlet olarak kalmalıdır.



2- Kıbrıs devletinin iç yapısını ilgilendiren hususlar bizzat Kıbrıslılar (Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Rumlar) tarafından çözümlenmelidir.

3- Ada toprakları silahsızlandırılmalıdır. Yabancı üs ve askeri tesislerin faaliyetlerine son verilmelidir.

4- Sorunun uluslararası boyutlara giren hususlarına köklü bir çözüm sağlanması BM çerçevesinde uluslararası bir konferans toplanması ile mümkün olabilir.

5- Garantiler hiçbir ülkenin tek başına müdahalesine imkân vermeyecek şekilde daha geniş çerçevede düzenlenmelidir. Garantör olarak BM Güvenlik Konseyi'nin daimi üyeleri veya bütün üyeleri, Yunanistan, Türkiye ve bazı bağlantısızlar olabilir.

6- Bu ülkeler aynı zamanda Kıbrıs konusunda toplanacak uluslararası konferansa da katılabilirler. Bu konferansa Kıbrıs Cumhuriyeti her iki toplum da temsil edilmek suretiyle katılacaktır.”
Rusya Federasyonu Doğu Akdeniz'de güç dengesi ile yakından ilgili olacağının işaretini GKRY’de etkili olduğu siyasi partiler ve özellikle AKEL kanalıyla izlediği politika ve BM Güvenlik Konseyi'ndeki veto kararıyla göstermiştir. Slav Ortodoksluğun ağır bastığı Rusya’nın Ortodoks Balkan bölgelerinde Bulgaristan, Yunanistan, Sırbistan ve Kıbrıs ile yakın, Romanya’yla ise nispeten daha mesafeli ilişkileri vardır. Bir bütün olarak ele alındığında Rusya kendi liderliği altında Ortodoks bir anavatana sahip bir blok ve bu bloğun etrafında farklı derecelerde tahakkümü altında olan ve başka güçlerin nüfuzu altına girmesine izin vermeyeceği bir halka yaratmaktadır. GKRY üzerinde Rusya'nın uzun dönemdir var olan etkisi, Doğu Akdeniz ülkelerindeki Sovyetler döneminden kalma etki ve esintiler bu bölgenin geleceğine ilişkin değerlendirmelerde Rusya Federasyonu'nun da bir aktör olarak dikkate alınması gerektiğini ortaya koymaktadır. Rusya Federasyonu bölge ülkeleri ile kurduğu sıcak ilişkiler üzerinden bu veya benzeri bir uzun vadeli stratejik bir planın hesapları içinde olabilir. Doğu Akdeniz'deki güç dengeleri Akdeniz ve çevresinde değişen dengelerden etkilenerek bir değişim sürecine girebilir. Bu değişimin yönü Doğu Akdeniz'in Rusya Federasyonu’ndan başlayıp Bulgaristan, Sırbistan üzerinden Yunanistan’a uzanan Girit ve Kıbrıs’ı içine alan Slav-Ortodoks eksenine dâhil olması şeklinde gelişirse bölgedeki stratejik güç dengeleri de değişebilir. Doğu Akdeniz'i kontrol etmenin tüm jeostratejik avantajlarının Slav-Ortodoks kültürüne mensup ülkelere geçmesi ile Doğu Akdeniz'deki stratejik güç dengelerindeki değişim küresel güç dengelerini de değiştirebilir. Rusya Federasyonu'nun tarih sahnesine geri dönmesi, Doğu Akdeniz, Karadeniz ve Ege Denizi’nin Slav-Ortodoks kültürünün kontrolü altına girmesi Batı için karşılaşılması muhtemel önemli bir sorun olabilir böyle bir durumda Doğu Akdeniz bölgesi için yapılan stratejik planların değişmesi muhtemeldir. Soğuk Savaş döneminde Varşova Paktı üzerinden Doğu Avrupa’da etkisini gösteren Ortodoks Rusya, kendisi gibi Ortodoks tebaaya sahip Yunanistan’ı da bu halkaya dâhil etmek istemiştir; ancak NATO’nun gizli servisler üzerinden yürüttüğü hareketler sonrasında bunda başarılı olamamıştır.

Öte yandan Yunanistan’daki bütün gelişmeler ise Kıbrıs adasındaki Rum nüfus üzerinde etkili olmuştur. Yunanistan hızla AB üyesi yapılarak Yunanistan'ın Rusya ile Ortodoks dayanışması içine girmesi engellenmek istenmiştir. Yunanistan’ı etkisi altına alamayan Rusya bu dönemde AKEL üzerinden Kıbrıs’ta Hristiyanlığı da kullanarak kendisine bağlamaya çalışmıştır. Başpiskopos Makarios döneminde Moskova Ortodoks Kilisesi ile Kıbrıs Rum Ortodoks Kilisesi arasında giderek artan Ortodoks dayanışması bugünde hala devam etmektedir. Bununla birlikte Başpiskopos Makarios'un kendine özgü Kıbrıs Helen Ortodoks sentezli milliyetçi yaklaşımı zaman zaman Yunanistan'a karşı tepki ve başkaldırı olarak da ortaya çıkar.19 Bu durum son olarak 15 Temmuz 1974 tarihinde Yunanistan'da iktidarda bulunan faşist Albaylar Cuntası'nın adanın derhal Yunanlaştırılması taleplerine isteksiz davranması sonrasında darbeyle iktidardan indirilmesine de neden olacaktır. Öte yandan özellikle Gürcistan, Ermenistan gibi doğu Hristiyanlığının yaygın olduğu merkezi bölgede, Moskova Kilisesi üzerinden ülkeleri yönlendirmeye çalışan Rusya, Kıbrıs Rum Ortodokslarını da kendi hegemonya alanı içine almayı hedeflediği görülmektedir. Moskova Kilisesinin Ortadoğu coğrafyasını da içine alan Ortodoksların birleştirilmesi stratejisini önlemek amacıyla, Vatikan ve Fener Rum Patrikhanesi bir araya gelerek Rus yayılmacılığına karşı işbirliği yapmak üzere bazı girişimlerde bulunduğu görülmüştür, ekümeniklik girişimleri de Türkiye’yi fazlasıyla rahatsız etmiştir. Bu durumdan, Vatikan üzerinden batı bloğu ile Moskova Kilisesinin din çekişmesinden en çok Kıbrıslı Rumlar Rusya’yı yanlarına çekerek kazançlı çıkmışlardır.



Rusya’nın Doğu Akdeniz Politikası

Rusya dünyanın büyük bir kısmını hem ideolojik hem de teknolojik anlamda etkileyebilecek küresel bir gücün bütün birikim ve iradesini içinde barındıran, ülkesini erken dönemde küresel boyutlara taşımış, dünya doğal gaz rezervlerinin %23,7 ve petrol üretiminin %6.6’sını elinde bulunduran önemli bir ülkedir. Rusya sahip olduğu enerji ve teknolojiyi askeri potansiyeli ile birlikte uluslararası arenada değerlendirebilecek politikalar geliştirmek konusunda da deneyimli bir devlettir. Rusya Doğu Akdeniz’ deki çıkarlarını korumak için diplomatik bir ağ örmekte ve bu ağın bir halkasını da İsrail oluşturmaktadır. Böylece Rusya ilişkilerini geliştirmek adına bir yandan hem en önemli rakibi kabul ettiği ABD'nin hem de Rusya lideri Putin'in ülkesini çevreleyip kuşatmak üzere renkli devrimler ithal etmekle suçladığı NATO'nun Ortadoğu'daki en önemli müttefiki olan ve 15 Temmuz 2014 itibarıyla Gazze Şeridi'ne havadan, karadan ve denizden saldırı başlatan, bu arada Rusya’nın İran’a destek veren tutumundan pek de hoşlanmayan İsrail ile de zaman zaman yakınlaşma çabası içindedir. Bir yandan petrol zenginliği, bir yandan stratejik pozisyonu nedeniyle Ortadoğu'da mümkün olduğu kadar geniş bir nüfuz yaratmaya çalışan Rusya bir yandan da ABD'nin uyguladığı çevreleme politikasına karşı bu çemberi kırabilecek bazı halkaları kendi kontrolünde tutabilmek ve güvenliğini güneyden sağlarken bir yandan da tarihsel stratejisi olan sıcak denizlere inmek düşüncesini gerçekleştirmek amacındadır. Bu bağlamda Rusya Doğu Akdeniz politikasını şu anda karışıklık yaşayan Suriye ile sınırlı tutmak istemediği için İsrail, Güney Kıbrıs gibi bölge ülkeleriyle iyi ilişkiler içine girme yolunu tutmuş görünmektedir. Özellikle Kuzey Afrika coğrafyasında yer alan ülkelerde güvensiz ve istikrarsız bir hava yaşatan Arap Baharı’nın Suriye durağında, Rusya’yı endişelendiren konulardan biri de Tartus üssünün geleceğidir. Ocak 2005 tarihinde Beşar Esad'ın Moskova ziyareti sonrasında iki ülke arasındaki ilişkilerin gözle görülür derecede artması ve Rusya'nın Suriye'ye gelişmiş hava savunma sistemleri satmasının ardından bu yakınlığın sebepleri Moskva gazetesi tarafından "Moskova Suriye'yi İsrail ile barış yapmaya ikna edebilecek kapasitededir. Suriye sahilindeki Tartus, Rusya'nın Akdeniz'de donanmasına ev sahipliği yapan tek üstür ve Şam'ın Sovyet döneminden kalma 12 milyar dolar borcunu ödemeye hazır olduğunu ifade etmesi" olarak aktarılır. Akdeniz’ in kalbinde bulunan Tartus deniz üssünün korunması Rusya’nın bölgedeki varlığı açısından son derece mühimdir; çünkü klasik öngörüye göre Rusya Tartus üssü ile Doğu Akdeniz’e iner ve Ortadoğu coğrafyasında yerini alma şansı elde eder. Özellikle Rusya ile ABD arasındaki ideolojik ve fiziki uzaklık göz önüne alındığında iki ülke arasında şüphesiz pek çok belirsizlikler de ortaya çıkacaktır ve bunların en net görüldüğü yer de Akdeniz coğrafyasıdır. Rus askeri uzmanlarından Aleksander Perenjiyev ise Suriye'nin Ortadoğu'da Rusya'nın son cephesi olduğunu ifade eder ve ''Eğer bu kaybedilirse bizim değerimiz ikinci sınıf bir ülke konumuna düşer."20 açıklamasında bulunarak Suriye'nin bölgeye çıkış noktasındaki önemine değinir.21 Rusya’nın bölgedeki bu üssünü kaybetme ihtimali ise Rusya’yı yeni arayışlara sürüklemiştir ve Euro Krizi sürecinde ekonomik çıkmazlar içinde boğuşan GKRY ile bu olumsuz şartlar içinde, ortak bir zeminde buluşma imkânına kavuşur. Sovyetlerin çöküşünden sonra içe kapanıp aktif bir dış politika sergileyememiş olan Rusya, 2000’li yıllarda Vladimir Putin ile yeniden güç merkezi olarak temayüz edince Ortadoğu’ da yakın ilişki içinde olduğu ülke sadece batı ile entegre olmaya çalışan Suriye kalmıştır. Rusya geleneksel müttefiki Saddam’ı kaybetmiş, Irak ABD’nin yörüngesine girmiş, hamisi olduğu GKRY AB’ye üye olmuş ve Cebeli Tarık’ı aşıp Atlantik’e ve Süveyş Kanalını aşıp Hint Okyanusu’na uzanabilmek için rahatlıkla yaslanabileceği stratejik bir dostu kalmamıştı. 2012 Haziran başında Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ)'nde alınan "ŞİÖ bölgesel ve küresel sorunlara daha aktif bir şekilde müdahalede bulunur." kararını Filistin meselesinde hayata geçirdi. ABD’nin Irak’ta yaşadığı başarısızlık da buna eklenince Rusya ŞİÖ gibi uluslararası bir örgütü de peşine katarak Doğu Akdeniz gibi jeopolitik önemi gittikçe artan bir bölgede kaybettiği inisiyatifi geri almanın hesaplarını yapmaya başlamıştır. Rus dış politikasının Doğu Akdeniz’ deki kilit noktası GKRY’dir. Dünya ticaretinin %70’ inin Akdeniz üzerinden taşınmakta olduğu, Asya, Afrika, Avrupa kıtalarının tam ortasında yer aldığı için Kıbrıs paha biçilemez bir noktadadır. Son zamanlarda ortaya çıkan petrol ve doğalgaz rezervleriyle de Rusya’nın Sovyet döneminden beri tüm hesaplarını üzerinde yapıldığı bir konuma gelmiştir. Yorgo Papandreu 1964 Haziran'ında dönemin ABD Başkanı Lyndon Baiden Johnson'a "Kıbrıs adasını hemen 'NATO’laştırmazsanız Kübalılaşacaktır."22 ikazını içeren bir mektup göndermek durumunda kalmıştır. 2012’de AB dönem başkanı olan dönemin GKRY Başkanı Dimitris Hristofyas ise 2008 Moskova ziyaretinde "Avrupa'nın kızıl koyunu"23 olduğunu bizzat kendisi itiraf etmiştir. Ocak 2012’de Rusya’nın Suriye’ye gönderdiği kargo gemisi, AB silah ambargosu çerçevesinde limana çekilmesine karşılık GKRY’nin gemiye el koymaması ve geminin Suriye’ye ulaşması Rusya ile GKRY’nin ilişkisini göstermesi bakımından önemlidir. Kıbrıs, Suriye, Lübnan ve İsrail arasında kalan Leviathan bölgesinde yaklaşık 3.45 trilyon metreküp doğalgaz ve 1,7 milyar varil petrol bulunduğu tespit edilmiş olup; Kıbrıs, Girit ve Mısır arasındaki Nil deltasında bulunanlarla birlikte Doğu Akdeniz’de toplam hidrokarbon miktarının 60 milyar metreküp ve 3 trilyon dolar değere ulaştığı söylenmektedir. Politik açıdan bakıldığında Doğu Akdeniz’de bulunan bu rezervlerle Avrupa’nın Rusya’dan aldığı enerji bağımlılığı azalmış olacaktır. Rusya bu durumdan karlı çıkabilmek için Gazprom aracılığıyla çıkacak enerjinin taşınması işlemini üzerine almak istemektedir. Bu arada Rusya ise Türkiye'nin bölgede petrol arama faaliyetlerine başlama açıklamasını eleştirir ve Rusya Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Aleksander Lukashevich de yaptığı açıklamada Türkiye'nin hamlelerinin Kıbrıs toprakları üzerindeki durumu daha da kötüleştireceğini belirtir.24 Rusya’nın Avrupa ile fiyat konusunda sıkıntı yaşadığı Gazprom’la Kıbrıs gazını ele geçirerek Avrupalılara karşı Truva Atı gibi kullanarak avantaj sağlayacağı vurgulanmaktadır.25 GKRY’nin Rusya’ ya gösterdiği desteğin temelinde antik çağlardan beri gelen kültürel kökler, dini açıdan Ortodoksluğun birleştirici gücünü Rusya’nın kullanması, AKEL gibi komünist partilerin yönetimdeki etkinliği ve daha da önemlisi jeopolitik ve ekonomik zeminin sağlayacağı çıkar bulunmaktadır.

Yüklə 227,17 Kb.

Dostları ilə paylaş:
  1   2   3   4   5




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin